11. Bölüm

11. Bölüm

Safiye
nesimisubha

Rüzgarın etkisiyle feracemin etekleri savrulurken gözlerim tozlu yolu sahiplenmiş olan küçük taşlardaydı.

Hemen yanımda yürüyen heybetli beden bu kasvetli havaya meydan okurcasına ilerliyordu. Kendisinin isteği üzerine Ahsa'ya gidiyorduk. Uzun zamandır gitmemiş olmam fazla şüphe uyandırdığı için bir an önce gitmemiz gerektiğini söylemişti.

Düşüncelerimin dönüp dolaşıp bu adam da son bulması canımı sıkıyordu.

Hakkında hiç bir bilgiye sahip olmadığım bu yabancı adamın yanında kendimi her şeye rağmen güvende hissetmem ne kadar normaldi.

Tüm bunlar kafa karıştırıcıydı. Burada kalmaya devam edersem kafamın daha da karışacağını biliyordum. Hissettiğim çoğu duyguları zincire vurmalıydım fakat bu konuda kendime güvenim çok kırılgandı.

Küçük mahalleye girmiştik. Evden çıktığımız andan beri sessizliğimizi itinayla koruyorduk.

Aslında konuşmamız gereken çok şey vardı. Açıkçası benim sorup onun cevaplaması gereken. Nasıl cevaplar vereceğini bilemememden dolayı soru sormaktan çekiniyordum. Bu sebeple bütün sorularımı burada kaldığım zaman zarfina yayacaktım.

Ferida teyzenin evini geride bırakırken bize doğru gülümseyerek gelen Dua'yı gördüm. Üstün körü başına örtmüş olduğu başörtüden saçları özgürlüğünü ilan etmişti. Dua'yı gördüğüm an içimi kaplayan rahatsız edici hissi yok etmeye çalıştım ama tüm bu hisse sahip olmama sebep olan bakışları altında bu imkansız gibi duruyordu.

"Selamün aleyküm."dediğinde Zeyd Sessiz bir şekilde selamını alırken ben onun aksine sesli bir şekilde "Aleyküm selam." demiştim.

"Nasılsın Zeyd?"

Yöneltmiş olduğu soruyla birlikte bakışlarım onu bulduğunda gözleri Kalender amcanın evine bakıyordu.

"Elhamdülillah iyiyim kardeşim, sen nasılsın."

"Bende iyiyim."diyen Dua kardeşim kelimesinden mi yoksa başka bir şeyden mi haz etmediği için isteksizce cevap vermişti.

Onun beni ne ara bulduğundan haberim olmadığı bakışlarını çekmesiyle Dua bana bakarak konuştu.

"Uzun zamandır seni görmüyordum, Zeyd'i her gün görüyordum da."

İçimde kabaran alışık olmadığım duyguyla birlikte derin bir nefes aldım. Bana nasılsın diye bir soru yöneltmeyen bu kızın sözlerine karşılık vermeyecektim. Onu duymazdan gelen bir tavırla konuştum.

"Elhamdülillah bende iyiyim Dua."dediğimde yüzünde ki ifade görülmeye değerdi.

Bir şey söylemesine fırsat vermeden biraz uzağımızda olan adamın peşinden ağır adımlarla yürümeye başladım.

Dua, onu seviyor gibi değildi ama sanki öyleymiş gibi davranıyordu veyahutta ben yanlış anlıyordum. Değişik bir denklemdi. Çözmem oldukça zamanımı alacağa benziyordu.

Ona yetişmek için fazlaca çaba sarf etmeme rağmen sonunda yetişmeyi başarmıştım. En başta sormam gereken soruyu evin bahçesine geldiğimizde sordum.

"Ahsa geleceğimizi biliyor değil mi?"

"Hayır."

Adımlarım durduğunda benimle beraber o da durmuştu.

"Nasıl yani şimdi biz habersiz mi geldik."

"Onlar benim habersiz gelmeme alışkınlar."

Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda kaşlarımı çattım.

"Senin gelmeme alışık olabilirler ama artık bende varım."

Böyle çat kapıya gelmek ayıp olurdu. Geri dönmemiz gerekiyordu sonra tekrar haber verip gelebilirdik.

Dudağının sağ tarafı ahenkle yukarı kıvrıldığında "Doğru." dedi." Artık sende varsın."

Kalbim çırpınmaya başladı. Ciddi haline çoktan bürümüş olduğu halde kapıyı çalmaya başladığında sonra gelmemiz gerektiğini söylemem için artık çok geçti.

Gülümseyerek bizi karşılayan Ahsa'nın mutlu haline şaşkınlık da eklenmişti. Bizi beklemediği belliydi.

"Hoşgeldiniz."

"Hoşbulduk."dediğimde o çoktan içeri girmişti. Sıkıca birbirimize sarıldıktan sonra bizde içeri geçmiştik.

O yine baş köşe de yerini almıştı. Hemen yanında Zayn Ali karşısında ise Amir abi oturuyordu. Amir abiyi görmemle beni öldürmek istediği günü bir kez daha hatırlamıştım.

"Dayııı."

Şems sesiyle oturma odasına neşe katmıştı. Koşarak dayısına ilerlediğinde benim varlığımı hâlâ fark etmemişti. Şems'in küçük kalbinde taht kuran bu adamın acımasız biri olduğuna inanmak zordu. Belki de sadece bana karşı bu kadar acımasızdı. Beni fark etmesiyle Zeyd'in kucağından hızla inip bana doğru geldiğinde bacaklarıma sarıldı.

"Yenge seni çoook özledim."

Yutkunduğum da gözlerim ister istemez köşe de oturan adamı bulduğunda bakışlarımız kesişmişti.

Gözlerimi hızla çekerken Şems'in duyacağı bir sesle "Bende seni Şemsciğim."dedim.

Bu samimiyeti özlemiştim. Beş yaşında ki yeğenimi hatırlamamla gözlerim dolmuştu çabucak kendimi toparlamayı başardığım da elimi kavrayan küçük parmaklarla mutfağa doğru ilerlemiştik.

Sıcak aile ortamını Ahsa'nın yanındayken daha çok hissederken özlemim daha çok artıyordu. Aile ilerleyen zamanlarda yazacağımız şeyleri daha güçlü karşılaya bilmek için bizi eğiten en güzel öğretim yeriydi. Umudumuzu kaybettiğimiz de bize en samimi umudu ailemizin varlığı verirdi.

"Ne güzel sürpriz yaptınız."diyen Ahsa oldukça neşeliydi.

"Kardeşimle evlendiğinde bizi unuttuğunu düşünmedim değil."

İçtiğim çaydan bir yudum aldığımda o an aklıma gelebilecek en mantıklı ama en saçma cümleyi söyledim.

"Gelmeyi çok istedim ama günler çok yoğun geçti. Eve alışmam da zaman aldı."

Kardeşin suçlu olduğumu düşündüğü için beni tutsak etti diyemezdim. Acaba böyle bir şey söylesem Zeyd tarafından başıma neler gelirdi.

Ahsa yüzüne yayılan gülümsemeyle sevimli bir kadın haline bürünmüştü.

"Zeyd sağlıklı beslenmeye de çok düşkündür bu yüzden sana yemek konusunda çok yükleniyor olabilir ama eminim ki her konu da yardımcı oluyordur."

Normal bir evlilik yapmış olsaydık belki. Sanırım bu özellik diğer Zeyd'e ait olmalıydı. Her ikisinde de hiç bir fikrim olmayan Zeyd'e. Onu tanımak gibi bir amacım yoktu ama eğer böyle bir isteğim olsa eminim bu mümkün olmazdı.

"Zeyd senin gibi eşe sahip olduğu için çok nasibli."

Buna nasıl karar vermişti. Durgun bakışlarım gülümseyen çehresini buldu.

"O sevdiklerine karşı bile mesafeli biri, onun bu hallerine sabretmek zor oluyor o yüzden söyledim."

Sevdiklerine bile mesafeli olan adamın bana karşı olan tavırlarına hiç saşırmamalıydım.

"Eşim olmasına rağmen onu senin kadar tanımıyorum."

Geldiğim andan beri yüzünde ki gülümsemeyi koruyordu.

"Bu çok normal, Bende Amir abini tanıyana kadar oldukça zaman geçmişti. Ama sana kötü bir haberim var."

Son cümlesiyle kötü haber senaryoları

aklımı istila ederken "Kötü haberin ne?"dedim.

"Zeyd, Amir abinden daha zor bir adam. Rabbim yardımcın olsun."

Kötü haberle rahatlayacağımı hiç düşünmezdim. Bu evlilik devamlı olmadığından benim için köyü bir haber değildi. Bunu gerçek eşi düşünecekti.

"Siz Amir abiyle nasıl tanıştınız?"

Gülümseyen dudakları solduğunda tekrar acı bir tebessüm yayılmıştı.

"Annemle babamı kaybettiğim gün ilk kez karşılaşmıştık. O gün sevdiğim iki insanı kaybetmiştim ama Rabbim karşıma bir ömür yoldaş olacağım birini çıkarmıştı. Kardeşlerimle yapayalnız kalmıştık."

Benim yaşamış olduklarım onun yaşadıklarının yanında hiç kalıyordu.

"O vakitler Zeyd'in süt kardeşim olduğunu öğrenmemiştim. Genç bir kızken omuzlarım da ki yük ağırdı. Amir abin ise deli dolu bir adamdı. Ama savaş onu o kadar olgunlaştırdı ki bazı zamanlar onu tanımakta güçlük çekerdim bunun tek sebebi ise savaşın varlığına alışamamaktandı."

Yeşil gözleri beni bulduğunda kirpiklerimi kırpıştırdı.

"Savaş benim minik yavrularımı bile olgunlaştırdı kimi zaman oyun oynamayı bile unuttuklarını düşünüyorum."

Yutkundu. Gözleri dolduğunda onun ruh hali bana da sirayet etmişti.

"Buna üzülmemelisin Ahsa yaşadığımız çağ da çocukluklarını zor da olsa yaşayanlar savaşın içinde ki çocuklar, onlar zamanın, oyun oynamanın, aileleriyle vakit geçirmenin,anne babaya saygı ve bağlılığın kıymetini bilen en iyi çocuklar."

Çünkü korkuyu en iyi savaşın insanları bilirdi. Korku ise kaybetme duygusu hissettikçe şiddetlenirdi.

Acıyla tebessüm etti. Onun yaşında ki kadınlar doyumsuz bir lüks hayat yaşayanları örnek alacaklarına Ahsa'yı örnek olmalıydı. Çünkü o gerçekten hayatı bütün zor şartlarıyla yaşayan

kadınlardan sadece bir tanesiydi.

O savaşın kadınıydı.

Kaybettikleriyle hayata tutunan insanlar gibi olmak isteseydik acaba hâlâ olduğumuz yerde durur muyduk?

"Savaş insanı kaybettikleriyle öğretir ve eğitir. Aslında her şey böyledir. Kimileri herşeyini savaşla kaybeder, kimileri ise şükürsüzlükle."

Acı tebessümü yüzünden silinmedi. Nemli gözleri sevgiyle bana bakıyordu.

"Kardeşim hayatının en güzel seçimini seninle evlenmekle yapmış."

Cevap veremedim.

Sırf güvenliğimi sağlayıp ülkeme dönebilmem karşılığında kendi çıkarları için benimle evdiğini bilseydi acaba ne yapardı? Onu düşüncelerimden uzaklaştırdım. Şimdiden bile bu insanlardan ayrılmanın nasıl zor olacağını düşünmek ağır geliyordu. Öylece ardıma bile bakmadan nasıl gidebilirdim ki? Nasıl rahat bir hayat yaşayanilirdim, vicdanım buna el vermezdi ki. Sanki buraya gelene kadar boş bir masalsı bir hayat yaşamıştım. Bazı şeyler insanın hayatının dönüm noktasıydı. Sanırım benim dönüm noktam da Akadistan topraklarıydı.

***

Sohbetimiz eğlenceli bir hâl almıştı. Bu sohbeti bölen ise Zeyd'in tok sesiydi.

"Geç oldu kalkalım mı?"

Bu sorunun muhatabı ben oluyordum.

Kapının hemen girişinde ki bedenle göz yemesi kurmadan " Olur. " dediğimde Ahsa'nın bakışları başörtümü düzeltmemde kalmıştı. Zeyd gözden kaybolduğunda soru sorarcasına bana baktı.

"O senin eşin Nur?"

"Amir abinin de geldiğini sanmıştım."

Kuşkulu bakışları kaybolurken gülümsedi.

"Bu konuda rahat olabilirsin onu çağırmadığım sürece hanımların bulunduğu ortama girmez."

Bu evde kaldığım zamandan bunu biliyordum. Ahsa'nın açıklama yapmış olmasıyla konu kapanmıştı. Bir açıklık vermek en son istediğim şeydi. Tek bir hatam da Zeyd'in neler yapabileceğini düşünmek bile ürpermeme sebebiyet veriyordu.

"Sizde Allah'a emanet olun."dediğinde Ahsa yüzünde hiç solmayan gülümsemeyle kapıyı kapamıştı. Soğuk havayla temas eden bedenim üşümeye başladığında kollarımı göğsümde kavuşturdum. Feracemin altına hırka giymeyi nasıl unutabilmiştim. Uzun ve kalın kabanıyla uygun adımlarla yanımda yürüyen adamın bir incelik yapıp kabanını omuzlarıma örtmesini için için istemiştim. Ama bu isteğimin abartılmış aşk romanlarına mahsus olduğunu çok iyi biliyordum. Çok küçükken okumuş olduğum kitaplarda ve izlemiş olduğum filmlerde. Genellikle baş karakter olan erkek kızdan nefret etse bile hep onu düşünürdü. Kanlı bıçaklı olmasına rağmen bir insanın böyle olmasına hiç ihtimal veremezdim. Şimdi bu düşüncem de ne kadar haklı olduğumu bir kez daha anlamıştım. Düşüncelerim bir kabandan nerelere gelmişti.

Yürümek üşüyen bedenimi ısıtmıştı.

Onun kabanına ihtiyacım kalmasa bile omuzlarıma örtülse memnuniyetle karşılardım.

"Ablamla çok iyi anlaşıyorsun."

Konuşacağı hiç aklıma gelmezdi. Bir an benimle konuşup konuşmadığından emin olamayıp başımı kaldırarak yüzüne bakmıştım. Zifiri gözlerine gecenin karanlığının çökmesiyle karanlık gece bakışlarında parlıyordu.

"Evet, Ahsa mükemmel biri."

"Bu mükemmellik ablama has bir özelliktir."

Ahsa'ya olan sevgisinin ve saygısının ne denli olduğunu bir kez daha görmüştüm. Ablam da benim için öyleydi belki de bundan daha fazlasıydı. Annem her zaman birbirimizi tamamladığımızı söylerdi.

Yüreğimin göğüne çöken hasret bulutları gittikçe çoğalıyordu.

"Sanırım Dua ile anlaşamadın?"

Bu kızla anlaşıp anlaşamamak sorusu da nereden çıkmıştı. Konumuz Ahsa idi ve neredeyse beş dakika önce son bulmuştu.

"Anlaşamamak kendisinin sorunu."

Geceye sessiz bir gülüş sundu. Gecenin karanlığından gülüşüne sığınmak istedim.

Kesinlikle istemedim bu sadece içimden, bilmediğim bir yerlerden gelen ve bana ait olmayan bir ses.

"Ablam kadar olmasa da iyi biridir."

Hızlı adımlarım aniden durakladı. Sözlerini duymamış gibi yaparak adımlarım eski halini alırken onu arkamda bırakmıştım. İyi biri olduğunu açıklamasına ne gerek vardı. Hem ne kadar iyi biri olsa da bana olan soğuk bakışları bende iyi biri olduğu izlenimi uyandırmıyordu.

"Hey! biraz daha yavaş olur musun?"

Yumuşak bir o kadar da tok sesiyle durduğumda epeyce uzaklaştığımı fark etmiştim.

"Yetişemiyor musun?"

Yapmacık bir soru sormuştum. Benim bir adımım onun iki adımıydı. Yani bana yetişmemesi imkansızdı. Ellerinin kabanını cebine koyup düz bir ifadeyle baktı.

"Yetişememek değil, düşüp bir yerini incite bilirsin. Gidene kadar seni iyi muhafaza etmeliyim Nur Barlas."

Ben eşya mıydım da beni muhafaza edecekti. Hem soyadımla hitap etmekte neydi! Resmi bir dairede miydik? Bu adam mı tuhaftı yoksa ben hiç yabancı bir adamla bu kadar yakın olmadığımdan bana mı değişik geliyordu.

"Anlıyorum beni süzmeyi seviyorsun ama gecenin karanlığında nasıl başarıyorsun."

"Ne?"dememle kaşlarım yerinden oynamıştı.

"Bu defa seni süzmüyordum h-"

Sözlerimi yarıda kestim. İnsanın ayarları bazen patavazsızlık üzerine kuruluyordu ve benim patavazsızlığımın ayarları hep bu adam için kuruyor gibiydi.

Hafif bir tınıyla ilk defa gülümsediğinde başını aşağı yukarı hareket ettirmesiyle yanaklarımda ki kızarıklığı gizleyen geceye şükrettim.

"Aslında amacım seni süzmek filan değil."dedim. Sanki hayatımda ilk kez yakışıklı bir erkek görüyorum. Yani senden iyisini görmemiş olabilirim ama.

"Yabancı olduğum adamı tanımaya çalışmak ama sen bunu başka bir şekilde yorumluyorsun."

Tek kaşının havalanıp tekrar yerini bulmasını yan bakışlarımla izlemiştim.

"Birşeye yormuyorum."

Cevabı da hazırda bekliyordu. Sert bir nefes aldım. Ortamda ki tuhaf havayı de dağıtmak yine bana düşmüştü. O an aklıma gelen ilk soruyu cevap vereceğini ummasam da gelişi güzel sordum.

"Karın yağmasını sever misin?" dedim.

Küçük tepeye ulaşıp evin kapısına geleli biraz olmuştu.

"Severim, çok küçükken kar yağması için hep dua ederdim."

"Dua edecek kadar mı?"

"Dua edecek kadar."

Sesinde duyduğu özlemi sezmiştim.

Neden dua edecek kadar sevdiğini merak etsem de soramadım.

Evden içeri girdiğimizde merdivenlere yöneldiğimde elinde tuttuğu gaz lambasını bana uzattı.

"Hayırlı geceler."

Şaşkınlığımı gizlemeyi yarım yamalak başarırken "Sana da." dedim.

Yine ilk defa hayırlı geceler derken gaz lambasını nazikçe bana uzatmıştı. Önceden masanın üzerine koyup oradan almamı söylemişti. Ve o günden sonra hep öyle yapmıştım.

Odaya girdiğimde gaz lambasını sehpanın üzerine koydum. Açık olan pencereyi kapayıp perdeyi açık bırakarak odanın ay ışığıyla aydınlanmasına izin verdikten sonra gaz lambasını söndürmüştüm.

***

"Ruhum onu kabul etmememin esaretinde gibiydi. Ne zaman onu kabul etsem ruhum sanki o esaretten kurtulacaktı."

 

Zamanın yakıcılığı insanın belleğine işlendiğinde işlenen bir çok şey geri alınamıyordu. İnsan yaşadıklarıyla sınanırken kendi karakterini kazanıp sınırlarını çizerdi. Kaybettiği her şey kazandığı güçlü karakter karşısında hiç kalırdı. İnsan kaybettikleriyle hayata tutunurdu daha doğrusu tutunmak zorundaydı. Akadistan da herşeyi kaybeden biriydim, Türkiye de ise her şeye sahip biri. Her şeyi kaybetmiş olmama rağmen neden bu kadar güçsüz ve çaresizdim. Güçlü olmam için ailemi gerçekten kaybetmem mi gerekiyordu. Belki de aileme kavuşamadan bu topraklarda ölecektim. Kaybetme korkusunu önceden bu denli beni ele geçirdiğini hissetmemiştim.

Derin bir alıp evin arka tarafına doğru ilerlediğim de karşıma çıkan küçük tahta kulübeyi daha önceden görüp görmediğimi sorgulumaya başlamıştım. Beynimi ele geçirmiş olan düşüncelerimden bir nebze olsun kurtulmak istiyordum.

Daha önceden fark etmememin sebebi belkide kulübenin etrafını saran ağaçlardı. Kulübenin kapısına geldiğimde meraklı bakışlarım oldukça eski duran tahtalar da gezindi.

Arapça harfleriyle özlenle işlenmiş M ve V harfine dikkat kesilirken hemen yan tarafında Z ve H harfi daha çok dikkatimi çekti. Birilerinin isimlerinin baş harfi olmalıydı. Z harfini tahmin etmek zor değildi. H harfi kim olabilirdi. Sevdiği kadın mı? Olabilirdi bu çok normaldi. Böyle bir ihtimal neden bu kadar canımı sıkmıştı. Bu evliliği fazla mı ciddiye almaya başlamıştım. Düşüncelerimden uzaklaştım derken şimdi de ne acayip şeyler düşünmeye başlamıştım. İçin için kendime kızarken merakla kapının koluna uzandığımda açılmayaçağını düşünerek bir hamlade bulundum. Hafif bir gıcırtıyla kapı açıldığında elimi hızla geri çeksem de kapı kendiliğinden açılmaya devam etmişti. Örümcek yuvalarının hakim olduğu tozlu bir yer beklerken tam tersi çıkmıştı. İçeri gayet temizdi. Büyük camın yanında iki kişilik ve oldukça eski işlemlere sahip tahta başlıklı bir yatak vardı hemen yanında ise yine eski bir masa ve sandalye.

Başımı yan tarafa çevirdiğimde duvarda asılı duran dokumalı halı tarihi bir sanat eseri gibi duruyordu.

Kendimi suç işlemiş gibi hissederken aceleyle kapıyı kapadım. Eşyalar yarım kalan bir hayatın parçası gibiydiler. Bakışlarım tekrardan Z ve H harfini buldu. Daha dikkatli bakınca harflerin hemen altında yazılı olan cümleye gözlerimi kısarak baktım. Okuyabilmem imkansız gibi duruyordu.

 

"ہماری قیمتی چیزیں جو ہماری زندگیوں میں قیمتی

اضافہ کرتی ہیں۔"

 

"Kıymeti"kelimesini anlamakla yetinirken umutsuz bir nefes alıp kulübeden uzaklaştım. Sonbaharın son renkleriyle kendini süsleyen ormana doğru ilerledim. Kulübe ardımda kalırken amacım biraz olsun farklı şeyler görmekti. Yaşamış olduğum olaylardan uzaklaşmak ve bulunduğum ortamdan kendimi soyutmak istiyordum. Buna çok ihtiyacım vardı. Oysa yaşamış oldukları olayların gerçekliğiyle yaşayan milyonlarca insan vardı. Bencillik ediyor olabilir miydim?

Kendimi defalarca sorguya çekmek beni daha çok çıkmaza sürüklüyordu. İçimde ki Nur'a gün geçtikçe veda ediyor gibiydim. Duyduğum su sesiyle dikkatim dağılırken buna kuş cıvıltıları da eklenmişti. Artık düz istikamette değil de aşağı tarafa doğru yürüyordum. Yürümekte zorlansam da önceki doğa yürüyüşlerimin çok faydası olmuştu. Dere olduğunu düşündüğüm yer küçük masmavi bir göldü. Balamir'in saklı cenneti burası olabilirdi. Gölü çevreleyen otlar kurumaya yüz tutmuştu. İlkbahar gelmesiyle etrafını saran rengarenk çiçekleri hayal etmek zor değildi. Göle çok uzak olmayan iri bir taşın önüne oturduğumda sırtımı taşın gövdesine yasladım. Gözlerimi kapayıp açtığımda huzurlu bir nefes aldım. Aylar sonra aldığım en güzel nefes olabilirdi.

Kuruyan otlara rağmen bu huzurlu ortam ilkbaharın her gelişiyle ailemle yaptığımız piknikleri hatırlatmıştı. Bu piknikler babamın yoğun iş hayatından ayırdığı zamanlarda gerçekleşirdi. Hiçbir zaman işleri yüzünden ailesini ihmal eden bir adam olmamıştı. İhmal ettiğini düşündüğü zaman ise onu hemen telafi ederdi. Annem, bütün hayatını bizi en güzel şekilde yetiştirmeye adarken bir annenin nasıl olması gerektiğini de öğretmişti. Ablam,annemin yolunu takip etmeyi seçmiş ve benim görüşüme göre mükemmel bir anne ve ev hanımı olmuştu. Tabi bunun yanı sıra babamın kurmuş olduğu vakıfta gönüllü olarak hizmet ediyordu. Emir Barlas'ın kızı nasıl ev hanımı olabilir diye düşünenlere öyle bir rest çekmişti ki onun bu duruşuna hayran kalmıştım. Erkek kardeşim, siyasete atılmaktan vazgeçmiş bu kararına babam hariç hepimiz mutlu olmuştuk. Sonra verdiği karar ise uçuktu. Futbolcu olmaya karar vermişti. Babam bu kararını şiddetle reddederken kardeşim onu ikna etmeyi başaramamıştı. Babam hepimize kendi istediği mesleği dayatmaya çalışsa da hiçbirimiz bu isteğini yerine getirmemiştik. Buna rağmen bize sırtını çevirmemişti.

Ailemi düşünmek özlemimi daha da perçinliyordu. Göl olmasına rağmen bu kadar akıcı bir ses çıkmasına şaşırmıştım.

Ağaçların arasından gelen çıtırtı sesiyle gerilen bedenimle temkinli bir şekilde ayağa kalmıştım. Çok geçmeden sesin karşı taraftan değilde arka taraftan geldiğini anladım. Yabani bir hayvan olabilir miydi? G.Ü.B'in askerleri? Ya da başka birşey.

Buraya doğru gelirken bunları nasıl düşünmemiştim.

Ağaçlık alandan bir anda açık alana çıkan bedenle gözlerim irice açılmıştı. Onun buraya gelmesi belki normal bir şeydi ama benim beklediğim en son kişiydi.

"Zeyd?"

Düzenli siyah saçları rüzgarda savrulmuş gibi alnına dökülmüştü. Karanlık girdapları boğucu bir öfke eşliğinde bakarken bakışların da başka bir şey daha var gibiydi.

"Buna ne hakkın var!?" dediğinde sert sesiyle neredeyse minik bir kuş misali

yerimden fırlayacaktım. Sesine gözlerinin taarruzu da eklenince irkilerek bir adım geri attığımda minik bir kuş misalini bile geçmiştim.

"Anlamadım."

Soru sorarcasına çıkan sesimin varlığıyla yokluğu birdi.

Gözleri kıstı ve derin bir nefes aldı.

"Bana haber vermeden nasıl evden çıkarsın!"

Açıklamasıyla feraceme kenetlemiş olduğum parmaklarımı serbest bıraktım.

"Evde yoktun bende biraz gezmek istemiştim. Suçsuz olmama rağmen hâlâ senden izin mi almam gerekiyor.

"Bu defa sabır dilercesine keskin bir nefes aldı. "İzin alıp almaman sorun değil, sorun haber vermeden ortadan kaybolman."

"Haber vermem gerektiğini bilemedim. Hem genellikle evde olmuyorsun eve erken de dönmüyorsun."

"Evdeydim."

Kaşlarımın çatılmasıyla bakışlarımı sakındığım gözlerine çevirdim.

"Değildin, seni sabahtan beri görmedim."

Kesinlikle evde değildi. Onun olmadığı bazı zamanlar da başörtü takmıyordum. Bugün de takmamıştım.

Parmaklarıyla alnını ovaladı. Dudaklarına ansızın konan tebessüm yine ansızın yok olmuştu.

"Anlaşıldı, senin gibi bir kızın buralara kadar gelmesine şaşırmamak gerekir."

Hırçın tarafım baş gösterirken hâlâ içimde ki Nur dan uzaklaşmadığımı da anlamış oldum.

"Ne anlaşıldı. Ben hiçbir şey anlamadım. Senin gibi bir kız da ne demek oluyor?"

Bana aptalsın demeye mi çalışmıştı.

Az önce ki öfkeli halinden eser yoktu. Hiç öflenmemiş gibi duruyordu. Bütün öfkesi bana aksetmişti.

"Bir daha ki ne haber verirsen daha iyi olur."

Sırtını bana döndüğünde yürümeye başlamıştı,tavırlarından hiç haz etmemişken daha da asabileşiyordum.

"Suçsuz olduğum hâlde bana bağırmamalıydın!"

Acaba bu cesaretimin kaynağı nereden geliyordu. Adımları durduğunda kesik bir nefes aldım.

"Uzatmaya gerek yok Nurfeza Barlas. Gitsek iyi olur."

Öfke dolu bakışlarım sırtında gezindi. Yerden aldığım çalı parçasını ikiye böldüğüm de bir nebze olsun rahatlamak istiyordum. Hep o konuşuyordu ve kendimi açıklamama izin vermiyordu. Hızlı adımlarla yanından geçerken duymasından sakındığım bir sesle konuştum.

"Konuşmama bile izin vermiyor. Sayesinde konuşmayı unutacağım."

Aşağı inmiş olduğum taraftan yukarı çıkmaya başladığım da başımı kaldırmadan yürümeye devam ederek yokuşun bitmesini bekledim. Başımı usulca kaldırdığımda kulübe görüş alanıma girmişti. Duraklayıp nefesimi düzene soktum. Soğuk esen rüzgar bedenim de ki ısıyı yok etmişti.

Varlığını unutmuş olduğum adamın yokluğunun bile bana güven vermesine şaşırıyordum. Onu hatırlamamla arkama döndüğümde önümde ki bedenini görmeyi beklemezken bir adım geriledim. Ani yapmış olduğum hareketle dengemi kaybettiğimde sararmaya başlamış olan otların üzerini boylayacağımı düşünürken kolumu kavrayan parmaklar kurtarıcım olmuştu.

Yüzümün hızla sert göğsüne çarpmasıyla burnumun sızlaması bir olmuştu. Başımı geri çektiğimde acıyla yüzümü ekşitip elimi burnuma götürdüm. Sanki koca bir kaya parçasına çarpmıştım. Bu kadar yakınıma geldiğini nasıl duyamamıştım. Bu adam hakkında ilginç teorilerim gün geçtikçe çoğalıyordu. Kolumu kavrayan parmakları gevşemişti. Tam hırçın bir sesle sitem etmeye hazırlanırken konuşmuştu.

"Kötü mü kokuyorum?"

Sızlayan burnum sayesinde yaşaran gözlerimi kırpıştırıp hiç düşünmeden cevap vermiştim. Aslında doğruları söylemiştim.

"Hayır, gayet güzel kokuyorsun da biraz burnum acıdı da."

Gülümsedi. Kılıç gibi keskin kirpiklerini kapayıp açtığında gülümsemesi daha da çoğaldı. Söylediklerim hoşuna mı gitmişti.

"Sen, gerçek misin?"

Soğuk rüzgarın eşliğinde yüzüme vuran nefesiyle kollarımı kavrayan parmaklarına rağmen ondan uzaklaştım. Esrarengiz bir sesle sorduğu soruyla ne amaçladığını anlamaya çalışıyordum. Hiç ona göre bir soru değildi. Durup dururken güneşli havanın soğuk olması ve yine bir anda soğuk havaya rağmen bedenimin sıcak basmasına bir anlam veremedim.

"Maalesef gerçeğim."dediğimde bana öyle bir bakmıştı ki neredeyse söylediklerim den utanacaktım.

Kahve hareleri yüzümü istila ederken kolumu özgür bıraktı. Titrek bir nefes aldım. Bedenim şuanda hem soğuğa hemde sıcağa sahipti.

"Gerçek olduğunu biliyorum Nur Barlas."

Söyledikleriyle bakışlarım tekrar yürüyen adamı buldu. Bu adamın gerçekten amacı neydi? Ya da gerçekten amaçsız bir adam mıydı?

"O zaman ne diye öyle bir soru soruyorsun!"dedim. "Anlayacağım bir şekilde konuşur musun?"

"Aslında gayet açıklayıcı konuşurum."

"Sen sadece kendine açıklayıcısın."

Adımları durdu. Çok geçmeden sesinin esrarengizliğini koruyarak konuştu.

"Bu konu da haklı olabilirsin."

Sonun da bana gerçekten hak verdiğini hissetmiştim. Yürümeye devam ettiğinde adımlarımı yavaşlattım ardında kalmam en iyisiydi. İhtiyaç olmadıkça onunla konuşmayacaktım. Konuşmamız pek işe yaramıyordu. İki yabancıydık ve yabancı insanlar gerekmedikçe birbirileri ile konuşmazdı. Artık bende böyle yapacaktım.

***

İki gündür gerekmedikçe konuşmamıştık. Doğrusu ben konuşmamak için elimden geleni yapmıştım. Sabah erkenden gidip gece geç saatlerde geliyordu. Buna birkaç kez şahit olmuştum. Bugün de sabah erkenden gitmiş olduğunu düşünüyordum fakat gitmemişti. Odasından yeni çıkmış şimdi ise mutfaktaydı. Eminim ki kahvaltısını çoktan yapmış bu saatte de asla kahvaltı ettiğini görmemiştim.

Günlerdir aklımı kurcalayan soruyu ona sormadan rahat etmeyecektim. Soracağım soruyu nasıl sormam gerektiğini düşünürken iyice koğuşta ileri geri yürüyen mahkum gibi olmuştum. Onunla konuşmaya nasıl başlamalıydım.

"Ailemle görüşebilir miyim?"

"Seni telefon da konuşurken gördüm bende ailemle görüşmek istiyorum."

Bunlara benzer birçok cümle aklımı istila ediyordu. Sertçe nefes aldığım da içeri giren adım sesleriyle pencerenin kenarın da kalakalmıştım. Artık ezbere bildiğim pencerenin manzarasını izlemeye başladım. İçeri girdiğinden hiç haberdar değilmişim gibi davranıyordum. Çekmeceli masanın usulca açılıp kapandığını duyamama rağmen hâlâ pencereye arkamı dönmemiştim. Artık varlığını görmezden gelmem mümkün değildi. Yavaşça olduğu tarafa döndüm.

Gözlerinde ki yumuşak bakış sorumu sorabilmem için bir fırsat gibiydi. Bakışlarımı kaçırıp duvarda ki tabloya baktım.

"Zeyd."

İsmi dudaklarımdan habersiz gibi çıkmıştı.

"Söyle."

Gözlerim oturma odasını talan ediyordu. İzin verecek miydi ki? Belki de kızacaktı. Kaçırmış olduğum bakışlarım tekrar onu bulduğunda yutkundum. Bu kadar zor olmamalıydı.

"Ne sormak istiyorsan sorabilirsin."

Sözleri gerginliğimi az da olsa hafifletse bile gerginliğim hâlâ üzerimdeydi. Sanki çok uzun bir cümle kuracakmışım gibi derin bir nefes aldım.

"Ailemle konuşabilir miyim?"

Kapı da ki bakışlarım onu bulduğunda yüzünde ciddi bir ifade hüküm sürüyordu.

"Mümkün değil."

Yüzünde ki ciddiyet sesine de yansımıştı. Ahsa şebeke olmadığını söylemişti o da aynı şeyi söylemişti. Sanırım onu telefonla konuşurken gördüğümü bilmiyordu.

"Bana şebeke olmadığını söylemiştin ama telefon da konuşuyordun."

Sesimin hesap sorar gibi çıkmaması için çaba sarf etmiştim. Keskin bakışları tuhaf bir ifadeyle kasıldı.

"O başka birşey."

Kesin cevabıyla Ahsa'nın bile onun bir telefonu olup da biriyle konuştuğunu bilmediğini anladım. Bu kadar konuşabilmişken üstelemeliydim. Biliyordum ki bu fırsat bir daha elime geçmeyecekti. Bu cesaretimi bir daha bulamayabilirdim. Karşımda ki adam sanki birilerini öldürmüşüm de aranan seri bir katilmişim gibi muamele ediyordu.

"Hiç olmazsa ailem hayatta olduğumu bilsin istiyorum onlara-"

"Sana mümkün olmadığını söyledim! Israr etme!"

Öfkeli hâlinin nerede kaldığını düşünüyordum. Oysa ki daha vakti gelmemiş. İstediğim şey bu denli zor bir şey miydi? Sorun telefonda konuşmak ise o neden konuşuyordu.

"İstemedim farz et, zaten senden böyle bir şey istemem hataydı. Beni nasıl anlayacaksın ki, ailenden uzak bile kalmamışsındır."

Çatılı kaşlarım kararlılığını sürdürürken gözlerimi kırpmadan ona bakıyordum. Zifiri bakışlarında büyük bir fırtına koptuğunu sezdim. Onlarca duygu seli gelip geçti ve sonra gözleri yine eski karanlığına geri döndü.

Bunların hepsi bir saniye de gerçekleşmişti.

"Doğru, senin gibi uzak kalmadım Nur Barlas."

İsmimle soyadım ilk defa bu kadar itici telaffuz edilmişti. Ve bu defa ismimi

dile getirişi diğer telaffuz ettikleri gibi değildi.

"Çünkü uzak kalacağım bir ailem hiç olmadı."

Derin, uçsuz bucaksız bir boşluğa fırlatıldığımı hissettim.

Söylediklerimi geri alabileceğimi bunun içinde bir çok şeyden vazgeçmem gerektiğini söyleselerdi, vazgeçerdim.

Olduğum yerde kıpırdayamadım. İçime doğru umutsuz bir adım attım.

O gitmişti.

Ben ise manzarasını ezbere bildiğim pencere kenarında öylece kalakaldım.

Dakikalar sonra mantıklı düşünmeye başladığımda merdivenlere yöneldim. Odasının önünde durduğumda kapıya vurdum.

"Zeyd."

Hâlâ bir cevap gelmemişti. Kapıyı açtığımda onun olmadığını görünce kapıyı açtığım gibi kapamıştım.

Bahçeye çıktığımda buğulu gözlerim umutla onu arıyordu. Bir ailesinin olmadığını bu şekilde öğrenmeyi hiç istemezdim. Her ne kadar bana bir suçluymuşum gibi davransa da kalbini kırmaya hakkım yoktu. Eve doğru döndüğümde kulübenin olduğu taraftan emin adımlarla bahçeye ilerleyen Zeyd'i gördüm Derin bir nefes aldım. Aldığım nefes kalbimi sızlatırken onun aksine emin olmayan adımlarla ona doğru yürümeye başladım.

"Zeyd."

İsmini söylemem ile durdu ve usulca bana döndü.

Dudaklarımın içi kemirilmekten bir hâl olmuştu. Gözlerim de ki hüznü gizlemeye çalışsam da pek başarılı olamamıştım.

"Özür dilerim."

Sesimde ki pişmanlığı beni hiç tanımayan bir insan bile anlayabilirdi.

"Çok üzgünüm.... Kendimi açıklamak isterken kalbini kırdım, çok özür dilerim."

Gözlerim zemheri bakışlarının yansıdığı sert çehresini buldu. Beni affettiğine dair bir iz arıyordum.

"Kırılmadım, kırılmam da. Hayatım boyunca hiç bir gerçek beni kırmadı. Çünkü gerçekler insanın özüdür."

Yıkılması imkansız bir nesneyi andırıyordu. Bu denli yıkılmaz, kırılmaz durmak zorun da mıydı?

Gerçekçi olabilirdi sonuçta bir film çekmiyorduk. Zaman zaman kendimi bir filmin ortasında gibi hissediyordum da. Belki de onun gerçeği buydu. Sonuçta savaşın ortasındaydı. Hayatın gerçek acısını savaşın insanları tadıyordu ve sonra geri kalan hiçbir gerçek onları incitmiyordu. Galiba Zeyd de öyle biriydi.

"Kırılmamış olsan da özür dilerim."

Onu anlamak istercesine baksam da anlamam imkansız görünüyordu. Sanırım onu bakışlarından anlamak istiyordum. Gözlerine çekmiş olduğu perde bütün duygularını gizliyordu. Peki bunu nasıl başarıyordu. İki adım attığında aramızdaki mesafeyi kapattı. Kalbim hızla çırpınmaya başlarken geriye adım atmamak için kendimi zorladım.

"Özür de dileme buna gerek yok, dediğim gibi kırılmadım da."

Yerdeki kuruyan çimleri saymaya başlayacağım an gözlerimin önüne uzatılan tuşlu bir telefonla şaşkın ama minnet dolu bakışlarım sevinçle onu buldu. Kahvelerinde ki ışıltının sebebini bilmesem de görmek bile beni her şeye rağmen mutlu etmişti.

"Beş dakika konuşabilirsin daha fazlası mümkün değil."

Teşekkür ederek parmaklarının arasında ki telefonu aldım. Ağır adımlarla yanımdan uzaklaştı.

Büyük bir heyecanla elime aldığım telefon parmaklarımın arasında titriyordu. Titreyen telefon değil parmaklarımdı.

Heyecanla telefonun tuşlarına dokundum küçük ekranda ki numarayı görmek bile beni duygulandırmıştı. Arama tuşuna bastığım da "Çalıyor.." yazdığını düşündüğüm yabancı yazının bir gün beni bu denli mutlu edeceğini hiç düşünmezdim.

Açılan telefondan yükselen "Buyrun."sesiyle yutkundum.

"Anne."

Karşı tarafta ki nefes sesi sıklaşmıştı.

"Nur, kızım sensin."

"Evet, benim anne."

Yanağımdan süzülen gözyaşları aileme, anneme olan özlemimin zerresiydi.

"Nur'um iyi misin? Neredesin?"

Tıpkı benim gibi mutluluk ve çaresizlikten ağlıyordu. Boğazım düğüm düğüm olmuştu bu yüzden cevap verirken zorlanıyordum.

"Ben iyiyim anne, merak etmeyin güvendeyim ve hâlâ Akadistandayım. Beni alabilmeniz için karışıklığın son bulması gerekiyor. Siz nasılsınız?"

Sorumu duymazdan geldi. Sesinde ki telaş öyle sabırsızdı ki.

"Karışıklığın son bulmasını beklememize gerek yok kızım yerini söyle baban seni oradan almak için her şeyi yapar. Nerede olduğunu öğrenebilmek için yaptıkları gibi."

Beş dakikanın bitmesine saniyeler kalmıştı. Bunun imkansız olduğunun farkında olduğunu bile bile söylemişti. Eğer öyle olmasaydı şimdiye kadar babam yerimi çoktan bulmuştu.

"Sizi çok seviyorum. Belki aniden telefon kapanabilir."

Sesinde ümitsizlik yoktu ama sanki her an o ümidini de kaybedecek gibiydi. Ses tonun da ki mutluluk ise yaşadığımı öğrendiği için olmalıydı. Çünkü ben bile çoğu kez öldüğümü düşünecek kıvama geliyordum.

"Bizde Nur'um, Allah'a emanet ol-"

Kapanan telefon birkaç dakika öylece kulağıma tuttuğum şekilde kaldı.

"Sende anneciğim." dediğimde sesim rüzgara karıştı.

Fısıltı ile söylediğim sözleri annemin yüreğiyle hissettiğine inanıyordum.

Küçük bir hıçkırık dudaklarımdan firar ederken özlemle yutkundum. Gözyaşlarıma bir yenisi daha ekleniyordu. Ucu bucağı görünmeyen sıralı dağlara baktıkça sanki çıkmazlara doğru sürükleniyordum.

Toparlanabildiğim kadar kendimi toparlamış ve evden içeri girebilmiştim. Yorgun adımlarla oturma odasına girdiğim de gözleri kapalı bir halde başını geriye yaslamış Zeyd'i gördüm. Düşünceli görünüyordu. Yüzünde huzur dediğimiz duygudan en ufak bir iz yoktu. Huzurlu yüz ifadesini merak etmiştim. Ona karşı şuan da iyimserdim.

"Annenle konuştuğun da ailene olan özlemin daha da arttı değil mi?"

Gözleri hâlâ kapalıydı. Oldukça sessiz yürüdüğüm için geldiğimden haberi olmadığını düşünmüştüm.

Hiç ailesi olmayan bir adam bunları nasıl bilebilirdi. Belki de hissediyordu. Bazen bilmek için tecrübe etmek gerekmiyordu.

"Evet."demekle yetindim.

Yine buğulanmaya başlayan gözlerimi keskin yüz hatların da gezdirdim. Kirpiklerini usulca aralayıp ayağa kalktı. Bana doğru ilerlediğinde bu ani hareketleriyle gözlerimi kaçırmaya bile fırsat bulamamıştım.

Aramızda ki mesafeyi bugün ikinci kez ihlal ederken gözlerim gözlerine kenetlenmişti.

"Ağlamak sana her ne kadar yakışmış olsa da ağlamamalısın."

Sözleriyle kaşlarım çatılmaya hazırlanırken diğer sözlerini duymamla kirpiklerimi bile kırpamamıştım.

"Ay yüzüne gölge düşürme."

Bu adam hem kalbimin sınırlarını ihlal ediyor hem de kalbimi istila etmeye çalışıyordu. İsmimi o kadar itici telaffuz etmişken, gözlerinde bir saniye olsa bile fırtınlar kopmasına sebep olmuşken sonra ki iyi tavırlarını neye yormalıydım. Çaresiz bir kızı teselli etmesine mi?

Yoksa öylesine mi? Mutlu ve hüzünlü ruh halimden beni bir anda çıkarmış celallenmeme sebep olmuştu.

"Beni bu kadar düşünmene gerek yok."dedim.

İlk kez çarpık bir gülüş dudaklarına hakim oldu. Hakim olduğu gibi de silindi.

"Gözetimim altında bulunan herkesi düşünürüm. Buna sende dahilsin Nur Barlas."

Benden başka suçladığı insanlar da vardı. Yada suçlu insanlar...

"Her gözetim altında tuttuğuna da ay yüzlü diye mi hitap edersin?"

Annemle konuşmuştum ve bu halimi birkaç gün daha korumak istiyordum. Ama maalesef bu adam hüzünlü ruh hâlimin tadını çıkarmama izin bile vermiyordu. Sanki bu çıkışlarım hoşuna gidiyordu. Daha neler Nur!

"Ay yüzlü kelimesi sadece sana özel ama gözetimim altında ki bütün herkese hitap şeklim farklıdır. Senin payına da Ay yüzlü düştü."

Ona ters bir bakış atıp sert bir nefes aldım. İyimser olmayı başarmak çok isterdim

fakat bunu pek mümkün kılmıyordu.

"Senin tarafından benim payıma düşen tek şey suçsuz olduğum hâlde suçluymuşum gibi muamele görmektir Zeyd." dedim. Kaşlarım havalandığında konuşmaya devam ettim. "Bu arada soyadın neydi.?"

Sözlerimle kısılan gözleri rahata kavuştuğunda tek nefeslik bir gülüşle konuştu.

"Ansarhan, Zeyd Ansarhan."

Hissettirmeden keskin bir nefes aldım.

"Umarım söylemek istediklerimi anlamışsındır Zeyd Ansarhan."

Az önce ki gülüşünden hiçbir iz kalmamıştı.

"Elbette Nur Barlas."

Bu kesinlikle bir meydan okuma cümlesi değildi. Suçunu kabul etmesiydi. Belki de ben böyle sanıyordum ama suçlu olduğunu benden daha iyi biliyordu. Bu yüzden beni yanında tutmuyor muydu? Vicdanını rahatlatmak için.

Hızlıca arkama dönüp odadan çıktım.

Şimdi doyasıya kadar annemle konuşmuş olmanın mutluluğunu ve hüznünü yaşayabilirdim.

Bana yaşatmış olduğu bütün ikilemleri bende ona misliyle yaşatacaktım. Duygularımı istila etmesine izin vermeyecektim. Gidene kadar sabretmeliydim.

 

 

Bölüm : 23.11.2024 21:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...