
Kahverengi elbiseyi üzerime giyerken de onu düşünüyordum. Gece eve gelmemiş olması beni merakta bırakırken daha öncede birkaç gün eve gelmediğini hatırlamam ile çok da merak edip endişelenmemem gerektiği gerçeğini bir türlü kabullenemeyen yanımı susturamıyordum. Ona alışmış olduğum gerçeğini kabullenemiyordum.
Dün okumuş olduğum nottan sonra tüm düşüncelerim aynı şeye odaklanmıştı. Fakat bunun hiçbir faydası olmayacak olanları düşünüp kendi kendimi yoracaktım. Dalgın adımlarla oturma odasından içeri girdim.
Kaşları çatık yüz hatları gergin bir halde tavanı izleyen Zeyd görmeyi beklemiyordum.
Düşünceliydi.
Kirpiklerini kapayıp sert bir nefes aldığında onu görmezden gelip odama çıkma fikri ağır basarken aldığı sert nefese sıkıntılı bir nefes daha eklenince bakışlarım hızla onu bulmuştu. Varlığımın hâlâ farkına varmaması hiç normal değildi.
Dün sabah giydiği lacivert ceketi çıkarmak istiyordu ama sanki onu engelleyen bir şey vardı. Kaşlarım çatılırken zorda olsa bir omzunu indirdiği de ceketin altında kanlı gömleğini görmemle nefesim kesilmişti.
"Ne oldu sana?"
Olduğum yerden uzaklaşıp çoktan yanına gelmiş endişeli gözlerle ona bakıyordum. Keskin bakışları saniyelik beni bulurken varlığımı yeni fark etmiş gibi bakmıyordu. Ceketi çıkarmayı tekrar denese bile başaramamıştı. Acı bir inilti dudaklarından döküldü. Aramızda bir adımlık mesafe bıraktıktan sonra üzerine eğilip ceketin yakalarından tutup yavaşça çıkarmaya başladım. Bu eylemi yaparken olabildiğince yaklaşmamaya çalışıyordum. Seğiren çenesi ve acıyla bükülmüş olan kaşları hem çok sinirli hemde çok çaresiz görünüyordu. Canı çok yanıyor olmalıydı.
"İyi misin?"
Kirpiklerini araladığında zifiri gözleri farklı bakıyordu. Cevap vermediğinde bakışlarım yarası bulurken kanadığını gördüm. Kan gömleğin üzerinden çıkmıştı. Yaraları tedavi etme işleminde becerikli olmasam da ilk yardım eğitimi almıştım. En azından ne yapmam gerektiğini biliyordum ama daha önceden hiç canlı bir örnekle karşılaşmamıştım.
"Ahsa'ya haber vereyim."
Kesik bir sesle "Hayır."dedi.
Acısı sebebiyle daha fazla üstelemedim. Yapabileceğimden o kadar emin değildim ama yinede denemeye değerdi.
Yarasını acemice tedavi edebilmiştim. Sargılı kolundan aldığım bakışlarım gerginliğini koruyan çehresini buldu. Nasıl yaralandığını merak etsem de sert nefes almasıyla gözlerimi ondan kaçırdım. Oturduğumuz koltuk dar gelmeye başlamıştı. İcime hakim olan karmaşık duygulara sayısız sorular eklenince madden ve manen çok yoruluyordum.
"Sağol."
Yaralı haliyle ikinci konuşması sessizlik çöken odayı doldurdu. Başımı hareket ettirmekle yetinirken soru sormamak için zor sabr ediyordum. Gitmek daha cazip geliyordu fakat yaralı bir adamı bırakıp gitmek vicdanımı rahatsız ederdi. Kahve harelerinin beni bulmasıyla bu fırsatı değerlendirdim.
"Bu nasıl oldu?"
Tatmin edecek bir cevap vermeyeceğini tahmin etmek benim için zor değildi. Hakeza öyle de oldu.
"Savaştayız."
Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum.
"Kendi halinde bir yok bir var olan adamın yaralı bir şekilde eve gelmesini savaşın içinde olmamıza yormamı bekleyemezsin."
"Nasıl bir cevap bekliyorsun?"
"Sorum gayet açıktı."
Sessiz ve sıkıntılı nefes alıp verişi bana ulaştığında söylediklerime cevapsız kalıp sıkıntılı nefes alması tetikte bekleyen sinsi öfkemi alevlendirmişti.
"Bir adam öldürdüğüne şahit oldum. Bir an anda ortalıktan kayboluyorsun, bazen gece yarısı bazen ise eve hiç gelmiyorsun. Üstelik Direniş örgütüne mensup olduğu doğrulamıştın cevap vermen bu kadar zor olmasa gerek."
Sitemkar ses tonuyla dile getirmiş olduğum sözleri durgun bir yüz ifadesiyle dinlemişti.
"Seninle zaman geçirmediğim için bu kadar muzdarip olduğunu bilmiyordum."
Gözlerimi kısıp yüzüne bakmaya devam ederken konuştum.
"Konuyu değiştirme."
"Konuyu değiştirmiyorum. Sözlerin eşine yakınan bir hanımefendinin tatlı ama yakıcı sitemleri gibi."
Kendinden emin bir şekilde söylemiş olduğu sözlerde ufacık da olsun bir alay sezmemiştim.
Sorularıma karşı bu kadar umursamaz olması öfkelenmeme sebep oluyordu.
"Beni ve sorularımı ne zaman ciddiye almayı düşünüyorsun!"
Ondan uzaklaşıp ayağa kalktım.
Yaralı olduğu gerçeğini bir kenara itip sert sesle konuşmayı tercih etmiştim. Yaslı olan başını kaldırdığında gece karası gözleri delici bakıyordu. Birkaç saniye daha da uzarken daha çok sabırsızlanıyordum. Yarası sebebiyle yüzünü ekşiterek usulca ayağa kalktı. Beni ciddiye bile almıyor muydu?
"Sana yalan söylemem için neden bu kadar ısrar ediyorsun."
Belki de haklıydı. Fakat kim benim durumum da olsaydı aynı şekilde olurdu. Kırgın bakışlarımı gözlerinden çektim. Kapının çaldığını duymam ile sözlerime başlamadan nokta koymuştum. Kapıya yöneldiğimde sakin bir sesle "Bekler misin?" dedi. Koltuğun kenarın da duran ceketi alıp ağır hareketlerle sol kolunu giyerken yaralı kolunda duraksamıştı. Tüm duygularımı sineye çekip yardım etmek için ceketine uzandığım da engel olmadı. Giyindirip hızla uzaklaşırken kokusu her yerime sinmiş gibi peşimden geldi. O ise ısrarla çalan kapıyı açmak için oda dan çıktı.
"Neredeyse gidiyordum."
Naif ses dikkat kesilmeme sebep olurken sesin sahibinin Dua olduğunu anlamıştım.
"Bahçeye geçelim."
Zeyd'in bu sözleriyle kaşlarım daha çok çatılmıştı. Dua'nın neşeli bir sesle "Nur yok mu?"dediğini duyarken o adamın "Yok." demesiyle buğulu gözlerim de yuvalanan bir damla gözyaşı yanağımdan süzüldü. Kapının kapanma sesiyle küçük bir hıçkırık dudaklarımdan kaçtığında merdivenlere yöneldim.
Odaya girdiğimde açık olan pencereden içeri giren rüzgar ürpermeme sebep olurken bahçe olmaları gerçeğiyle adımlarım pencerenin önünde son bulmuştu.
Oradaydılar.
Ağacın altında, aralarında oldukça mesafe vardı.
Zeyd tebessümle başını salladığında Dua da gülümsemişti. Pencerenin yanından hızla uzaklaştım. Yatağıma uzandığım da usulca gözlerimi kapatıp açtım. Tavan da canlana görüntüyle boğazım düğümlendi.
Sana ne oluyor Nur!
Kendine gel!
İç sesimin sıraladığı cümlelerden sadece iki tanesiydi. Bu uyarı cümlelerini söylemeye başladıktan sonra bir çok duygunun geri dönüşü olmayacağını çok iyi biliyordum. Hislerim gidecek biri için çok aceleci değil miydi?
***
Ondan kaçmak için çaba sarf etmeme gerek kalmamıştı. Bir gün boyunca eve gelmemişken kırılan kalbime rağmen yaralı halde nerede, nasıl olduğunu düşünmüştüm. Gün daha yeni ağarırken eve gelmiş ve yarasına bakmamı rica etmişti. Gömleğinin kolunu tekrar özenle yukarı kıvırdım. Tesiri altında olduğum kokusundan hızla uzaklaşırken yüzüne dahi bakmadım. Oda dan çıkmama birkaç adım kalmışken aşina olduğum sesini duydum.
"Nereye gidiyorsun?"
Başımı hafifçe çevirdiğimde "Odama." demekle yetinirken duygusuz ve kırgın bakışlarım önce dağınık siyah saçlarında sonra ise durgun olmasına rağmen canlılığını koruyan çehresini buldu.
"Kahvaltı da bana eşlik etmeyecek misin?"
Hiçbir şey olmamış gibi samimi davranması sineye çekmiş olduğum öfkemi alevlendirmişti.
"Hayır!"dediğimde sesim istediğimden de katı çıkmıştı.
Koltuktan vakarla ayağa kalktığında ağır adımları hemen önümde durdu. Mesafeyi ihlal eden adımları eşliğinde usul usul ciğerlerime dolan kokusunu hiçe saymam imkansızdı. Sert bakışlarım bedeninde dolaşırken amacının ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Şimdiye kadar başaramadığım şeyi şuan başaracağımı ummuyordum fakat yine de denemeliydim.
"Bana eskisi gibi bakman için ne yapabilirim? Ay yüzlü kız."
Gözlerimi kırpıştırmamak için direndim.
Ay yüzlü kız.
Bir şiirin en güzel, en naif, en akıcı dizesini telaffuz eder gibi söylemişti.
İnsanın kırılan kalbini hangi şiirin dizesi onarabilirdi ki? Peki ne zamandan beri bu adamın tavırları ve sözleri karşısında kırılmaya başlamıştım.
"Yok yerine koyduğun birinin sana nasıl baktığının bir önemi var mı?"
Kirpiklerimi kırpıştırarak birkaç adım geri gittiğimde kısılan kahveleri ahenkle yüzümde gezindi ve dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm meydana geldi.
"Anlamalıydım."
Kaşlarım çatıldı.
Çehresi ciddiliğe bürünürken dudaklarında ki tebessüm sanki hiç var olmamış gibiydi.
"Sana karşı açıklayıcı olmayı çok isterim fakat bazı şeyler elimde değil."
En başından söylemesi gereken sözü en sona bırakmasına ne demeliydim.
"Zamansız söylediğin sözlerin hiçbir faydası yok."
"Zamansız bir adamdan, zamanlı şeyler beklememelisin. Ben olduğuna zamansız bir adamım."
Her sözünü ciddiyetle karşılayan tarafım onu görmezden gelmeye çalışan tarafımla karşı karşıya kalmıştı.
Sağlam koluyla getirmiş olduğu kutuya doğru ilerledi.
"Ben senin zamansızlığına ayak uyduramam."
"Alışırsın veyahutta." dediğinde birkaç saniye sonra aynı ses tonuyla devam etti.
"Gerçi alışmak zorunda değilsin."
Sözlerinin devamı bu cümle değil gibiydi. Dikkatli bakışlarım sırtında dolaştı. Ağır hareketlerini takip eden gözlerim acı nefes almasıyla kısıldığında çoktan bana dönmüştü.
Elinde tuttuğu siyah saksıyı süsleyen mor çiçeklere saşkınlıkla baktım. Dudakların da canlanan tebessüm bana uzatılan saksıyla bütünleşirken olayın gerçekliğini yadırgadım.
"Senin için."dedi esiri olmaktan korktuğum buğulu sesiyle.
Gözlerimi bedeninden çektiğimde zihnime işleyen sesinden kurtulmayı başardım. Parmaklarımın arasında yerini alan mor çiceklerle kaplı olan saksı bir hanımefendinin zayıf noktasıydı. Bunu çok iyi biliyor olmalıydı.
Başka kimlere çiçek aldıysa.
Işıltılı kahvelerine baktığımda gözlerinde istediği almış birinin bakışları vardı.
"Dua kardeşim gibidir. Eğer bu durumdan-"
"Tabi ki de rahatsız olmadım. Dua'nın senin için ne ifade ettiği beni hiç ilgilendirmez."
Dudaklarında ki tebessüm gülüşe döndüğünde kahveleri kısılmıştı. Çok geçmeden erkeksi bir kıkırdı odayı kapladığın da kaşlarımı çattım.
"Komik olan ne?"
"Hiçbir şey.... Sadece hoşuma gitti."
Konuşmamızı gözden geçirirken hoşuna gitmesine sebep olan şeyin ne olduğunu düşündüm. Neyin hoşuna gittiğini merak etsem de "Sana afiyet olsun."deyip kapıya doğru yöneldim.
Elimde ki saksıya baktığımda dudaklarımda oluşan tebessümle derin bir nefes aldım.
***
- ERİZ HAPİSHANESİ-
Halsiz parmakları keçe gibi olan saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. Saçlarının haftalardır yıkanmamış olmasını artık aldırmıyordu. Tek istediği yaşamını zehire çeviren aşağılık insanların zalimliklerini dünyaya haykırmaktı. Bunun için ise buradan kurtulması gerekiyordu. İki buçuk ay tek kişilik bir hücre de kalmıştı. Şimdi ise dört kişilik bir hücredeydi.
Onların vatandaşı olmasına rağmen her türlü zorbalığa ve işgenceye maruz bırakılmıştı. Diğer insanlara ne türlü işgence ettiklerini düşünmek bile tüylerini ürpertiyordu.
Duvara yaslamış olduğu başını usulca kaldırdığında karşısında oturan adama baktı.
Bu adamı iki hafta önce getirmişlerdi. Birkez bile uzun süre kendine bakmazken baktığı zamanlar bile anlıktı. Buna rağmen dikkatli bakışları ve her an tetikte bekleyen haliyle adam öylesine hapse mahkum edilmediğine emindi.
"Beni izlemeye ne zaman son vereceksin?"
Tok ve durgun sesi sor sormaktan ziyade açıkça rahatsız olduğunu ifade ediyordu. Cansız bakan gözlerini kırpıştırdığında yorgun bir nefes aldı.
En başından yaptığı gibi sanki adamla daha önceden samimiyeti varmışcasına konuştu.
"Seni izlemiyorum çözmeye çalışıyorum."
İki haftadır olan konuşmalarını not alsa sayfa doldurmazdı. Genç adamın dudaklarına yayılan sinsi gülüşü göremezken başını tekrar duvara yasladı.
"Mesleğinin hakkını veriyorsun ama kendini bu kadar yormana değmez."
Genç kız bir kez daha doğru yolda olduğunu anladı. Bu adam kesinlikle boş biri değildi.
"Bu kadar ince düşünceli olduğunu bilmiyordum."
Adamın cevap vermeyeceğini bile bile sözlerini dile getirmişti. Müslüman erkeklerin mahrem olmayan kadınlarla gerekmedikçe konuşmadıklarını bilse de bu adamın onunla konuşmasını istiyordu. Onunla konuşmak sanki vazgeçilmez bir ihtiyaç gibiydi.
Gözlerini kapatıp uzandığında kendisiyle birlikte beraber kurtarmak istediği kız aklına geldi. Sonra arkadaşının ihaneti.
Olay örgüsünü her gün hatırlayıp olacakları önleyebilmek elinde olsaydı tüm bunların asla yaşanmayacağını ve kolayca ülkesine dönecekti.
Ve dünyanın görmezden geldiği zulmü tüm insanlığa haykıracaktı. Ne olursa olsun o günün geleceğini hissediyordu.
***
Gözlerime istila eden güneşle bir adım gerileyerek ağacın gölgesine sığındım. Dua'nın derin bir nefes almasıyla bakışlarım onu buldu. Yüz ifademi koruyarak susmayı tercih ettim. Zeyd neden onun yanında beklememi istemişti hâlâ anlayamamıştım. Derin nefes almaları konuşmamasından daha kötüydü. Varlığıma tahammül edemediğini her haliyle belli ediyordu. Artık bende onun bu hareketlerine tahammül etmeyecektim.
"Bir sorun mu var?"
Başını benden tarafa çevirdiğinde örtüsünü düzeltti.
"Son günlerde biraz halsizim, sürekli istifra ediyorum."
Bir an kendimi suçlu hissettim. Belki de hasta olduğu için sürekli derin nefes alma ihtiyacı duyuyordu.
"Geçmiş olsun. Ahsa biliyor mu? Neyin sebep olduğunu söyler."
"Biliyor ama yinede hastaneye gitmem gerektiğini söyledi."
Tebessüm ederek ona bakıyordum. Usulca bedenimi süzdü. Tekrar sessizliğe gömülürken ona canımın ısınmamasının tek sebebi bana olan bakışları olduğunu fark ettim.
"Onu seviyor musun?"
Aramızda ki sessizliği bozan bu sözler bende bomba etkisi yaratmıştı.
Ne söyleyeceğimi bilemez halde aklıma üşüşen cümlelerin birini söyledim.
"Sevmediğim bir adamla neden hayatımı birleştireyim ki?"
Gözlerinde ki ifade anında kayboldu.
"Peki o seni seviyor mu?"
Sert bir nefes aldım.
"Soruların ile neyi amaçlıyorsun bilmiyorum ama soruların evli bir kadına sorulmayacak sorular."
"Zeyd başka birini seviyordu. Sonra seninle evlenince şaşırdım."
Zaferle gülümsedi. Hiçbir şey çaktırmamaya çalışarak yüzüne bakmaya devam ettim.
"Kuzenim Arya'yı."dediğinde gözlerimin önüne şeffaf bir perde çekildi. Bedenim girerken onun önceden birini sevdiği gerçeğini biliyormuş gibi yapmaktan başka çarem yoktu.
"Biliyorum fakat bunu şimdi söylemenin amacını merak ediyorum."
Boğazım düğümlendi. Onun birini sevmiş olması neden bu kadar zoruma gitmişti.
"Aslında-"
Sözlerinin yarıda kesilmesine sebep olan kişi Ubeyd' di. Ubeyd'in gelişinden rahatsız olduğu belliydi.
"Behnan abi gelecekti."
Biraz ilerimizde durdu. Dua gözlerini kaçırırken parmakları elbisesinin kenarını kavradı.
"Behnan'ın işi çıktı. Beraber gideceğiz."
Kendinden emin ses tonuna karşılık olarak Dua başıyla onu onaylamıştı. Kulübe tarafına bakan Ubeyd'e hüzünle bakıyordu. Birşeyleri anlamam için müneccim olmama gerek yoktu.
"Yenge iki saat içinde burada olacağımızı abime haber verirsin."
"Elbette." dediğimde Dua arkasını dönüp yürümeye başlayan Ubeyd'in peşinden derin nefes aldı.
"Allah'a emanet ol. Bana dua eder misin? Yoksa bu yolculuk hiç bitmeyecek."
Şaşırmama rağmen konuştum.
"Sende, hayırla gidip hayırla gelin."
Yüzüne yerleşen samimi tebessümle uzaklaşan Ubeyd'in peşinden adımlarını hızlandırdı.
Bir anda değişmesi ne kadar normaldi. Bakışları beni yanıltmış olabilirdi. Acaba Arya'nın da Zeyd'e karşı hisleri var mıydı? Belki de bu sebeple Dua bana soğuk davranıyordu.
***
Hayatımda ki herşey bir anda değişmişti. Yediğim yemekler, giyindiğim kıyafetler, çevremde ki insanlar, duygularım , değişmeyen tek şey her gün baktığım gökyüzüydü.
Yaşıyordum.
Yaşamayı yeni öğrenmeye başlamış gibiydim.
Zorlukları, imkansızlıkları göre göre insan yaşamayı ögreniyordu. Şimdiye kadar kendimce zor saydığım çoğu şeyin gerçek zorluğun karşısında hiçbir hükmü olmadığını anladım. Akadistan ban gerçek zorluğu, imkansızlığı, samimi duyguları, kaybetme acısını, birini özlemeyi, hislerimi ve tüm her şeyi ögretiyordu.
Peki insanlık aynı gökyüzüne bakarken birbirinden neden bu kadar uzaktı?
Bu soruyu kendime ve tüm insanlığa kaçıncı soruşumdu.
Yaşadığım çağı nasıl özetleyebilirdim.
Bencildi.
Bencillik ne kadar özetlenebilinirdi ki!
Israrla çalan kapı sesiyle usulca ayağa kalkıp kapıya yöneldim. Bu kadar ısrarla çalmak Zeyd'in hiç adeti değildi. Ki zaten kapıyı çalarak içeri girmesi nadirendi. Genellikle ben uyuduktan sonra eve geldiği için. Kapıyı açtığımda kaşlarım istemsizce çatılırken beni göz hapsine almış olan iki adam savaş mağduru gibi değil de moda dergisinde boy veren mankenler gibiydiler.
"Buyrun."dediğimde gri saçlı olan elini cebinden çıkararak konuştu.
"Bella signora, biz Andrea dostlarıyız. Acaba kendisi evde mi?"
Kitap da yazan not aklıma gelince fısıltıyla
"Andrea."dedim.
Diğerine nazaran daha kısa olan kızıl saçlı olan adam, gri saçlı adam dönerek bilmediğim bir dilde birşeyler söylediğinde gri saçlı adam parmaklarını boyalı saçlarına götürdü.
Dudaklarına yayılan gülümsemeyle "Evet Andrea De Luca."dediğinde gerginliğim daha da artmıştı.
"Bilmiyorum."dedim.
Zeyd olamazdı. Kitap da gördüğüm zaman buna hemen nasıl karar verebilmiştim ki.
Kızıl saçlı adam bana sert bir bakış atarak "Biz içeri geçelim Andrea bize katılır." der demez gerçekten de içeri girmişti. Üstelik evi de ezbere biliyor gibiydiler.
Bahçede ki beyaz son model arabayı fark ettiğimde şoför koltuğunda birinin oturduğunu gördüm. Gözlerimi kısarak kişiyi seçmeye çalışırken ellerim anında buz kesmişti. Hızla kapıyı kapayıp içeri girdiğimde titreyen ellerimi birbirine kenetledim. Şoför koltuğunda ki adam Rosie ayrıldıktan sonra beni kampa götüren adamdı. Adamın gerçekliğine inanamıyordum. Yoksa burada olduğunu öğrenmişler ve beni tekrar hapse atmak için tutuklamaya mı gelmişlerdi.
Oturma odasının önünden geçip gitmemi engelleyen tekli koltuğa oturmuş olan Zeyd Ansarhan'dı.
Bilmediğim bir dilde misafirlerine karşı konuşurken izlediğim adam Zeyd değil de sanki bir başkasıydı. Uzun hakim yaka gömleğinin yerini bordo bir tişört, bol pantolonunun yerini ise dar, siyah renkte keten kumaşlı bir pantolon almıştı.
Benim tanımış olduğum adamdan farklıydı.
Beni fark ettiğinde misafirlerine bir söyleyip ayağa kalktı. Herşeyi farklı olsa bile gözleri aynı bakıyordu.
Buz gibi bakışları yutkunmama sebep olurken sert bir ses tonuyla konuştu.
"Odana çık ve dostlarım gidene kadar sakın aşağı inme."
Sert tonunu ,buz gibi bakışları hakedecek ne yapmış olabilirdim.
"Dostların?"
"Odana çık Nur Barlas!"
Sesi kısık çıksa bile keskindi. Misafirlerinin duyma olasılığı olmasa ne kadar şiddetli olacağını tahmin edebiliyordum.
"Peki, Zeyd Ansarhan."
Arkama dönüp merdivenlere doğru ilerledim.
Elbette odaya gitmeyecektim. Merdivenlerin son basamağına oturdum. Ne söylediklerini anlamdan bile burada oturma ihtiyacı duyuyordum. O adamlar savaşın içinde değilde sanki savaşın sahibi gibiydiler.
Peki Zeyd.
O da mı savaşın sahiplerinden biriydi. Neden bu düşünce canımı yakmıştı. Canımın yanmasının sebebi kendim için endişelenmem mi? Yoksa düşünmekten kaçındığım hislerim miydi?
Beni güvende tutacağına dair söz verdiğinde kendine olan sonsuz güveni ve her ne olursa olsun kendinden emin olmasını nasıl gözden kaçırabilmiştim.
Kahkaha sesiyle ayağa kalkıp korkuluklara tutundum. Çok geçmeden kapanan kapıyla Zeyd'in odasına doğru ilerledim. Aceleci adımlarımı pencereye yöneltmiştim.
Dev adam arabadan inip diğer adamların kapılarını açarken adamlar Zeyd'e selam veda koltuktaki yerlerini almıştı.
Misafirlerin kapısını kapatan adam Zeyd'e dönmüştü. Adam gülümseyerek konuşurken Zeyd'in yüz ifadelerini göremiyordum. Birkaç dakika boyunca konuşmuşlardı. Vedalaşıp arabaya binen dev adam eve doğru kısa bir bakış atıp şoför koltuğunda ki yerini almıştı.
Onlarla ne gibi bir dostluğu olabilirdi. Ona karşı olan soru işaretlerim, şüphelerim ve korkularım kaybolurken sanki tüm bunların tekrar gün yüzüne çıkması için gayret ediyordu.
Ona alışmamam gerektiğini hatırlatıyordu.
Her ne kadar sorularıma cevap vememeyi kendine has kılsa da çıkacak olan tartışmayı, ağır sözlerini duymayı göze alacaktım. En azından makul bir açıklama yapana kadar her şeyine göz yuma bilirdim.
Yanına doğru gelen Hamra'yı yeni fark ederken elini uzatıp incitmekten korkar gibi yelesini okşamaya başladı.
***
Bahçeyi kaplayan at kişnemesiyle kulübenin olduğu tarafa doğru ilerledim. Huzursuzca kıpırdayan atın yularını tutuyordu. Dün misafirlerini yolcu ettikten sonra bir daha eve gelmemişti. İçimde ki kötü hislerin üzerine örtebilmek için ne kadar çabalarsam çabalayayım olmuyordu. Hele ki onu gördüğümde düzensiz hayatıma bir düzensizlik daha ekleniyordu. Zaten bu düzensiz hayatımın tek sorumlusu o değil miydi?
"Sakin ol oğlum."
Gür sesiyle at sakin durmaktan ziyade daha da hırçınlaşmıştı.
"Luhayf sakin ol!"
Daha sert çıkan sesiyle bir adım geriledim. Luhayf ise durgunlaşarak başını okşamasını ister önüne uzatmıştı.
"Artık korkmanı gerektirecek birşey yok. Aferin oğluma işte böyle."
Atı ne korkutmuş olabilirdi. Beni fark ettiğinde karanlık girdapları bir sis tabakası gibi bedenimi kuşattı. Ben ise bakışını görmezden geldim. Çünkü aklımda cevapsız binlerce soru vardı.
O adamlarla ne gibi bir iş birliğin var?
Dün gece neredeydin?
Atın korkmasına sebep olan şey ne?
En çok merak ettiğim o dev adamdı.
Daha bunlar gibi binlerce soru vardı ve ardı arkası kesilmiyordu.
"Sorularının hiçbirini cevaplamayacağım."
Gayet sakin ve bana ilk defa itici gelen bir ses tonuyla konuşmuştu. Çoktandır içime ekilen öfke tohumları filizlenmeye başlamıştı. Dudaklarımda histerik bir gülüş peydah oldu. Benim yerimde olsaydı ne yapardı. Her olay karşısında yine bu kadar acımasız davranabilir miydi?
"Soru soracağımı kim söyledi!"
"Gözlerin."
Yüzüme yerleşmiş olan öfkeli gülüşü koruyarak konuştum.
"Sormak istediğim çok soru olabilir ama onları dile getirecek kadar artık sana güvenmiyorum."
"Güvenmiyorsun? O yüzden hâlâ yanımdasın."
"Hatırlatırım, yanında olmak benim tercihim değil."
Ciddi bir tavırla "Unutmuşum."dedi.
Kesinlikle beni sınıyordu. Ona ne kadar süre katlanabileceğimi hesaplıyordu.
"Senin amacın ne?!"
Sesim o kadar sert çıkmıştı ki bunu bne bile beklemiyordum. O da beklemiyor olacak ki bir an durakladı.
"Daha dün kapına beni kampa götüren adam geliyor. O adamlara kapıyı açtığımda bana Andrea De Luca diye birini soruyorlar sonra sen bir anda bambaşka birisi gibi onları karşılıyorsun! Yanımda güvendesin diyorsun ama yoksun!"
Ağlama isteğimi bastırıp titrek bir nefes aldım.
"Söylesene! Benim gibi hayatı muallak da olan bir insan soru sormasın da ne yapsın?"
Kirpiklerini kırmadan bakıyordu. Gözleri zifiri karanlığa gömüldü.
"Yanında olmamam seni bu kadar tedirgin mi ediyor."
Artık tamamen kanaat getirmiştim bu adam beni sınıyordu.
"Ben soru sordum."
Gözleri zifiriliğini korurken yüzünde ki gergin ifade kaybolmuştu.
"Bende sorularını cevaplamayacağımı söylemiştim."
Göğsüm daralmaya başlamıştı. Boğazım düğüm düğüm olurken artık ona hiçbir şey sormama kararını almıştım. Onunla tartışmak, umursamaz tavırları beni yıpratıyordu.
"Sen... Sen tam bir ruhsuzsun.... Savaşla birlikte tüm duygularını kaybetmişsin.... Yanılmışım."
Sana büyük değerler vererek yanılmışım, büyük hatalar yapmışım Zeyd Ansarhan. O yanılgılar dan ibaret bir adamdı. Yanağımdan süzülecek olan yaşa aldırmadan gözlerimi kapatıp açtım. Birkaç adımda aramızda ki mesafeyi kapatmıştı. Bir nefes kadar yakınımdaydı. Yakınlığımıza aldırmadan başımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktım. Yanağımda ki göz yaşını hesaba katmayı unutmuştum. Kemikli parmakları kadifemsi bir yumuşaklıkta yanağıma dokunduğunda yutkundum.
"Sana ağlamak yakışıyor derken benim için ağladığın zamanı kast etmemiştim."
Parmaklarımın dokunuşu gibi yumuşak bir sesle dile getirdiği sözlerle beraber yanağımda ki göz yaşını silmişti. Kendime gelirken birkaç adım geriledim.
"Bana dokunmamanı söylemiştim!"
Sert ve öfkeli çıkan ses tonuyla devam ettim.
"Senin için de ağlamadım."
Çaresizliğim için. Yüreğime ağır gelen sözlerin için ağladım. Bir elini cebine koydu. Bakışları gökyüzünü bulurken derin nefes aldığı duymasam bile anlaşılıyordu.
Gözleri tekrar beni buldu.
"Bana kırgınsın."dedi.
"Daha neler?"
Dudaklarımdan sistemle çıkan sözler içimde ki çelişkiyi gizliyordu.
"Kırgınlık önem verdiğin insanlara karşı hissedilir. Diğer insanlara üzülürsün o da gelip geçer."
Tüm sözleri yetmiyormuş gibi bir de ona önem verdiğini öne sürüyordu. Artık nazik olmayacaktım.
"Benim duygularım hakkında tahminde bulunmayı kes! Senin gibi ruhsuz insanların en iyi bildiği şeydir başka insanların duyguları hakkında tahminde bulunmak."
Daha fazla konuşmasına katlanmayacaktım.
Yanından hızla geçip göl kenarına doğru yöneldim.
***
O adamın gerçekliğine kim katlanabiliyordu. Yoksa bir tek bana karşı mı böyleydi. Sıkı sık aldığım nefesleri bir yenisi daha eklenirken gölün üzerini süsleyen tahta köprüden karşıya geçtim. Küçük tepeye doğru çıkmaya başladığımda etrafımı saran büyük ağaçlar bambaşka bi yere gelmişim gibi hissettiriyordu.
Ağaçları sarmış olan bazı yerleri kaplayan sarmaşıklar kış mevsimine rağmen canlıydı.
Adımlarım tepenin en başında son bulurken metrelerce yükseklikte olan taşın ön tarafına doğru ilerledim. Burada ki manzara nefes kesiciydi. Taştan tarafa döndüğümde gövdesinde ki oyuğu fark etmiştim. Sanırım yabani hayvanların sığınağıydı. Yeniden manzara karşı döndüğümde manzaranın içinde ki acı veren ayrıntının farkına vardım. Yerle bir edilmiş kasaba da hayat belirtisi yoktu. Kasabayla birlikte yüzlerce insanın hayalleri, hayatları da yerle bir edilmişti. Tüm bu acılara, kaybedişlere, çaresizliklere maruz kalmalarının sebebi neydi?
Bu çoğrafya da mı yaşamalarıydı?
Yoksa müslüman olamaları mıydı?
Kollarımı birbirine kavuştururken tüylerim ürperdi. Savaşın varlığı benliğime yavaş yavaş işleyip beni de içine çekiyordu.
Savaş, son yüzyılların özeti olurken.
Barış, sadece sözlükte ki tanımıyla dile getirilmiş ve sadece bu kadarıyla yetinilmişti.
Tepeyi kaplayan helikopter sesiyle gökyüzüne baktım. Fakat görünürde hiçbir şey yoktu. Rüzgar ürpermeme sebep oldu. Ansızın kolumu kavrayan güçlü parmaklarla taşın oyuğuna çekildiğimde korkuyla dudaklarımdan kaçan çığlığa engel olamadım.Bedenim geriye savrulurken vücudumu ele geçiren adrenalin ile çırpındım. Sertçe sırtımı göğsüne yaslayan bedenin sahibinin deniz kokusu ciğerlerime işlediğinde kim olduğunu anlamıştım.
"Ölmek mi istiyorsun!"
Sert sesi keskin fısıltıyla çıkmıştı. Hayatımda duyduğum en saçma soruydu.sorusunu hiçe sayıp kollarının arasında rahatsizca kıpırdadım. Ondan uzaklaşmama müsade etmezken sesi gibi set nefesi başörtüme rağmen ensemi yakıp geçmişti.
"Amacın beni endişeden deli etmekse gayet başarılısın."
Tüm yaşadığımız olumsuz şeyler olmasa kimbilir sesinde ki endişeyi, sözlerini nelere yorardım.
Hırçın bir sesle konuştum.
"Kollarını üzerimden çeker misin?"
Başımı ondan tarafa çevirdiğimde kokusu beni etkisi altına alırken kısık ve kesin bir sesle konuştum.
"Ayrıca ben senin gibi insanlara eziyet altında bırakacak duygulara sebep olmam."
Bana dokunmaması gerektiğini hatırlatalı daha iki saat bile olmamıştı. Parmakları gevşese bile kolumu bırakmadan önümde durmuştu. Kendimi küçücük hissettiğimde hırçın tarfımla gözlerine bakmaya devam ettim. Alnına düşen saç tutmaları bu denli hoş durmak zorunda mıydı? Peki saçlarının gözleriyle uyumuna ne demeliydim?
"Bu kadar kendinden emin konuşma."
Gözlerinde ki çelişki sesine de yansımıştı. Kolumu kendime çekmeyi başardığım da meydan okurcasına konuştum.
"Senden sirayet etmiştir."
Kimi zaman gözlerine gizlediği tebessümünü gün yüzüne çıkararak bana sundu. Demin ki telaşlı, bir o kadar da öfkeli halinden eser kalmamıştı.
"Sana sirayet etmem hoşuma gitti."
Sözlerine inanmayı isteyen tarafım ağır basıyordu. Güvenimi kırması ona inanmamam konusunda ısrarcı bir nedendi.
"Sözlerin hiç inandırıcı değil."dedim.
Onun yakan söylemeyeceğini biliyordum ama gerçekleri söylememesi, o adamlar, Arya'nın varlığı, gidecek olmam.
Aramızda korkunç bir uçurum vardı. Ona ulaşmak isterken o uçuruma düşmekten korkuyordum. Neden ona ulaşmak istiyordum. O benim için bir yabancı değil miydi?
"Gidelim."
Dalgın adımlarla yürümeye başladım.
Ona giden uçurumdan hızla uzaklaştığımı hissederken o uçurumdan uzaklaşmak beni ürkütmüştü.
***
Karakterler hakkında ki düşüncelerinizi paylaşırsanız. Onları geliştirmem için katkıda bulunmuş olursunuz.Teşekkür ederim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |