10. Bölüm

10. Bölüm

Safiye
nesimisubha

Tabağım da ki yemekle bakışmak hiç adetim değildi. Ne yazık ki son zamanlarda benim için bir ritüel olmuştu. Karşımda oturmuş dikkatle yemeğini yiyen o adamla sayısız yemek yediğimiz anlardan birini yaşıyordum.

"Kanını akıtırım" diyen adam ile karşılıklı yemek yiyordum. Biri bana bunları yaşayacağımı söyleseydi. "Ne güzel senaryo yazıyorsun"derdim.

İnanılır gibi değildi.

Yemek yemesinde bile bir düzen ve vakarlılık vardı.

"Beni öldürmeye bile kalkışmadın?"

O yemek yerken konuşmazdı ki.

Sanki başka biri daha varmış gibi "Ben mi?" diye bir soru yöneltmiştim.

Sırf beni suçlu yerine koyduğu için onu öldürmeye kalkışacağımı mı düşünmüştü. Birini öldürmek mi?

Bu düşünce aklımın ucundan bile geçmemişti. Hem Allah'ın verdiği canı ondan başka kim alabilirdi ki?

Durgun çehresi inanmıyormuşcasına beni süzüyordu. Sanki güzel bir fikirmiş gibi konuştum.

"Birini öldürme fikri hiç aklıma gelmemişti. Hem sizi neden öldürmeye kalkışayım ki?"

Tek kaşı havalandığında çatalını masaya koymuştu.

"Fazla mı masumsun? Yoksa çok iyi rol mü yapıyorsun Ay yüzlü kız?"

 

Ne!

Ay yüzlü kız mı?

Biran yutkunamadım, masada su da yok, bir yudum alsam çok iyi gelirdi.

Sakin ol Nur!

 

Beni öldürmeye kalkıştığı ve suçlu olduğumu düşündüğü için doğal olarak benimde onu öldürmem için bir teşebbüste bulunmam gerekiyordu.Bunu düşünmesi çok normaldi. Ay yüzlü kız da nereden çıkmıştı.

"Suçsuzum, o yüzden de masumum. Gerçekler er ya da geç ortaya çıkacak."

Tabağında ki bakışlarım tekrar karanlık girdaplarını bulmuştu.

"Gerçek, belki de senin sonun olacak."

"Kimse kimsenin sonunu bilemez. Sizde benimkini."

"Doğru tespit, ama benimki sadece bir varsayım."

Varsayımmış!

Bakışlarını hâlâ üzerimden çekmemişti. Bu durumun beni fazlasıyla rahatsız etmesine rağmen bitirmeye çalıştığım tabağımdan bir çatal aldım.

"Benden korkuyorsun? Nur Barlas."

"Ne kadar korkutucu olduğunuzu bilmeniz ne güzel."

Sanki söylediklerim hoşuna gitmiş gibi sert yüzüne yumuşak bir ifade yayıldı.

Ayağa kalktığında tabağını tezgaha koyup tekrar bana döndü.

"Gerçek ortaya çıkana kadar korkmaya devam etmen senin için daha iyi."

Sanırım bu bir uyarıydı. Umursamadım.

"Gerçek ortaya çıksın da geriye sadece benim korkmam kalsın."

Bugün başka bir şey vardı. O kadar sert de bakmıyordu. Kesinlikle başka bir şeyler vardı.

Tabağını yıkayıp mutfağın penceresinden dışarı bakmaya başlamıştı. Düşünceli duruyordu.

"Yemeğini bitirmelisin, gerçi sen bitirine kadar bayatlarlar."

Bu adamda gerçekten başka bir şey vardı. Her zaman "Yemeğini ye!"derdi ve yemek boyunca kurduğu cümle sadece bundan ibaret olurdu.

Dayanamayarak konuştum.

"İyi misiniz?"

Gözünü bile kırpmadan dışarı bakmaya devam ediyordu. Yavaşça sırtını pencereye döndü.

"Resmiyetten hoşlanmam demiştim."

Bunu kaçıncı söyleyişiydi. Sürekli dile getirdiğine göre gerçekten sevmiyordu.

"Size başka ne türlü hitap etmemi bekleyebilirsiniz ki?"

Beni öldürmeye çalıştın seninle konuştuğuma dua et. Sanki konuşmama ihtiyacı varmış gibi birde içten içe adama sitem ediyordum.

"Genellikle Zeyd derler veyahutta sen diye hitap ederler,esaretim altında olanlar bile."

Parantez açıp açıklamada da bulunmuştu Zeyd bey!

"Peki Zeyd bey."

Sözlerimle dudaklarında beliren hafif tebessümünü gizleme gereksimi duymamıştı.

"Daha çok Zeyd'i tercih ederim."

Duvardaki saate bakıp birşey söylememi beklemeden mutfaktan çıktığında ona söyleyecek pek de bir şeyim yoktu.

                                                         ***

Zeyd'in odasından gelen sesleri dikkatle dinlediğimde ne söylediğini anlayamasamda bağırdığı âşikardı.

Hemen ardından kırılma sesi duymamla ayağa kalkıp kapıya yönelmem bir olmuştu. Endişeli ve meraklı adımlarım kapısının önünde durduğunda kapıyı tıklamama rağmen onay verici bir ses duymamıştım. Bunun yanı sıra ise odada ki bütün sesler kesilmişti.

Usulca kapıyı açıp odaya girdiğimde sırtı dönük bir şekilde camdan dışarı bakıyordu. Masanın üzerinde duran o güzelim antika vazo yerde paramparça olmuş bir vaziyetteydi.

Öfkeli olduğu omuzlarının duruşundan ve bedeninin gerginliğin den belli oluyordu. Kapıya vurduğumda cevap vermemesi beni duymadığı anlamına geliyordu. Çünkü hâlâ geldiğimi fark etmemişti. Bir başkasına olan öfkesinden nasibimi almamak için bir an önce kapıyı kapatıp çıkmam en iyisiydi.

"Behnan! Bana o iti hemen bul...... Kaçmış! güzel."

Öfkeli halde tek nefeslik bir gülüşle konuştuğu kişiye cevap verdi.

"Yaşama şansını sıfıra indirmiş..... Bir saate oradayım."

Gitmek için bir adım geri gittim. Şebeke olmamasına rağmen nasıl telefonda konuşabiliyordu. O benimi kandırmıştı.

Sert bir nefes aldı.

Parmakları saçlarını acıtmak istercesine çekiştirdi. Telefon cebinde ki yerini çoktan almıştı.

"O iti zevkle öldüreceğim."

Nefret ve kararsızmış gibi sarf ettiği sözler kanımı dondurmuştu. Sanki artık hiç nefes almıyor gibiydi. Şimdi ben kapı mı dinlemiş oluyordum, hayır tabi ki de o zaman neydi? Onun için mi endişelenmiştim? Elbette hayır, beni burada tutan tek şey uslanmaz merakımdı. Sakinleşmiş olduğunu ümit ederek "Zeyd."dedim.

Sessiz odayı kaplayan sesimle bedeninin daha da gerildiğini bâriz görebiliyordum. Gerildiğini görmesem beni duymamış olduğunu düşüneceğim kadar öylece durdu sonra ise yavaşça olduğum tarafa döndü. Göz hapsine aldığı ağaç dalları sanki pencereye sırtını dönmesinden hoşlanmamış gibi şiddetli esen rüzgarda sallanmaya başlamıştı. Sakinleşmiş olduğunu ümit etmem merakımın ağır basmasından değil miydi. Her ne kadar ona bakmaya çekinsem bile en nihayetinde bakışlarım kahve harelerini bulmuştu.

Gözlerinde gördüğüm şey öfke ve kırgınlıktı. İlk defa duygularını şeffaf bir şekilde görmeme müsade etmişti.

Bu öfkesinin ve kırgınlığının sebebi ben miydim? Eğer bana öfkeli olsaydı sertçe kolumu kavrayıp kükrer gibi konuşmaz mıydı. Kırgınlık duyacağı kadar da aramızda bir hukuk olmamıştı.

"Zeyd iyi misin?"

Endişem sesime de yansımıştı.

Dudaklarını hafifçe aralamasına rağmen tekrar kapadı. Yoksa öfkesi de kırgınlığı da bana mıydı?

"Zeyd."dedim.

İsmini ezberler gibi söylemem bile konuşmasına vesile olmamıştı.

Adımları hemen önümde durduğunda bir adım geriledim. Bu adamın sessiz hâli ayrı bir ürkütücüydü. Gözlerine bakacak tâkati gittikçe kaybediyordum.

"Nur Barlas."

Sesi soru sormaktan uzaktı.

Yumuşak bir tonla ismimi telaffuz edişinde takılı kalırken belimi sarmalayan güçlü kollarla bedenim sert bedenine tutunmuştu. Ferahlatıcı kokusu ciğerlerime işlerken gözlerim irice açılmıştı. İlk kez yabancı bir adamın kollarındaydım. Evli olmamız hiçbir şeyi değiştirmezdi. Bu sarılışı beklemiyordum.

Kalbimin firar etmesinden korkmalı mıydım? Peki, başımın göğsünü sanki yuvasıymış gibi sahiplenmesinden.Hangisinden daha çok korkmalıydım.

Şaşkınlığımı ve bütün duygu yüklü korkularımı bir kenara bırakırken içimi kaplayan öfkeyle kollarımı göğsünde birleştirmeyi başarmıştım.

"Zeyd!"

Bu adam beni duymuyor muydu?

Göğsünü kuvvetli bir baskıyla geri ittiğimde usulca geri çekildi. Kızgın bakışlarım hedefine kilitlenmişti.

"Sakın bir daha bana sarılmayın!"

Az önceki halinden eser yoktu.

Durgundu. Bu haline daha önce hiç şahit olmamıştım. Sesimi yükselttiğim için kızmalıydı ama onun yerine susmayı tercih etmişti. Belli ki o da suçlu olduğunun farkındaydı.

"Hangi hakla bana sarılabilirsin! Sakın bana senin eşinim deme bu saçmalığı kabullenemem!"

Kahve hareleri yüzümün her zerresini talan ederken dudağı yukarı kıvrıldığında öfkeli gözlerimin ateş saçtığına emindim. Dudakları eski haline büründü.

"Ne yapmaya çalışıyorsun? Her şeye cevabı olan adamın bir anda suspus olması da neyin nesi? Onu geçtim beni öldürmek isterken sarılmak da ne!"

Derin derin gözlerime bakarken sakin bir ses tonu odayı kapladı.

"Sarılmak istedim."dediğinde gözlerim irice açılmıştı.

Onun gibi bir adamın sebepsiz yere sarılmayacağı büyük bir gerçekti.

"Öldürmek istediğin kıza? ne tuhaf, bir daha da isteme!"

Dolaba doğru ilerlediğinde beni duymazdan gelmesi daha öfkelenmeme sebep olmuştu. Dolaptan aldığı sırt çantasıyla kapıya yöneldiğinde hafifçe bana döndü. Çatık kaşlarım sahtelik barındıran durgun bakışlarını bulduğunda beni daha da çileden çıkaracak sözleri sarf etmişti.

"Bunun için söz veremem."

Hızlı adımlarla odadan çıktığında şaşkınlığımdan yeni kurtulmuştum.

Bu adamın amacı neydi?

Yüksek sesle "Zeyd!"diyerek odadan çıktığımda ona yetişmemim imkansız olduğunu bilmenin verdiği yenilgiyle öfkemle başbaşa kalakalmıştım.

Kesinlikle sıradan biri değildi onu gayet anlamıştım. Haftalardır beraber yaşamamıza rağmen nasıl bir karaktere sahip olduğunu az da olsa çözememiştim. Sadece normal insanlar gibi olmadığına kanaat getirebiliyordum.

***

İnsan genellikle planlı hareket edip bir önceki adımı düşünerek hayatında yol alırdı. Neyi tercih edersen onu yaşardın. Fakat bazen bilmeden sonrasının iyi olacağını düşünerek bir adım atarsın ama o attığın adım seni esaretine sürüklerdi. İnsan kendi kendini tutsak ederdi. Akadistan'a geldiğimde sonrasının benim için çok normal ilerleyeceğini düşünmüştüm ama bütün bu olanlar hiç normal değildi. Kendi tercihlerimin kurbanı olmuştum.

Tavandaki bakışlarımı halıya indirdiğim de kesik bir nefes aldım. Bir kaç saat ortadan kaybolmuş ve daha yeni gelmişti. Öfkem hala yerli yerindeyken bunu ona belli etmemin bir faydası olmayacaktı. Beni görmeye bile tahammül edemeyen bir adam için öfkemin hiç bir önemi yoktu. Umarım başta ortaya koyduğum tepkimin faydası olurdu.

Mutfakta ki sesler kesildiğinde oturma odasına teşrif etmesiyle rahatsızca yerimde kıpırdadım.Çekmeceden aldığı siyah şeye dikkat kesilmeme rağmen ne olduğunu anlamamıştım.

"Yemek yedin mi?"

Sabahtan beri sessizliğe gömülmüş olan odayı kaplayan sesiyle eminim pencerenin pervazında uyuklayan sinek bile canlanmıştır.

"Evet."dediğimde "Yemek yemem ya da yememem seni ne kadar ilgilendirir." dememek için kendimi zor tutmuştum.

"Yalan söyleme."

Bakışlarım ışık hızıyla onu bulduğunda kaşlarımın çatılmasına engel olamamıştım. Sabah öfkemi sindirememişken şimdi de durup dururken bunu söylemesi daha fazla öfkelenmeme sebep olmuştu.

Hızla ayağa kalktığımda pür dikkat beni izlemesi dahi umrumda değildi.

"Beni bilmediğim şeyler yüzünden suçlarken bir de yemek yediğim halde"Yalan söyleme." diyorsun ben! Ben ne diye sana yalan söyleyeyim!"

Sesim umduğumdan da yüksek çıkmıştı. Sakince dinlemiş, istemsizce yüksek çıkan sesime rağmen hâlâ sakinliğini koruyordu.

"Her zaman aynı tabakta yemek yiyorsun tabağın yerinden santim oynamamış, yemekler olduğu gibi duruyor." dedi ve sonra yine sakin bir tonla konuşmaya devam etti.

"Kullanmış olduğum tabir yanlıştı. Afedersin."

Söylediği her sözde çatılı olan kaşlarım havalanmıştı. Bu kadar iyi bir gözlemci ile aynı evde yaşadığıma inanamıyordum. Sanırım bu şaşkın ve çatılı kaşlarımın havalanması hoşuna gitmiş olacak ki tebessüm etti.

Eşsiz tebessümünü görmezden geldim.

Yemek yemek yerine kahvaltı yaptığımı ona söylememe gerek yoktu. Açıklama yapmamın da bir faydası olacağını düşünmüyordum.

Genellikle oturduğu koltukta yerini aldığında gözlerimi pencereye çevirdim. Aynı ortam da yeterince kalmıştık, yabancı bir adamla evli olmak başından beri beni gererken bu gerginliğin beni nasıl yorduğunu hissedebiliyordum. Özetlemem gerekirse mahvolmuştum.

Beni gitmekten alıkoyan rica edici sesiydi.

"Sakin olup oturur musun?"

İster istemez ters bir bakış atıp"Sakinim." dediğimde oturup oturmamak arasında kalmıştım.Bütün benliğimle onunla olduğum bu ortadan soyutlanmak istiyordum.

"Şuan seni ne sakinleştirebilir?"

Yönelttiği soruyla derin bir nefes alıp oturdum.

"Sakin olduğumu söyledim."

Sadece fazlasıyla öfkeliyim.

Beni neyin sakinleştirip sakinleştirmediği onu ne kadar ilgilendirirdi! Öfkeli halime gerginlikte eklenince kendi kendimi bile çekemez olmuştum.

Sessiz aramızda bir mıh gibiydi.

Neden oturmamı istediğini sorgulamaya başlamıştım. Sessiz kalacaksak burada durmamın bir anlamı yoktu.

"Suçsuz olduğun anlaşıldı."

Halıya bakan gözlerimi kırpıştırdım bakışlarım usulca onu bulduğunda gözünü dahi kırpmadan ne söyleyeceğime nasıl bir tepki vereceğime bakıyordu. Bu anın geleceğini beklemesem de uzun zamandır umut ediyordum.

"O halde esaretim de son bulmuş oluyor ne zaman gideceğim?"

Koltuğa yaslamış olduğu elini sakallarına götürdüğünde soğuk bir tonla konuştu.

"Gitmen şuanda mümkün değil fakat ilk fırsatta buradan gideceksin bu konuda bir sorun ve sorunun olmasın."

Gözlerimi ondan çektiğimde nedensizce utangaçlık belirtisi gösteren bedenime isyan ettim. Bu duygu durduk yere nereden peydah olmuştu.

"O halde evli olmamızın da bir manası yok gidene kadar Ahsa' da kalabilirim."

"Bu isteğinde mümkün değil, senin için en güvenilir yer burası o yüzden yaşanan olumsuzlukların karşılığında yanımda kalmalısın."

Vicdanını rahatlatmak istiyordu.

"Amacın vicdanını rahatlatmaksa benim açımdan bir sorun yok, senin hataların olabilir bende zorbalık görmüş olabilirim ama bütün bu yaşanan olumsuzluklar benim için gerçekten de sorun değil. Bu yüzden orada kalmam en mantıklısı."

Elbette yaşadıklarımı kolay kolay unutamazdım. Tek isteğim bir an önce bu saçma denklemden kurtulmaktı.

Yavaşça ayağa kalktı.

"Senin için burası daha güvenli o adamların buraya ne vakit geleceği belli değil, tekrar onların ellerine düşersen geri dönüşün olmaz!"

Yutkundum.

Bu en büyük gerçekti. Ve bu gerçeklerde sadece onun yanında kalacağımın kanıtıdıydı.

"Buraya kadar tek başına nasıl geldiğin hâlâ muâmma şu Dean denen o İngiliz bozuntusuyla konuşman bile suç teşkil ediyor bunu biliyor musun?"

Başımı kaldırıp olan baktım. Dean onlardan olabilirdi ama şuan burada olmam onun sayesindeydi. Belki de hayatta olmamı ona borçluydum.

"O İngiliz değil!"

Sert çıkışımla çatılan kaşları aniden eski halini alırken sol elini cebine koydu.

"Ne fark eder hepsi aynı amaca hizmet ediyor."

Sonuna kadar haklıydı.

"Haklısın ama o, onlar gibi değildi, iyi bir adamdı."

Sert bir nefes alış sesi odayı doldurduğun da bakışları ürpermeme sebep olmuştu.

"Onu savunman dahi suç!"

Sesi içimi bile titretmişti.

Yutkundum.

"Savunmuyorum hepsi kötü diye içlerinden hiç mi iyi birisi olmayacak."

Soğuk bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.

"Sözlerinin doğruluğu olabilir fakat işin içine duygular karışınca insan pek de mantıklı düşünemez."

Kucağımda yuvalanmış olan parmaklarım da ki bakışlarım kurmuş söylemiş olduğu cümlenin absürtlüyle onu buldu. Dean karşı birşey hissettiğim hükmününe nasıl verebilmişti.

"Dean karşı hissettiğim tek şey minnet, acımasız, vahşi adamların içinde beni koruyan oydu sen değil! Şimdi beni suçlayan, öldürmeye çalışan adama mı minnet duymamı bekliyorsun! Yoksa o adama mı?"

Derin bir nefesle sözlerime son noktayı koydum. Bana ne ima etmeye çalışmıştı böyle.

"Resmen onu sevdiğimi ima etti."

Fısıltı ile dile getirdiğim sözler yarım kalan öfkemin ve söylediklerine duyduğum hayretten başka bir şey değildi.

Tek nefeslik bir gülüş odayı kapladı.

"Öyle değil mi?"

Bu kadar keskin bir kulağa sahip olamazdı. Son teknoloji ile üretilmiş insan karışımı bir robotla aynı evde yaşadığımı düşünmeme az kalmıştı.

"Öyle bir şey yok!"

Böyle bir şeyi nasıl ima edebilirdi? Ben ona böyle şeyler ima ediyor muydum? Ne hissettiğim onu ne kadar ilgilendirirdi. Pervasızca çarpan kalbimi kontrol altına almaya çalışırken bakışlarım deseni olmayan halı da desen çiziyordu.

"O halde başka bir şey var hâlâ sakin değilsin."

Sakin durmaya çalışarak ayağa kalkarken karanlık gözlerine baktığımda ölümü andıran bakışları ölümü vaad etmekten ziyade yaşamı vaad eder gibiydi.

"Az önce sarf ettiğin sözler karşısında nasıl sakin olmamı beklersin. Öfkeliyim!"

Gözleri kısıldığında gülümsediğini çok sonradan fark ederken şaşkınlığım kat be kat artmıştı. Bu adam son zamanlar da fazla gülümsemeye başlamıştı, acaba bir sorunu mu vardı.

"Ben cevabımı aldım."

Sözlerini tamamlar tamamlamaz oturma odasından çıktığın da küçük bir çocuk gibi ayaklarımı yere vurmak istedim. Bu adam mı açıklayıcı konuşmuyordu yoksa ben mi anlamıyordum.

Biraz olsun nefes alabilmek adına bahçeye çıkmıştım. İçim daraldıkça sonsuz bir boşluğa sürüklendiğimi hissettiğim de ferahlamak için sığınacağım tek şey yegane yaratıcımdı. Rabbim gönüllere en güzel şekilde ferahlatan ve genişlik verendi.

Ufakta kızıllığıyla güne veda eden güneşin, sonbahardan nasibini almış olan ağaçlarla renk uyumu manzarayı eşsiz kılıyordu. Manzarayı gören bir kimse bu göğün altına vahşice zulüm yapıldığına inanmazdı. Dizlerimi kırıp göğsüme çektiğimde içli bir nefes aldım. Gideceğim güne kadar sabretmeliydim ve burada kaldığım süre boyunca insanlara yardımcı olmalıydım. İçimde ki ses senin daha çok yardıma ihtiyacın var dese de bu sesi duymazdan gelip kalbimin sesini dinleyip isâr yapmanın tam sırası olduğuna karar vermiştim.

Yanı başımda hissettiğim hareketlilikle kimin gelmiş olduğunu tahmin etmem zor değildi. Suçsuz olduğumu öğrenmişti ve bunun karşılığında için için bir özür beklediğimin farkına varırken beni öldürmeye kalkışan bir adamdan çok şey beklediğimi de fark etmiştim.

"Zaman can yaktığı gibi insana geleceği de vaad eder. Bu sebeple insan acılarına göğüs gerer ve kimi zaman onları hiçe sayar."

Soğuk esen akşam rüzgarı ürpermeme sebep olduğunda kollarımı göğsüme de birleştirmiştim. Soğuk esen rüzgarın aksine sesi ılık bir meltem gibiydi. Kelimelerinin doğruluğu ise can yakıcıydı.

"Sen hep özlü sözlerle mi konuşursun?"

"Öyle mi konuşuyorum? Aslında herkesin konuştuğu gibi konuşuyorum."

"Herkes senin gibi konuşmuyor."

Konuyu nedensizce uzatmak hoşuma gitmişti. Belki de suçsuz olduğumu öğrenmenin keyfini çıkarabilmek için onunla normal bir sohbet etmek istiyordum. Vehayutta sadece onunla konuşmak istiyorum. İyice ne istediğini bilemeyen biri olup çıkmıştım.

"İnsanlar basit konuşmaya alıştığı için benim söylediklerim sana özlü sözler gibi geliyordur." dediğinde konuşmaya son noktayı koymuş gibiydi.

"Kısacası insanlar konuşmayı unutmuş Nur Barlas."

Usulca başımı kaldırıp yüzüne baktığımda göğsümde hissettiğim duyguyla kollarımı daha çok birleştirip göğsüme bastırdım. Şuan da bana bakan bu adam beni öldürmek isteyen adam olamazdı. Güneşin kızıllığı kahverengi gözlerine bambaşka bir anlam katarken sanki rüzgar alnına düşmüş olan siyah saç tutamlarını daha fazla sarıp sarmalamak istercesine şiddetli esmeye başlamıştı.

Yüzüne daha dikkatli baktığımda sakallarının bitiminde ki ince yara izini fark ettiğimde daha önceden fark etmediğine hayret ettim.

"O yaraya sahip olduğumda on sekiz yaşındaydım, o gün ilk kez ölecek olduğumu hissettim ve o yara benim için hayatın başlangıcıydı."

Açıklama yapmasına mı şaşırayım yoksa yarayı incelediğimi fark etmesine mi? Sanki daha önceden hiç adam görmemiş gibi adamı göz hapsine almıştım nasıl anlamazdı ki!

Sanki sakince konuşmak için ikimiz de suçsuz olduğumun ortaya çıkmasını bekliyorduk.

Bütün heybetiyle bana dönmüştü. Ayakta olduğum zaman bile kendimi küçük hissetmeme sebep olurken, şimdi ise minicik hissediyordum.

Dizlerinin üzerine çöktüğünde aramızda ki mesafe bir an da azalırken bakışlarım çam ağacını bulmuştu.

Karanlık gözleri de kaybolmaktan korkuyordum. Bakışlarına anlamlı değerler yüklemekten. Hissettiğim korku şuana kadar yaşadığım bütün korkulardan ürkütücüydü. Parmakları başörtümün arka kısmını kavradığında yutkunmayı dahi es geçerek ona baktım.

"Rüzgar sana küçük bir zarar vermiş gibi."

Başörtümün arkasını bir dokunuşla düzeltip dizlerinin üzerine çöktüğü vakarlılıkla ayağa kalktı. Alışmaya başladığım ama her defasında sanki ilk kez aldığım kokusu uzaklaştığında gözlerimi ufka çevirdim.

"Manzara soğuğu hissettirmiyor galiba?"

Başımı hafifçe ona çevirirken tebessüm ederek ayağa kalktım.

"Buranın rüzgarı bile güzel." dedim.

Özenle dizilmiş olan dişlerini göreceğim kadar gülümsediğinde bu adamın hep gülümsemesini istedim. Ve gülümseyişinin savaşa rağmen hiç solmamasını.

 

Bölüm : 23.11.2024 20:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...