🖤
*Simay Naz Akgül*
Geçmiş ile geleceğin arasında sıkışıp kaldığında kaybettiğin ilk şey şu anın oluyordu.
Geçmişime batmıştım, Akça'lara odaklanmıştım ve bir yasın içinde boğulmuştum.
Gelecek çukuruna düşmüştüm, Akgül'ler ile mutlu bir aile tablosunda hayal etmiştim kendimi.
Kendimi dinlemeden, nasıl olması gerektiğine kendim karar vermeden... Bu yüzden miydi nerede olursam olayım her şeyin üzerime geldiğini hissetmem?
"Baaaaba!" neşeyle el çırptı bir kız çocuğu. Nerede olduğumu bilmiyordum ancak rahatlıkla söyleyebilirdim ki burası bir hastane odasına benziyordu.
O an yatakta yatan kız çocuğuna ilerleyen babamı gördüm. Bu kaşlarımın çatılmasına neden olduğunda onun yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. "Babam," dedi içli içli kız çocuğuna eğildiğinde. "Bir daha baba de bakayım."
Kız çocuğunun onu anladığını sanmıyordum, bebekti daha, yeni yeni konuşmaya başlıyor olmalıydı. Yine de babamı dinlemiş ve gülücük saçarak, "baaaaaba!" demişti.
"Babası ölsün ona," demişti babam kız çocuğunu kucağına aldığında. Yanaklarından öpmeye başladığında kızın kokusunu içine çekiyor, "oh!" diyordu. "Babasının bebeği, menekşe kokuyor."
"Kadir," babama seslenen annemi gördüğümde ne olduğunu anlayabilmiş değildim. Kendisinin de kucağında bir erkek çocuğu vardı. "Çocuğu düşüreceksin!"
"Baba!" Annemin hemen yanından çıkan erkek çocuğu Mahir'e benziyordu. "Baba kardeşimi düşüreceksin!"
Diğer erkek çocuğu hiç konuşmamış, babamın yanına gelerek paçalarını çekiştirmişti. "Kardeşimi alabilir miyim?"
"Düşürürsün Yaman'ım," diyen babam kız çocuğunu daha da bir sarmalamıştı. "Dur bir, hemşire ablanızı çağırdınız mı?"
Nasıl bir sahnenin içindeydim ben? Babamın sarıp sarmaladığı küçük kız çocuğu kimdi? Nazlı mıydı?
Aralarındaki en büyük çocuk, Mahir'e benzeyen, odadan çıktığında yerimden kıpırdayamıyordum. Odanın bir köşesinde kalakalmış, öylece olanları izliyordum.
"Kadir Naz'ı bırakmayalım," diyen annemle kaşlarım havalandı. "Onsuz eve gitmeyeceğimi biliyorsun değil mi?"
"Bırak hastaneyi, bir adım öteye gidecekmişim gibi konuşma Seher'im," babam kucağındaki kız çocuğunu başından öptü. "Babası kızını bırakır mıymış hiç?" Çocuğu kaldırdığında babama bakan kız çocuğu ağzından tükürükler saça saça gülüyordu. Babam da gülümsemeye başladığında, "ha babam?" dedi çocuk ona cevap verebilecek gibi. "Bırakır mı baba seni hiç?" çocuk anlamadan gülücükler saçarken, "bırakmaz tabii." dedi onu havaya kaldırıp indirirken. Çocuk bu yüzden huysuzlansa da yüzünde yine gülümseme vardı. "Kızı da babasını bırakmaz hiç." Çocuk huysuz huysuz mırıltılar çıkarmaya başladığında çocuğa ciddiyetle bakmaya başlamıştı. "Hayırdır Naz hanım? Babanızı bırakıp yaban ellere mi gideceksiniz?"
Kucağındaki çocuk ben miydim? Babasına gülerek bakan mutlu kız çocuğu ben miydim sahiden?
Ağzım şaşkınlıkla aralandığında, "baba," diye seslendim ona. "Baba."
Beni duymadı. Kucağındaki kız çocuğunu hafifçe sarsarken, "unut onu hanımefendi," diye homurdandı. "Seçeneklerimiz arasında babayı bırakmak yok."
"Baba," diye seslendim. Neden seslendiğimi bilmiyordum, sadece tek kelime dökülüyordu dudaklarımdan. Baba, kızı da babasını bırakmaz ki zaten.
"Simay," sesin nereden geldiğini anlayabilmiş değilken aynı sesi duymaya devam ettim. "Simay kalk abim," bedenim hafifçe sarsıldığında ne ara kapattığımı bilmediğim gözlerimi açtığımda karşımda abim vardı. "Uyuyakalmışsın burada, kalk fıstığım."
"Abi," diye mırıldandım uyku sersemi ona yapışırken. "Babam."
"Burada," diye mırıldandı abim. "Gitmedi, burada."
"Gitmez," diye homurdandım rüya olduğunu anladığım sahnede babamın söylediklerini hatırlayarak. "Babalar kızlarından gitmez." Yüzümü abimin göğsüne yapıştırdığımda kollarını bedenime dolamıştı. Uyuyakaldığım koltuktan havalandığımı hissettiğimde dahası var gibi bulduğum sıcaklığa sokulmuştum. "Kızlar da gitmez babalarından."
Abim bana cevap vermedi, verdiyse de duymadım. Bedenimin yumuşacık bir yere serildiğini hissettiğimde ilk bulduğum şeye sarılmış, üstüme örtünen ağırlıkla kaldığım uykuya geri dönmeyi hedeflemiştim.
Uyku beni tekrar kabul etmeden önce abimin saçlarımı okşayıp derin bir buse kondurduğunu hissedebilmiştim.
🖤
*Yazar*
Yusuf küçük bir buse kondurduğu bedenden ayrıldığında sessizce odadan çıkmış, salonda bıraktığı konumda bekleyen adamın yanına dönmüştü.
Kadir'in dalgın olduğunu rahatlıkla fark etmişti çünkü dakikalar önce Naz'ın gülümser halde sayıkladığı baba kelimesini ikiside duymuştu. "Arada sayıklar böyle," diye mırıldandığında adamın dikkatini kendisine çevirebilmeyi amaçlamıştı. Başarılı olmuştu da. Kadir ona döndüğünde, "Fark etmediniz mi daha önce? Bazen sıklaşır konuşmaları."
Kadir sessizce başını iki yana sallamış, fark etmediğini belirtmişti. "Naz'a söyledin mi?" Yusuf anlamaz bakışlarla karşılık verdiğinde Kadir sesini kıstı. "Mahkemeyi biliyor mu?"
Yusuf başını iki yana salladı. "Bilmesini istemiyorum."
"O yüzden getirdin onu buraya değil mi? Kalsaydı davayı öğrenirdi, mahkemeye gelirdi diye?"
Yusuf dudaklarını birbirine bastırdığında başını sallamıştı. "Babam öyle ya da böyle ulaşırdı, ulaşsın istemedim."
"Gelsin," dedi Kadir. "Bilmesin ama dönsün geri. Görmüyor musun nasıl sayıkladı beni?" derin bir iç çekti. "Ben daha fazla kızımdan ayrı kalmak istemiyorum oğul. Belli ki izin vermeyen sensin, Naz kendi istemese gelmem der çıkardı. Sorduğumda sessiz sedasız uzaklaştı benden."
"Nasıl güveneceğim Kadir amca? Babam orada, Nazlı orada, bir de siz yıpratırsanız onu bir kez daha nasıl toparlayacağım?" Başını iki yana salladı. "Bundan sonra kardeşimin yanı benim yanımdır. Gel gör, getireyim ancak bir süre-"
"Sürelerin ne kadar önemli olduğunu sen benden daha iyi biliyorsun oğul," Kadir koltukta biraz öne kaydı, elini Yusuf'un dizine yasladı. "Ben kızıma on yedi yıl geç kaldım, daha da kalmayacağım." Yusuf ağzını açıp bir şey diyecekti ancak engel oldu. "Hatalarımız oldu, olmadı değil ancak ben bu hatalarımın bedelini ödedim, ödemeye devam da ediyorum. Benim en büyük cezam geriye dönüp baktığımda ona dair bir ize rastlayamamak oğul. Daha da uzamasın bu."
"Her şey olacağına varır Kadir amca," Yusuf dizinin üzerindeki ele hafifçe vurdu ve ayaklandı. "Yatağını hazırladım Simay'ın odasına, uçağını da kaçırdın zaten, yat dinlen."
"Duvarlarınızı bir bir indireceğim," diyen Kadir ile daha çıkmamıştı Yusuf salondan. "Önce Naz'ın, sonra senin. Naz benim kızımsa sende oğlumsun ve ben ikinizi birden kazanacağım."
"Sen Naz'ı kazan," diye mırıldandı Yusuf. "Senden başka bir dileğim yok."
"Yürek incindiğinde beden dik dursa ne olur canın boynu bükükken?" Yusuf bunun ne demek olduğunu anlamadı ancak sorgulamadı. Anlamadığı cümlenin pek hoşuna gideceğini düşünmüyordu. "İkinizde döneceksiniz."
Sanki Naz'ı ikna etmişti de kendisi kalmıştı. Bu adamı cidden anlamıyordu Yusuf. "Görev yerinin değiştiğinden haberim var," Kadir gülümsedi. "Naz ile beraber döneceksin belli ki, inan bu daha iyi bizim için."
"Nereden öğrendiğini sorgulamıyorum," başını salladı Yusuf. "Madem bu daha iyi, ne diye geldin?"
"Çocuklarımı ben götürmek istedim."
Çoğul kullandığı eke takılmamaya çalıştı Yusuf. "İyi geceler," diye mırıldandı salondan çıkmadan hemen önce. Uzun zaman sonra ona artık iyiydi geceler.
😼
*Yazar*
Hayatın sana verdiği en büyük ceza bir zamanlar canım, kanım dediğin insanın yedi kat el olmasıdır. Hani derler ya bir yabancı gördüm ancak çok tanıdıktı diye... Çayı kaç şekerle içtiğini bildiğin, rutinini ezberlediğin, hangi filmi, hangi diziyi, hangi şarkıyı, hangi kitabı sevdiğini bildiğin bir yabancı. Yabancı işte.
Yaman bu sözleri doğrulayacak birçok an yaşamıştı şüphesiz. Üniversite yıllarında, meslek hayatında canım dediği kaç kişiyi öylece silmek zorunda kalmıştı hayatından.
Allah biliyordu, belki de en zoruydu şu an olan. Karşısında oturan üniversiteden bir arkadaşı değildi ya da kendisine ihanet eden bir meslektaşı hiç değildi.
Omuzlarından bir an olsun indirmediği, ilk adımlarını gördüğü, bir baba gibi ilgilendiği kız çocuğu vardı karşısında. Ben gitmeyeceğim, beni bırakmayın dedikten bir hafta sonra öz ailesine koşan kız çocuğu.
Ağlıyordu şu an, Mehmet Akça ile kavga ettiğini söylemişti Yaman'a. Yaman'ın ona inanmıyor oluşu gaddar gibi gözükmesine neden olsa da hayır, Yaman herkesten çok daha iyi tanıyordu onu. Onun bu kadar iyi oynadığını fark eden zaten kendisiydi, bu yüzden onu tiyatroya yönlendirmeye çalışmıştı. Şimdi kendisine oynuyor oluşu bir tık ironik kaçıyordu.
"Baban o senin," dedi Yaman teselli veriyor gibi. "Barışırsınız Nazlı. Her kavga ettiğinizde buraya gelirsen asıl o zaman sorun olur aranızda."
"Ne diyorsun abi?" Burnunu çekti Nazlı. Fark etmeden ciddi ciddi ağlamıştı, nedensizce akıyordu gözyaşları. "Size gelmem mi suç?"
Evet diyemeyeceği için sessizleşti Yaman. Ne kadar acı gelirse gelsin bir gerçek vardı, aileleri artık bir değildi. Ayrıca Akça'larla olan davadan sonra asla olamazdı da. Akça'lar varken Nazlı gelemez, Naz varken Akgül'ler tek adım atamazdı. Sınırlar çizilmişti.
Bundan sonra iki ailede ortak hiçbir bağ yoktu. Konu Nazlı olsa dahi.
"Abi," Nazlı gözyaşlarını silerken karşısında oturan Yaman'a tekrardan seslenme ihtiyacı duymuştu. "Ben sizi çok özledim."
"Olur öyle," diyebildi Yaman. Kendisi de özlemişti ancak Naz'a karşı hissettiği özlem daha baskındı. "Bunu seçen sendin."
Bir yükü öylece Nazlı'nın omuzlarına koyduğunun farkındaydı, cümlesinden hemen pişman olmuştu ancak tek kelime etmemişti.
"Sana anlattığımızda, senden ayrılamayacağımızı söylediğimizde yanımızdaydın ve gitmeyecektin. Benim omzumda ağlamadın mı sen, gitmek istemiyorum diye? Bir hafta, bir hafta da ne değişti? DNA testi açıklandı ve sen ertesi sabah bir anda valizini aldın ve gittin. Sen seçmedin mi Nazlı? Sen seçmiş olmuyor musun bunu?"
"Mahir abim ben arabaya binmeden önce karar ver demişti." Nazlı Mahir abisinin söylediklerini ani bir sinir sanmıştı. Tüm ailesinin bir anda değişmesini beklemiyordu. "Eğer arabaya binip gidersem sizi silmiş olacakmışım, bir daha dönersem kapısını kapalı bulurmuşum. Bir daha beni aramazmış, sormazmış da. Sinirli sanıyordum, siz gerçekten benden vazgeçmişsiniz."
Yüreğinde öyle bir taş vardı ki ömür boyu mutlu olsa dahi o taş kendini sürekli hissettirecekti. Nazlı anlıyordu, bazen bir şey olması gerekirdi, acı verip vermemesi önemli değildi. Bir şey olurdu ve sonucunda ne yaşaman gerekirse gereksin buna razı gelirdin.
Nazlı bir ömür içinde yara taşımayı seçmişti.
"Bunalmıştım, bu olay beni içten içe yıpratıyordu ve siz inatla bırakmamaktan bahsediyordunuz. Kimse bir an olsun Nazlı ne hissediyor diye sormadı, Nazlı adına karar verilmişti çünkü; gitmeyecekti. Konu kalmak ya da gitmek değildi, bendim. Yaşadığım, ne düşündüğümdü. Bartu tuttu o an elimden." Gözyaşları akarken gülümsedi. "Her okul çıkışıma geldi, benimle konuştu. Beni dinledi, bana gel demedi, git demedi, sadece dinledi ve anladı. Bu yüzden gitmem gerekiyordu. Öyle hissediyordum ve ben gittim abi. Sizden uzak kalmak ve içine girdiğim yeni dünyayı tanımak istedim."
Yaman ayaklandı, masasına ilerledi. "Niye buradasın o zaman?" Nazlı ne olduğunu anlamaya çalışırken Yaman çekmeceden bir dosya çıkarmıştı. "Bence bunun için."
Nazlı başını iki yana sallasa da Yaman pek de inanmış değildi. "Dava..." diyerek başladığı konuşmaya bildiği her şeyi en gerçek detaylarıyla anlatarak sonlandırdı Yaman. Bilsin ve ona göre hareket etsin istedi. Kararı kendisine bırakıyordu.
Tüm anlatacağı her şey bittiğinde, "şimdi seç," dedi elindeki dosyayı ona uzatırken. "Bana abin, Naz'a da onların kızı olarak bakmadan, bir avukatı ve müvekkilini düşünerek cevap ver. Eğer hâlâ onlara inanıyorsan al dosyayı, tek kelime etmeyeceğim. Ama şunu unutma Nazlı, bugün o kıza olanlar yarın sana da olacak. Göz yumar mıyım? Asla. Ancak bunu senin seçtiğini de unutturmam."
Nazlı abisini dinliyorken gözündeki yaşlar kurumuş, kendisine uzatılan dosyaya bakıyordu. Ne yapacaktı? Seçim kendisinindi.
Bir an sonra eli dosyaya uzandı ve cevabını birkaç cümle ile anlatırken Yaman'ın gözleri söylediklerini bir an umursamadan onun elinde kalan dosyada geziniyordu.
Yaman yanılmamıştı. Nazlı tam da beklediği hareketi yapmıştı.
🤝🏻
*Simay Naz Akgül*
Saymaya başla. Ona kadar saydığında ve gözlerini açtığında yalnız kaldığını göreceksin. Bu bir saklambaç değil, oyun değil, aslında hayatın ta kendisi.
"Öyle işte," kısık çıkan sesine dudak büktüm. İsmail'le görüntülü konuşuyorduk. "Olmayacak herhalde." Sigarasını dudaklarına yasladığında eyvallah der gibi kafa salladı. "Olsun kanka, böylesi iyidir."
Göz devirdim ona. "Sümeyye'den bahsediyoruz İso, niye olmasın?"
"İstemiyor işte," omuz silkti. "Zorla olacak değil ya."
O an bir bildirim düştü kızlarla olan grubumuza.
Sümsüm: Bu çocuk yine sigaraya kaçtı, öldürecek beni!
Sümsüm: Böyle giderse parliament olacak.
Zeliş: Ben senden hoşlanıyorum diyemeyince erkekler:
Sümsüm: Napim gideyim de dudağına mı yapışayım
Sümsüm: Kaç haftadır terslemiyorum işte
Siz: Allah razı olsun Sümsüm aşkından ölmüşsün bu kadar belli etme.
İso'nun bakışları kısa bir an daldığında yüzüne hafif bir gülümseme oluştu. "Aynı konuşmayı Asaf yaptığında güldüm diye mi bu?"
Yerimde doğruldum biraz. "Asaf'la mı konuştun?"
"Sen Hakkari'ye gidince," başını salladı. "Olmayacak dedi, vazgeçmiş gibiydi." Kaşlarım havalandığında bahsettiği Asaf'ın beni arayan Asaf olup olmadığını anlamış değildim. "Tabi o gerzek sen mesajında bir harfi uzatarak yazdın diye vazgeçmişti bu düşüncesinden. Gülmüştüm ona."
Sümsüm: aşkından ölen belli etmeyince ben ne edeceğim?
Sümsüm: Bence bu çocuk sevmiyor beni ya
Mesajı sanki okumuş gibi, "çok seviyorum kızım," dedi İso dertli dertli. "İlk görüşte olur mu deme, ilk görüşte oldu valla. Kaç gün oldu? Kıza yanmış evim, ben kuyruğu dik tutacağım diye uğraşıyorum."
Gülümsedim. "Tamam ben sizi datee çıkaracağım merak etme. Sümeyye de hoşlaşıyor mu yoksa arkadaş olarak mı görüyor öğrenirsin."
"Bokumu çıkarırsın sen datee. Önce buraya gel amına koyayım!" Alaylı olsa da ses tonunda iğneleyici tonlar vardı. "Neyi bekliyorsun daha?"
Dudak büktüm. "Azıcık kafamı dinleyeyim."
"Kaç kafan var lan? Dinle dinle bitmedi. Dön şuraya artık, sıkıldım. Senin için geldim kızım ben bu boktan okula."
"Babam burada," sırıttım. "Onunla beraber merkeze ineceğiz, görüşürüz isotum, kara biberim."
"Allah'ın cezası..." Telefonu yüzüme kapattığında ayaklandım, odama ilerledim. Abim bu gece benim yanıma uzanmıştı ve bu demek oluyordu ki babam gitmemiş, abimin odasında kalmıştı.
Tam da tahmin ettiğim gibi olduğundan hâlâ yatan babamın yanına ilerledim. Gözleri açıktı, bakışları pencereden dışarıya bakıyordu.
Adım seslerimi duyduğundan olsa gerek başını çevirmiş, beni görür görmez kolunu açmıştı. Hemen onun yanına uzandığımda başımı göğsüne yasladım. "Günaydın."
"Günaydın bebeğim," saçlarıma bir buse kondurdu. "Uyuyabildin mi?"
"Ohooo, rüya bile gördüm ama hatırlamıyorum." Cidden hatırlamıyordum ancak bir rüya gördüğüme emindim.
Bir yorum yapmadı. Neden sessizdi anlamıyordum, dün neden gitmemişti? Ben sessiz kaldığım için mi? Kızmış mıydı bana?
"Gitmemişsin," diye mırıldandım başımı göğsünden kaldırmadan. "Niye?"
"Kızım tavuk gibi erkenden uykuya daldığı için," diye homurdandı. "Ne çabuk kapadın kız gözlerini öyle?"
"Valla bende anlamadım, bana birisi büyü yapıyor herhalde..." diye homurdandım. Çabuk uykuya dalamıyordum, bir sağa bir sola dön derken gece hep geç saatlerde yatıyordum. Dün akşam o var diye mi dan diye uyuyakalmıştım anlamıyordum.
Güldü. "Kalk bakalım, abin uyanmadan kahvaltı hazırlayalım."
"Saat kaç ki?"
"On olmuş." Doğrulurken zorla beni de kaldırmıştı. "Ohoo, kalk hanımefendi, kalk."
O yataktan çoktan kalkmışken kendimi geriye attım. "Abim çoktan uyanmıştır ki baba!" Elimi salladım havada. "Sen bilmiyorsun onu."
"Öğrenirim ne varmış? Seni nasıl öğrendim sanıyorsun?" Sırıttı. "Hadi kalk."
"Uyuyacağım, sabah sabah İso aradı zaten." diye homurdandı sırtımı ona dönerken. "Hadi git sen."
Sessizlikle karşılanmam beni şaşırtacaktı ki babamın kolunu sırtımda hissedene kadar. Beni hafifmişim gibi bir anda kucağına aldığında şaşkınlıkla baktım suratına. "Hani senin bel fıtığın vardı?"
"Var," dedi kucağında benimle odadan çıkarken.
"Eee?" dedim ona hayretle bakıyorken. "Adam sen bana koca koca kutuları taşıttın belim ağrıyor diye, şimdi ağrımıyor mu?"
"Başım ağrıdı," sus der gibi baktı gözlerime. Zekiydim vesselam, mesajı anlar anlamaz tripsel moduma dönmüştüm.
Beni mutfakta sandalyeye bıraktığında kendiside dolaba ilerlemişti. "Cidden abim nerede?" Dedim merakla. O çoktan kahvaltıyı hazırlamış ve geç kalktığımız için bize homurdanmış olmalıydı.
"Geri gönderdim," dedi babam rahatça. "Sabahın beşinde kalkmış mutfakta dolanıp duruyordu, gönderdim odasına biraz daha uyusun diye."
"O da uyudu mu?" dedim şaşkınlıkla.
"Orasını bilmem, bakmadım. Sen kalktığında görmedin mi?"
"Hayır, ben odadan çıktığımda yoktu."
Zil sesi evin içinde yankılandığında ters ters homurdandı babam. Onun bu tepkisine gülerken koşarak kapıyı açmaya gittim.
"Abi cidden tam zamanlama! Babam seni evde sanıyo-"
Kapıyı açar açmaz karşımda gördüğüm yabancı bedenle yüzümdeki gülümseme solmuştu. Sorgu dolu bakışlarım onun yüzündeyken adam, "Yusuf Akça?" demişti.
"Abim," dedim üstündeki formadan ve elindeki zarflardan anladığım kadarıyla kargocu olan adama.
"Adınızı, soyadınız?"
"Simay Naz Akgül."
"Şuraya bir imza." Uzattığı kağıda imzamı attığımda bir zarf tutuşturdu elime. "İyi günler." Adam gittiğinde elimdeki zarfa ters bakışlar atarak kapattım kapıyı.
"Kimmiş gelen?" babam yanıma geldiğinde elimdeki zarfı kaldırdım. "Kargocu."
Üstünde yazan hiçbir kelimeyi anlamadığımdan zarfı sabredemeden yırttım ve asıl kağıdı çıkardım.
Babamda yanımda aynı kağıdı okuyorken atladığım her satırda gözlerim iri iri açılıyor, kalbim hıphızlı atıyordu.
"Bu ne demek?" Dedim kağıdı kenara savurup babama dönerken. "Baba bu, nasıl? Ne demek bu?"
Babam benden farksız olmayan tepkisiyle yere düşen kağıdı almak için eğildiğinde dudaklarımdan çıkan kelimeler bir süre ikimizi de şoktan çıkarmayacaktı.
"Mehmet Akça onu evlatlıktan mı reddediyor?"
😔😔
*1 Hafta Sonra*
Araba tanıdık mahallenin içinde ilerlediğinde yanımda sadece abim vardı. Babam birkaç gün önce geri dönmüştü. Abimse eve gelen zarf ile aniden buraya gelme kararı almıştı. Tayini çıkmıştı, bunun için hazırlık yaptığını birkaç gün önce, babam gitmeden önce öğreniştim. Zaten buraya gelecekti ancak eve gelen zarf bunu erkene çekmişti.
Zarfı onun eline tutuşturduğum gün, bu zarfın eve gelmesinden birkaç saat sonrasına denk geliyordu, sadece kaşlarını kaldırmış ve zarfla beraber evden çıkmıştı. Akşama kadar ona ulaşamamıştım. Babam bir yandan abime ulaşmaya çalışmış bir yandan da benim küfürler eşliğinde serzenişlerimi dinlemişti.
Geçen bir haftanın aksine abim şu an sakindi. Gerçi o an bile sakindi bana kalırsa ancak şimdi ki hali ekstra bir sakinlik taşıyordu. Fırtına öncesi sakinlik gibi.
"Özledin değil mi?" bakışlarım aylar öncesinde ilk kez karşılaştığım mahallede dolaşırken abime gülümsedim.
Derin bir iç çektim. "Çok."
"Bir süre daha benimlesin ama," dedi arabayı evin önünde durduğunda. "Yelkenlerini çabuk indirme döverim seni."
"Ne indireceğim ya? Azıcık bile gülümsemem, hâlâ tripliyim onlara."
"Aferin, kalacağım falan deme. Uçururum o kafanı."
"Sen nereye gideceksin?"
"Askeriyeye," dışarıyı işaret etti. "Hadi in."
Benden önce arabadan indiğinde koca bir çığlık yankılandı mahallede. Bakışlarım bir an korkuyla sesin geldiği yere döndüğünde abim, "tövbe yarabbim..." diye homurdandı üzerime doğru koşan kızı gördüğünde. Sırıtarak kolları açtığımda Sümeyye neredeyse üzerime atlamıştı.
"Sonunda be!" diye bağırdığında zor tutmuştum onu. "Sonunda!"
"Deli!" diye homurdandım gülerek. "Bende seni çok özledim!"
"Tamam kucağına atlamadım ama bende özledim yani," diye homurdanan Zeliş'i duyduğumuzda Sümeyye ile birlikte kollarımızı açtık.
Üçlü bir sarılmanın içindeyken abimin gözlerini iki arada bir derede Asaf'a diktiğini görebilmiştim.
"Asaf," diye seslendiği an kızlardan ayrıldığım andı. "Nasıl oldun?"
Asaf gülümsedi. "Çok daha iyiyim abi, sağ ol. Sen nasılsın?"
Abimin kaşları havalandı. "İyi olmanın sebebi gelmiş olmamız mı?"
Asaf yutkunduğunda önce Zeliş'le, sonra Sümeyye ile göz göze geldim. Kızlar gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken benim keyifli bakışlarım Asaf'ı bulmuştu.
"Ev... Estağfurullah abi," abim nasıl baktıysa, "estağfurullah derken yani, öyle değil. Seni görmek hepimizi iyi etti tabii. Malum Naz da arkadaşlarını özlemiştir, ondan iyi dedim. Biz de Naz'ı özledik orası ayrı."
"Sen özleme Asaf," dedi abim elini omzuma atıp yönümü eve çevirdiğinde. "Sen özleme aslanım."
"Özlemem abi," dedi Asaf bana imkansızız bakışları atıyorken. "Artık burada nasıl olsa değil mi?"
"Niye balkona mı tüneyeceksin baykuş gibi?" Abim ters bakışlar attı ona. "Avlarlar oğlum seni, hadi işine. Hadi."
"Baş üstüne abi," abim önüne döndüğünde eve girmeden hemen önce arkamı döndüm. Asaf bana göz kırptığında eliyle telefon işareti yaptı.
Abim birden arkasını döndüğünde havadaki elini dan diye suratına yapıştırdı Asaf. "Yanağım kaşındı," diyerek güldüğünde yanındaki Nihat'a döndü. "Allah Allah, yanağım kaşınıyor Nihat bugün."
"Bence kaşınan direkt sensin kardeşim, kaşıyacak olan da karşımızda." dedi Nihat gülerek.
Dayanamadan güldüğümde önüme dönmüştüm. Abimin ters bakışları bana döndüğünde, "kikirdeme," diye homurdandı. "Otuzuna kadar evlenmeyeceksin."
"Otuz mu?" Abartma dercesine baktım ona. "İstersen turşumu kur abi."
"Olur," kapıya birkaç kez vurduğunda rahatça cevap vermişti bana. "Ben severim turşu, güzel oluyor."
Ona göz devirdiğimde kapıya bu kez ben vurdum.
"Geldim lan!" diye bağırdı içeriden Ali Baran. "Ne sabırsızsın amına koyayım, beklesene!"
İnatla kapıya vurduğumda küfrederek kapıyı açmıştı.
"Anam kaldı sövmediğin," dedim sırıtarak. "Lütfen devam et. Bilmediğim sülalemi haşat ettin, annem eksik kalmasın."
Şaşkın bakışlarla karşımda dikiliyorken kapıyı dan diye suratıma kapattı.
"Allah'ın ergenleri," diye homurdandı abim omzunu duvara yaslarken. Yavaşça kapıyı tıklattı. "Ali, aç lan kapıyı. Oğlum seninle mi uğraşacağız lan? İşimiz gücümüz var."
"Abi!" diye bağırdı Ali içeriden. "Tövbe tövbe, çok gerçekçiydi be!"
"Yani," dedim havalana havalana. "Bende beni görsem gerçeküstü bir güzelliğim olduğunu düşünürdüm."
Kapı aniden açıldığında ve bir tepki vermeme bile izin vermeden Ali beni belimden tutarak kaldırdığında düşeceğim korkusuyla boynuna tutundum.
"Geldi lan!" diye bağırdığında beni döndürmeye başlamıştı. Kahkaha atarak boynuna tutunduğum sırada diğer aile üyelerimizin de bahçeye çıktığını fark edebilmiştim.
"Ali!" diye bağırdım gülerek. "Dur başım döndü dur!"
Beni indirdiğinde sımsıkı sarıldı. "Şerefsiz!" Daha da göğsüne bastırdı beni. "Özlettin kendini!"
"Anladın mı kıymetimi bari," diye homurdandım bilmiş bilmiş. "Boşa özlemiş olmasaydın."
"Aptal," diye homurdandı saçlarımı karıştırarak. "Çok seviyorum seni."
Gülümsediğimde bir kez daha sarıldım ona. Abim vara gitmeye çalışıyor, arabada bir kız ailesine hâlâ tripli olduğunu söylemiş de ondan. Hangi kız bilmiyorum, halt etmiş biraz.
"Çekil lan!" Yaman Ali'yi hafifçe ittirdiğinde bu sefer o kollarını bana dolamıştı.
"Bugün saçların güzel," diye homurdandığında daha sıkı sarıldım gülerek.
"Hayır bunlar hadsiz benden önce sarılıyor, sana ne oluyor Naz'ım?" diyen Mahir'e yeni güncelleme gelmiş gibiydi. Yaman'ı pat diye ittiğinde kollarını bana dolamıştı. "Hoş geldin."
Ona daha sıkı sarıldım. "Hoş buldum."
Ayrıldığımızda gözlerim kapıdaki kadına döndü. Babam onun hemen arkasında dikiliyor, gülümseyerek izliyordu bizi.
"Hoş geldin yok mu ya?" dedim anneme sarılırken. Annem bir şey demedi ama sımsıkı doladı kollarını. Başını saçlarıma gömmüş, derin bir nefes almıştı.
"Hoş geldin kınalı kuzum," diye mırıldandı. Sesinin azıcık titremesi babamla göz göze gelmeme neden olduğunda babamın tepkisinde hâlâ bir değişiklik yoktu.
"Ağlamayacaksın değil mi?" diye mırıldandım sessizce. "Hayır ağlarsan sorun değil ama ben daha çok ağlarım ondan diyorum."
Annem kikirdeyerek benden uzaklaştığında nemlenen gözlerini sildi hemen. "Hadi içeriye geçin, kaldınız burada. Yusuf oğlum," annem ona da sarıldığında abimin bakışları bana dönmüştü. "Hoş geldin sende, hadi bak karnınız açtır. Güzel güzel yemekler yaptım, geçin içeriye."
Ben babamın yanından sırıtarak içeriye girerken babam da hemen peşime takılmıştı. Abim hareket etmemiş olmalıydı. Annemin, "hadi Yusuf!" diye bağırmasının başka anlamı olamazdı. "Hadi oğlum ya, bak sütlü çorba yaptım size mis gibi, yemeden mi gideceksin?"
"Seher abla vallahi işim var-"
"Kes lan sesini!" Mahir'in sesinin hemen ardından etin ete çarpma sesini duyduğumda abime vurduğunu anlayabilmiştim.
Gerçi sesi duymasaydım da bir çocuk gibi koşturarak yanımdan geçip eve girmesinden de anlardım.
"Nazlanma abim," dedi Yaman çoktan abimi kolundan tutup eve soktuğunda. "Hallederiz ne varsa, yürü hadi."
"Abi falan deme lan bana," diyen abim vazgeçmiş gibi Yaman'ın zoruyla değil kendi isteği ile yürümeye başlamıştı.
İnsan yarasını açanı bekliyormuş harbiden, bunu her seferinde rahatça söyleyebilirdim. Yara sahibini tanırmış, sahibinden başkasına da iyileşmezmiş.
Haftalar sonra yine onlarla birlikte yuva hissiyatını yaşıyordum. Aramızda kalsın, galiba hayatımdaki en büyük şanslarım onlar.
🤭🤭
*Yazar*
"Şerefsiz! Piç kurusu!" Tuğrul öfkeyle o kadar çok bağırıyordu ki, sesi odasının dışına rahatlıkla çıkıyordu. "Bilerek yapıyor! Farkındasın değil mi? Kurtulamadığının farkında!"
"Bunu yapmak ona bir artı sağlamayacak," dedi Yusuf koltukta rahatça yayıldığında.
"Sen niye bu kadar rahatsın?" Yaman dayanamadan Yusuf'a döndüğünde, kendisi Yusuf'tan daha dertli görünüyordu. "Sormayayım diyorum ama oğlum normal mi lan bu?"
"Yaman, babamı mı anlatayım sana şimdi?" Başını iki yana salladı Yusuf. "Boş ver orasını, dava ne oldu onu söyle?"
"İtirazı kabul olmadı, on yılla yargılanacak." Bir küfür savurdu. "Paraya çevireceklerdir."
"Parası kalırsa," Yusuf elindeki ince dosyayı masaya bıraktı. "Tüm hesapları burada, artık ne kararı çıkartırsın, nereden neye ulaşırsın bilmiyorum, incelet şunları. Bir halt çıkacağına eminim."
Tuğrul bir an durdu. "Ciddi misin?"
Dudak büktü Yusuf. "Fazlasıyla."
"Bunu durduk yere çıkarmazsın," diyen Tuğrul ile Yaman ve Yusuf göz göze geldi.
"Kızı sağ olsun," dedi Yusuf saklayamadığı küçük bir keyifle. "Babasının telefon konuşmasını anlatmış Yaman'a."
Tuğrul'un bakışları Yaman'a döndüğünde, "göndermişler yanıma, ne için bilmiyorum." dedi Yaman. O anları tekrar hatırlamaya çalıştı. "Bende anlattım her şeyi. Verdim eline de dosyayı, karar senin dedim."
"Çocuğa fırsat tanıdın yani? Saçmalıktan başka bir şey değil."
"Çocuğa değil, Nazlı'ya." Nazlı hâlâ bir çocuk olabilirdi ancak onun doğru karar vereceğine güveniyordu Yaman. "Videoyu izletmeme bile gerek kalmadı." Fazla detay vermek istemediği için duraksadı. "Sonra konuştuk öyle, duyduğu bir telefon konuşmasından bahsetti."
"Babamın hesabı varmış, herkesten gizlediği ve düzenli para aktarımı olan bir hesap." Şaşırdığını gizlemedi Yusuf. "Biliyor muydun?"
"Bilmem mi? Amcamla yatıp kalkıyorum zaten ben," göz devirdi Tuğrul. "Halletmeye çalışacağım ama net bir şey çıkacağını sanmıyorum."
Yusuf'un pek de umurunda değildi, yanlış bir şeyler olmuyorsa sorun değildi. Ama yanlış bir şeyler varsa, babası bunu bile bile yapıyorsa ortaya çıkarmaktan zevk alırdı.
Telefonu çaldığında Yaman ekrandaki yazıyla kendi telefonunu kontrol etmişti. Yusuf onun hareketini görse dahi görmemiş gibi yaparak telefonunu açtı.
Yaman ise kendisinde olan sıfır arama ile kıskançlığını gizlemeye çalışıyordu.
"Efendim?" dedi Yusuf onu arayan Naz'a.
Üçü de gayet sessiz olduğundan Naz'ın sesi rahatlıkla duyuluyordu.
"Mahir'in içine cin girmiş!" diyordu Naz neredeyse bağırarak. "Beni kıskandı az önce!"
Yusuf kardeşine göz devirdi. "Bunun için mi aradın?"
"Evet!" Gayet normaldi araması, aramasa mıydı? "Dedi ki benimle çok ilgilenememiş, aramızda soğukluk hissediyormuş, bu yüzden de benimle bol bol vakit geçirecekmiş. Bende dedim ki içimden hadi oradan!" Naz'ın gülme sesi yankılandığında Yaman da burnundan nefes vererek gülmüştü.
Yusuf da dayanamadan gülümserken buldu kendini. "Mahir'in bundan haberi var mı?"
"Yooo," olması mı gerekiyordu? Güldü Naz. "Söylemezsen olmaz."
"Karşılığında ne alacağım?"
"Hmm," Naz'ın abisine verebileceği pek bir şey yok gibiydi. "Bu gece yanında uyuyabilirim?"
Yusuf gözlerini devirdi. "Kapatıyorum Simay."
"Yaman'ı nereye götürdün?" Sonunda ağzındaki baklayı çıkarabilmişti Naz. Abisi ve Yaman beraber çıkmışlardı ve saatlerdir yoklardı. Meraktan çatlamıştı! "Hiç sesi soluğu çıkmadı."
"Özledin mi?" Yaman'ın sırıtarak sorduğu soru ile Yusuf hoparlöre aldı telefonu. "İstersen bu sıkıcı herifi bırakıp yanına gelebilirim cimcime."
"Ne özleyeceğim seni?" Diyordu ki Ali Baran'ın arkadan sesi geldi.
"Yalan söylüyor, inanma! Sabahtan beri seni soruyor!"
"Ben gidiyorum," Yaman ayaklandığında ve zaman kaybetmeden odadan çıktığında Yusuf ona göz devirdi.
"Şu an cicim aylarında olduğu için böyle, biraz zaman ilerlesin akşamı bekle diyecek, biraz daha zaman ilerlesin birkaç ay sonra bekle diyecek."
"Harbi mi geliyor?" dedi Naz şaşkınlıkla, abisinin sözlerini umursamadan. "E abi sende gelsene!"
"Emriniz olur Simay hanım." Çok da uzatmadan vedalaşarak telefonu kapattıklarında Tuğrul Yusuf'un karşısında oturdu.
"Dava düşecek biliyorsun değil mi? Seni evlatlıktan reddedemez."
"Konu hukuk önünde reddedememesi değil," çok da umursamıyordu Yusuf artık. "Her neyse. Artık buradayım nasıl olsa, çocukları ararım bir iki, Simay zaten yanımda, başka da bir şey yok."
Ayaklandı, Yaman ile birlikte gelmişlerdi ve Yaman'ın çocuk gibi dışarıda onu bekleyeceğini düşünüyordu.
Tuğrul ile vedalaştı ve tahminler yürüterek Yaman'ın yanına gitti. Yaman cidden çocuk gibi hemen direksiyonun başına geçmiş, el işareti yapmıştı ona. "Hadi hadi! Kardeşim beni bekliyor!"
"Senin kardeşin benim neyim acaba?" diye homurdandı Yusuf ona. "Azıcık büyü, çocuk gibisin hâlâ."
"Bana diyene bak, senin gibi suratsız mı durayım illa?" Göz devirdi Yaman. "Benim ruhum genç ruhum, sen ne anlayacaksın dede?"
"Ruhunu sikerim senin," ters ters baktı Yusuf. Çoktan sağ koltukta yerini almıştı. "Sür şu arabayı."
Yaman homurdana homurdana arabayı sürmeye başladığında Yusuf'a aslında aldırış ediyor değildi. Yolun sonunda cimcimesi vardı, bu yüzden yarım saat Yusuf'a katlanabilirdi.
Aslında Yusuf'un kendisiyle böyle konuşuyor oluşu da hoşuna gitmiyor değildi. Hep ciddi ve mesafeli olmuştu ancak son birkaç sefer karşılaştıklarında Yusuf biraz daha sıcakkanlıydı kendilerine karşın.
Bu yüzden ona daha fazla dalaşacak konular bulup tüm yolu onu sinir ederek geldiğinde Yusuf maalesef ki onun bu oyununa düşmüş, hep tepkiler vermişti.
Yaman en sonunda arabayı evlerinin biraz gerisinde durdurduğunda sokağın ortasındaki abisinin sırtını görebilmişti. Hemen onun karşısında Asaf ve Naz, onların arkasında ise Selen dikiliyordu. Naz gülerek Selen'den kaçtığında top Mahir'e ulaşmıştı.
"Uzun zamandır oyun oynamıyordu," Yusuf dalgınca gülen Naz'ı izliyorken ağzından kaçırmıştı bu cümleyi.
"Sen peki?"
Yaman'ın sesiyle ona döndü bakışları. "Ne?"
"İn." Yaman'ın bir cevaba ihtiyacı yoktu. Çocukluğu nasıldı bilmiyordu ancak bilmesine gerek yoktu. Onunla tekrar çocuk olabilirdi.
Hızla arabadan indiğinde Yusuf'un hâlâ inmediğini fark ederek onun kapısına uzandı. "Hadi paşam, açtım kapınızı, inebilirsiniz."
Yusuf meşhur ters bakışlarından atarak arabadan indiğinde ikili beraber diğerlerinin yanına gelmişti.
O sırada Asaf'a can veren Selen ile, Asaf topu gelişigüzel fırlatarak, "bir canım var o da senindir," demişti Naz'a.
Mahir topu yakalar yakalamaz karısının verdiği canı hemen aldığında Naz, "çocuğun şovu bile uzun sürmüyor..." demişti dertli dertli.
Yaman o an Yusuf'un kolundan çekiştirerek Naz ve Asaf'ın yanına geldiklerinde, "abi sert atma lan," demişti Mahir'e. "Ver topu yengemde top."
"Eşek kadar heriflerde oynayacak," diye homurdanan Mahir ile, "abi!" Diyerek çığlık atmıştı Naz. Çığlığı korku ya da başka bir duygudan değil, mutluluktandı. "Resmen seninle ilk kez oyun oynayacağız!"
Naz bir çocuk gibi yerinde sıçradığında, Yusuf o an oynamama ihtimali varsa bile o ihtimali silmişti kafasından. "Gel lan," dedi kaşla göz arasında Naz'ı Asaf'ın yanından çekip kendi yanına aldığında. "Simay, Yaman, Ali ve ben."
Mahir Yusuf'un tüm kardeşlerini seçmesi üzerine isyanlardaydı. "Tüm kardeşlerimi aldın lan! Birisini bıraksaydın bari!"
"Karın sende oğlum, daha ne istiyorsun?" Asaf'a tip bir bakış attı. "Bu bebeyi de verdim sana," kenarda bekleyen Zeliş'i işaret etti. "Kız da sende."
"Adım Zeliş abi."
"Zeliş diye isim mi olur?"
"Zeliha yani," dedi Ali Baran hemen. "Ama öyle kullanmıyor ismini."
Yusuf tip bir bakış attı Ali'ye. "İyi, Zeliha karşı da o zaman."
"Zeliş."
Ali'nin inadı gülümsetti Yusuf'u. "Tamam sen Zeliş de, ben Zeliha diyeceğim."
"Ay tamam!" Zeliş ters ters baktı Ali'ye. "Uzatma, istediğini desin işte."
Ali ona dönmedi, omuz silkti ve Naz'ın yanına geçti.
"Biz ortadayız!" diye bağırdı Naz neşeyle. "Önce biz!"
Elindeki topu havaya kaldırdı Selen. "O halde başlıyorum!"
Top havalanmaya başladığında kahkaha ve neşe zamana yayılmış, yetişkin olmuş iki çocuğun hüznünü silmişti defterinden. Onlara etten kemikten bir ev yapmış, o evi ellerine bırakmış, geleceklerini çoktan yazmıştı.
Hüzün kadar neşe de vardı ve artık neşenin zamanıydı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
29.27k Okunma |
3.71k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |