✨
Kasadan çıkardığım bir yirmilik ve bir beşliği karşımdaki adama uzattım. “İyi akşamlar,” diyerek parayı aldığında aynı şekilde karşılık verdim ona. Hemen yanımda oturan adama çevirdim bakışlarımı. Yarım ağız gülümsüyordu bana bakarken. “Alıştın bakıyorum?”
“Ee,” dedim göğsümü kabarta kabarta. “Küçükken bir market açmak isteyen küçük kızın eseri bu.”
“Hadi ya?” Neşeli neşeli güldü. “Böyle hayallerin mi vardı?”
“Yani,” sandalyeyi ona döndürdüm. “Amaç tabii ki marketteki tüm cipsleri ve çikolataları yemekti. Annem çocukken fazla yememize izin vermezdi,” yüzümü buruşturdum. “Sağlıklı yaşam falan filan. Bizde Çınar ile çok sinir olurduk bu duruma. Ne yapsak annem kızmaz diye düşünürken Barın bir gün babama dedi ki, ben kendi emeklerimle kazandım siz karışamazsınız. Konu neydi inan hatırlamıyorum ama Çınar ile göz göze geldik, tamam dedik market açarsak hem daha fazla yeriz hemde kendi emeklerimizle açtığımız için annem bize karışamaz.”
Güldüm. “Gece kalktık, ben Yusuf abimin kumbarasını o da Bartu abimin kumbarasını patlattı. Çocuğuz paramız yok başka ne yapalım yani? Tabii çok geçmeden ikisine de yakalandığımızdan bir temiz dayak yedik. O da yetmiyormuş gibi sese uyanan annemlerden de bir ton azar işitip ceza aldık.”
Göbeğini oynata oynata güldü anlattığıma.
“Tabii aldığın herhangi bir şeyin parasını kasaya bırakacağını bilmiyordun...” dediğinde duraksadım.
“Gerçekten mi? Bakkal senin nasıl olsa, Ali gelse bir şey alamaz mı buradan?”
“Parasını bırakması gerekiyor.”
“Sende yani,” dedim bir tık uzaklaşarak ondan. Bunu fark ettiğinde güldü yine. Sandalyemden tutarak kendine çekti ve küçük bir buse kondurdu saçlarıma. Bir anlık üstüme çöken duygu uykumu getirmişti. Bu dün gece uyuyamadığım için de olabilirdi tabii. Tüm gün esneyip durmuştum ve bu onun gözünden de kaçmamıştı.
“Hadi sen eve geç,” dedi benden ayrıldığında. “Annen yapmıştır şimdi mis gibi yemekleri.”
“Sen yemeyecek misin?” eve gitmek istemiyordum. Tamam haklılardı ancak gitmek istemiyordum işte. Ali Baran’ın iğneleyici kelimelerini duymak da istemiyordum.
“Siz yemek yedikten sonra Ali gelir buraya, bende ondan sonra gelirim yemek yemeye.” İşime gelmiyor olsa da başımı salladım. İtiraz etmek istemedim, edersem sanki onlardan korkup kaçmışım gibi hissettirecektim.
“Tamam gideyim ben.”
“Simay,” dedi ben ayaklandıktan hemen sonra. Bakışlarımı ona çevirdim. “Dün gece hiç uyumadın değil mi?” Cevap vermedim ancak yüz ifadem zaten cevabı veriyordu. “Bu akşam biraz da olsa uyumaya çalış, lütfen.” Uyumak istemesem de zaten bir noktadan sonra bayılacağımı biliyordum. Çok fazla uykusuz kalmıştım ve bu benim için çok çok fazlaydı.
Ona başımı salladım ve çıktım bakkaldan. Ev ve bakkal arasında pek bir mesafe yoktu ama akşamdı işte, o yüzden içimde oluşan ufak bir tedirginlikle yürüdüm yolda.
Evin önünde top oynayan çocuklara denk geldiğimde onları engellemeden yan taraftan geçeyim diyordum ki çocuğun biri topu benden tarafa attı. Düşünmeden ayağıma kadar gelen topa vurdum hafifçe.
“Sağ ol abla!” dedi kızlardan biri. Ona hafifçe gülümsedim ve kenardan kenardan yürümeye devam ettim. En sonunda sokak lambalarından rengi çok da belli olmayan evin önüne geldiğimde oflaya puflaya girdim bahçeye, çaldım kapıyı.
Bende şans olsa zaten başıma bunlar gelmezdi değil mi? Kapıyı Ali Baran açtığında ona bakmadan ayakkabılarımı çıkardım ve içeri geçtim. Odaya doğru ilerliyordum ki, “nereye?!” dedi benimle her konuştuğunda olan sert sesiyle.
“Odaya.”
“Yemek yiyeceğiz, annem seni bekledi.” Ofladım.
“Ee?”
“Ne eee? Yürü git mutfağa, seni bekledik o kadar.” Kendimi tutmak için yeterince savaş veriyorken bana böyle atarlı atarlı konuşması sinirimi çok fazla geriyordu. Yine de kendimi tutmaya devam ettim. Sınır vardı, işaretlemiştim ve oraya daha yolu var gibiydi. Sınıra dokunduğunda ve hatta geçtiğinde onunla hesaplaşacaktım. Şimdilik kendi kendine köpürebilirdi ya da bir ihtimalle başımdan savmak için bir iki kelime israfı yapabilirdim.
“Tokum.” Tek kelimelik cevaplar vermek hep sinirimi bozan bir şey olsa da şu an aynı şekilde davranmak zorunda kalıyordum. Karşımdaki abi bozuntusu yüzünden.
“Bana bak, annemi üzme.” Gözlerimi devirmekle yetindim. “Kadın seni bekledi, git gör kadını. Yemek yemezsen yeme.”
“Bana ne?” Bu kadar açık olmam onun için sorun olmazdı sanırım. Malum kendisi benden daha açıktı bu konuda. “Nasıl memnun edeyim anneni?” Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Belli ki tek yol var onu memnun edecek ama o yol benim dengemi bozar, gidemem kusura bakmasın.”
Muhtemelen cevaplar verecekti ancak umursamadım ve odaya girip kapıyı suratına kapattım. Yaman’ın geldiğini sesinden duymuştum. Baran’a ne olduğunu soruyordu. Evet kapıya vuran Baran’a soruyordu. Ona içimden pek de güzel içerik bulundurmayan laflarımı sıralarken kapıyı kilitledim.
Kilit sesinin duyulmasıyla aynı sırada kapının diğer ucundaki gürültü kesildi.
“Vallahi sabır,” dediğini duydum Yaman’ın. “Allah’ım sen bana bol sabır ver bu süreçte.” Etin ete çarpma sesi geldi. Muhtemelen Baran’a vurmuştu. “Yürü lan odaya. Allah’ın cezası, bir kesin çenenizi, kavgaya meyilli olmayın. Rahat uyuyalım bir gece!” Sesi gitgide azalıyordu. Bu beni memnun ederken hiç dolaba yerleştirmeye gerek duymadığım valizimden pijama takımı çıkardım ve üstümü değiştirdim. Yüzümdeki makyajı da temizlediğimde kendimi yüzüstü yatağa bıraktım.
Bilincim çok da uzun sürmeyen dakikalarda beni terk etmişti.
✨
*5 Şubat 2024/ saat 7.30*
Bugün şu son günlere rağmen eski düzenime dönüyormuşum gibi hissettiğim günlerden biriydi. Okullar açılmıştı ve bugün hem tedirgin hem de mutlu hissediyordum. Tedirgindim, Çınar ile karşılaşacaktım. Mutluydum çünkü eski düzenime dönüyormuşum gibi hissediyordum.
Şu geçen üç günde odamdan çıkmamaya gayret etmiştim. Ne zaman odadan çıksam Ali Baran radarına yakalanıyor, bir sürü laf işitiyordum. Onu duymazlıktan gelmek ise yapabildiğim en iyi şeydi. Yaman yine dengesiz davranmaya devam ediyordu. Anneleri ile sadece bir iki kez günaydınlaşmış, babalarıyla da bakkalda bol bol vakit geçirmiştik.
Evet, bakkalda bir an yapamadığım para hesabı yüzünden adamın diline düşmüştüm ama yapacak bir şey yoktu.
Mahir’i ve ailesinden herhangi bir üyeyi görmemiştim bu üç günde. İkizleri görmek istesemde bunu dile getirmemiştim.
“Heyecanlıyız bakıyorum?” Bakkalda kim duruyordu bilmiyorum ancak bu sabah masada Kadir Bey’de vardı. Ona başımı salladım. “Seni ben bırakayım.” Hiç hayır deme girişiminde bulunmadım, buraya göre çok uzaktı okulum.
“Olur.” Dedim hâlâ kahvaltıdan atıştırmaya devam ederken.
Çayı içmediğimi fark eden Seher Hanım, şu son iki gündür herkese çay dolduruyorken bana meyve suyu doldurmaya başlamıştı. Sanırım bu ilk iki gün ne zaman önüme çay koysa bir yudum dahi olsa almadığımdan fark etmiş olmalıydı.
Yine meyve suyunu doldurup masaya koyduğunda ona bakmadan yarım ağız teşekkür ettim. Ne kadar konuşmaya çalışsa da onu hep başımdan savmayı başarmıştım. Nazlı’ya verdiği değeri bir de ondan dinlemek istememiştim. Ayrıca geri zekalı da değildim, bir kişi anlatınca anlayabiliyordum.
“Rica ederim anneciğim.” Gözlerimi devirmemek için zor durdum. Karşımda oturan ve bir hayli sessiz olan Ali Baran kendini tutmadı ancak. Annesine gözlerini devirse de sesi çıkmadı, kahvaltısını yapmaya devam etti.
Sanırım bakkalda olan Yaman’dı. Onun masada oturmuyor oluşunu buna bağlıyordum.
Yolun 25-30 dakika süreceğini hesap edersek geç kalma yolundaydım. O yüzden pek beklemeden meyve suyunu da hızlı hızlı içtim.
“Dişlerimi fırçalayıp geliyorum, sende çabuk ol olur mu?” Kadir Bey başını salladığında çoktan mutfaktan çıkmıştım.
Dişlerimi fırçaladıktan hemen sonra odaya döndüm ceketimi giydim, çantamı omuzuma taktım. Odada duran uzun boylu aynaya baktığımda gayet iyi olduğumu görmek sırıtmama neden oldu. Bin kere de maşallahtı yani.
“Hadi Simay!”
“Geliyorum!” çene kısmıma kapatıcıyı tekrardan geçtim. Makyaj yaptıktan sonra diş fırçalamak... Bu konudaki yaralarımı daha sonra anlatmak istiyordum.
En sonunda ikimizde arabaya bindiğimizde ve hatrı sayılır bir süre geçtiğinde Kadir Bey arabayı durdurdu. Gözlerim dışarıya, okuluma dokundu. Bu okulu özleyeceğim aklımın ucundan dahi geçmezdi.
“Al bakalım,” dediğinde bakışlarımı ona çevirdim. Elinde tuttuğu iki yüz lirayı bana uzatıyordu. “Yeter mi bilmiyorum ama tam günmüş sanırım okulun, kantinden yemek almayı unutma.”
“Gerek yok,” diyordum ki, “var.” Diyerek kesti sözümü. “Al hadi, hem dersin başlayacak sanırım acele et.”
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Elindeki parayı yavaşça aldığımda, “teşekkür ederim,” Diye mırıldandım. Utanmıştım şu an. Yanaklarım al al olsa da suçu sabah çok hafif de olsa sürmüş olduğum allığa atabilirdim.
“Seni ben almaya geleyim mi öğlen?” sesinden gülümsediği belli oluyordu ama utandım ya işte, bakışlarımı ona çeviremiyordum.
“Yok ben kendim gelirim.”
“Sen bilirsin, gel bakayım.” Beni kendine çekti, saçlarıma bir öpücük kondurdu. Geldiğim günden beri ne alışmıştı saçlarımdan öpmeye. “Hadi iyi dersler al yanak.”
“Allık biraz fazla olmuş,” dediğimde aynen kesin öyledir bakışlarından attı bana. “Neyse görüşürüz.”
“Ha bu arada,” dedi ben arabadan inemeden. “Numaram var değil mi sende? Bir şey olduğu zaman arıyorsun ve Kadir Hava Yolları uçarak yetişiyor sana.”
“Sen yetişene kadar derimi yüzerler burada.” Gülerek kurduğum cümleye burun kıvırdı.
“Ben gelene kadar kendini savun kızım sende, parçala onları! Bunu da ben mi söyleyeyim ya?” Ters ters baktı bana. “İn kız arabadan. Derisini yüzerlermişmiş.”
Kıkırdadım onun bu haline. Çok komik duruyordu. “Tamam tamam, sen gelene kadar hepsini parçalarım ben. Sonra sen gelince kaçarız.” Kapıyı açtım ve indim arabadan. Çantamı da omzuma attığımda, “görüşürüz.” Dedim kapıyı kapatmadan. “Kendine iyi bak.” Belki de saniyeler sonra kafamı duvara vuracak o hareketi yaptım.
Ona öpücük attım ve ardından pat diye kapattım arabanın kapısını. Hızlıca çantamdan tutarak okula girdiğimde onun içinde olduğu arabanın hâlâ hareket etmediğini hissediyordum.
✨
*5 Şubat 2024/ saat 10.25*
“Oh ne âlâ memleket!” diye bağıran sesi duyduğumda homurdanarak kaldırdım başımı sıradan. Tüm sınıf ayağa kalkmıştı ve sese bakılırsa gelen Gülçin hocaydı. “hadi Fatih’e alışkınız,” dedi ve bana döndü. “hayırdır Simay, gece beşik mi salladın sende çocuğum?”
Saygısızlık olmaması adına ayağa kalktığımda hâlâ ayıldığım söylenemezdi. “Keşke hocam,” diye mırıldandım yarım ağız. Sesimin ona ulaşmadığını biliyordum, bu yüzden bir sonraki cümleyi kurarken ses tonunu yükseltmiştim. “Yok hocam yeni bir diziye başladım da dün gece, baya da sardı yani. Geç uyumuşum.”
İlk iki gün ki tedirginliğim üzerimde olmasa da hâlâ uyumakta zorlanıyordum. Buna Ali Baran’ın öfkesine şahit olmam yetmişti. İstemsizce bana zarar vereceğini düşünüyordum, en azından akşamları. Uyurken tamamen savunmasız kalırdım, sıkıyorsa ben ayıkken uğraşsaydı benimle. Alırdım ki façasını aşağı hemencecik.
“Ay bir de rahat rahat anlatıyor,” havanın soğuk olmasına rağmen elini yüzüne yelpaze gibi yapıp salladı. “Oturun oturun. Hızlıca bir yoklama alıp derse geçelim.”
Onun bu haline herkes alıştığından itiraz dahi etmemiştik.
Yirmi dakika ders işlediğinde sınıfın gevşek olması sinirini bozmuş gibi sessizce sınıfa baktı bir süre. Baktı hâlâ susmuyoruz, “serbestsiniz, sesiniz yüksek çıkmasın.” Diye uyardı. Bu işime gelmişti açıkçası, bu yüzden kafamı sıraya yasladım tekrardan. Yanımda bir hareketlilik hissettiğimde gelenin kim olduğu belliydi aslında. Üzerinden gelen o sigara kokusu onu tanımama yetmişti. Anlaşılan teneffüste sigara içmiş ve derse öyle girmişti.
“İyi misin?” dedi İso, sesi yakından geldiğinde kafamı kaldırmadım ancak ona doğru döndüm. Benim gibi kafasını sıraya yaslamış beni izliyordu. “Çınar da bir keyifli bugün, sende sessiz kalınca endişelenmedim değil.”
Okulda kimse Çınar ile bu denli anlaşamadığımızı bilmezdi. Yaşlarımız yakın olduğundan anlaşamadığımızı söylerdik, daha doğrusu söylerdim ancak Çınar benim gibi bu konuda gizleme gereği duymaz ve beni arkadaş çevresine kötülerdi.
Benim yanımda olan insanlara da tabii.
İsmail’e de aynısını yapmıştı ancak İso diğerlerinin aksine Çınar’a cephe almıştı. Çınar’ı oldu olası sevmezdi zaten.
“Bir sorun yok,” dedim sakince. “Her zaman ki hallerimiz.”
“İnanalım bakalım,” diye mırıldandı. Elini kaldırdı, saçlarıma uzanacağı an geriye kaçtım. “tamam be,” dedi ters ters bakarken. “Kahküllerin gözüne girmesin diye çabalayacaktık.”
“O kadar uzun değiller,” dedim başımı sıradan kaldırarak. Beni taklit etmiş, o da başını masadan kaldırmıştı. “Sen niye geldin?”
“Seninle konuşmak için.” Dedi açıkça. “Kulağıma ufaktan bir şeyler geldi.”
Ne olduğunu az çok tahmin ediyordum ama yine de sordum. “Neymiş o bir şeyler?”
“Çınar’ların kavgasına karışmışsın, polislik olmuşsunuz.” Nereden bildiğini sorgulamadım ya da itiraz etmedim, başımı salladım usulca. “Çınar sana zarar verdi mi?”
“Saçmalama,” güldüm. “Sence böyle bir ihtimal var mı? Mahvederim onu.”
“Tabii,” başını salladı onaylarcasına. “Peki Çınar’ın sınıfına gelen afetten haberin var mı?”
“Yok,” kaşlarım çatıldı. “Yeni öğrenci mi gelmiş? Hemde ilk günden? O nasıl olmuş ya?”
“Valla bilmiyorum ama burnuma hiç iyi kokular gelmiyor. Çınar sabah sabah bağırıyordu kıza.”
Gelen kızın Nazlı olma olasılığı kaçtı?
Hem... Nakil işlemlerine ne ara başlamışlardı da bugün bu okula gelebilmişti? Tatilde nakil işlemlerini yapabilmişler miydi?
Kapı çalındığında Gülçin hoca sadece kapıya bakmakla yetindi. Zaten gelen öğrenci de beklememiş kapıyı açmıştı hemen. “Dersinizi böldüğüm için özür dilerim hocam, sınıf listesi güncellenmiş.” Diyerek elindeki kağıdı öğretmenler masasına bıraktı. Gülçin hoca ona başını salladı ve kağıdı sınıf defterinin arasına koyarak telefonuna döndü.
“Sonunda!” diye bağırdı duvar kenarundaki Burak. “Şu Sude miydi neydi, o gitmiş.”
“Nereden biliyorsun oğlum?” dedi İso ona ters ters bakarak. Sude sürekli devamsız olan bir öğrenciydi. Okula geldiği iki günse gelmediği yirmi beş gündü. Bu yüzden sınıf listesini kalabalık gösterdiğinden çoğu kişi listeden silinmesi taraftarıydı. “Belki yeni biri geldi?”
“Hocam bir bakın Allah için,” dedi Şebnem merakla öne doğru eğildiğinde. “Gitmiş mi Sude?”
Gülçin hoca da merak etmiş olmalı ki, sınıf defterinin arasından çıkardı kağıdı, baktı listeye.
“Evet bir kişi eksilmiş.” Kaşları çatıldı ve göz gezdirdi kağıtta. “Sude değil giden.”
Sınıftan birçok homurtu yükseldiğinde, “Simay,” diye seslendi hoca. “Başka sınıfa mı verildin?”
Sınıftaki tek Simay ben olduğumdan diğerlerininde bakışları bana döndü. Anlamayarak baktım Gülçin hocaya. “Hayır hocam.”
“Listede senin adın yok, bir yanlışlık oldu herhalde. Müdür yardımcısıyla bir konuş istersen.” Bakışlarım duvardaki saate takıldığında zilin çalmasına on beş dakika vardı daha.
“Hocam şimdi gideyim mi ben?”
“Tenefüstte halledersin.” Diyerek telefonuna döndüğünde, “Çınar’ın keyifli olmasının bundan kaynaklanması yüzde kaç ihtimal?” diye mırıldandı yanımdan İso.
“Yüzde seksen beş.” Dedim sakin kalmaya çalışarak. Nazlı gelmişti okula, nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde, Çınar keyifliydi ve yetmiyor gibi sabah da kızı azarlamıştı. Nazlı Çınar’ın böyle bir şey yaptığını biliyor muydu ki?
Bilip bilmemesi bana bir şey kazandırmazdı, bunu düşünmeyi bıraktım. İçimden sadece sınıfımı değiştirmiş olabileceğini düşünerek kendimi rahatlatmaya çalıştım. Ne kadar başarılı olduğumsa muammaydı.
Ve beklediğim zil on beş dakika sonra çaldığında sıradan hızla kalktım, defterin arasındaki kağıdı alarak gözlerimi listede gezdirdim. Evet Gülçin hoca doğruyu söylüyordu, ismim listede yoktu.
“Sınıf mı değiştirdin lan?” dedi yanımda dikilen Fatma. “Kızım hangi ara?”
“Bir yanlışlık olmuştur,” diye mırıldandım. “Düzelttireyim şunu.” Diyerek elimdeki kağıdı bırakmadan çıktım sınıftan. Bir üst kata çıktığımda koridorda, nöbetçi öğrenci için koyulmuş olan masada oturan Çınar ile göz göze geldik. Sanki o da beni bekliyormuş gibi yarım ağız gülerek baktı bana. Elimdeki listeyi gördüğünde daha da keyiflenmişti.
İçimden derin bir sabır çektim ve müdür yardımcısının kapısına ulaştığımda bir iki kez tıklattım kapıyı. İçeriden gelen sesiyle kapıyı aralayıp girdim içeri.
“Kapıyı kapat.” Dedi bana bakmadan. Koridordan fazla ses geliyordu, ona hak vererek kapattım kapıyı.
“Hocam,” dedim bana dönmesi için. “Derste sınıf listesi getirdiler ancak benim ismim yok. Bir yanlışlık olmuş olabilir mi?”
“Adın ne?” dedi bilgisayara dönerken.
“Simay Naz Akça.”
“Okul numaran?”
“502.”
Bilgisayarda bir şeylere tıkladı, sayfalarda gezindi ve en sonunda karşısına çıkan ekranla gözlerini kısarak baktı sayfaya.
En sonunda, “bir yanlışlık yok.” Dedi bana dönerek.
“Sınıfım mı değişmiş?” dedim şaşkınlıkla. “ama hoca-“
“Sınıfında değişme yok.” Dedi sözümü keserek. “Kaydın silinmiş. Bu okulun öğrencisi gözükmüyorsun.”
“Anlamadım?” Ne demek okulun öğrencisi gözükmüyordum? Şaka yapılıyor ihtimali kaçtı? Şaka olmalıydı.
“Bu okulun öğrencisi değilsin Simay.” Dedi tane tane, gerçekten anlamadığımı sanarak. “Başka okula kaydını yaptır.”
“Hocam yapmayın,” derken karmakarışık olduğumu biliyordum. Bu kadarını yapmışlar mıydı cidden? “Dönemin başı, ben nereden bulacağım başka bir okul? Rica ediyorum babamı arayalım onunla-“
“Baban yaptı tüm işlemleri zaten Simay.” Dedi müdür yardımcısı sertçe. “Aranızda kalan bir konu bu artık, babanla konuş. Okulu ilgilendiren bir konu kalmadı, okuldan gecikmeden çık.”
Ağlamamak için sıktım kendimi. Adama bir şey deme hakkım kalmamıştı çünkü baba dediğim insan yapmıştı bunu bana. Nazlı’yı nasıl kolay bu okula nakil aldırdıysa bir o kadar kolayca kaydımı sildirmişti.
İçimde dolaşan duyguları tam olarak seçemesem de odadan çıktığımda karşılaştığım yüzle hissettiğim tek duygu öfkeydi. Hâlâ masanın üzerinde oturuyor, çevresine dizilmiş arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Kapının açıldığını duyar duymaz bana döndüğünde masadan inmişti, içimdeki öfkeyi dindirebilmek adına onun üzerine doğru yürüdüm. Şu saatten sonra kimin ne düşündüğü zerre umrumda değildi.
“Senin yüzünden!” dedim öfkeyle yakasına yapışırken. “Allah’ın belası pislik!” Ona vurmaya başladığımda beni tutmaya çalıştıklarını hissetsemde öfke yoğundu bırakmadım, ona vurmaya devam ettim. “Allah belanı versin senin adi!” Karşılık vermiyor sadece kendini korumaya çalışıyordu.
“Simay dur!”
“Ayırın şunları!”
“Lan dursana!” Belime sarılan kollar beni onun üzerinden çektiğinde kollarımla vuramasam da tekme atmaya çalıştım. “Bu kadar mı adisin lan?” diye bağırdım gözlerimin dolduğunu hissederken. “Ne bok yiyeceğim lan ben?! Senin yüzünden mahvoldu lan hayatım! Daha ne istiyorsun?!”
“Tamam,” dedi İsmail beni geriye çekerken. “Tamam sakin, bak sana patlayacak olay.”
“Kes sesini!” diye bağırdı müdür yardımcısı. “Çık okuldan!” İsmail’e çevirdi bakışlarını. “Okuldan çıkar arkadaşını.”
Herkesin şaşırdığını görebiliyordum, şaşıracaklardı tabii. Hangi okulun öğrencisi kavga olduğunda okuldan gönderilmişti? Ben gönderiliyordum çünkü okulun öğrencisi falan değildim.
Akça’lar yüzünden.
“Bırak!” diye bağırdım hâlâ beni bırakmamış olan İsmail’e. “Bırak!” Müdür yardımcısının hemen yanında bana bakan Çınar’a döndüm. “Allah belamı versin sana bunu ödetmezsem! Duydun mu? Şu ana kadar yaptıklarıma şükredeceksin lan! Yemin ederim hepinizi rezil rüsva edeceğim, insan içine çıkamayacaksınız!”
“Ya izleyeceğine götürsene!” diye bağırdı bir ses. İsmail beni sürükleyerek götürmeye başladığında, “12-B’de cam sırasının arkadan ikinci sırasındaki çantaları getirsene,” dediğini duydum İsmail’in. Kime dediğini bilmiyordum ancak onu onaylayan sesi duydum.
“Bırak!” dedim koluna vurarak. “Bırak gidiyorum zaten bırak!”
Bırakmadı, merdivenlerden inerken bile belimden olmasa da kolumdan tuttu. Ben küfürler ederken sessizce beni dinledi. Bir yerden sonra öfkeden sıyrıldığımda sesim de titremeye başlamıştı.
“Ne yapacağım?” diye mırıldandım. “Ne yapacağım ben şimdi?”
“Naz!” Dolmuş gözlerimle elindeki çanta ve montlarla yanımıza gelen Nazlı’ya baktım. Elindekilerinin hepsini İsmail’in eline tutuşturdu, kollarını hızlıca boynuma doladı. En son beklediğim birisinden şefkat görmekken onun olanları es geçerek bana sarılması ağlama isteğimi arttırdı.
Bende kollarımı ona doladığımda kendimi tutamadım ve ağlamaya başladım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
29.27k Okunma |
3.71k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |