✨
*1 Şubat 2024/ 8.32*
Bütün gece uyuyamamıştım. Bir sağa bir sola dönmüş, en sonunda uyuyamayacağımı kabullenip telefonumla uğraşmaya başlamıştım. Sosyal medyada gezmiş, oyun oynamış ve en sonunda sıkılmıştım. Hatta o kadar sıkılmıştım ki bir yerden sonra test çözmeye başlamıştım. Bir yerden sonra test çözmekten de sıkılmış ve kaldığım matematik sayfasında resim çizerken bulmuştum kendimi.
Resime olan ilgim Akça ailesi tarafından her defasında baltalandığından sadece gelişigüzel karalamalar yapıyordum.
Aslına bakılırsa sadece resim çizmek istiyordum. Ne bana dayatılan mimarlığı istiyordum ne de diğerlerinin isteklerini...
Yine de o kadar uzun süre bunun olamayacağına inandırılmıştımki artık bunun olacağını da düşünmüyordum. Herhalde gelişigüzel tercihler yapar ve şansıma neresi gelirse orada okurdum.
“Anne?” Bakışlarım bir an onları görebilirmişim gibi kapıya saplandığında Yaman bir kez daha seslendi annesine. “Ne yapıyorsun?”
Annesinin sesi ise hemen kapımın önünden geliyordu. “Uyandıracaktım Simay’ı...” Sesi sona doğru kısıldı mı yoksa uykusuzluktan artık onu duymuyor muydum bilmiyordum.
“E uyandırsana o zaman? Dikilme orada.”
“Kapısı kilitli.” O an kısa bir sessizlik yaşandığında, “anne.” Dedi Yaman yeniden. Onun da sesi yakındı şimdi. “Kız bilmediği bir yerde, belli ki güvenmiyor da. Bakma öyle, yaptığı en doğrusu. Bırak uyandığı zaman yesin o da yemeğini. Olmadı kapıyı tıklat öyle kaldırmaya çalış. Kıza da kapısını kilitledi diye bakma böyle. Biz bizi biliyoruz da kız bizi tanımıyor, kendini güvenceye almak istemesi normal. Gel hadi, dırdırımıza uyanmasın.”
Ayak seslerinden gittiklerini anlarken ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Bakışlarım önümdeki sayfaya döndü. Tabii ki de onlara güvenmeyecektim. Gerçi onlara evet sizinle kalırım dedikten sonra onlara güvenemem demem komik geliyordu ya, neyse.
Odada kalmaktan sıkılmıştım ve yavaştan gözlerim kapanmaya başlamıştı. Burada uyumak istemiyordum. Bu yüzden odadan çıktım, banyoya girdim ve elimi yüzümü yıkadım. Mutfaktan gelen konuşma seslerini duyuyordum ancak kulak asmadım. Yüzümü kuruladıktan sonra banyodan çıktım ve odaya geri döndüm. Mavi kot pantolon ve beyaz sweatshirt giydikten hemen sonra saçlarımı taradım. Kahküllerimi de yaparak odadan çıktığımda telefonumu almayı unutmamıştım elbette.
“Günaydın,” dedi Seher hanım beni mutfağın kapısında gördüğünde. O, Yaman ve Ali Baran vardı masada. Kadir Bey sabah sabah neredeydi bilmiyordum.
Boş sandalyelerden birini çekip oturduğumda mırıldandım. “Günaydın.”
Yaman da aynı şekilde günaydın dediğinde Ali Baran bana bakmamış sessiz kalmıştı. Neyse ki onun günaydın demesine gerek yoktu, o demese de gün ayıyordu zaten.
“Yusuf ile konuştun mu? Dün aklım onda kaldı, varmış mı sağ salim?” diyen Seher hanıma başımı salladım. Dün akşam mesaj atmıştı geldim diye. Bakayım diyerek bir fotoğraf istemiştim ve beni kırmadan atmıştı sağ olsun.
“Dün abin ile Nazlı berabermiş,” bu bir soru değildi. Söylediği cümleden oldukça emindi Ali Baran. Cevap vermek istemedim. Bir şeyler atıştırmaya devam ederken başımı salladım. “Dün gelirken niye Nazlı’yı getirmedi?”
“Bilmem, sorsaydın ya dün.” Dün söylediklerini duyduktan sonra onunla hiç muhatap olmak istemiyordum. “Ya da direkt Nazlı’yı ara sor?”
Elindeki çatalı sertçe masaya koyduğunda Yaman’ın ona ters ters baktığını fark etmiş ancak umursamamıştım. “Ali-“
Annesinin sözünü kesti. “Nazlı’nın gelmek istediğine ve abininde bilerek getirmediğine o kadar eminim ki.”
“Hadi ya,” kaşlarım havalandı. “Öyle mi olmuş?”
“Öyle. Abin de biliyor olmalı Nazlı olduğunda hiçbirimizin senin yüzüne bakmayacağını.” Sabah sabah ne güzel yemekler yiyordum ben öyle.
“Ali!” annesinin sesli uyarısına, “ne?!” dedi sertçe. Yaman’ın onu uyarmasına kulak asılmadan, annesine baktı ters ters. “Ne değişti? Onu istemediğini söyleyen sen değil miydin? Ne diye şimdi o burada diye onu savunuyormuş gibi davranıyorsun anne?!”
Bakışlarım annesine döndüğünde onu Ali’ye bakarken bulmak şaşırtmadı beni. Gözleri bana dönmedi, ona baktığımı bile bile oğlundan çekmedi bakışlarını.
Yaman bir şeyler söyledi ama onu duymadım bile. Masadan direkt kalktığımda, “akşam gelirim.” Diye bilgilendirdim masadaki kadını. Dikkatini çekiyor muydu bilmiyorum ancak haber vermemiş sayılmak istemiyordum. “Aramayın açmam.” Fazla mı dürüst kaçmıştı bu?
Ali Baran’ın dürüstlüğünün yanında hiç kalırdı.
Odaya gittim ve kapı arkasına astığım montumu giydim. Arkamdan bir şeyler söylemeye devam eden Ali Baran’ı ve onu uyaran ikiliyi duymazdan gelerek odadan çıktığımda kapıyı açtım, botlarımı da giydiğimde kapıyı kendime çekerek kapattım. “Ben şansıma tüküreyim,” diye homurdanırken atkı ve şapka almadığım için kendime ufak tefek iltifatlar ettim içimden. Montumun şapkasını geçirdim kafama, fermuarı ise sonuna kadar çekmiştim.
Kulaklıklarımı taktım ve birkaç hafta önce hazırladığım playlistten rastgele bir şarkı açtım. Yolları bilmeden öyle kafama göre ilerlemeye başladığımda bir yandan da etrafa bakıyordum ki aynı yoldan geri dönmek benim için zor olmasın.
Sessizce ilerlerken koluma tutunan birisini hissettiğimde çığlık atarak uzaklaştım hemen. Yaman eli havada şaşkınca bakıyordu bana.
“Ne sessiz sessiz geliyorsun?!” Korktuğumdan sesim biraz yüksek çıkınca boğazımı temizledim. “Korkuttun.”
Bakışlarına anlayış çöktüğünde “Sessiz gelmedim. Kulağında kulaklık vardı, seslendim ama duymadın.”
“Her neyse,” dedim ilgilenmediğimi belli ederek. “Neden geldin?”
“Nereye gidiyorsun?”
“Ne yapacaksın?” dedim ters ters. Evde konuşulanları unutmuş gibi yapmayacaktım. Madem istenmiyordum ne diye onlarla kalmamı istemişlerdi?
“Öyle telefonlarımızı açmayarak, nereye gittiğini söylemeden gidemezsin bir yere.” Sinirlenmişe benziyordu ancak pek umrumda olduğu söylenemezdi.
“Öyle bir giderim ki,” alayla gülümsedim. “Arkamdan bakmakla yetinirsin.”
“Gidemezsin.” Diye tekrarladı kendini. Bu kadar kendinden emin durması sinirimi bozuyordu. Tam ağzımı açıp ona cevap verecektim ancak yüzünü buruşturarak, “dur bir hemen karşılık verme, iddialaşma benimle. İki ergenle uğraşacak kadar yaşlı bir adamım, bu yüzden biraz anlayışlı olur musunuz?” Diye hayıflandı.
“Bunu kardeşinle konuş.” Dedim sertçe. Aklıma geleni ona söylemek ve söylememek arasında gidip gelsem de ilk seçeneği seçtim. “Hatta bak, bunu sana söylemem ne kadar doğru bilmiyorum ama babanla bir anlaşma yaptık. Bir ay sonra size alışamamış olursam defolup gideceğim. Yani eninde sonunda gideceğim, o zamana kadar birbirimizi yok sayalım. Nefretinizi yine besleyin dışarıda ama evin içinde anlaşıyormuş gibi duralım en azından. Her iki tarafında başı ağrımaz.”
“Annemlere de mi böyle yapacaksın?”
Yüzümü buruşturdum. “Hayır. Onları istemediğimi dibine kadar hissedecekler emin ol.” Biraz önce o masada benim hissettiğim gibi.
“Anneme bu konuda kızamazsın. Nasıl annen seni bırakmak istemediyse annem de Naz’dan ayrılmak istemedi. Bunun için annemi suçlayamazsın. Anneni suçlayamadığın gibi.”
Başımı salladım. Doğru, onların bizim aksimize güzel bir aile ilişkisi olduğundan, Nazlı benim gibi bir iftira yüzünden evinden kovulurcasına öz ailesine verilmek istenmemişti. Kendi isteğiyle gitmişti, bu yüzden ailesindeki insanların ondan vazgeçemeyişi gayet normaldi.
“Bunu anlayışla karşılarım zaten ancak senin kardeşin beni yerip sürekli Nazlı’yı soramaz. Benim sevilmek için bir ortamda Nazlı’nın olmamasına ihtiyacım yok. Sizin ona olan sevginiz beni ilgilendirmez ve beni bu sevgi yüzünden kırmaya çalışamazsınız. Bu eve beni çağıran sizdiniz çünkü.”
“Yaman!” İkimizinde bakışları Yaman’a seslenen Mahir’e döndü. O sakin adımlarla yanımıza ulaşıp bana bakmadan “günaydın.” Dediğinde ona cevap verme gereği duymadım. Benim aksime Yaman ona cevap verdi. “Günaydın abi.”
“Nazlı’dan haber var mı? Açmıyor benim telefonlarımı.” Dudaklarımı birbirine bastırdım bir şey söylememek için ancak bakışlarımı susturamamıştım. Kaşlarım bu soruyla yavaşça havalandığında bana bakan Yaman’a abisini işaret ettim.
Tam olarak bundan bahsediyordum. Beni yok sayarak Nazlı’yı gözüme sokmaya çalışıyorlardı. Onlara arkamı döndüm ve hızla uzaklaştım onlardan.
“Aptallar!” diye homurdandım öfkeyle. Neden öfkelendiğimi bilmiyordum ancak o öfke vücudumu ele geçirmiş gibiydi. “Anneleri istemez, çocukları görmezden gelir, babalarını çözemedim zaten manyak mıdır nedir?!”
Enseme dolanan parmakları hissettiğimde korkuyla çığlık attım ancak kaçmama izin vermedi ensemdeki elin sahibi.
“Hiçbir yere gidemezsin.”
“Ya manyak mısın?!” diye bağırdım ensemden tutan Yaman’a. “Hayvan bıraksana ensemi!”
Ben bağırırken beni bir yere kadar sürüklüyordu hayvan herif. Ona bağırmaya devam etsem de hiçbir şekilde umursamadı beni. Bir bakkalın önünde durduğumuzda Kadir Bey benim bağırmalarım yüzünden bana dönmek zorunda kalmıştı.
“Ya bırak geri zekalı!” Ensemdeki elini çektiğinde, “kedi mi tutuyorsun hayvan?!” diye bağırdım ondan hızla uzaklaşarak. Bir elim enseme çıktı, farkında olmadan orayı okşadım elimle.
Beni umursamadı bile. Babasına çevirdi bakışlarını. “Baba Naz bugün sana yardım etsin, Ali ile takıştılar.”
“Ulan kedi yavrusu mu getirdin bana inek kafalı?!” dedi kaşlarını çatarak. Gözleri bir an enseme kaysa da geri döndü oğluna. “Yürü git gözümün önünden manyak bebe, kime çektin anlamıyorum ki?”
Yaman yarım ağız sırıttı ve uzaklaşmaya başladı.
“Neyle besledin sen bunu?” diye homurdandım Kadir Bey’e. “Vücudunun, yüzünün maşallahı var ama zeka sıfır!”
“Zekası da sıfır değil şimdi,” dedi benimle konuşurken anında yumuşayarak. “Çocuklar zekasını anneden alırlarmış, benim hatunu da gördün şimdi.” Sırıttı. “Maşallahı var her türlü. Bunun zekasızlığı anca anneden bağımsız olur.”
Kadir Akgül demeyeceksiniz, hanım köylü Kadir Akgül diyeceksiniz.
“Hm,” diye mırıldandım onaylarcasına. “Gidiyorum ben.”
“Nereye?” Niye şaşkın şaşkın soruyordu Allah aşkına?
“Gezeceğim biraz.”
“Yardım etmeyecek misin bana? Tek başıma mı taşıyayım bunca kutuyu?” Bakışlarım hemen önünde durduğu kutulara kaydığında duraksadım.
“Ben gelmeden önce öyle yapmıyor muydun zaten?”
“Ama belim ağrıyor,” dediğinde biraz ileri gidip sokağın diğer ucuna baktım. Yaman ortalıkta görünmüyordu. Diğer tarafa çevirdim başımı, Mahir de yoktu ortalıkta.
“Ali’yi çağır,” dedim omuz silkerek. Evde yatacağına yardım etsindi işte babasına. “O yardım eder sana.”
“Yok o tüm kutuları deviriyor.” Her şeye bir bahane bulabilmesi şahaneydi gerçekten.
“İyi, kolay gelsin o zaman sana. Akşam geç kalmam.” Yapabileceğim başka bir şey yoktu, ona tüm seçeneklerimi sunmuştum. Ona arkamı döndüğümde, “iyi bari belimde fena ağrıyor ama olsun ben taşırım kutuları.” Dediğini duysam da ilerlemeye başladım. Numara yaptığı belliydi, sırf gitmeyeyim diye yapıyordu. “Ah belim!” Adımlarım yere saplandığında beynime ya numara yapmıyorsa sinyalleri ışık hızında ulaştı. Arkamı dönüp ona baktığımda yüzünde gerçekten acı ifadesini görmek afallattı beni.
“Bekle!” dedim kızarak. Yaşlı başlı adamdı, başına bir şey gelmesindi şimdi. Elinden kutuyu almaya çalıştım ama izin vermedi. “Bıraksana, evladını alıyormuşum gibi ne sahiplendin kutuyu?!”
“Git sen dışarı, ben taşırım bunları.”
“Hıı gideyim de oğlun bu sefer de babamın belini kırdın diye dolaşsın tepemde, oldu.” Boşluğundan faydalanarak aldım elindeki kutuyu. Hafiften ağır gelmişti, hayır biraz fazla ağır gelmişti ama sorun yoktu taşıyabiliyordum. “Nereye koyacağım?”
“İçeriye koy kızım, diğer kutuların yanına.” Dedi kocaman sırıtarak. Ondan gözlerimi çektim ve dediğini yaptım.
✨
*1 saat sonra/ 10.06*
Malzemeleri raflara diziyordum tek tek. Evet kutuları içeri taşımış ve bu yetmiyor gibi her birini yerleştiriyordum. Aynı sırada Kadir Bey hemen yanımda benimle aynı işi yapıyordu. Sessizdik ikimizde. Nasıl dizeceğimi anlattıktan sonra sesimiz çıkmamıştı. Ara ara bana bakıyor daha sonra yaptığı işe geri dönüyordu. Bu sırada gelen müşterilere de yetişmeye çalışıyordu tabii.
“İyi misin?” Bakışlarımı ona çevirdiğimde bana bakmadan elindeki malzemeleri yerleştiriyordu reyona.
“İyiyim.”
“Ali ile ne konuştunuz?” Onun gibi gözlerimi ondan çekerek malzemeleri yerleştirmeye devam ettim. “Seni evden kaçırtacak kadar ne söyledi?”
“Evden kaçmıyordum,” kaşlarım çatıldı. “O beni evden kaçıramaz ama merak ettiğim bir şey var,” bakışlarımı ona çevirdim. Anlık olarak sessizleşmem onunda bana dönmesine neden oldu. “Neden beni almaya geldiniz? Karın beni istemiyormuş, o halde niye gelip sizinle kalmam için konuştunuz benimle?”
Bu soruyu beklemiyor olmalıydı, yüzündeki şaşkınlığı buna yoruyordum.
“O anlık bir istekti, Nazlı’yı kaybetmekten korkuyordu hepimiz gibi. Nazlı ile bağımızı koparmayacağımızı fark ettiğinde senin bizimle kalman düşüncesine daha fazla yakınlaştı.”
“Anladım.” Diye mırıldandım sadece. Adam açıklamıştı işte ve işin garibi içten içe kızamıyordum da. Haklı buluyordum çünkü büyük ihtimalle bir çocuğum olsa ve onu on yedi yıldır ben büyütsem bir kan bağına kanmaz ve çocuğumu asla bırakamazdım sanırım.
Neyse ki öz ailem benim gibi düşünmüyordu. İyi ki.
“Kadir amca!” diye seslendi birisi. Yine müşteri gelmişti anlaşılan. Şu son bir saatte dikkatimi çeken şey ise bu adamın gelen her müşteri tarafından sevilmesiydi. Okuduğum mahalle kurgularındaki tonton bakkal amca rolükü üstleniyordu sanki.
Elindekileri dizdikten sonra kasaya geçti. “Hoş geldin Asaf’ım,” sesi neşeli gelmişti benimle konuşmasını kıyasladığımda. “Nasıl oldun?”
“İyiyim Kadir amca, öldürmeyen her darbe güçlendiriyor.” Sesinden anladığım kadarıyla genç olan çocuk kıkırdadı.
“Öyle deme be oğlum, aklımız çıktı aklımız. Öyle polise gitmeyip kavgaya karışırsan olacağı buydu ya, neyse.” Ses tonuna öfke eklenmişti şimdi.
“Ama Kadir amca nevrim döndü, polis düşünemedim orada. Nilgün nasıl ağlıyordu o gün haberin var mı?” İtiraz edercesine çıkan sesi Kadir Bey’e derin bir nefes verdirdi.
“İyi tamam da oğlum bari sakatlanmadan gelseydin. Ali dedi, o da gelecekmiş de onsuz gitmişsin. Bari beraber gitseydiniz, iki üç darbe de o alırdıda kardeş payı yapardınız.” Kadir Bey’in aksine çocuk güldü.
“Yok be abi, bende dayak yedim sayılmaz zaten. Anlattım ya kızın teki geldi diye.”
“Bulacağım diyordun sen kızı, ne oldu o iş?”
“Biraz düşündüm de gerek yok abi, kız belli ki bana saldıran çocuğun sevgilisi. Diğerlerinin ismini ver onun ismini verme diye yalvardı neredeyse, onu bulsam ne? Bulmasam ne?” Olay tanıdık geldiğinde kaşlarım çatıldı. Etrafıma bakındım bir şeyi bahane edebilmek için ve tam karşımda duran kutu bahanem oldu.
Bende kasaya doğru ilerlediğimde reyonların arasından çıktığımdan görünür haldeydim şimdi. “Diğer kutuyu ben yerleştiremem, en üst rafa boyum yetmiyor.”
Kadir Bey ile birlikte bakışlarını bana çeviren çocuğu gördüğümde tahminlerimin doğru olduğunu anladım. Burnunda duran sargıyla kaşlarını çatmış bana bakan çocuk o gün Çınar’ın kavga ettiği çocuktu.
“Tamam kızım, gel dinlen biraz.” Dedi kendisinin oturmadığı sandalyeyi işaret ederek. “Bu arada Asaf ile tanış, karşı komşumuzun oğlu.”
Başımı salladım. “Asaf, bak bu da-“
“Naz.” Dedim kızım diyerek tanıtmasına izin vermeden. Bu hareketime ikisininde kaşları çatıldığında Kadir Bey pek hoşnut olmayan bir ifadeyle önüne döndü. “Elli lira oğlum.” Dedi Asaf’ın elindeki poşete bakarken.
“Lan Kadir, gel de boyunun ölçüsünü alayım!” diye seslendi karşı dükkandaki bir amca.
“Sen bırakıver oğlum, ben şu İbrahim’in hesabını alayım bir.” Gidecekti ancak bakışları bana döndüğünde duraksadı. “Sıkılırsın sen burada, gitmeyeyim en iyisi.”
“Gerek yok, hemen karşısı zaten git sen. Müşteri gelirse haber veririm sana.” Başını salladı, Asaf’ın omzuna iki kere vurdu ve çıktı dükkandan. Bakışlarım şimdi daha rahat karşımdaki çocuğa döndüğünde burnundaki sargının Çınar yüzünden olduğunu bilmek canımı sıkmıştı biraz.
“Burada ne işin var?” Kaşları havalandı. “Ya da sevgilinin haberi var mı burada olduğundan?”
“İki sorununda cevaplarının seni ilgilendirdiğini sanmıyorum.” Çınar ile beni sevgili sanmasını pek umursamadım. Şu an ki derdim bambaşkaydı. “Neden yalan ifade verdin?”
“Seni ilgilendirir mi?”
“İlgilendirir!” dedim ani bir parlamayla. “Başıma ne işler açtın farkında mısın sen?!”
“Ne işler açtım?” Dudak büzdü dalga geçercesine. “Ne oldu sevgilin ayrıldı mı senden? Yoksa şiddet mi uyguladı sana?”
“Şiddete uğradığım falan yok!” Bunu dalga geçer gibi söylemesi sinirimi bozdu bir an.
“Şiddetin ne olduğundan haberin yok senin herhalde,” yüzündeki o alaycı ifadeyi sildi. “Şiddetin küçüğü büyüğü olmaz, bugün çeneni sıkan yarın boğazını sıkar. Muhtaç olduğun o bir nefesten de mahrum bırakır seni.” Başını iki yana salladı. “Sevgilin olduğunu inkar etmediğine göre sana her şey hoş geliyor olmalı. Merak etme sosyal medyada senin içinde x için adalet tagları açarız. Sevgilinin seni öldürmesini bekle yeterli.”
“Kendin çalıp kendin oynamayı bırakacak mısın?” Dedim sertçe. “Kimseden şiddet falan görmüyorum, kimsenin bana öyle davranmasına da müsade etmem.”
“Canlı şahit oldum ona evet.” Dedi alayla.
“Neden Çınar’ın adını verdin?” Israrla aynı soruyu sormaya devam edecektim. “Asıl suçlu olan Ufuk ama onu göz ardı edip sırf sana saldırdığı için Çınar’ın adını verdin farkında mısın?”
“Bu seni o kadar ilgilendirmiyor ki,” dedi derin bir nefes vererek. “Hele ki kendini savunmak yerine bir çocuğun şiddetine göz yuman seni... Hiç ilgilendirmiyor.” Beni koyduğu kefeyi alıp kafasında kırma isteği içimde baş gösterse de sakin kalmaya çalıştım. “Buralarda dolanma.” Diye devam etti.
“Beni daha çok göreceksin.” Dedim üzülür gibi bir alaycılıkla. “Benim hakkımdaki düşüncelerini nötrlemeye bak. Çınar’dan çok daha fazlasıyım çünkü. Anca kaldırırsın bunu.”
Gözlerini devirdi ve cebinden parayı çıkarıp kasanın önüne koydu. “Senin kaldıramayacağın daha çok şey olacak, asıl sen hazırla kendini Yeşil.”
Ve cevap vermemi beklemeden çıktı dükkandan.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
29.27k Okunma |
3.71k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |