12. Bölüm

12. Bölüm

Safiye
nesimisubha

İTALYA- BOLOGNA

- 8 yıl önce -

 

Yabani gözleri avını arayan bir avcı gibi etrafı kolaçan etti. Onun her zaman ki görevi buydu. Yeni ve taze avları keşfetmek. İşini severek yapıyordu ve gurur da duyuyordu. Yeni birini keşfememiş olacak ki sakin ve sinsi adımlarla kalabalık sokağı geçip daha sakin olan bir sokağa giriş yaptı.

"Ülkemizden defolup gidin."

Eğlenir bir tonla söylenen sözleri duyduğunda adımları aniden durdu. Avını bulmuştu. Gözlerinde ki parıltıyı yok edip arkasına döndü. Genç bir adam karşısında yabancı olan gence hakaretlerini sıralıyordu.

Sakin adımları bir köşeye çekildi ve olacakları izlemeye başladı.

Yabancı bir mülteci olduğunu düşündüğü genç hiçbir şey söylemeden hakaret eden genci dinliyordu. Zevk alarak manzarayı izliyordu. Mültecinin sabrını takdir etti. Genç adam artık sabrının son demlerinde olduğu yüz hatların dan belliydi.

"Artık buranın bir vatandaşıyım beni sırtında mı taşıyorsun. İhtiyaçlarımı sen mi karşılıyorsun! Ben kendim çalışıyor ve kendi paramı kazanıyorum! Bir yere gittiğim de yok!"

İtalyan genç büyük bir kahkaha attı ve öfkeyle konuştu.

"Küstah! Yobaz serseri seni! Bakıyorum da parayı yedikçe kendini buranın efendisini sanmaya başlamışsın. Bütün laflarını geri al yoksa seni buraya gömerim kimse de beni sorgulamaz!"

"Sana karşı hiç bir sözüm yok söylediklerimin arkasındayım."

Okkalı bir tokat mülteci gencin suratına indiğinde büyük bir kavganın ateşi fitillenmiş gibiydi. Keyifle sırıttı. Gençlerin damarlarında ki kanın ne kadar deli aktığını biliyordu. Onları ne ile beslersen o şekilde karşılık veriyorlardı.

Yumruklar hava da uçuşurken kavgaya yeni biri daha katılmıştı. Bu olay etraftan geçen insanların umrunda bile değil gibiydi. Ya da kimse süregelen bu kavgalara bulaşmak istemiyordu. Bütün Avrupa'yı kasıp kavuran kavga, mülteci sorunu. Büyük ihtimalle iyi niyetli bir İtalyan, polisi arardı.

İtalyan gence engel olup, mülteci genci kurtaran delikanlıya baktı. Bütün zevkini sonlandıran delikanlının hareketlerini gözlerini kısarak izledi.

"Ne yaptığınızı sanıyorsunuz!"

İtalyancası mükemmeldi. İyi niyetli İtalyanlar dan biri olmalıydı.

"Sizi ilgilendirmez! Sadece bir pisliği uyarıyorum o kadar."

Sonra da öldürebilirdi. Belki de öldürecekti.

"Farid!"

Bir kadının sesi sokağı inletirken mülteci genç yerden doğrulmasına yardım eden delikanlıya minnetle baktı. Kadın yabancı kelimelerle birşeyler konuşurken genç adamın kolundan tuttuğu mülteci gence koştu. Büyük ihtimalle oğlu olmalıydı.

"Polisi arayacağım."

Bu tok ses delikanlıya aitti.

"Buna gerek yok."

Farid'in sesini zor duymuştu. İtalyan genç sırıttı.

"Bence de." dediğinde rahatlığı göze batıyordu.

Delikanlı tamamen Farid'e dönmüştü.

"Siz bilirsiniz ama sorun olursa bir daha kine lütfen beni arayın."

Farid minnetle gence birşeyler mırıldandı. Koluna giren annesiyle ağır adımlarla uzaklaştı. İtalyan genç gözlerini kısmış öfkeyle delikanlıya bakıyordu.

"Senin derdin ne! Mültecileri koruma derneğine mi üyesin! Bak adamım bu yaptığınla canını tehlikeye attın."

Delikanlı ters bir bakış atıp alayla gence baktı.

"Aptalsın. Sokağın ortasında kavga çıkarmak senin lehine. Onlara bazı konular da ihtiyacımız var. Elbette hadlerini bildirmeliyiz."

"Ne diyorsun sen."

"Biraz akıllı ol diyorum dostum. Bu kadar fevri olursan haklı olsan da haksız çıkarsın."

Delikanlının üzerine doğru yürüdü.

"Sen canına mı susadın!"

"Hayır da sen canına susamış gibi hareket ediyorsun. Tesadüf eseri buradan geçen bir gazeteci düşün veyahutta başka birisi senin bu yaptığını çekip haber yapsa ne olur hiç düşündün mü? Irkçı diye ülkemizin adını kirletirsin!"

Diğer avından vazgeçti. Bu avı kesinlikle kaçırmamalıydı. Akıllı ve sinsi. Belki de bu genç onun önünü açarak bulunduğu konumu daha da yükseltecekti. Tanrı bugün her zaman olduğundan daha çok yanındaydı.

"Kimsin sen?"

İtalyan gencin yönettiği soruya canı gönülden cevap bekliyordu.

"Senin gibi biriyim işte böyle düşünüyorum diye farklı biri mi olmam gerekiyor."

Delikanlının cevabına gülerek elini uzattı.

"Ben Edoardo."

"Andrea."

Andrea yüzünde oluşan sırıtış Edoardo bulaşmıştı.

Usulca arkasına döndü. Yanından geçip giden genci takip etmeye başladı.

İkisini de seçmişti. Ama Andrea şuana kadar seçtiklerinin en iyisi görünüyordu.

***

Resim de gölgelendirilmiş vücudunun yarısı olmayan bir çocuk çizilmişti. Bütün bedenini ele geçiren zincirlerin arasın da acı çektiği ve nefes almakta zorlandığı belli olurken diğer çizilmiş olan suretleri ayırt etmek imkansız gibiydi. Ve resmi inceledikçe çocuğun kafasının bedeninden ayrıldığını görür gibi olduğumda belli belirsiz bir kadın ve adam silueti ortaya çıkıyordu.

Kirpiklerimi hızla kırpıştırarak başımı iki yana salladım. Resim gözlerime oyun oynuyor gibiydi. Bu zamana kadar çoğu kez resmi incelememe rağmen şuan ki farkettiklerimi farkedememiştim. Resim incelendikçe sakladıklarını gözler önüne seriyordu.

Tül perdeden içeri sızmayı başaran güneş ışınları desensiz halının üzerinde bir var olup bir de yok oluyordu. Odamdan çıkmamın tek sebebi masa başında kitapların arasında kaybolmuş olan adamın evde olmadığını düşünmemdi. Eğer o olmasaydı izinsiz bir şekilde Ahsa'nın yanına gidebilirdim yani ona sunacak bir mazeretim olacaktı. Fakat şimdi izin almak durumundaydım.

Başımı usulca yan tarafa çevirip kaşları çatılı olan adama baktım. Buradan soyutlanmış gibi görünüyordu. Yüzünde ki ifade o kadar sertti ki düşündüğü şey her ne ise olmak istemezdim.

"Bir şey mi söyleyeceksin?"

Çatılı kaşları beni bulduğunda başını usulca çevirdi. Düşüncelerimi okumasına aniden konuşmalarına alışmaya başlamıştım.

"Ahsa'ya gideceğim onu haber vermek istedim. Oldukça meşgul görünüyordun."

"Sorun değil bugün evde olacağım, akşama kadar orada kalabilirsin."

Mümkünse akşama kadar gelme der gibiydi. Umursamaz bir tavırla yüzüne bakıp oturma odasından çıktım. Mümkünse buradan gidene kadar hep böyle olalım.

Geniş yolda ilerlerken artık çevremi

yabancılamıyordum. Buna da alışmıştım. Alışmak bazen korkutucuydu. En korkutucu olan ise ona alışmaya başlamamdı.

"Onu görmezden gelmeye çalışman aptacaydı." İç sesim fısıltıyla bana kendini duyurmayı başardığında sinsice konuşmaya devam etti. " Çünkü onu görmezden gelmeyi başından beri başaramadın."

İç sesimi onaylamaz bir şekilde başımı iki yana salladığımda derin bir nefes aldım. Ciğerlerimi işleyen orman kokusu beni yaşadığım bütün olumsuzluklardan çekip çıkararak kadar güçlüydü. Ayağımın önünde ki küçük taşa bir fiske vurduğumda taşın yol boyunca gidişini izledim. Sekerek duran taş eski haline kavuşmuştu.

"Selamün aleyküm kızım."

Dalgın bakışlarımı duyduğum sesle kaldırdığımda sıcak bir gülümseme sunan Kalender dedeyi gördüm.

"Aleyküm selam Kalender dede."

Evinin merdivenlerine oturmuştu. Güneşin tadını çıkarıyor olmalıydı.

"Nasılsın kızım."

Sesinde ki şefkatli tonu duymayalı uzun zaman olmuştu. Babamın seslenişi hatrıma düşerken derin bir iç çektim.

"Elhamdülillah iyiyim siz nasılsınız?"

"Şükürler olsun kızım, zalimin zulmüne inat Rabbimizin verdiği güçle yaşıyoruz."

Gülümsedim.

"Zeyd yok mu?"

Varlığını unutmuş olduğum adamı hatırlamamla gerilmiştim.

"O şuan da evde."

Oturduğu merdivenlerden ayağa kalktığında gençliğinde ne yaman bir adam olduğu daha da anlaşılır hale gelmişti.

"Şükret ki kızım o zalimlerin elinden kurtuldun şimdi büyük imtehanlara tabi tutulsan da bilirsin ki sabrın sonu baldan tatlıdır."

Kalender dede, Zeyd'in yaşlılık versiyonunu olabilir miydi? Söylediklerine bir cevap veremedim. Belkide onunla neden evlendiğimi bile biliyordu.

"Gönlünü ferah tut kızım. Allah'a emanet ol."

"Sağolun, sizde." dediğimde pek de ne dediğimi bilmez haldeydim. Daha doğrusu Kalender dedenin söylediklerine ne cevap vereceğimi bilememiştim.

Küçük olduğu kadar

büyük bir bahçeye sahip olan evi arkamda bırakıp yavaş adımlarla Ahsa'nın evine doğru yöneldim.

Ahsa'nın evine geldiğimde buradayken kaldığım odanın penceresiyle bakıştığımda gördüğüm kabusu hatırlamamla tüylerim diken diken oldu. Sanki kabusum da ki o sesi gerçekten duymuşum gibi beynimde yankılandı.

" Sana sahip olmak için yanıp kül olanım."

Gözlerimi kırpıştırıp ön bahçeye doğru hızla ilerledim. Bu kabusu nereden hatırlamıştım.

Ahsa görkemli çınar ağacının altında oturuyordu. Geldiğimi fark etmesiyle sanki bana has kıldığı gülümsemesi dudaklarına hakim olmuştu.

"Bu ne güzellik, hoşgeldin canım."

"Hoşbuldum."diyerek yanında ki yerimi aldım.

"İstersen evde de oturabilirsin."

"Hayır zaten gün boyu evdeyim burada oturalım."

Elinde ki kazağı örmeye devam ederken neşeli bir sesle konuştu.

"Benim güzel yengem nasılmış."

İçime buruk çaresiz bir gülümseme sundum. Fakat Ahsa'ya tatlı bir gülümsemeyle karşılık verdim.

"Artık daha iyi, peki sen nasılsın eşimin sevgili kız kardeşi."

Bu defa gülme sırası ondaydı. Ama o benim aksime samimiydi.

"Bende artık çok iyiyim."

Tatlı bir sohbetin içine sürüklenirken tüm olumsuzluklar samimi tavrı karşımda yok olmuştu. Tâki ondan bahsettiği an ışık hızıyla hayatımın gerçekliğiyle yüzleşmiştim.

"Geçen gün Zeyd telaşlı bir halde buraya gelip seni sordu."

Sanırım göl kenarına gittiğim günden bahsediyordu. Zeyd'in öfkeli ve dengesiz halleri.

"O gün bir şey mi oldu?"

"Önemli bir şey olmadı sadece ona haber vermeden evden ayrılmıştım."

Elinde ki örgüyü kenara bıraktı.

"Zeyd'i öyle telaşlı görünce daha bir sorun olduğunu düşünmüştüm. Onu hiç bu kadar telaşlı görmemiştim."

Kaçmış olacağımı düşündüğü için o kadar telaşlanması gayet normaldi.

"O gün Zeyd de gördüğüm şey telaştan ziyade sana ne denli değer verdiğiydi."

Gerçeklerden haberdar olsaydı bunları düşünüp yine de dile getirir miydi?

"Nur, beni dinliyor musun?"

"Dinliyorum."

Bakışlarım hafif esen rüzgarın etkisiyle ağaçtan süzülen çınar yaprağını buldu.

"Böyle şeyleri pek dile getiremiyorum."

"İnsan sevdiğini dile getiremiyorsa başka neyi dile getirir."

Onun bakış açısıyla sözlerine hak veriyordum. Benim durumum sonsuz bir çıkmaz gibiydi.

"Sevgimi ancak sevdiğim adamın yanında dile getirebiliyorum.

Fazla gerçekçi konuşmuştum. Hiç aşık olmayan benliğim için bu cümleler fazla uzaktı. Fakat hiç zorlanmadan dile getirebilmiştim. Ahsa'nın yüzünde ki tebessüm şimdiye kadar gördüğüm tebessümlerinden farklıydı.

"Kardeşim eşi sayesinde her konu da nasibli."

Kendimi sebepsizce ait hissettiğim bu sözlerle yanaklarım kızarmıştı. Utangaç bir gülümseme sundum.

"Galiba öyle."

Birinin konuştuklarımızı duymasından çekiniyordum. Kolunda ki saate bakıp ayağa kalktı.

"Saat epeyce ilerlemiş birazdan Amir abin gelir."

Oturduğum yerden ona baktım.

"Sen eşinle öğle yemeği yemeyecek misin?"

Şakacı bir ses tonuyla konuştum.

"Sen beni kovuyor musun?"

Öylesine dile getirdiğim söz üzerine ufak bir kahkaha attı. İşinin akşama kadar benimle oturmak olmadığını biliyordum.

"Anladım ben seni."dediğinde evden içeriye adım atmadan önce gülümseyerek "Hoşçakal." dedi.

"Sende."

***

Eve geldiğimde kapıyı kapatıp gitmeme rağmen açık olmasını beklemiyordum. Zeyd dışarı çıkmış olsa bile hiçbir zaman kapıyı açık bıraktığını görmemiştim. Aklıma hücum eden kötü senaryolar eşliğinde evden içeri girdim.

Kitapları öylece masanın üzerinde duruyordu.

Mutfağa kısa bir bakış atıp merdivenlere yöneldim.

Odasından bir cevap gelmeyince kapıyı açtığımda kokusundan başka bir iz yoktu. Daha önce hiç girmediğim salonun sonunda ki odaya girmekte tereddüt etsemde içimde oluşan telaşla kapıyı açtım. Boya kokusu ciğerlerime işlerken odanın duvarlarını kaplayan resim tabloları göz kamaştırıyordu. Oturma odasında asılı olan resimle benzer yönleri olan birçok çizilmiş resim vardı. Genellikle savaşı anlatıyordu. Küçük bir duvar da ise sadece manzara resimleri vardı.

Pencerenin sağ tarafında üstü örtüyle kapalı olan tuvalde kısa süre oyalanan bakışlarımı çekip kapıyı kapadım.

Bu resimlerin sahibi o muydu?

Adam sanki bütün yeteneklerin vücud bulmuş haliydi.

Belkide acil bir işi çıktığı için aceleyle evden çıkıp kapıyı da açık bırakmıştı.

Bir bahane üretip Ahsa'nın yanında kalsam daha iyi olurdu. Bahçeye çıktığımda boğuk bir öksürük sesi kulaklarımı ulaştı. Ses kulübe tarafından geliyordu. Atlarıyla ilgileniyor olmalıydı.

 

"Zeyd."diyerek arka tarafa doğru ilerledim. Onun için endişelenmiş olmamı kendime gizleyecektim.

Beni öldürmek isteyen adam için endişelemiştim.

"Suçlu olduğunu düşündüğü için seni öldürmek istemişti."

Varlığını unuttuğum iç sesim uzun bir filmden sonra araya giren reklam gibiydi.

Ahırın olduğu yere geldiğimde sırtı dönük bir şekilde onu gördüm. Sanırım beni duymamıştı. Hafif yan döndüğünde dizleri üzerine çökmüş bir adam görmeyi beklemiyordum.

Sudan çıkmış balık misali bakakalırken ona tekrar seslenip seslenmemek arasında kalmıştım.

Adamın boğuk çıkan sesine dikkat kesilirken ahır ile evin arasında ki boş alana gizlendim.

"Alya'yı seviyordun."

Adamın hızla inip kalkan sırtından zorlukla nefes aldığı anlaşılıyordu.

"Bana olan öfkenin büyük bir nedeni de bu değil mi? Kusura bakma eski dostum kaybetmeyi sevmediğimi bilirsin. Bu sebeple kaybeden taraf da olamayı göze alamazdım."

Omuzları gerilirken sert bir nefes aldığı anlaşılıyordu. Sanırım adam onu öflendirmeyi iyi biliyordu.

"Kalbim basit kadınları sahiplenecek kadar geniş değil!"

Adam gülebildiği kadar güldü.

"Afedersin sen bir kadını sevmeyi bile bilmeyen bir adamsın, benim ki de düşünce."

"Konu ben değilim Amman, sensin!"

Alya denen kadın da kimdi?

Neler olduğunu anlamaya çalışan aklım bu konu da aciz kalmıştı.

Kısa süren sessizliği Zeyd'in öfkeli ve tok sesi bozdu.

"Davan adına yeminler ettiğin bu beldede ölmek için son duanı et."

Yüzünü tamamen görebileceğim bir konuma geldiğinde yutkunup başımı hafifçe geri çektim. Yüz ifadesi korkunçtu. Derin bir nefes aldığımda tekrar görüş alanımdaydı.

"Beni öldürdüğünde..."

Boğuk bir öksürük sözünü keserken eline göğsüne götürmüştü.

"Beni öldürdüğünde hiç mi vicdanın sızlamayacak."

Çehresi hoyrat ifadesini koruyordu. Ansızın durgunlaşsa bile yüzünde oluşan hafif bir sırıtış gözlerime daha korkunç gelmesine sebep olmuştu.

"Vicdanım sızlayacak olsa öldüreceğim son kişi olurdun."

Soğukkanlılıkla söylediği sözler tüylerinin dikene diken olmasına sebebiyet verirken beni hâlâ fark etmemiş olmasını bir mucize olarak görüyordum.

"En iyi bildiğin şey gözünü kırpmadan öldürmek olmuştu hâlâ da öylesin. Eski dostunu öldürecek kadar da vicdansızsın."

Adamın sözleriyle başını hafifçe eğilip adama yaklaştı. Elinde ki silahı farketmemle olayın gerçekliğini yeniden kavrar gibiydim.

"Öldürdüğüm her zalim vicdanımı sızlatmak yerine rahatlatıyor."

Sözleri keskin ve yakıcıydı.

"Esedullah'ın askeri olmak bunu gerektirir diyorsun."

Adamdan usulca uzaklaşıp eski konumunu aldığında başını iki yana sallayıp konuştu.

"Zeyd Ansarhan olmak bunu gerektirir."

Adam onu onaylarcasına başını hareket ettirdi.

"İhanetin zalimliği bile geçti."

"Sadece kazanacak olan tarafı seçtim yenildiğini görmemek beni üzecek.Sevgili eski dostum benden sana tavsiye Esedullah ile beraber olmayı bırak ve Alya'yı bulabilmek için artık çabalama."

"Tavsiyelerin seninle beraber toprağa gömülecek. Son duanı edip şahadet getirmeyi unutma."

Güneş ışınlarını ormanı aydınlatmak tan korkar gibi geri çekilmişti.

Elinde ki silahı adamın alnına dayadığında adam elleri bağlı olmadığı halde kurtulmak için hiçbir harekette bulunmadı. Buna engel olmalıydım.

"Zeyd."dediğimde sesim onun gür sesine karışmıştı.

"İhanetin bedeli ölümdür."

Tepeyi inleten silah sesi yine tepe de son buldu. Beni duymamıştı. Engel olamamıştım. Yanaklarımdan süzülen gözyaşı içimde ki korkunun sadece küçük bir zerresiydi.

O adam birini öldürmüştü.

Kalbim de ki Nur tenha bir köşeye çekilip dizleri üzerine çöktü.

Bu acı bir kabullenişti.

"Zeyd."

Fütursuzca telaffuz ettiğim isminin hissettirdiği huzura kan damlamıştı.

Keskin karanlık girdapları beni buldu.

Soğuk,acımasız, ürkütücü.

Ense kökümden bir ürperti geçti.

Alnına dökülen saç tutamları hoyratça çırpınırken çatmış olduğu kaşları yerini bulduğunda bana doğru yürümeye başladı.

Bedenim kaskatı kesilmişti.

Hiçbir şey düşünemezken gözlerimin önünde tek bir görüntü vardı.

Karanlık bakışların ürkütücülüğü ve ihanet eden adamın bedeninin yere serilişi. Karşımda durduğunda bile hareket edememiştim. Oysa ki gözlerimin önünde genç bir delikanlıyı öldürmüştü. "Bu defa durum farklı." diye haykırdı beynim. Maalesef farklıydı. Her ne kadar beni suçlayıp canıma kast etsede sebepsizce ona güvenmiştim. Çünkü bana güven vaad etmişti.

Bakışlarımı ölümlü bakışlarıyla örttüğünde sanki az önce birini öldürmemiş gibi bakıyordu. Oysa gözleri gerçeği haykırıyor ve içimi titretiyordu. Kolunu uzatıp omzuma dokunacağı an hızla bedenimi geri çektim. Beni teskin etmeye mi çalışıyordu ne düşünceli adam!

"Dokunma bana!"

Sesim her ne kadar kısık çıksa da tehdid içeriyordu. Gözlerim bir kaç metre ilerideki cesedi bulduğunda mideme kramplar girmeye başlamıştı.

"Küçük bir kabus." dedi iç sesim. "Birazdan geçecek."

Kendi kendimi yalanlayarak teskin ediyordum. İçin için ona karşı hayal kırıklığı hissetmemden dolayı kendime kızıyordum. Korkunun hakim olduğu karmaşık bir duygu beni ele geçirdiğinde kirpiklerimi kırpıştırmamla yanağıma süzülen gözyaşı büyük bir çaresizliğin başlangıcıydı.

"Sen birini öldürdün."

Yanaklarıma doğru süzülen gözyaşları umrumda bile değildi. Tek istediğim bir an önce buradan gitmek ve bir daha bu adamın yüzünü görmemekti.

İfadesiz bir şekilde yüzüme bakıyordu.

Bir katille yüz yüzeydim. Korku sahiden de böyle bir şey miydi? İnsanın nutku tutuluyor öylece bakakalıyordu.

"Rol yapmıyorsun?"

Sözlerinin gerçekliğini ayırt etmek zordu. Bakışlarına benim için anlamsız bir ifade yerleştiğinde sesinde ki endişeye inanmadım. İnanmak istemedim.

"Rol mu yaptığımı düşünüyorsun sen... Sen nasıl bir adamsın! Gerçekliğini kavramakta hâlâ zorlanıyorum. Az önce birini öldürdün ve."

Nefesim kesilirken yutkunamadım. Elimi göğsümün üzerine bastırdığım da kolumu kavrayan parmaklarına karşı koyamadım.

"Sakin ol, kendini kasmadan derin nefes almaya çalış."

Bu ses tonunu duyan bir kimse onun asla bir katil olduğuna inanmazdı. Bir eli sağ kolumu tutarken diğer eli parmaklarımı kavramıştı. Ona seslenmeyip kaçmam gerekirdi. Yaptığım hatalara bir yenileri daha eklenmişti.

"Gözlerime bak Nur Barlas, o adam ölmeyi hak etmişti."

Başımı kaldırma zahmetinde bulunupta gözlerine bakmadım. O ölümcül bakışları görmek düzene giren nefesimi daha da düzensizleştirirdi. Ben onun için endişelenirken birini öldürdüğüne tanık olmuştum. Üstelik "Rol yapmıyorsun?" demişti. Hâlâ bana inanmıyordu.

"Ve ben ölümü hak edeni öldürürüm."

Öldürürdü, kendimden biliyordum. Ondan uzaklaşmaya çalıştığım da buna izin vermedi. Derin bir nefes almaya çalıştığım da hiç başarılı olamamıştım.

"Yüzüme bak."

Bakmadım, bakamazdım da baktığım an o adamı görmekten korkuyordum. Gerçi her türlü korkuyordum. Baş örtümün üzerinden çenemi kavrayan parmaklarla başımı kaldırmak zorunda kaldım. Ona direnecek gücüm yoktu. Oysa korku herşeyi beraberinde getirirdi. Fakat benim hissettiğim korku hayal kırıklığıyla harlanmıştı. Beni suçlayıp öldürmek isteyen adama nasıl hayal kırıklığı duyabilirdim ki.

Gözleri yokluktan başka bir şey barındırmıyordu.

"Öldürmeye çekindiğim tek insan sensin."

İnanmaz gözlerle ona bakmaya devam ettim. Öldürmeye çekinmek mi?

Söylediklerinden anladığım kadarıyla öldürdüğü son kişi o adam değildi.

"Çekindiğim insanlara dokunmak bana ölüm gibi gelir."

Bu neydi şimdi bir itiraf mı? Yaşlı gözlerimi ondan kurtardım.

"Nur, lütfen korkma."

Sesinin yumuşaklığı bulunduğum ruh halinden beni çekip çıkaramazdı.

Ve bana iyi görünmek zorunda değildi. Kolumu parmaklarının arasından kurtarıp konuştum.

"İyi görünmek zorunda değilsin daha kötü hallerine de şahit oldum."

Cevap vermedi.

Duyduğum adım sesleriyle irkilerek başımı seslerin geldiği yöne çevirdim.

Zeyd'in tarzına yakın giyinmiş iki tane heybetli adam bize doğru geliyordu. Bir kaç adım sonra durmuşlardı.

Bakışlarımı üzerlerinden çekip tekrar ona döndüğümde bana bakıyordu.

"Burada bekle hemen döneceğim."

Adamlara doğru ilerledi. Sırtımı onlara dönmüş bir şekilde beklerken cesedin gözlerimin önünde olmaması biraz olsun beni rahatlatmıştı. Acaba onu beklemek yerine Ahsa'ya mı gitmeliyim. Belki daha çok öfkelenecek. Adamlardan biri konuştu.

"Selamün aleyküm abi."

"Aleyküm selam Ubeyd. Kalender'e söyle cenaze namazını o kıldıracak."

"Tamamdır abi."

"Bekle biraz, sen söyle Behnan."

"Ferzah işi halletmiş."

"Güzel Güney'e gidip benden haber beklesin. Allah'a emanet olun."

"Sende abi."

Bilerek mi ingilizce konuşmuşlardı.

Yoksa kendi aralarında da ingilizce mi konuşuyorlardı. Uzaklaşan adım sesleri gittiklerinin nişanesi olurken başka bir adım sesi önümde durmuştu.

"Gidelim."

Gitmemek gibi şansım yoktu. Sakin sesin sahibini takip ederek eve doğru ilerledim.

***

"Gidene kadar Ahsa da kalmak istiyorum."

Sıklıkla yaptığı gibi pencereden dışarı bakıyordu.

"Sana bunun mümkün olmadığını ifade etmiştim."

"Daha önce ifade etmen beni ilgilendirmez. Buradan gitmek istiyorum."

Sertçe ifade ettiğim kelimeyle titreyen parmaklarımı birbirine kenetledim.

"Sınırlarını zorlama Nur Barlas. Senin için en güvenilir yer benim yanım."

Gözünü kırpmadan öldürmek isteyen adamın sözlerine ne kadar inanabilirdim. Kendimi burada, yanındayken güvende hissettiğim büyük bir gerçek olabilirdi. Fakat bu adamın her hali bana zarar veriyordu.

"Benim için en güvenilir yer senin olmadığın yer. Suçsuz olduğumun ortaya çıkmasına rağmen bana zarar veriyorsun."

Sözlerimle omuzlarının gerildiğini fark etsem de korkulu ve öfkeli halimi dizginleyemeyek konuşmaya devam ettim.

"Sözlerimi yinelemeyi hiç sevmem."

Bana bir açıklama borçluydu. Açıklamayı geçtim bir özür borçluydu. Ne zamandan beri bana karşı borçlu çıkıyordu ya da ben zamandan beri ona karşı borçluydum. Ne zaman bu karmaşanın içine düşmüştüm. Daha doğrusu bütün bunların olmasına nasıl izin vermiştim.

"Birbirimize ne kadar benziyoruz."

Zeyd, yine Zeyd olduğunu göstermişti.

Bir kurşunla yere serilen adamı unut Nur! Birbirine kenetlemiş olduğum parmaklarımı feraceme bastırdım.

"Öyle değil mi? Çok iyi rol yapıyoruz ama bu konuda eline su dökemem."

Başını hafif çevirmekle yetindi.

"Yarım saat önce söylediklerimden cesaret aldıysan almaya hakkın var." dediğinde tekrar pencereye döndü.

Aniden çatılan kaşlarım bu adamın yanındayken sık sık yaptığım bir eylem haline gelmişti.

"Yarım saat önce söylemiş olduğum hangi söz bana cesaret vermiş olabilir ki?"

Ardıma bile bakmadan kaçıp gitmem gerekirken oturmuş bir katille konuşuyordum. Sözlerini hatırlamaya çalışırken " Çekindiğim tek insan." cümlesi beynimi ele geçirdiğinde umursamaz tavrım gün yüzüne çıkmıştı.

"Neden bahsettiğini şuan anladım. Hiçbir sözüne inanmıyorum Zeyd Ansarhan."

Tek ayağı üzerine ağırlığını vererek pencereye arkasını döndüğünde keskin ışıltılı bakışlarını gözlerime kenetledi.

"İnanmadığın adama nasıl güvenebiliyorsun?"

Ona olan güvenimi nasıl açık etmiş olabilirdim. Bu gerçeği kendimden bile gizlemeye çalışırken o nasıl anlamıştı. Sanki ondan güvenebileceğim biri vardı.

"Artık güvenmiyorum."

Birkaç adımda pencerenin önünden uzaklaştı. Bakışları yüzümü talan etti. Arayıp da bulmak istediği bir şeyler var gibiydi. Yüzümde bakarak kaybettiği ya da bulmak istediği ne olabilirdi.

"Bu coğrafya da güvenebileceğin tek insan benim Nur Barlas."

Evet diye çığlık atan iç sesimi susturdum. Avuç içimi koltuğa gömdüm.

"Artık demen bir zamanlar bana güvendiğin anlamına geliyor. O güven kolay kolay kaybolmaz. Kaybolmaya yüz tutan güvenini yenileriz."

Tül perdede oyalanan gözlerim tekrar onun buldu.

"Yenilemene hiç gerek yok. Hem sen ilk önce suçlu olmadığım halde beni suçlamanın özrünü dilemedin." dedim.

O eşsiz gülüşünü ikinci kez bana sundu. Gülünecek bir şey söyleyip söylemediğimi sorgularken soğuk bir bakış attım.

"Senden özür dileyecek kadar sana alıştığımı sanmıyorum."

Özür dilemek için alışmak mı gerekiyordu?

Göğsüme saplanan şey kelimeleri miydi? Yoksa bu kadar küstahça konuşması mıydı? Yoksa yeni bir hayal kırıklığı mıydı? Katil bir adama beslendiğim hayal kırıklığı, katil bir adam tarafından göğsüme saplanan anlamsız his. Her birini cevaplamak tan kaçındım. Daha çok harlanan öfkem eşliğinde konuştum.

"Özür dilemek için bir insana alışman gerekmez ki! İncelik gösterip yabancı bir insana bile özür dilersin. Sanırım hata bende ince bir adam olduğun konusunda yanılmışım." Kesik bir nefes alıp devam ettim.

"Savaş insanı ne kadar hoyratlaştırsa da insanın kalbi naiftir. Yani ben öyle düşünüyordum."

Usulca ayağa kalktığımda onda hiçbir hareket yoktu. Nefes dahi aldığı konusunda şüpheliydim.

"Git."

Ne söylediğini ayırt etmekte zorlanırken "Nasıl?" diyebildim.

"Git, izin veriyorum ablamda kalabilirsin."

Sahicimi diye başımı çevirdiğimde bakışlarında ki ciddiliği gördüm.

"Neyi bekliyorsun?

Sert sesiyle kaşlarım çatıp hırçın bir sesle konuştum.

"Öylece gitmemi bekliyorsun! Onlar gerçekten evli olduğumuzu sanıyorlar ortak bir gerekçe sunmadan nasıl gidebilirim."

Kemikli uzun parmaklarını saçlarına götürdüğünde keskin kirpiklerini kapayıp açtı. Aramızda ilk kez bu denli büyük bir soğukluk hissediyordum. Beni öldürmeye yeltendiğinde bile böyle hissetmemiştim.

"Şimdi git yarın ne gibi bir gerekçe sunacağımızı söylerim."

"Peki."diyerek kapıya doğru ilerlerdim.

***

Zihnimim yorgunluğu bütün bedenimi etkiliyordu. Daha sabah yürümüş olduğum yolda güneş batmaya yüz tutmuşken yürümek beni ürkütse de emin olduğu kadar dalgın adımlarım dan taviz vermedim.

Gökyüzü sabah ki gibi kararsız değildi, sanki bütün maviliğini kurak bir çölün ıssızlığını andıran bu beldeye armağan etmişti.

Sonunda istediğime kavuşmuş olmanın verdiği mutluluk sebepsizce huzursuz olmama neden olmuştu. Bütün bunları başından beri isterken huzursuz hissetmem normal miydi?

Bu geceyi geçirebilmek için Ahsa'ya geçici bir bahane sunmalıydım. Fakat ne sunacağıma dair hiç bir fikrim yoktu.

Aşina olmadığım sesler duymamla durakladığımda seslerin hangi taraftan geldiğini anlamama gerek kalmadan oldukça ileride beliren yabancı askerlerle kanımın çekildiğini hissettim.

Sanırım uzun süre gelmedikleri için varlıklarını unutmuştum. Gerçi unutmak pek mümkün değildi onlar yüzünden ülkeme geri dönemiyordum.

Beni fark ettiklerinde konuşmalarına yarıda kesip gerçekten var olup olmadığımı ölçüyor gibiydiler. Diğerine göre iri yarı olanı gözlerini kıstığında zorla yutkundum. Bu bakışı çok iyi biliyordum.

"Tanrım bu ne güzel bir hediye. Yüce İsa ona yaptığımız hizmetlerin karşılığında bizi ödüllendirdi Joseph."

Işık hızıyla kampa sürüklendiğimi hissederken çevrede ki ağaçlara olan aşinalığım bunu yalanlıyordu. Harekete geçmeliydim. Fakat sanki bütün gücüm yok olmuştu. Zeyd'e seslensem beni kaçıncı seslenişim de duyardı.

Bana doğru yaklaşan iri yarı asker yok olan gücüme güç katarken korkuyla arkamı dönüp hızla eve doğru koşmaya başladım. Koşmaya başlamamla askerlerin de postallarının sesi daha şiddetli çıkmaya başlamıştı. Bu insanlıktan yoksun varlıkların bir kadın gördüklerinde akılları tek bir şeye mi çalışıyordu. Aldığım nefesler sıklaşırken orta boylu yosun tutmuş olan taşı gördüğümde eve yaklaştığımı anlamıştım.

"Zeyd!"

Sesim koca tepede yankılandı eğer beni duymazsa özür dilemeyi bile çok gördüğü bir Nur olmayacaktı. Çaresiz haykırışım etrafta ki kuşları korkutmuş olacak ki kuş sesleri haykırışımın üzerine örtmek istercesine etrafı kaplamıştı.

Postalların sesi çok yakınımdaydı.

"Zeyd!"

Son bir gayretle ismini haykırdım.

Başörtümü kavrayan parmaklar dan güçlükle kendimi kurtarmayı başardığımda bir kaç tutam saçımın başörtümle beraber bana veda etmesiyle ufak bir çığlık dudaklarımdan firar etmişti.

Yıllardır nadide bir eser gibi bölgelerden bile sakındığım saçlarım omuzlarımdan aşağı döküldü.

Artık aldığım her nefes boğazımı yakıyordu. Ben bitmiştim fakat yolum hâlâ bitmemişti. Dizlerimin üzerine çöktüğümde ilk kez teslim olan bedenime isyan ettim. Şimdi teslim olmanın sırası değildi. Bir müslüman ancak Rabbine teslim olurdu.

Yerden destek alıp kalkmayı başarsam da tekrar yere kapaklanmıştım.

"Allah'ım senden başka sığınabileceğim kimsem yok."

Bir haykırışla içimden geçirdiğim sözler dudaklarımdan fısıltıyla çıkmıştı.

İki el silah sesi tepenin akşam vaktinde kayboldu. Çaresizliğimi duymuştu ve beni kurtarmaya gelmişti. Yaratıcımızın vesileleri hiç bir zaman bitmezdi.

Belki de gökyüzü usul usul kaybolan mavililiğini umut olsun diye bu beldeye sunmuştu. Acı bir inleme sesi sıkılan yeni bir kurşunla son bulmuştu. Titreyen bacaklarımda hala güç bulamazken yanaklarımdan süzülen gözyaşları beni teselli etmek ister gibiydi.

Arkamda hissettiğim telaşlı adım sesleri hemen önümde durduğunda titrek bir nefes aldım.

Ilık esen rüzgar eşliğinde buğulu gözlerim onu buldu.

Endişeliydi.

Karanlık bakışları pişmandı.

Yanağımdan süzülen gözyaşını elimin tersiyle sildiğimde cansız kollarımı dizleri üzerine çökmüş olan bedenin sahibine sardım.

Bir katil insanı nasıl güvende hissettirebilirdi. Peki kokusu nasıl huzur verirdi. Bunları hissetmeme sebep olan çaresizlik duygusu muydu?

Saniyeler sonra kolları bedenimi sardığında derin bir nefes almıştı.

"Özür dilerim Nur, özür dilerim."

Neden bir anda bütün yaşadıklarım silinmiş gibiydi. Kalbimde ki korkunun yerini neden bambaşka bir çırpınış almıştı. Saçlarımı gizlemek istercesine başımı göğsüne daha çok siper ettim.

Sığındığım bedenin sahibi fısıltıyla konuşmuştu.

"Tahmin etmeliydim." dediğinde daha sıkı sarıldı. Aynı içtenlikle karşılık verdiğimde küçük bir hıçkırık dudaklarımdan firar etti. Hemen ardından parmakları omzumu teskin edercesine okşadığın da bu adamın varlığına ilk şükredişimdi.

"Artık ben seni bırakana kadar yanımdasın."

Sevinmeli miydim? Yoksa yine hüzne mi boğulmalı mıydım?

Belki bir kaç dakika belki de saliseler geçmişti. Saçlarımda hissettiğim hafif ağırlıkla başımı göğsünden kaldırdığımda zifiri gözlerinde ki şefkat de kayboldum. Üstün körü saçlarıma örttüğü başörtümün kenarını kavrayan parmakları yanağımı okşayan saç tutamlarımı buldu. Keskin bir nefes aldı. Saç tutamlarımı kulağımın arkasına iliştirdiğinde utançla kızaran yanaklarımı gizleyemedim. Yüzüne hakim olan koruyucu ifadeye sesinin yumuşaklığı eklendi.

"Lütfen korkma." dediğinde parmakları yanaklarıma usulca dokunup bedenin de ki yerini aldığında gözlerimi kaçırdım. Yaşadıklarımın etkisinden çıkmam kolay olmayacaktı. Ve o an ki hissettiğim korkuyu hatırlamak bile nefesimi kesiyordu. Ürkek bakışlarım tekrar onu buldu.

"Bu gözlerin bir daha bu şekilde bakmasına izin vermeyeceğim."

Ona inanmak istercesine gözlerimi kapayıp açtığımda hızla atan kalbimin bu defa korkuyla karışık atmadığına emindim. Şefkatli ve koruyucu bakışların sahibinin bir katil olduğuna inanmam güçtü. Daha önce bir katile bu denli yakın olmadığım için nerede nasıl davrandığını bilemezdim. Ama böyle bakan bir adam nasıl katil olabilirdi ki?

Usulca ayağa kalktığımda bacaklarım adım atmayı unutmuş gibiydiler. Dizlerimin bağı çözüldü deyimi az kalırdı. Dizlerimin bağı paramparça olmuştu. Tek isteğim bir an önce güvende hissetmemi sağlayan o eve gidip yorgun bedenimi dinlendirmekti.

Zorla attığım birkaç adımla yanıbaşımda ki adamın çok nadir duyduğum naif ve tok sesi kulaklarımı doldurdu.

"Yürüyebilecek misin?"

"Evet." dediğimde sanki sesim bana ait değildi. Başörtümü sıkıca kenetlediğimde hâlâ dağınık olduğu için bazı kısımları görünüyordu. Örtmeye çalışsam da uzun olmaları aleyhimeydi.

Titreyen bacaklarımla bir adım attığında emin misin dercesine bana bakıyordu.

"Yürüyebilirim."

Sesimin tınısı ve kısıklığı fazlasıyla iticiydi. Elimden geldiğince bir daha konuşmamam en iyisiydi.

"Tepeyi bu hâlde çıkabileceğine kendin bile inanmazken beni hiç inandıramazsın."

Bir şey söylememe fırsat vermeden bedenimi güvenilir kollarının arasına aldığında karşı koymaya fırsatım bile olmamıştı. Güçsüz kollarım refleksle omzuna tutunduğunda başım boyun girintisini sahiplenmişti. Kızaran yanaklarıma rağmen içten içe ona teşekkür ettim.

"Sanki."dedi her an hazırolda bekleyen iç sesim"Sanki hep onun kollarına ait gibisin."

İç sesimi susturacak gücüm yoktu. Ama başından beri bende ki sebepsizce hüküm süren varlığını görmezden gelemezdim.

***

Fısıltıyla amin diyerek dualarıma son noktayı koyarken usulca doğrulup seccademi katladım.

Ruhumun ferahladığını gönülümün huzura erdiği beş vaktin verdiği sükuneti her an üzerimde taşıyabilseydim dertlenmezdim. kendimi de mahzun hissetmezdim.

Büyük bir gerçek vardı ki insan dertlenmese insan olmazdı.

Bedenimin yorgunluğu geçmiş olsa bile ikinci kez aynı duruma maruz kalmak benliğim de derin yaralar açmıştı.

Bahçeye çıktığımda atına ilgiyle kendi dilinde birşeyler söylüyordu. Güzel bir şey söylemiş olacak ki at başını sallayıp ona karşılık verircesine kişnemişti. Atın evlendiğimiz gün ki siyah at olduğunun farkına varmam biraz zaman almıştı. Başını bana çevirdiğinde çehresine yayılan tebessüme karşılık verdim. Gölgelerden bile sakındığım saçlarımı görmesi hâlâ utanmama sebep oluyordu.

At asil bir hareketle bana doğru adım attığında onun tebessümü daha da çoğaldı.

"Artık seni tanıyor üstelik seni sevdi de."

Atın yelesini okşayıp bana dönerken devam etti.

"Sevgisine karşılık vermek ister misin?"

Zeyd'in bu hallerine alışık değildim. Bu denli naif olmasına. Belki hep böyle biriydi fakat ben onu olduğu gibi tanıyamamıştım. Kendini olduğu gibi tanımama izin vermemişti.

"Dokunman yeterli."

Yukarı elinden bırakmadan hafifçe geri çekilip atın yanında bana da yer açmıştı. Heyecanla karışık bir duyguyla parmaklarımı konur karası yeleleri sevgiyle okşadı. Bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.

"Onun da bir ismi var mı?"

"Luhayf."

"Ne hoş bir ismi var."

"Oğlum da ismi gibidir."

Atlarına karşı bu denli sahiplenici olmasına karşılık gülümsedim. Başımı yan çevirdiğimde

gözlerim ezberlemekten çekindiğim çehresini buldu. Az önce ki tebessümünün izlerini hâlâ taşıyordu.

"Onları kendinden bir parçaymış gibi seviyorsun."

Atına baktığında gözlerinden gelip geçen duyguları yakalayamadım.

"Benimseyip kendine ait kıldığın her şey senden bir parçadır"

Başımı sözlerini takdir edercesine hareket ettirdim. Her ne kadar onu onaylasam da düşünmeden edemedim. Atın yularını çözüp atı serbest bıraktı. Yüzünde ki yumuşak ve her an tebessüm edecekmiş gibi duran ifadesinin gitmesini hiç istemedim.

"Hadi oğlum Hamra'yı bul."

Luhayf aldığı emirle beraber çoktan ağaçlık alana doğru ilerlemeye başlamıştı.

Atın gidişini izlerken varlığı beni germişti. Bu sebepsiz gerilmeye bir anlam veremedim. Oysa ki biz her zaman yan yana sessiz, sakin ve iki yabancıydık. Kulübenin bulunduğu tarafı bulan bakışlarım bana o günü hatırlatırken istemsizce gözlerimi kapayıp açtım. Ölümün izlerini unutmak istiyordum. En son yaşadıklarımdan sonra bir katille aynı evi paylaştığımı unutmuş olabilir miydim? Yoksa bunu unutmama sebep olan başka bir güç mü vardı.

"Rüzgarı bile güzel olan manzaraya karşı oturmak ister misin?"

Sakinleştirici ve ikna edici sözlerine karşılık "İsterim."deyebildim.

Günler önce "Rüzgarı bile güzel."dediğimi unutmayıp dile getirmesi normal miydi? Belki de kullanmış olduğum tabir hoşuna gitmişti.

Bana karşı neden bu kadar nazik davranmaya başlamıştı. Suçsuz olduğumu ortaya çıkalı çok olmuştu. Yani daha erkende bu denli nazik ve kibar olabilirdi. Yoksa son yaşadıklarımdan sonra beni rahatlatıp güvende olduğumu hissettirmek için mi böyle davranıyordu.

Acıdığı için. Ondan başka güvenebileceğim, sığınabileceğim birinin olmadığının o da farkındaydı. Fakat Ahsa da vardı.

Aramızda ki sessizlik bizden bir parça olduğu için hiç yadırgamıyordum. Bu sessizlik ona sormak istediğim soruları gün yüzüne çıkarıp beni rahat bırakmıyordu. Hangi sorumdan başlamalıydım. Başka bir şeyler düşünmek için kendimi zorlayıp gözlerimi kapayıp açtım. Güneş sonbahara rağmen bütün ihtişamıyla günlerce yağan yağmuru unutturmuştu.

Kuş cıvıltılarına esir olan bu sessizliği birimiz bozmalıydık. Aksi takdirde düşüncelerim kendi içinde yeni bir savaş ilan edecekti. O an aklıma gelen ilk şeyi söyledim.

"O gün eve geldiğimde seni bulamayınca odana ve salonun sonunda ki odaya girmek zorunda kalmıştım."

Gözleri usulca beni buldu.

Resimlere hayran kaldığımı ifade etme hissiyatı ağır basarken içimi kaplayan tuhaf bir heyecanla tekrar konuştum.

"Çizdiğin resimler çok güzel, sanırım yeni bir resim daha çizmeye başlamışsın."

"Uzun süredir çizmiyorum."

Gözlerinde ki kuşkulu ifadeye anlam vermezken konuştu.

"Hangisinden bahsediyorsun?"

"Üzeri örtülmüş olandan, zaten telaştan çok fazla inceleyemedim resimlerini."

Artık bana göstermeyi mübah gördüğü tebessümünü yeniden sunup elini cebine koyduğunda tebessümü keyifli bir gülüşe dönüştü.

"Daha uygun bir vakitte incelersin."

Bu onun tarafından bana atılan ilk iyimser adımdı. Gülümseyerek yerdeki çam kozalağın da olan bakışlarım yeniden onu buldu. Yüzümdeki gülümseyiş ona teşekkür mahiyetindeydi.

"O gün neden telaşlıydın?"

Sesi merak uyandırsa da sorunun cevabını biliyor gibiydi. Sorunun cevabı neydi? Onu çok merak etmiş ve başına bir şey gelmiş olabileceğinden mi endişelenmiştim. Onun için korkmuş muydum? Bedenimi saran sıcaklık yanaklarımı ele geçirmeden konuştum.

"Evde olacağını söyleyip olmadığını görünce merak etmiştim. Bana da resim çizer misin?"

Yüzünde ki gülümseme daha da çoğaldı.

"Gözetimim altında olan biri ilk defa kendisi için resim çizmemi istedi. Gerçi gözetimim altında olan insanlar resim çizdiğimi bilmezler."

Bu durumda kendimi özel mi hissetmeliydim.

Yoksa daha da mı çaresiz.

Fakat buradan giderken ondan bir parçayı yanımda götürecek olmam gerçeği bambaşka hissetmeme sebep olmuştu. Parmaklarımı birbirlerine kenetledim. Onu tanımak isteyen tarafım hakkında öğrendiğim en ufak bilgileri bile temiz bir sayfaya kaydediyordu. Ama neredeyse bir hafta önce o temiz sayfaya kan bulaşmıştı. Bir adım uzağım da vakarlı bir duruş sergileyerek oturan adama kaçamak bir bakış attım. En başından beri ondan etkilenmemim bir sebebi olmalıydı. Olmasa dahi bir açıklaması mutlaka olmak zorundaydı.

"Söyle Nur Barlas."

Yakalanmışlığın verdiği bocalamayla bakışlarım tüm manzarayı talan ettiğide sonunda onun üzerinde durabilmiştim.

"Söylemek istediğime emin değilim."

"Emin olamamanın sebebi?"

Rahatsızca yerimden kıpırdadığım da umutsuz bir nefes aldım.

"Açıklayıcı bir cevap alamayacağım için."

"Açıklayıcı olmam soracağın soruya göre değişir."

Boşuna umutsuz bir nefes almamıştım.

"Hiç sormayayım daha iyi, sorduğum soruyla kalmıyor sır gibi cevaplarınla sorularıma bir yenisi daha ekleniyor."

Sesim sitemli çıkmasa bile aslında sitemliydim. Ona karşı maruzatım olsa hepsini kendi içimde yaşıyordum. Adam cevapsız sorular abidesiydi.

Sanırım bu sadece bana hastı.

"İnsan açıklayıcı olacağım derken bilinmemesi gerekenleri söylemek yerine yalanlara başvurur. Ben yalandan nefret ederim."

Ilık esen rüzgar siyah saçlarını okşayıp geçerken ben yüzümü okşamakla yetinmişti.

"Yalan söylemek istemediğin için sadece bilmem gerekenleri söyleyip konuyu kapatıyorsun ya da hiç cevap vermiyorsun. Doğru anladım değil mi?"

"Evet."

Çok uzun olmayan kirpiklerimin özendiği uzun ve kılıç gibi keskin kirpiklerini kapayıp açtı.

"Sadece bir yalan tüm gerçekleri yerle bir eder."

Sanki büyük bir yalana maruz kalmış gibi konuşmuştu. Nasıl bir yalana maruz kalmış olabilirdi ki? Kim ona yalan söyleyip kandırmış ve öfkesini göze almış olabilirdi? Yeri gelince ürkütücü bir adam olabiliyordu.

"Seni dinliyorum?"

Sormak istediğim ve sormak istediğimden emin olmadığım o kadar çok soru vardı ki hangisinden başlayacağımı bilemiyordum.

"Gerçekten de Esedullah'ın askeri misin?"

"Evet."

"Yani sende bir direnişcisin."

"Direnişi destekleyenler de Esedullah'ın askeridir."

Heyecanla ona bakıp konuştum.

"O halde bende direnişciyim. Esedullah'ı başından beri destekliyorum."

Sesim fazlasıyla yuksek çıkmış ve heyecanım sesime de yansımıştı. Dean, Esedullah dan ilk bahsettiği andan beri o adamın cesaretine, şecaatine, metanetine hayran kalmıştım.

Anında gözleri kısıldı.

"Başından beri?"

Yönelttiği soruyla beraber bakışlarında ki soru işareti hoşuma gitmişti. Sonuçta Zeyd Ansarhan'ın bakışlarında soru işareti görmek her zaman nasip olmazdı.

"Dean, o adamdan bahsetmişti. Cesaretine hayran kalmıştım."

Başını aşağı yukarı hareket ettirdiğinde gözleri kuru çimlerin üzerinde oyalandı.

"Dean. Onun soyadı neydi?"

Birkez daha onun ismini anmak kalbimin minnetle dolup taşmasına sebep olmuştu. Hayatımız en güzel kelimesini söyler gibi ona ait olan her şeyi telaffuz ettim.

"General Dean Brave."

Hiç bir açıklık vermeyen gözleri beni buldu. Yine aynı heyecan ve merakla yeni bir soru sordum.

"Esedullah'ın yüzünü hiç gördün mü?"

"Başka sormak istediğin soru var mı?"

Sorduğum soruyla yüzünde oluşan tebessüme zıt bir cevap vermesini hiç beklemiyordum.

Sakin bir sesle konuştum.

"Daha demin bir soru sormuştum."

Derin bir nefes aldığında aslında bu derin nefesi benim almam gerekiyordu. Ona ne kadar sabrettiğimin farkında değildi.

"Şuan eşine başka bir adamın nasıl biri olduğunu soruyorsun bu sorudan ziyade beni sınamak olur."

Ciddi misin dercesine ona baktığımda kolunda ki saate bakıyordu. Bakışlarımı görmemişti. Gerçi görse ne diyecektim veyahutta daha başka ne söyleyebilirdi ki. Düşüncelerimin karışmasına izin veremezdim. Büyük ihtimalle sorumu cevaplamamak için böyle bir şey söylemişti.

"Peki, Arya ve Amman kim."

Saatinde ki bakışları anında beni buldu. Gözlerini çözemediğim bir ifade kaplamıştı.

Yavaşça ayağa kalktı.

"Bu sorunu daha sonra cevaplamam daha iyi. Şimdi gitmeliyim."

Evli bir kadının iç güdüsüyle"Nereye gidiyorsun? Saat çok geç oldu."dedim.

Evli bir kadının iç güdüsü nasıl olurdu ki?

"Gece geç gelebilirim, rahat ol, telaşlanacak bir şey yok."

Sakinleştirici çıkan sesiyle rahatladığımda telaşlanmaktan ziyade merak ettiğimi ifade edecekken o çoktan arkasını dönüp kulübenin olduğu tarafa doğru ilerledi.

Burada ki varlığımı hala yadırgayan tarafım onun gidişiyle tekrar gün yüzüne çıkmıştı. Sert bir nefes aldığımda geniş yol boyunca bahçeye doğru gelen iki tane asil atı gördüğümde durgun yüzüme tebessüm yerleşmişti.

***

DANIEL ROOSEVELT KARARGÂHI

                                                      18:50

 

Güneşin kızıllığının bile kıskanacağı derece de olan kızıl saçlarının üzerinde ki şapkayı masanın üzerine koyduğunda derin bir nefes aldı.

"İki gün önce Kuzeye gönderdiğimiz gözcü birliğinden ikisi öldürülmüş."

Saçlarına nazaran daha açık olan kaşları anında çatıldı.

"Bu nasıl mümkün olabilir?"

"Direniş örgütünün varlığına dair büyük bir kanıt. Büyük ihtimalle kuzeyin kontrolünü geri almak istiyorlar. Yavaş ve temkinli hareket ediyorlar."

"Hücum etmeye güçleri yok elbette öyle hareket edecekler."

Başını olumsuzca hareket ettirdiğinde gözleri kıstı.

"Belkide yavaş ve temkinli olmaları stratejileridir."

Konu kapanırken içeri girdiğinden beri düşünceli hale bürünmüş olan arkadaşının bu hallerine pek alışık değildi. Dikkati dağınık ve bulunduğu ortamdan kendini soyutlaştırdığı çok belli oluyordu.

"Düşüncelisin, bir sorun mu var?"

Sıkıntılı bir gülüş dudaklarını istila ederken gözleri arkadaşını buldu.

"İstifa etmeyi düşünüyorum."

Böyle bir itiraf beklemezken irice açılan gözlerini kırpıştırdı.

"Bu rütbeye ulaşana kadar neleri feda ettin! Şimdi mi vazgeçeceksin."

"Bunu uzun zamandır düşünüyorum."

Ciddi bir ifadeyle dile getirilen sözlere inanmak da zorlanıyor gibiydi.

"Bu saçma düşünceyi aklından çıkar."

Derin bir nefes alıp konuştu.

"Saçma bile olsa düşüncelerimi meşgul ediyor."

"Kim soktu bu saçma düşünceleri aklına?"

Düşüncelerini kendine sakladı. Gözleri kaçırmadı. Yüzünde kendini ele veren en ufak bir ifade bile belirmedi. Kimin soktuğunun ne önemi vardı ki!

"Hiç kimse Casimiro."

Casimiro fazla üstelemeden konuyu değiştirme karar vermişti. Eğer arkadaşı bir şey düşünüyorsa bir bildiği vardı.

"Kuzey de bir dostum var direnişçiler hakkında bize bilgi verebilir. Gerçi kendisinin haberi olmadan Akadistan topraklarında kuş bile uçmaz."

"Kim bu dostun tanıyor muyum?"

"Tanımıyorsun fakat aynı davaya hizmet ediyoruz. En kısa zamanda tanışacağınıza eminim."

Başını aşağı yukarı hareket ettirdiğinde gülümsedi.

"Elbette."

Kapı hızla çalındığında gel der demez aceleyle içeri giren askere dönmüştü.

"Generalim, Eret bölgesinde ki Hope kampına saldırı düzenlenmiş ve esirleri de almışlar."

Generalin mavi gözlerini öfke kaplarken çoktan ayağa kalkmıştı.

"Derhal kraliçe birliğine harekete geçmelerini bildir!"

"Emredersiniz." diyen asker geldiği hızla kapıyı kapatıp çıktığında Casimiro anlamayan gözlerle konuştu.

"Nasıl? Kim yapmış olabilir ki? Direnişçiler mi?"

Daha demin küçümsediği direnişçiler Hope kampına gerçekten de saldırı mı düzenlemişlerdi. Buraya ilk geldiği zamanki düşünceleri artık eskisi gibi kalmayacağına neredeyse emindi.

General masanın üzerinde duran telefonunu cebine atıp tıslayan bir sesle konuşmuştu.

"Evet! Lanet olası Esedullah ve adamları! Saatlerini bizi nasıl mahvedeceğini düşünmekle geçiriyor."

"Dostum sakin ol."

Arkadaşı ateş püskürürken onun da arkadaşından pek aşağı kalır yanı yoktu.

"Sakin olamam Casimiro! O adamı Eret'e gömeceğim!"

***

 

 

 

Bölüm : 26.11.2024 14:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...