
"Yüreğin gördüğünü gözler nasıl görmezden gelebilir ki?"
Onunla gerekmedikçe muhatab olmazken bunu neredeyse iki hafta devam ettirebilmiştim. Bu konuda kendimi takdir ediyordum çünkü onunla yan yana gelip de konuşmamak imkansızdı. Ortak bir konumuz olsa bile olmayan bir insan da onunla konuşurdu. Farklı bir aurası vardı. Sanki kimse de olmayan bir çekiciliğe sahipti. İnsan elinde olmadan ona kapılıyordu. Şeytan tüyüne sahip bir insan diyebilirdim. Odayı kaplayan soğuk rüzgarla çiçek desenli çorabımı incelemeye bir son verip pencereyi kapatmak için ayağa kalktım.
"Kimse yok mu?"
Duyduğum telaşlı ve boğuk bir sesle pencereden dışarı baksam da kimseyi görememiştim. Ses tanıdık geliyordu. Büyük ihtimalle Zeyd'in arkadaşlarından biri olmalıydı. Kapıyı açıp dışarı çıktığımda şiddetli esen rüzgar ürpermeme sebep olmuştu. Etrafa bakarken tepeye ulaşan geniş yolun bitiminde iki büklüm duran adamı fark ettiğimde kaşlarım çatıldı.Yaralı olabilir miydi? Belki de tehlikeli biriydi. Ne yapacağımı bilmez halde adama bakmaya devam ettim. Kıyafetleri oldukça kirli duruyordu. Sol eli sağ tarafını sıkıca kavramış gibiydi.
Adam başını kaldırdığında nefesim kesildi. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Kıyafetini kavrayan parmakları yanına düştüğünde dudakların dan süzülen kana gözyaşım eşlik etti.
Mavi irisleri beni görmeyi beklemiyordu tıpkı benim onu görmeyi beklemediğim gibi.
"Dean."
Sesim fısıltıyla çıktığında yutkundum. Son nefesime kadar minnet duyacağım adam. Çelişkilerle dolu Nur acıyla çırpındı.
Koşar adımlarla yanına ulaştığımda dizleri üzerine çökmüştü. Sırtında ki ceketi dikkatlice çıkarıp yarasına bastırdım. Titreyen bedenimi dizginlemeye çalıştım. Yardım isteyeceğim tek kişi vardı.
"Zeyd."
Tepeyi inleten sesime karşılık hemen cevap beklemiyordum. Umarım her neredeyse beni duymuştum. Zorlukla başını kaldırıp yüzüme baktığında hasret giderir gibiydi. Çelişkilerle dolu Nur bu bakışa karşılık verirken yüreğime ihanet etmekten korkarak bakışlarımı çektim.
"Nur."
Ne diyeceğimi bilmez halde konuştum.
"Yorma kendini."
"Bu bir rüya de- değil mi?"
Zorla telaffuz ettiği sözler üzerine başımı olumsuz anlamda salladım.
"Hayır değil."
Dudakları yukarı kıvrılmayı başaramazken gözleri kapandı.
"Dean.... Komutan Dean."
Kesik bir nefes aldım.
"Lütfen ölmeyin. Lütfen ölme."
Sana karşı olan minnet borcumu ödemeden lütfen ölme. Eğer ölürse ona karşı olan borcumu asla ödeyemezdim.
***
Kahvelerini kapalayan öfkeyle yumruk yapmış olduğu elini kulübenin tahta duvarına vurdum. Korkuyla birkaç adım geriledim. Bu haline hiçbir zaman şahit olmamıştım. Beni tutsak ettiğinde de, boğazıma sarılıp ölüm vaadlerin de bulunurken de.
"Sen kendini ne sanıyorsun!"
Öfkeli sesini ve halini tarif etmeme gerek yoktu.
Bu öfke Dean sahip çıktığım için miydi? Onu tedavi etmesi için Ahsa'ya haber verdiğim için mi? Yoksa ondan izinsiz kulübeye aldığım için mi? Yüzünde ki sert ifade içimi dehşetle sardı.
"Benden izin almadan onu kulübeye nasıl alırsın!"
Kulübenin onun için değerli olduğunu şimdi daha iyi anlamıştım. Öfkesinden kaçabilmek için yok olmak istedim.
"Eğer eşim olduğun için bu kararı aldıysan hatırlatırım biz gerçekten evli değiliz."
Sözleri bütün benliğimi yakıp geçerken sakin kalmaya çalıştım.
"Hatırlatmana gerek yok ben bunun gayet farkındayım. Yardıma ihtiyacı vardı. Başka nereye alabilirdim ki. Eve almış olsaydım kim bilir ne kadar kızardın ne-"
"Sus! Onlar yüzünden kaç fedaiyi kaybettik, sen nasıl."
Sözlerinin devamını getirmezken parmakları gür siyah saçlarını alnına döktüğün de sert bir nefes aldı.
"Öfkeli olduğun kadar da merhemetlisin.Hem biz kim olursa olsun zorda kalana merhamet elini uzatmaz mıyız?"
Keskin kirpiklerini aralayıp bana baktı. Bu bakışı dakikalarca sürdü. Ben ise bakışlarımı başka yöne çevirmezken aklıma yıllar önce izlediğim dizinin bir sahnesi gelmişti. Bir insan diğer insana altı dakika kırk beş saniye boyunca...
Sert ama öfkesi inmiş bir ses tonuyla konuştu.
"O yanın da ki burada kalmayacak!"
Cyrus bahsediyordu. Öfkesinin bu kadar çabuk geçmiş olmasına sevinmiştim.
"Beni Dean ilgilendirir."
Aniden gözlerini kıstı. Çenesi seğirdi.
"Seni hiç kimse ilgilendirmez!"
Öfkesinin geçmiş olduğu konusunda yanılmıştım. Sonuç olarak yanılgılardan ibret olan bir adam ancak insanı yanıltırdı.
Hızlı adımlarla yanımdan geçerek uzaklaştı. Öfkesin de boğulmak en son istediğim şeydi.
Geçene kadar da karşısına çıkmamam en iyisiydi.
Tahta kapı gıcırdayarak açıldığında kendime gelmiştim. Amir abi elinde ki siyah çantayla dışarı çıkmıştı. Beni fark ettiğinde " İyi misin? Kardeşim."dedi.
"İyiyim Amir abi."demekle yetinirken sesim kısık çıkmıştı.
Dışarıdan bakıldığında çok mu kötü duruyordum. Eğer öyleyse bunun tek sebebi öfkeyle bağırıp çağıran sonra da hızla çekip giden o adamdı.
"O iyi mi?"
"Gayet iyi görünüyor. Sağlık durumunu Ahsa sana söyler."
Minnetle baktım.
"Zeyd yok mu?
Sesimi dinç tutmayı başararak konuştum.
"O gitti."
"Allah'a emanet ol kardeşim." dedikten sonra Zeyd'in gittiği yöne doğru yürümeye başlamıştı.
Meraklı ve sabırlı bekleyişim Ahsa'nın gülümseyerek dışarı çıkmasıyla son bulmuş ve beni merak da bırakmayarak söze girmişti.
"Şuan da çok iyi ama toparlanması zaman alacak , çok ağır yara almış."
"Çok teşekkür ederim."diyerek ona sarıldığımda o da aynı içtenlikle bana karşılık vermişti.
Kendime açıklamak istercesine konuştum.
"Bahsettiğim komutan. Birçok kez hayatımı kurtarmaya vesile olan."
Aslında açıklamama gerek yoktu her şey ortadaydı.
"Ona yardım etmek istemeni anlıyorum ama Zeyd bu durumu pek hoş karşılamaz."
Bu durum Zeyd'i zerre ilgilendirmiyordu. Ona sınırı aşmadan elimden geldiğince yardım edecektim.
***
"Çok teşekkür ederim."
Başka ne diyeceğini bilemez halde bakan askere bana böyle bakmamasını için için isterken "Rica ederim Cyrus."dedim.
Konuşmayı fazla uzatmadan ondan uzaklaşırken ağaçlık alandan gelen Behnan ve Zeyd'i gördüğümde derin bir nefes aldım.
Behnan olduğum yere yaklaşmadan "Cyrus gel."dediğinde Cyrus bana gülümseyerek Behnan'a doğru ilerledi.
Zeyd giden askere ters bir bakış atarken gece karası gözleri adamı yok etmek ister gibi bakıyordu. Eğer o geliyorsa ben gitmeliydim. Dünden beri hiçbir şekilde bir araya gelmemiştik. Kendimi ise yeni bir konuşmaya hazırlamamıştım. Zaten ne gibi bir konuşma hazırlayabilirdim ki. Zeyd'in konuşmaları, ne yapacağı, nasıl tepki vereceği tahminlerimin üst seviyesindeydi.
Gitmek için attığım ilk adım da beni durduran kenetleyici parmaklarıydı. Refleksle ona döndüğümde hırçın tarafımı yatıştırmaya çalıştım.
"Eşinden kaçan bir hanımefendi. Bunu size hiç yakıştıramadım, Nur hanım."
Gözlerimi kısıp kolumu parmaklarından kurtardım.
"Biz gerçekten evli değiliz! Bir günde bunu unutmuş olamazsın."
Kaşlarını özgün bir ifadeyle çatarken bu haline de ilk defa şahit oluyordum.
"Bazı şeyleri çok çabuk unutabiliyorum."
Sabır dilercesine nefes aldım.
"İster unut ister unutma. Unutursan da ben sana hatırlatırım."
"Hatırlatma."
Sesi kesindi.
Ben unutmaya meylederken o hatırlatıyordu. Bir de hatırlatma diyordu.
"Ben hatırlatsam da hatırlatmasam da
gerçek bu. "
İçimde ki Nur'un neyi umut ettiğini kavrayamamıştım. Yüzünde ki ifade değişmemişti. Gözlerine baktım. Karanlık dipsiz bir kuyu gibi.
"Abi."
Bu Ubeyd' di.
Zeyd söyle dercesine ona baktı.
"Haber var."
Hepsinin Esedullah'ın askeri olduğunu unutuyordum. Öyleydi ama iki hafta önce başka adamlarla da görüşmüştü.
"Kimden?" diye soru yönelttiğin de Behnan'ın bakışları beni bulur bulmaz tekrar Zeyd'e baktı. Sanırım yanımda söylememesi gereken bir şeydi.
"Söyle."
Şaşkınlıkla ona bakmamak için kendimi zor tuttum. O bana güveniyor muydu?
"Ferzah' dan."
Başımı ona çevirdiğimde gözlerinde ki gecenin tehlikeyle parıldadığını gördüm.
"O halde gidelim. Beklemeyi de bekletmeyi de sevmem."
Yine beni görmezden gelerek geçip gitti.
***
Ahsa'nın tarif ettiği şekilde herşeyi eksiksiz yerine getirirken insanların yarasını tedavi etme konusunda pek de kötü olmadığımın farkına varmıştım. Önceden olsaydı hiçbirini yapamayı göze alamazdım. Mecburiyet insana her şeyi yaptırıyordu.
Hareketsiz bir şekilde yatan Dean baktım. Göğsü ağır ağır inip kalkıyordu. İçerinin hava alması için pencereyi açtım. Üşür endişesiyle kenarda duran örtüyü üzerine örttüm.
"Ella."
Kısık ve pürüzlü çıkan sesi yorgundu.
Uzun süredir duymadığım ismi garipsedim. Hafifçe araladığı gözlerinde hayat belirtisini hissettiren tek şey ufak parıltılardı. Yüzümde oluşan buruk bir tebessümle konuştum.
"Kendini nasıl hissediyorsun?"
Göz altları çökmüştü.
"Çok iyi."
Yüzünde oluşan tebessüm acısını gizleyememişti. Konuşmak da zorluk çekiyordu. Bakışlarım tahta duvarlarda gezindi.
"Bir şeye ihtiyacın var mı?"
"Hayır."
Gözlerini kapatıp açtı.
"Ella."
Efendim dememe fırsat vermeden tekrar konuştu.
"Bunu söylemeyi özlemişim."
Bu isimle hitap etmeyi mi?
Yoksa? Düşüncelerimi anında geri çevirip kendime kızdım.
"Dinlenmelisin."
"Dinlenmeliyim.... Tekrar görebilmek için."
Belli belirsiz söylediği sözleri anlayamazken cevap vermedim. Pencereyi kapatıp sessiz adımlarla kulübeden çıktım.
***
DANİEL ROOSEVELT KARARGÂHI
-1 ay önce -
"Senin gibi sanatçı ruhlu bir insan savaşın içinde ne yapar ki? Senin yerin sana ilham verecek yerler."
Arkadaşının dudakları yukarı kıvrıldı.
"Kan benim için ilham verici bir şey. Kırmızıyı da çok severim."
Ufak bir kahkaha attı.
"Sana hayranım Dostum. Şimdiye kadar Samuel ile nasıl dost kalabildin anlamış değilim."
"Her insandan farklı şey öğrenirsin. Samuel ile zıt karakterlerimiz olsa da bana çoğu zaman uysal olmam gerektiğini öğretti. Sizce de öyle değil mi general?"
İki arkadaşın sohbetini dinliyormuş gibi gözüken general kendisine yöneltilen soruyla düşüncelerinden sıyrılıp kendinden emin özgürce oturan adama baktı.
"Elbette bu konuda size katılıyorum."
Kendini onaylayan cümleyle gülümsemesi daha da artmıştı. Kızıl saçlarını geri savurduğun da rahatça oturan arkadaşına baktı. Çok yakın dost olsalar da her konuda itidalli olmayı başaran arkadaşıyla bazı konularda anlaşmazlıklara düşüyorlardı. Fakat yine de bunu kolayca çözebiliyorlardı.
"Buraya gelip askerlerle ilgilenmen onlara moral veriyor."
"Buna sevindim. Ama bir tüccarın asker gibi davranmasına hâlâ alışamadım."
"Hepimiz tanrının askerleriyiz!"
"Sakin ol Casimiro."
Ufak çaplı anlaşmazlıkların sadece bir tanesiydi.
Sırıtarak arkadaşına baktı. Casimiro da bu sırıtışa karşılık vererek ayağa kalkmıştı.
"Gitmem gerek. Sevgili karım beni bekler. Tabi siz hayatınıza tüm kadınları aldığınız için bunu bilemezsiniz."
Generalin sıkkın bakışlarına hüzün çökerken diğer adam sırıtmaya devam ederek konuştu.
"Belki biz de bir gün senin gibi terfi ederiz ne dersin general."
"Belki."
Casimiro daha yeni tanıştırdığını düşündüğü iki adamı başbaşa bırakıp odadan çıktı.
"Yardımlarınız için teşekkür ederiz efendim."
"Rica ederim general."
"İzninizle."
"Sizinle konuşmam gereken önemli bir husus var General Brave."
Generalin mavi gözleri merak tedirginlikle kısılırken karşısın da ki genç adam ise kendinden emin bir şekilde bakıyordu.
"Ne gibi bir konuşma?"
"Bana ekstra bir zaman ayırdığınız için asla pişman olmayacaksınız"
"Elbette size zaman ayırmaktan memnuniyet duyarım."
***
Dört günün sonunda kendine gelmeyi başarmıştı. Ahsa kontrollerini yaparken bende ona yardımcı oluyordum. Nasıl bu hale geldiğini bir an önce öğrenmek istiyordum. Perdeyi açtığımda güneş ışığı kulübeyi aydınlatırken tebessüm ederek beni izleyen adamın bir an önce buna son vermesini istiyordum. Bu şekilde bakılmasından hoşlanmadığımı unutmuş olamazdı. Neyse ki bu durumu dile getirmeme gerek kalmadan bakışlarını halinin bulunduğu duvara çevirdi.
"Herşey için teşekkür ederim Ella."
"Ella" sadece minnet duyduğum için duymaya tahammül ettiğim isim. Birkaç ay önce hoşuma gitse bile artık bana oldukça uzak geliyordu.
"Rica ederim."
"Ülkene gittiğini düşünüyordum."
Sesinde meraktan ziyade yorgunluk vardı.
"Gidemedim."
Mavi gözleri zarifçe beni buldu.
"Sana tarif ettiğim istikametin tam tersine gitmişsin. Neyse ki buralar da Akadistan'ın güvenli bölgeleri arasına giriyor."
Göğsüme baskı kuran ağırlıkla ona acıdığımı hissettim. Masumları katleden adama duyduğum acı hissinden nefret ettim. Ve bunun tek nedeni fütursuzca içine sürüklendiğim kargaşa olduğunu biliyordum.
"Çok uzun hikaye, belki de beni hiç göndermemeliydin."
Bu sözlerim de ne kadar samimiydim. Sahinden de onunla karşılaşmayı ve evli olmayı Dean'ın yanında olmaktan daha çok mu tercih ediyordum.
"İyi ki de seni gönderdim Ella. Durum öyle bir hâl aldı ki kendimi bile koruyamaz hâle geldim."
Ne yaşayıp da bu hale gelmiş olabilirdi ki?
"Ne oldu?" diye sorduğumda bakışları pencereyi buldu.
"Senin ki gibi uzun bir hikaye ama kısa bir an bile olsa hayatımın bir anlamı oldu."
Kulübeye anında sessizlik çökerken çelişkilerle dolu olan Nur mutlulukla gülümserken Dean'ın varlığını kutluyordu.
"Burada kiminle kalıyorsun?"
Bu sözleriyle kendime geldiğimde gerçeği kabullenmeyen benliğime rağmen derin bir nefes alıp konuştum.
"Evlendim."
Aslında bu cevabım pek de sorusunun cevabı değildi. Sanırım bir an önce söyleyip içinde bulunduğum durumdan kurtulmak istiyordum. Kesintisiz öksürmeye başladığında aceleyle sürahi den su bardağa koymuş olduğum suyu ona uzattım. Hızla bitirdi. İnanmak da zorluk çektiği belliydi.
"Nasıl? Kim?"
"Sen biraz daha toparladığın da konuşmamız daha iyi olur."
Sözlerimi başıyla onaylasa bile "Kim?"diyerek sorusunu yineledi.
Tek nefeste "Zeyd Ansarhan."dedim.
Tanımak istercesine kaşları çatılırken isim hafızasını yokluyor gibiydi.
"Seni üzmüyor değil mi?"
General Dean Brave bu haldeyken bile beni düşünmek zorunda mısın?
"Hayır üzmüyor.Artık dinlenmelisin."
"Bence de artık dinlenmeliyim yoksa.." kesik bir iniltiyle sözleri yarım kaldığında endişeli gözlerim onu buldu.
"İyiyim sorun yok sadece ani hareket ettim."
Beni teskin eden sözlerinden kulübeden çıkıp eve doğru ilerledim.
* * *
"O adamın ismi ne idi?"
"Dean." dediğimde yüz ifadesi anlık bambaşka bir hâl alsa da tekrar eski haline bürünmüştü.
"Peki yanında ki?"
Sert sesi bu günler de hiç durulmamıştı.
"Cyrus."
"O adamı gözüm hiç tutmadı."
"Dean'ın sağ kolu."
Kendimi yeniden bir sorguya çekilmiş gibi hissederken resmi bir o kadar da samimi olan konuşmamız son söylediklerim ile farklı bir hâl almıştı.
"Sen orada mahkum değil miydin?"
Bildiği bir şeyi sormasını duymazdan gelmeyi tercih etmeyi istesem de yeni bir tartışmanın fitilini ateşlemek istemiyordum.
"Evet."dedim.
"Bir mahkumdan ziyade onlardan biri gibisin."
Tartışmayı benim başlatmama gerek kalmamıştı sanki dünden buna razıymış gibiydi.
"Onlardan biri olmadığımı biliyorsun."
Kayıtsızca yanıtlamış olduğum soru karşısında derin bir nefes aldı.
Günler sonra ki konuşmamız onun ayağa kalkıp kapıya yönelmesiyle son bulmuştu.
"Umarım evli olduğunu unutmuyorsundur."
Dean'a karşı hislerim olduğu konusunda neden bu kadar ısrarcıydı. Ne zaman bu şekilde düşünmekten vazgeçecekti. Hem öyle bile olsa bu durum onu ne kadar ilgilendirirdi.
* * *
"Bugün daha iyi görünüyorsun?"
Parmaklarını yüzüne götürüp derin bir nefes aldı.
"Öyleyim... Sayende Ella."
Artık bu isimle hitap etmemesini söylemeliydim. Koşullar değişmişti. Ve bu isimle bana hitap ettiğini duyan Zeyd ile yeni bir münakaşaya girmek istemiyordum.
"Artık ismimle hitap edebilir misin?"
Mavi harelerini istila eden sayısız duyguların hiçbirini seçemedim.
"Biliyorum kız kardeşin..." Sözlerimi yarıda kestiğinde sıkıntıyla elini alnına götürdü.
"Sana gerçek adınla hitap edemem."
"Neden? Eğer..."
"Sözünü kestiğim için afedersin ama bu durum başka."
Nasıl bir durum olabilirdi ki? Rahatsızca yerinde hareket ettiğinde endişeli sesim bir kez daha kulübeyi kaplamıştı.
"Yaran mı acıyor?"
Ayağa kalkacağım an bana öyle bir bakışı vardı ki oturduğum yerde kalakaldım. Ve ona acıdığım için ilk kez kendimden nefret etmedim. Söze nasıl başlayacağını bilmiyor gibiydi.
"Eğer sana Ella diye hitap edersem kız kardeşim olursun ama isminle hitap edersem.... Sevdiğim kadın olursun."
Aldığım nefes yarıda kesildiğinde sözlerini tekrarlayan beynim bu gerçeğe inanmamakta ısrarcıydı. Çelişkilerle dolu Nur heyecanla gizlendiği köşeden çıktığında heyecanını hiçe sayıp ayağa kalktım. Birkaç adım da daha da uzaklaştım. Kalkmak için hareket ettiğinde durmadı için elimle işret ettim.
Durdu. Çaresizce gözlerime baktı.
Bu duyduklarım çok fazlaydı.
"İyileştiğim de gideceğim.... Üzgünüm Nur inan ki kalbim avuçlarım da olsaydı buna engel olurdum."
Yeni bir çıkmaza daha mı sürükleniyordum. Peki bir yenisini daha kaldırabilir miydim? Tek bir kelime bile söylemeden bedenimi yakıp kavuran kulübeden dışarı çıktım.
* * *
Neden endişeliydim bana yaptığı iyiliklerden sonra sevgisine karşılık verememekten mi? Benden bir karşılık beklediğini söylemişti ki? Kendi kendimi çıkmaza sürükleyen bendim.
Sertçe alnımı ovaladım.
Beni sevmesine ben mi sebep olmuştum. Oysa ki göz göze gelmemeye, gerekmedikçe gülümsemeye akla gelebilecek her şeye dikkat etmiştim.
Dediği gibi kimsenin kalbi avuçlarında değildi. Yaptığı her şeyi beni sevdiği için mi yapmıştı. O kadar kısa bir süre de bu nasıl olmuştu. Onun gibi bir general sadece aldığımız nefes aynı iken aklı beni nasıl kabul etmişti. Gerçekten de duygular araya girince insan mantığını ve aklını saf dışı bırakabiliyordu.
Her ne kadar onun için heyecanlanan, mutlu olan tarafım olsa bile ona minnetten başka bir duygu duymam mümkün değildi.
"Nur Barlas."
Aşina olduğum ses tonuyla başımı kaldırıp koltuğa oturan adama baktım.
"Efendim."
"Uzun bir süredir sana sesleniyorum."
"Duymamışım."
"Anlaşılıyor zaten."
Başımı yan tarafa çevirip umursamaz bir tavır takındım.
Bu saate evde olmaması gerekiyordu. Sakin bir şekilde düşünecek ızdıraplı konularım varken şimdi bir de onunla münakaşa edecektim.
"İyi görünmüyorsun?"
İyi olup olmadığımı sorma zahmetine de girmişti.
"Gayet iyiyim."
"Generalin hastalığı seni etkilemiş gibi."
"Evet, onun o halde görmeyi beklemiyordum"
Gece karası gözlerini kıstığında ona ait olmayan bir gülüşle konuştu.
"Çok mu üzüldün?"
Yöneltmiş olduğu soru karşısında inanmaz gözlerle ona baktım.
"Soruyu sormak için çok düşündün mü? Yaralı bir adam nasıl hissetmem gerekir?"
Ciddi bir ifadeyle sağ kaşı havalandı.
"O senin için yaralı bir adamdan fazlası değil mi? Şuan ki karmaşık ruh halinin sebebi."
Yine aynı konuydu.
"Bu konuyu konuşmuştuk."
Hatırlar bir ifadeye büründü.
"Bazen çok çabuk unutabiliyorum."
Bu sözüne aşinaydım, bir çok haline aşina olduğum gibi.
"Biliyorum işine gelmeyeni çok çabuk unutuyorsun."
Cesaretimin kaynağını bilmiyordum.
"Sen beni çözmeye mi başladın. Bu hiç hoşuma gitmedi."
Böyle bir şeyin mümkün olmadığını o da biliyordu buna rağmen alay edercesine kurmuş olduğu cümleyi görmezden gelemedim.
"Seni çözmek için uğraşmam gerekiyor sadece bunun için kendimi yormak istemiyorum."
Ahenkle yukarı kıvrılan dudaklarını araladı.
"Güzel fikir umarım kararlılığını korurusun."
Geniş adımlarla oturma odasını terk edip giderken şaşkınlıkla ardından baktım. Ne sanıyordu kendini bu adam.
* * *
"Nur." dediğinde bakışlarımı ondan çekip sert bir ifadeyle konuştum.
"Ella demeni tercih ederim."
Bana bakmaya son verip başını pencereden tarafa çevirdiğin de derin nefes almıştı.
" Çok üzgünüm.... Kendimle çok mücadele ettim fakat başaramadım. İlk kez sana hissettemedim bu duyguları zamanla geçeceğini ümit ettim ama olmadı."
"Açıklama yapmana gerek yok."
Belki de bu kadar sert olmamalıydım.
Fakat katı ve sert sesime rağmen konuşmaya devam etti.
"Seni unutamam, daima kalbimde olacaksın."
Özür diler gibi dile getirdiği sözler üzerine bakışlarımı tekrar ona çevirdiğimde göz göze gelmiştik. Mavi harelerin de ki bu bakışı daha önce de görmüştüm. Bu şekilde baktığı zamanlarda nasıl anlayamamıştım ki?
"Ben evli bir kadınım, bu söz..."
"Afedersin... Tüm bunları söylemek istedim çünkü kalbime ağır geliyor. Sanırım ben birini sevmeyi kaldıramadım."
Bende onun söylediklerini kaldıramıyordum. Hemen kalkıp gitmeliydim.
"İyileşir iyileşmez gideceğim."
Gitmek için ayağa kalktım.
"Sana sadece minnet duyuyorum."
Mavi hareleri parıldayarak beni bulduğunda yüzüne yayılan tebessümle konuştu.
"Bütün bu olanlardan sonra benden nefret ettiğini düşünmüştüm. Kim ne söylerse söylesin dünyanın en mutlu adamı benim."
İşte o an inanmak istemediğim sevgisinin gerçek olduğunu gördüm.
General Dean Brave beni seviyordu.
Sebepsizce buna gülmek istedim.
"Sizi dünyanın en mutlu adamı eden şey nedir Bey Brave."
Sert ve tok sesi kulübeyi hükmü altına alırken titrek bir nefes aldım. Heybetli bedeni yatağın uç kısmında mesafeli bir şekilde durduğunda bakşları beni görmezden gelip Dean'ı buldu.
Dean'ın yüz ifadesi rahattı. Ciddi bir ses tonuyla "Herşey."dediğinde Zeyd'in uçsuz bucaksız bakışları beni bulup tekrar Dean'ı istila etti.
Sert ve ödün vermez sesi yeniden kulübeyi kapladı.
"Herşeyden mutluluk duymak fazla zarar getirir General Dean."
Dean onu başıyla onaylasa bile bir şey söyleyemeden öksürük krizine girmişti. O ise tek bir harekette bulunmadan Dean'ı izliyordu.
Endişeyle su dolu bardağı ona uzattığım da belli belirsiz teşekkür etme çabasına girerken sudan bir kaç yudum almıştı. Kendine gelirken minnetle baktı.
"Teşekkür ederim Nur."
Onun delici bakışları altında "Rica ederim."dedim.
Nefes dahi almakta zorlanıyordum. Bu adam bakışlarıyla bir insanı öldürebilirdi.
"İyi misiniz?"
"Daha iyiyim."
Dean ve Zeyd'in arasında oluşan gerilim hattın da kıvılcım çıkması an meselesiydi. Boşalan bardağa bakıp gerilen havayı dağıtmak adına konuştum.
"Su ister misin?"
Başını olumlu anlamda salladı. Elinde ki bardağı almak için uzandığım da Zeyd'in kemikli parmakları görüş alanıma girdiği an bardağı almıştı. Vakarlı bir hareketle bardağı doldurup uzattığın da Dean'ın yüzünde oluşan tebessüm Zeyd'in ona bakması ile son bulmuştu.
"Size de teşekkür ederim Bay Ansarhan, çok misafirperversiniz."
"Misafirperver olan eşim ben pek misafirperver değilimdir."
Parmaklarımın naifçe kavranmasıyla bakışlarım elimi bulmuştu. İnanmakta güçlük çekmiştim.
Durup dururken ne diye elimi tutuyordu. Bakışlarının gerginliği yetmiyormuş gibi bir de parmaklarının varlığını nasıl kaldıracaktım. Kesik bir nefes aldım. Dokunuşunuz varlığıma iyi gelmiyor Zeyd Bey.
"Eşinizin misafirperverliğine hiç şüphem yok. Nur herşey de mükemmeldir."
Sanki onu sınıyordu. O ise bunun farkındaymış gibi hiç bir şey söylemedi. Fakat elimi tutan parmakları aniden gerildiğini hissederken parmaklarımı usulca serbest bıraktı. Sağ kolunu omzuma koyduğunda bedenimi hafifçe sert göğsüne yaslayarak farkında olmadan boşluğa düşmemi engelledi. Hücrelerim deniz kokusu dan nasibni alırken bu koku da huzur bulup kaybolmamak için kendimle mücadele ediyordum. Sadece bir an anlığına herşeyi gerçek hissetmem normal miydi?
"Zeyd."
Zeyd Dua'nın ona seslenmesi ile kapıya doğru başını çevirdi. Başörtüme anlık dokunan nefesi kendi kendime verdiğim mücadeleyi yeniden başlatmıştı. Parmakları kolumu naifçe okşayıp usulca çekildiğinde hissettirmeden yutkundum. Dokunuşuyla kalbimi okşadığından haberdar değildi. Hiçbir şey söylemeden kapıya doğru yöneldi.
Dean samimi bir tebessümle dışarı çıkan Zeyd'in peşinden bakıyordu. Tebessümü daha da çoğalırken konuştu.
"Fazlasıyla kıskanç bir eşin var. Gözlerinde gördüğüm gazabı fiile dökmeden bir an önce iyileşip buradan gitmeliyim."
"Öyledir."dediğimde sesim kendinden emin çıkmıştı.
Yüzünde ki tebessüm bir an bile silinmemişti. Karşımda acımasız bir generalden ziyade oldukça iyimser bir genç adam duruyordu.
"Mutlu olduğunu görmek beni de çok mutlu etti. Biriyle yuva kurmuş olman ve o kişinin seni sevmesi, sahiplenmesi kalbimi ne kadar acıtsa da güvenilir biriyle olman acıyan kalbimi ferahlatıyor."
O kadar içten konuşuyordu ki bana duyduğu sevgiyi hak etmediğimi düşünüyordum. Ve onun güvenilir olduğunu düşündüren şey neydi?
"Sende benim olduğunda bende senin adına mutlu olacağım."
Bu sözlerle ilk kez Zeyd'in varlığını kabulllendim.
"Hissediyorum"dediğinde yüzümde oluşan tebessüm ile "Hoşçakal."deyip gökyüzünü temsil eden gözlerine son kez baktım.
"Hoşça kal Nur."
Yüzümde karar kılan tebessümle ardıma döndüğümde artık kabullenmekten korktuğum bir çok duygudan emindim.
Kulübeden dışarı çıktığımda derin bir nefes aldım. Zeyd ve Dua'yı göremezken eve doğru ilerlemeye başlamıştım.
"Zeyd buraya nasıl geleceğini bilmiyor. Korkuyor da. Başına bir şey gelecek diye bende endişeliyim."
Dua'nın sözleriyle aniden durdum. Sırtımı duvara yaslayıp konuşmalarını dinlemeye koyulmuştum.
"Korkacak bir şey yok Dua. Eret bizim kontrolümüzde oraya kadar gelsin sonrasını Dağhan halledecek."
Sıkıntılı bir sesle "İkna etmeye çalışacağım."dedi.
Cesaret veren bir sesle konuştu.
"Sana güveniyorum, yapabilirsin."
Dua ise düşünceli bir sesle "İnşallah."demişti.
Kimden bahsettiklerini merak ederken adım seslerini duymamla birkaç adım gerilemiştim.
"Evli olduğumu biliyor mu?"
"Hayır."
"Bilmesin de."
Hiçbir şey duymamış gibi habersiz bir yüz ifadesiyle köşeyi döndüğümde uzaklaşan Dua'nın ardından baktım.
"Bana bir selam vermeden mi gidiyor."
"Benimle konuşmak için gelmişti."
Onu köşeye sıkıştırmak için mi yoksa gerçekten o şekilde hissettiğim için mi bilmiyorum ama anında kıskanç evli kadın rolüne büründüm.
"Genç bir kız evli bir adamla ne konuşabilir?"
Söylediklerimi tekrar gözden geçirircesine bana bakmaya devam etti.
"Bunu sen mi söylüyorsun."
"Söyleyemez miyim?"
Tabi ki de söyleyemezdim.
Birkaç adımda aramızda ki mesafeyi kapatıp başını hafifçe eğdiğinde alnına dökülen siyah tutamlarının varlığını hiçe saymıştı.
"Ama sen başka bir adamı dünyanın en mutlu adamı ediyorsun."
Kıskanıyor olamazdı. Yüzünde ki ciddi ifade üzerine tenime vuran nefesini de hissetmemle yutkundum. Çırpınan kalbim kozasından çıkıp özgürlüğüne kavuşacak olan kelebeğe eş değerdi.
"Ne? Onu ne diye mutlu edeyim."
"Sana bakarken gözlerinin içi gülüyor. Onun sana bakıp gülümsemesi ne haddine! Sen benim karımsın!"
Konu ne zaman Dean ve bana gelmişti. Onun gerçekten karısı olmadığımı artık bu şekilde davranmaması gerektiğini söyleyecekken fısıltılı bir tonla konuştu.
""Hatırlatma."
Hatırlatma ne demekti. Bir kelime ne kadar çok mana içerebilirdi? Usulca bir adım atarak geriledim. Ondan uzaklaşmak az da iyi gelmişti.
"Ne zaman kendimi ifade etmek istesem hep suçlu durumuna ben düşüyorum. Söylesen bu durum hoşuna mı gidiyor?"
Dikkatle beni dinliyordu.
"Bütün bu olanlara katlanamıyorum."
Hiç olmadığım kadar çaresiz hissediyorum. Bana esir olduğum günleri hatırlatıyorsun demeyi o kadar çok istiyordum ki. Sessizliği üzerine meydan okurcasına gözlerine baktım.
"Ruhunu kaybetmiş bir insandan farkın yok!"
Tüm duygularını toprağa gömmüş bir adamdan hâlâ anlamlı bir karşılık bekliyordum .
"Dua ile halletmeniz gereken bir konu vardı. Sana daha öncede söyledim Dua kardeşim gibidir."
Sakin bir ses tonuyla dile getirdiği sözleri sükunetle dinledim. İçimde ki uslanmaz hırçın duygular sakın kalmama izin vermiyordu. Amansız bir hastalık gibi yüreğime işleyen duygular, beynimi buğulandıran düşünceler. Hepsinin sebebini biliyorum fakat bunların hiçbirini kabullenmeyeceğim.
"Peki Arya."dedim.
Sonunda sormanın verdiği hazla derin nefes aldım.
Zifiri gözleri kısıldı. Rahatsızca elini cebine koydu.
"Arya'nın konumuzla ne ilgisi var?"
Ses tonu o kadar umursamazdı ki rahatsızca kıpırdamamış olsa o kızın kendisi için hiç bir şey ifade etmediğini düşünürdüm.
"Bir ilgisi olmak zorunda değil. Sürekli onun adını duyuyorum."
Tek kaşı havalandığında sağ elini cebinden çıkarıp dakikalardır dikkatimi dağıtan saçlarına götürdü.
"Kimden duyuyorsun?"
Sistemle"Duyuyorum işte."dedim.
Bir adım da açmış olduğum mesafeyi kapattı. Yüz hatları ne kadar keskin olsa da durgundu.
"Benden duymadığın bir kadının ismini neden bu kadar sıkıntı ediyorsun."
"Sıkıntı ettiğim yok. Merak ediyorum ne diye onu arıyorsun?"
"Cevabını verebileceğim soruları sormaya ne zaman başlayacaksın?"
Öfkeyle yüzüne baktım ve tek bir kelime bile
etmeden yanından hızla geçip uzaklaştım. Hayatım öyle bir döngü içine girmişti ki nereden bakacağımı, nasıl hareket edeceğimi, nasıl hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Sanki tüm kontrolümü kaybetmiştim.
* * *
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |