
ERİZ/ÂBAD
Eriz şehrine çöken kasvet bütün sokaklarına işlemişti. Kasabanın en yüksek binasına çıkan genç adam yanık bir sesle beş vakit gök kubbeyi aydınlatan ezanı okumaya başladığında gönüllere işleyen bu davet bir nebze olsun esaret altında ki insanlara umut veriyordu. Yıkılan camilerin yerini yüksek binalar almıştı. Bu sadece Âbad kasabasına mahsus bir şey değildi. Akadistan'ın tüm şehirleri artık bu şekildeydi.
Yerleşik mekanlardan uzak bir mevkiye kurulmuş olan Eriz hapishanesinde önü alınmaz bir telaş başladığında yeni atanan Albay öfkeyle önünde uzanan vadiye bakıyordu.
Bu sonsuz gibi görünen vadide o adamı nasıl bulacaktı. Çevresini daha yeni çözmeye başlamıştı. Keskin ve hırslı bakışları ağaçlık alanda karar kılarken oraya doğru ilerledi. Askerlerinden ayrılması pek iyi fikir olmasa da eline geçirmiş olduğu bu fırsatı değerlendirme peşindeydi. Onu yakalamaya ilk kez bu denli yaklaşmıştı. Yakalamak zorundaydı. Direnişin gücünü kırmak için er ya da geç bunu yapmalıydı. Ağaçlık alana çoktan giriş yapmıştı ve etrafını yeniden kolaçan ederken arkasında fark ettiği hareketlilikle o yöne döndüğünde ensesinde hissettiği nefesle kaskatı kesilmişti.
Dikkatsizliği sebebiyle bu denli yakınına gelebilmişti.
"Sakin ol Albay Honest."
Fısıltılı çıkan ses tehtid içeren sahte bir sakinleştirmeydi.
Adamın kendisini soyadından rütbesine kadar bilmesine şaşırsa bile tüm dikkati ve sakinliğini koruyarak usulca arkasına döndü. Biraz önce altında durduğu ağacın hemen yanında heybetli beyefendi duruşundan ödün vermeyen bir adam duruyordu. Giyiniş tarzı Akadistan'a özgüydü. Yüzünü gizlemiş olduğu siyah örtüden meydan okuyan bakışlar içini titretmişti. Beyefendi duruşunun ardında sanki ehilleştirilmemiş bir doğan kuşunun vahşiliğini taşıyordu.
Korkutucuydu da.
Bu adam Esedullah dan başkası değildi.
Şimdi daha iyi anlıyordu onu rütbesine kadar bilmesini. Öfkeyle kasılan çenesi seğirdi ve tıslarcasına adnını telaffuz etti.
"Esedullah."
"Ta kendisi. Sabırla Eriz'e adım atmanızı bekliyordum..... Hapishanede ki kargaşa size ufak bir hoşgeldin hediyesi."
Adamın sesinde alaydan ziyade ciddiyet vardı.
"Lanet olasıca pislik!"
Albay Honest sakin durmak da zorlanıyordu belki biraz daha oyalayabilirse onu etkisiz hale getirebirllirdi. Yahutta bu işi askerleriyle halledecekti.
"Bir daha ki gelişime genaralliğe terfi etmenizi kutlarız." dediğinde meydan okuyan bir bakışla göz kırpıp soğuk bir tonla tekrar konuştu.
"Kanlı bir törenle."
Generalliğe terfi edeceğini nereden biliyordu. A.D.Ö'nün ajanları bu denli yakınlarına gelmiş olabilir miydi?
"Buna ömrün yeterse karşılıklı iki kadeh de içeriz."
Silahını çıkarıp adama doğrultuğunda Esedullah birkaç adım attığı an Albay uyarı niyetinde attığı adım sayısı kadar yere ateş etmişti.
"Cesareti severim Albay, fakat kurşunları yere sıkacak kadar olanı değil, göğse sıkacak kadar olan cesareti severim."
Albay göğsüne nişan aldığında "Cesareti senden öğrenecek değilim! Leşini yere serdiğimde asıl cesareti göreceksin."dedi.
Sözünü tamamlar tamamlanmaz adamdan gelen ani hareketle savunmaya geçse de ise yaramamıştı. Silahı sararmış otların arasına savrulmuştu
"Şimdi değil Albay Honest.... Daha zamanı var."
Adamın sert sesini duymazdan geldi. Durmaya niyeti yoktu. Esedullah onu şimdi öldüremeyeceğini çok iyi biliyordu. Elini adamın yüzünü gizleyen örtüye götürdüğünde kolunu kavrayan güçlü parmakların gücü karşısında tecrübeli askerlik hayatında ilk kez yenilgiye uğradığını hissetti.
Onlardan aynı eğitimden geçiriyordu. Ondan farklı ne gibi bir eğitim almış olabilirdi ki. Üstelik onlar düzenli bir orduları, harp akademileri bile yoktu.
"Ölmeyi bu kadar çok mu istiyorsun Honest... Hakkımda ki söylentileri duymadığın için bu kadar cüretkar bir şekilde örtüme el uzatabildin."
Albay Honest sert bir bakış attı. Öfkesi karşısında ki adama baktıkça artıyordu. Bir grup askerin sesi vadiyi kapladığında kolunun acısını görmezden geldi.
"En kısa zamanda tekrar geleceğim."
"Bekliyor olacağım."
Kısılan bakışlardan gülümsediğini anlamıştı. Hızla uzaklaşan adamın ardından bakmaya devam etti. Kimsenin hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığı bu adamı herkesin nasıl tanıdığını merak etmişti. Fakat şimdi daha iyi anlıyordu.
"Komutanım?"
Usulca başını sesin geldiği yöne çevirdi.
"Gidelim Riko."
* * *
Naif görüntüsüyle muhteşem bir manzara sunan adını bilmediğim mor renkli çiçeği sulayıp pencerenin kenarına koydum. Şimdiye kadar çiçeklerle pek ilgilenmemiştim. Bu ilk çiçekti. Belki de ilk olduğundan çiçekle itinayla ilginiyordum. Ormanın ruhu olan ağacların ferahlatıcı kokusunu içime çektim. Sanırım sonsuza kadar bu eylemi yapabilirdim.
Şiddetle çalınan kapı sesiyle irkilerek ayağa kalktım. Kötü düşünceleri yok etmeye çalışarak kapıya doğru ilerledim. Nefes nefese kalmış bir şekilde bana bakan Cyrus görmeyi beklemiyordum.
"Hanımefendi general fenalaştı."
"Nasıl olur?"diyerek kendimi hızla dışarı attığımda telaşlı adımlarla kulübeye yöneldim.
Kalbim çırpınırken kulübeden içeri girdim.Savaşın ortasında kalmış çaresiz insanlar gibiydim.
"Cyrus ,hemen Ahsa'ya haber vermelisin."
Telaşlı adımlarım yanı başında durduğunda nefes nefese kalmıştım. Yüzü canlılığını yitirmişti. Nefes almakta zorlanıyordu. Her şey yolunda giderken kötü olmasını ne tetiklemiş olabilirdi ki? Çaresizce ismini fısıldadım.
"Dean."
Bir yandan da sırtında ki yastığı başka bir yastıkla desteklerken kirpiklerini güçlükle araladığında solgun bakışları beni bulmuştu.
Tek nefeste "İyiyim."derken acıyla tebessüm etmişti.
Tepkisiz bir halde sesizce ona baktım.Çaresizliğin her halini tatmıştım. Belki de bunu düşünmekle de hata ediyordum. Daha birkaç ay önce bana göre çaresizliğin en büyüğünü tatmıştım fakat sonra ki yaşadıklarım aslında hiçbir şey yaşamadığım anlamına geliyordu.
Yüzü gittikçe beyazlayıp mavi gözleri kızarmaya başlarken içimde ki korku artıyordu.
Yeni tanıdığın ama hayatında en çok minnet duyduğun birini kaybetme korkusu. Kaybetmek, sonsuz acı duyguların başlangıcıydı.
Endişeyle kulübeye giren Ahsa'yla kısa bir bakışmanın ardından bir köşeye çekilmiştim.
Ahsa'nın hareketlerini izlerken vücudu görüş alanını kapattığı için ne ile ilgilendiğini göremiyordum. Gerçi görsem bile pek bir şey anlamazdım.Buğulanan gözlerimi kapayıp açmamla yanağımdan süzülen yaşları serbest bıraktım.
Ona öylece bakıp hiç bir şey yapamamak kendimi kötü hissettememe sebep oluyordu.
"Nur dışarı çıkman gerekiyor."
Ahsa'nın sesiyle kendime gelirken ona doğru ilerledim.Dean solgun yüzünü yeniden görmek bana iyi gelmemişti.
"Biraz daha kalamaz mıyım?"
"Dışarı da beklemen senin için daha iyi olur."
Hiçbir şey söylemeden yavaş adımlarla dışarı çıktım. Sırtımı ağaca yaslayarak diz çöktüm. Gözlerine işlemiş olan acıyı nasıl unutabilirdim. Peki o halde bile bana sevgiyle bakması...
Kız kardeşinin ondan başka hiç kimsesi yoktu eğer ona bir şey olursa ne yapacaktı. Uzun süre öylece oturdum.Kendime göre çok şey yaşamış gibi çok şey düşündüm.
Adım seslerini duyduğum da başımı kaldırıp gelene baktım.Zeyd öfkeyle bana doğru geliyordu.Galiba Dean haberi vardı ve ona ağladığım için kızmazdı değil mi? Önümde durduğunda bakışlarında ki endişeyi fark ettim. Sanırım endişeli olmasının sebebi ne ise öfkesinin de sebebi oydu.
"Cyrus nerede?"
"Dean fenalaşınca Ahsa'ya haber vermesini söylemiştim ama hâlâ gelmedi."
Çenesi seğirirken sert bir nefesle gözlerini kapatıp açtı.Onun bu hali beni endişelendirmişti. Feracemin eteklerini toplayıp ayağa kalktım.
"Ne oldu?"
"Komutanına ihanet etmiş!"
Gözlerim kısılırken asıl acı verici gerçeği duymamla inanamamıştım.
"Şuan Dean bu halde olmasına sebep olanda Cyrus."
"Nasıl?"diyebildim.
Ellerim titriyordu. Komutanına olan sadakatine, samimi hatıralarına şahit olmuşken buna inanmak güçtü.
Neden böyle bir şey yapmıştı.
Düşünceli ama bir o kadar da sert bir sesle konuştu.
"Dean Emirler Birliği için çalışmaya başlamış. İhanete karşılık ihanet."
Emirler Birliği,Direniş Örgütüyle bağlantılı değil miydi? O zaman Zeyd ve Dean daha önceden birbirlerini tanıyor olabilirler miydi?Aralarında hiç böyle bir şey sezmemiştim. Birkaç adım geri giderken ondan olabildiğince uzaklaşmıştım. Belki de sırası değildi ama buna rağmen aklımda ki soruyu sordum.
"Onunla daha önceden de tanıyordun ?"
Gece karası gözlerini kısıp keskin bakışları tehlikeli bir hâl almıştı. Sormuş olduğum soruya böyle bir tepki vermiş olamazdı. Bakışları arkama odaklanırken duyduğum yaprak hışırtılarıyla tehlikeli bakışlara sebep olanın ben olmadığımı anladım.
"Sakın arkana dönme!"
Fakat bunu söylemek için geç kalmıştı. Cyrus elinde ki silahın namlusunda ben vardım. Sırıtarak bana bakıyordu. Titrek bir nefes aldım.İki ay boyunca yemeğimi getirip götüren yüzündeki samimi gülümsemeyle "Nasılsınız?"diye her gün soru sorarak yalnızlık hissettirmeyen adam bana silah doğrultmuştu. Buna şaşırmamalıydım. O benim hep düşmanımdı. Ama ben bunu çaresizlikten unutmak istemiştim.
"Görüldüğünüz yerde öldürülme emri verildi. Bende bunu seve seve yapacağım."
Kaskatı kesilmiştim. Onun varlığı bana destek oluyordu. Sakin kalmaya çalışarak güçlükle dudaklarımı araladım.
"O senin komutanındı seni kardeşi gibi seviyordu."
İğrenç bir gülüşle dudakları büktü.
"Dı." Ne zaman ihanet etti o zaman da düşmanım oldu."
Zeyd burada yokmuş gibi davranıyordu. Tuttuğu silahdan çıkan ince sesi duyduğumda yutkundum.
"Silahını karımın üzerinden çek!"
Sabırsız ve öfkeli sesini hiçe sayan Cyrus alaycı konuşmasına devam etti.
"Üzgünüm Bay Ansarhan karınızı öldürmem gerekiyor."
Zeyd'i tanımış olsaydı bu denli rahat konuşmazdı. Onun Direniş Örgütüne mensup biri olduğunu bilmediğine emindim.
"Üzgünmüş.... Bakalım ölmek için yalvarırken de bu kadar alaycı olabilecek misin?"
Cyrus onu umursamayarak bir kaç adım daha atıp bana daha da yaklaştı. Tüm hayati fonksiyonlarım durmuş gibiydi.
"Nur,gözlerini kapatır mısın?."
Sesi o kadar naifti ki sanki biraz önce kükrer gibi konuşan o değildi. Bir an bile tereddüt etmeden gözlerini kapadım.Burada gözlerim kapalı güvenebileceğim tek kişiydi. Ve beni en çok incitecek olan da oydu.
Birkaç saniye geçmeden silah sesi kulaklarımı çınlatmıştı.
Ellerimi kulaklarıma götürerek dizlerimin üzerine çöktüm. Küçük bir hıçkırık dudaklarımdan firar ettiğinde tüm bedenim titriyordu. Sadrımda sağlam bir imanım olmasaydı belki de kendi hayatıma son vermek için birçok adım atmıştım.
Duyduğum inilti sesiyle kirpiklerimi araladığımda sırt üstü yatan Cyrus gördüm.Öfkeli bakışları beni bulduğunda yumuşamıştı. Cyrus iniltileri artarken koşarak bize yaklaşan Behnan gördüğü manzara karşında hiç şaşırmışa benzemiyordu. Sanırım beklediği bir manzaraydı.
"Geç kaldın."
"Karahan haber bekliyordu."
"Bekleyebilirdi !Şunun yarasını tedavi edin."
"Tamam kardeşim."
Acıyla inleyen Cyrus sürükleyerek uzaklaşmaya başlamadan önce konuştu.
"Bir şey daha var."
"Dinliyorum."
"Fudayl,harekete geçmek için izin istiyor."
"Şimdi beklesin üç gün sonra şafak vaktinde."
"Anlaşıldı."
Kendimi toparlayamadan Zeyd'in komutan vâri hallerine şahit olmak kafamın daha da karışmasına sebep olmuştu.
Yavaş adımlarla yanıma gelip diz çöktüğünde kirpiklerimi kırpıştırarak ona baktım. Omzuma koymuş olduğu elini destek olurcasına hareket ettirdi.
"Eğer elimde olsaydı bütün bunları yaşamadan seni ülkene gönderirdim. Şimdi de elimde olsa aynısı yapardım... ve hiç bir şey yaşamamış gibi hayatına devam etmeni isterdim."
Karanlık bakışları ağacın gövdesinde gezindi. Gözleri yeniden beni bulduğunda omzunu omzuma yaslayarak beni kendine çekti.
"Olaylar ne kadar güçleşir ise güçleşsin her daim yanında olacağım."
Her zaman yanımda olması bana fayda vermekten ziyade zarar vermiyor muydu?Yüreğimden yükselen bir ses haykırırcasına " O sana her şekilde iyi geliyor."dedi. Neler olacağını düşünmeden hafif kısık bir sesle konuştum.
"Bana iyi geliyorsun."dedim.
Yanaklarım büyük bir hızla kızarırken biraz önce kurşunların hedefi olan ben değil gibiydim. Dudağının sağ tarafı ahenkle yukarı kıvrıldı.
Kulübenin kapısı hafif gıcırdayarak açıldığında utançlığım üzerini örtüp tedirgin bir şekilde ardıma baktım. Usulca ayağa kalktığımda benimle beraber heybetli bedenin sahibi de ayağa kalkmıştı. Umut dolu gözlerle Ahsa'ya doğru ilerledim.
"O iyi değil mi?"
Ahsa'nın yüzü durgundu. Kalbimi istila eden endişe çoğalırken yutkundum.İnsan her zaman en kötüsünü düşünmeyi göze alamazdı.
"Yapabileceğim her şeyi yaptım ama maalesef onu kaybettik."
Etrafı ölümün sessizliği kaplamıştı. Zeyd'in güçlü parmakları destek olurcasına kolumu kavradı.
Albay Dean ,General Dean Brave, Dean ölmüş müydü?
Hayatımın sonuna kadar minnet duyacağım adamı kaybetmiştim.
"Sende benim gibi olduğunda bende çok mutlu olacağım."demiştim. Sözlerim gerçekleşmeyecek miydi?
Çelişkilerle dolu Nur kalbimin bir köşesine çekildiğinde elini göğsüne koyarken Dean'ı unutmaya yemin etmiş gibiydi.
* * *
Şiddetli esen rüzgar sanki bedenimi savurmak için can atıyordu. Donuk bir o kadar da acılı bakışlarım hiçbir isim yazmayan mezar taşındaydı. Neden ismini yazmamışlardı. Dean Brave yazmak bu kadar zor muydu. Ellerimi semaya açıp sonsuza kadar menzilini bulamayacak dualar etmek istedim ama yapamadım. Ona duyduğum minnet ağır basıyordu. İçim içime sığmıyor, kalbim bana yaptığı iyiliklerin altında eziliyordu.
Bakışlarım hemen ilerisinde ki mezarlıkları buldu.
Merdan Ansarhan, Verda Ansarhan, Hifa Ansarhan, Sare Pars.
Zeyd'in akrabaları olmalıydılar. Dean buraya defnedilmesine nasıl izin vermişti ki?
Ardımda hissettiğim hareketlilik yanımda duran heybetli bedenle son bulmuştu.Herkesin gitmiş olduğunu düşünmüştüm. Fakat o gitmemişti. Sinsi bir hastalık gibi hücrelerime işleyen bu adamın şuanda bana sarılmasına destek olmasına ihtiyacım vardı.Yorgun ve bitkin bir ses tonuyla konuştum.
"Ona dua bile edemiyorum."
Ellerini cebine koyup gökyüzüne baktı. Yüzüme düşen yağmur damlasıyla istemsizce gözlerimi kapayıp açtım.
"Edebilirsin."
Yaş toprakta ki bakışlarım onu buldu.
"Etsem bile kendimi kandırmış olurum."
"Olmazsın ne zamandan beri bir müslümanın ettiği dua diğer müslümana geçmez oldu ki?"
Gözlerim irice açılırken şaşkınlıkla dudaklarım aralandı.
"Nasıl? Gerçekten de müslüman mı oldu. Ama neden bana söylemedi."
Şiddetli esen rüzgar saçlarını savurduğun da zifiri bakışları beni buldu.
Ve sessiz bir tonla"Bilemem."dedi.
Yüreğime serpilen bu sözlerle birlikte mutlulukla mezara baktım. Mavi harelerinin bakışını hatırımda tutarken tebessüm ettim. Bu sevincimi paylaşmak için vakar ile yanımda duran bedene kollarımı sardım.Sarılmamla kollarımın arasında ki bedenin gerilmesini aldırmadım. Denizci kokusu ciğerlerime işlerken gözlerimi kapadım. Acıyla karışık mutluluk duygusu duyguların en karmaşığı idi.
"Zeyd, bu çok güzel bir haber. Yani şimdi ona istediğim kadar dua edebilirim."
Belimi saran kolların sahibi sözlerimle derin nefes aldı. Durgun ve fısıltıyı andıran bir sesle konuştu.
"Evet, Nur hanım."
Çırpınan kalbime aldırmadan sarılmamıza son vermek için hafif bir harekette bulunduğumda geri çekilmeme izin vermezken yaptığım eylemle kalakalmıştım.Yüzümde hissettiğim sıcak nefesle yutkundum. Başımı yukarı kaldırdığıma pişman olmuştum. Çok ...çok fazla yakındık. Daha doğrusu önceden hiç bu denli yakın olmamıştık. Aldığım nefesi içime hapsettim. Bir başka bakıyordu. Nasıl derler hiç böyle baktığına şahit olmamıştım. Gözlerin deki manayı çözemiyordum.
Buğulu bir sesle "Nur."dedi.
İsmimi bu zamana kadar bu denli güzel telaffuz eden kimse olmamıştı.
"Efendim ."dedim.
Yüzüme uzatmış olduğu parmaklarını son anda çekip bedenimi boşluğa bırakarak kollarını üzerimden çekti.
"Yanağında yağmur damlası var."
Şimdi bu neydi?Geri çekileceğim vakit bana izin vermezken bir anda beni boşlukta bırakmasıyla boşluğa düşmüştüm. Şimdi de alakasız bir cümle kurmasına.
Yüzümde ki yağmur damlasını silip bütün vücudumla mezara döndüm. Kendimi daha da kötü hissederken hırçınlaşan tarafımı kontrol edemeyip başımı ona çevirdim.
"Dean,bana söylemediğini sana neden söyledi?"
"Sana mı söylemesi gerekiyordu."
"Elbette bana söylemesi gerekiyordu."
"Belki daha sonra söylecekti."
Hızla ona dönerek kaşlarımı çattım . Kesinlikle daha önceden tanışıyorlardı. Ve bana söylemediği başka şeyler de vardı.
"İnanmıyorum mutlaka onu alıkoyan bir şeyler vardı belki de o yüzden söyleyememiştir.Yoksa..."
Gözlerini kışmış hiddetle bana bakıyordu. Sıcakkanlı olabilme rekorunu bir saate bile çıkaramamıştı.
"Yoksa ne? Sana yalan söylediğimi mi düşünüyorsun.?"
"Yalan söylemesen bile eksik söylüyorsun."
"Müslüman olduğunu bile söylemeyecektim fakat.."
Amacım bir tartışmak başlatmak olmasa bile bu kargaşanın ateşini ben yakmıştım.
"Hep yaptığın gibi hiçbir şey söylemeseydin. Bende her gün çaresizce onu düşünseydim."
Çenesi seğirdi.
"Onu her gün düşünecek kadar değer mi veriyorsun!"
Ona değer verdiğim için kalbim senin yanında çırpınıyor.Onu bir abi gibi görürken seni...
Kendine gel Nur!
"Ona ne kadar değer verip vermediğim seni hiç ilgilendirmez. Ayrıca şuan onun yanındayken seninle tartışmak istemiyorum."
Sırtımı ona dönüp mezarın önünde diz çökerek oturdum.
Ona özgü kokusunun uzaklaşmak yerine daha da yakınlaştığını hissettim. Hemen yanıma dizleri üzerine durup ellerini semaya kaldırdı. Dean için dua mı edecekti. Hırçınlaşan duygularım bu hareketi ile bir nebze olsun durulmuştu. Birkaç dakika öylece dua ettik. Aynı vakarla ayağa kalktığında sakin bir şekilde "Gidelim."dedi. Durulan duygularım tekrar yenilebilen derin bir nefes aldım.
"Sen gidebilirsin ben biraz daha kalacağım."
"Yağmur daha çok yağmaya başlamadan gel. Çok fazla beklersen hasta olabilirsin."
Cevap vermedim. Omuzlarımda hissettiğim kabanı ile bütün sıcaklığı bedenimi sarmış ve ardından uzaklaşan adım sesleriyle gözlerimi kapatıp yeniden ellerimi semaya kaldırdım.
***
Sessiz ve arada tatlı tartışmalı bir şekilde yemeklerini yedikten sonra bahçeye çıkmak için hazırlanan çocuklara umutla baktım. Herşeye rağmen şimdi ki anı ve geleceği en güzel şekilde düşünüyorlardı.Ben buradan gidecektim burada gördüklerimi yaşadıklarımı kolayca unutabilecek miydim?
Geceden itibaren var olan baş ağrısını ve halsizliğimi unutmaya çalışarak çalan kapıya doğru yöneldim.
Şems çoktan kapıya ulaşmış ve açmıştı.
Sevinç dolu sesi tüm evi kaplamıştı.
"Annem gelmiş."
"Ahsa, hoşgeldin."
Kızına sarılan Ahsa gülümseyerek doğruldu.
"Hoşbulduk canım. Sabahtan beri buradalar umarım seni çok yormamışlardır."
"Hayır aksine çok güzel vakit geçirdik."
Şems heyecanla konuştu.
"Hep beraber resim çizdik sonra abim bize sapan dersleri verdi."
"Sapan dersleri mi?"
"Evet anne onlara nasıl sapan kullanılacağını öğrettim."
Ahsa gülümseyerek minnetle baktı. Şems'in değilde Zayn'nin söz dinlemeyeceğinden korkar bir şekilde onları bana emanet etmişti.Elinde ki poşeti uzatarak" Sana küçük bir hediye aldım."dedi.
Kabul etmek istemesem de böyle bir şeyi dile getirmeme gönül koyacağını bildiğimden hiçbir şey söylemeden poşeti aldım.Bana karşı samimi olması karşısın da bir kez daha duygulanmıştım.
"Teşekkür ederim."
"Rica ederim, sen iyi misin? Biraz solgun görünüyorsun."
Halsizliği ve baş ağrısını görmezden gelerek "İyiyim."dedim.
Zayn araya girerek konuştu.
"Emin misin yenge sabahtan beri yorgun gibisin."
Bu çocuklarından gözünden hiçbir şey kaçmıyordu. Ahsa'nın bakışlarını endişe kaplarken Zayn dönerek konuştu.
"Oğlum siz kardeşin ile yola koyulun ben geliyorum."
Zayn onlarla ilgilendiğim için teşekkür ederken Şems sıkıca sarılmış yanaklarıma doyurucu öpücükler kondurmuştu. Bahçeye çıkan çocukların ardından el salladım.
Çocukların bahçeye çıkmasıyla bana dönmüştü.
"Tam olarak neyin var?"
Endişeli sesi sabahtan beri görmezden geldiğim baş ağrısını şiddetle hissetmemi sağlamıştı.
"Aslında çok bir şeyim yok, kendimi halsiz hissediyorum, başım ağrıyor ve hafif bir mide bulantım var."
Ahsa'nın bakışlarında ki endişe koybolurken yerini ışıltı almıştı. Anlam veremeyecek ona bakmaya devam ettim
"Yoksa hamile misin?"
Gözlerim irice açıldığında aldığım nefes neredeyse ölümüme sebep olacaktı.
"İmkansız!"
"Neden imkansız olsun ki?"
Ciddiyetle bana bakıyordu. Sakin davranmam gerektiğinin farkına çok geç varmıştım.
"Bunu hiç düşünmedik Ahsa. Ailem evli olduğumu bile bilmiyor."
Hele ki babamın evli olduğumu duyduğu an ki halini görmek bile istemezdim. Annemin olayların gerçek yüzünü bilmeden anlayışla karşılayacağını biliyordum.Gözleri mahcup bir ifadeye bürünürken konuştu.
"Afedersin düşünemedim. Evli olduğunu bile bilmiyorlar iken bir de çocuk..."
Onu rahatlatmak adına sakince konuştum.
"Anlıyorum, ben bile bazen gideceğimi unutuyorum.Senin düşünememen gayet normal."
Onu rahatlatmak adına konuşsam bile bu bir gerçekti.
"İnsan sevince böyle olur.Tüm olumsuzlukları unutur,sadece sevgi kalır."
Bu gerçek karşısında bakışlarımı kaçırdım. Kabullenmek istemediğim tüm gerçekleri silip atmak istedim.
"Öyle." diyebildim.
Bu bir kabulleniş miydi?
Asla.
"Yüzünün solgunluğu Zeyd'in seni ilk bulduğu gün ki gibi."
Zeyd'in beni ilk bulduğu gün mü? Dean beni Karargâhtan gönderdiği günden mi bahsediyordu. Ahsa daha önce Amir abi ve arkadaşının bulduğunu söylerken aslında Zeyd' den bahsediyordu. O ise beni gördüğünde varlığımdan hiç haberi yokmuş gibi tepki vermişti.Neden seni kardeşim buldu dememişti.
Tatlı bir gülümsemeyle başka bir konu açmak için aceleyle konuştum.
"Dün biraz yağmur da kaldım belki o yüzdendir."
"O zaman kesinlikle grip olmuşsundur."
Nedenini sormasına gerek bile yoktu. Birkaç tavsiye de bulunduktan sonra dinlenip kendimi toparlamam için gitmişti.
Biraz olsun kendime gelebilmek için koltuğa doğru uzandım. Ahsa'nın tarif ettiği çayı kendime geldikten sonra yapmam daha iyi olacaktı. Dizlerimi kendime çektiğim de hırkamı önüme getirip kollarımı birbirine kenetlerken gözlerimi kapadım.
Yoğun sıcaktan dolayı kirpiklerimi araladığımda terlediğimi fark ederken rahatsızca uzandığım koltukta kıpırdadım.Üzerim de ki örtünün varlığı onun gelmiş olduğunun habercisiydi.Kendimi daha dinç hissederken baş ağrım geçmese bile biraz olsun hafiflemişti. Usulca doğrulup otuduğumda içeri giren Zeyd anında ciddi bir yüz ifadesine bürünmüştü.
"Lütfen rahatsız olma dinlenmen gerekiyor."
Bir bakışta anladığımda göre Ahsa'nın dediği kadar vardım.
"Hasta olduğunu ablam söyledi. Gerçi o söylemese de hasta olacağın belliydi."
Şimdi de başıma doktor mu olmuştu. Bu adamın sabit bir mesleği yok muydu? İnsanın farklı konular da becerileri olurdu ama bir konuda hepsinden daha maharetli olurdu.
Kendine has hareketlerle sobaya odun koyup oturma odasından çıktı. Gitmesiyle pencereyi bulan gözlerimi kapayıp açtım. Dışarı da yağmur yağıyordu.Parmaklarımla alnımı ovaladım.Umarım her zaman ki gibi hafif atlatırdım.
Oturma odasına girdiğinde yavaşça başımı ona çevirdim.Elinde tutmuş olduğu tepsinin üzerinde buharı tüten bir çay ile onu görmeyi hiç beklemiyordum.Tepsiyi küçük sehpanın üzerine koyup koltuğa yaklaştırdı. Özenli hareketlerini atlatamadığım bir şaşkınlıkla izliyordum. Bakışları beni bulurken koltuğun sol tarafına oturdu.
"Ablamın tarifi ile yaptım."
Ahsa'nın bana bahsettiği tarif olmalıydı. Şuan yaşadıklarım bir rüyadan farksızdı. Zeyd bana çay hazırlamış ve ilk defa tekli koltuğa değil de genellikle benim oturduğum koltuğa oturmuştu.
"Teşekkür ederim."dedim
Cevap vermedi.
Kupayı kavrayıp bir yudum aldığımda almış olduğum tatla gözlerimi kapayıp açtım. Hasta insanlar için yapılan çaylar ne zaman bu kadar tatlı olmaya başlamıştı.Yoksa bu çayların tat özelliği Akadistan'a mı özgüydü.
Kahve harelerinin yüzümde gezindiğini hissedebiliyordum.
"Nasıl olmuş? İlk defa yaptım."
Vakarla oturuşundan ödün vermeden tümüyle bana yönelttiği bakışlarını kalbimin en nadide köşesine itinayla koydum. Şuan karşımda ki adam ile hayatımın sonuna kadar yaşayabilirdim. Gözlerine baktığımda bütün olumsuzlukları unuturdum. Hayat ne denli zor olursa olsun ona baktığımda elimi tuttuğun da bütün zorlukların içinden çıkabilmek için bir yol bulurdum.Bulurduk.
"Hayatım da içtiğim en güzel hasta çayı."dedim.
Yüzüne yayılan bir tebessümün de kayboldum. Avuçlarımın içine özenle aldığım kalbimi onun bana bahsetmiş olduğu aşk kafesine hapsettim. Onu tanıdığımdan beri esaretin içindeydim.Sürekli kendi içimde kayboluyordum. İnsan bir adam için kendi içinde koybolur muydu?
Aşık olan her kadın gibi bende kayboldum.Kayboldukça kabullenmek den kaçındım.Zifiri bakan gözlerine hüsranla kabullenmiş olduğum duygularla baktım. Her şeyi anlayan adamın bu bakışlarımı anlamasın dan korktum. Sevgi beraberinde korku da getiriyormuş. Söylenmiş bir sözün daha hayatımda tecelli ettiğini gördüm.
"Neden öyle bakıyorsun?"
Gözlerimi kaçırmamak için direndim. Şimdi değil Nur!
"Nasıl bakıyorum ki?"dedim.
Ona bakmaya devam ederken sevgi dolu bakışlarımı sis perdesi kapladı.
"Başka kimseye bakmayacağın gibi."
Başka kimseye bakmayacağın gibi...
Ne yerinde bir tespit. Ses tonu normal olsa bile yüzünde merak uyandıran bir ifade vardı.İçtiğim çayı zoraki bir şekilde yuttuğum da sakin kalmaya çalışarak ciddiyetle konuştum.
"Şaka mı yapıyorsun?"
Korktuğum şeyin bu denli çabuk başıma gelmesine ne demeliydim. Artık aklımdan düşünceler de geçiremeyecek miydim? Duygularımı bakışlarımla ifade etmemenin bir yolunu bulmalıydım.Nasıl olacaksa?
Dudaklarından onaylamaz bir "cık"sesi çıktığında kolunu koltuğa yasladı.
"Şaka yapmaktan hiç hoşlanmam."
Acaba hoşlandığı bir şey var mıydı?
Bardağı sehpanın üzerine koyup bilmiş bir eda takınarak "Yani ciddisin?"dedim.
Tok bir sesle "Ciddiyim."dedi.
Sorusunu zevkle yanıtsız bırakacaktım.
"Nasıl baktığımın ne önemi var ki?"dedim. Ve sonra kaşlarımı yapmacık bir hareketle kaldırıp devam ettim."Yoksa sana öyle bakmamı mı isterdin?"
Bu benim için sadece bir oyundu. Sürüne sürüne ayakta kalmaya çalıştığım. Kabullendiğime pişman olduğum duygularımla oynadığım oyun.Keşke kabullenmeden son verseydim bütün bu duygulara belki bu denli canım yanmazdı. Onu kabullenir kabullenmez reddetmem ne acıydı. Oysa ki ilk defa bu duyguları derinden hissetmiştim.
Söylediklerimle yüz hatları gerilmişti. Gerçekten onu ciddiye almamam gururuna dokunmuş olabilir miydi?Hiç sanmıyorum.
Durgun ve soğuk bir ses tonuyla "Belki."dedi.
Kirpiklerimi kırpıştırarak ona baktım. Oldukça ciddiydi.
"Ama bana öyle bakmanı sana hiç tavsiye etmem aşk faydalı bir şey olsa da... bana aşık olursan zararlı çıkarsın" dedi.
Hücrelerime kadar kıyıldığımı hissettim, paramparça olup toz taneleri kadar görünmez oldum. Ben oldum, hissettim ama o görmedi. Neden bunu en başında söylememişti.
"Belki" kelimesiyle kanat çırpan kalbim kafesinden çıkmadan, o kafesin demirlerine çarparak en dibe düşmüştü.
Akan kanı hissedebiliyordum.
O akan kanın bütün bedenime bir hastalık gibi yayıldığını.
O kadar zorla gülümsedim ki, dudaklarım kanadı ama o görmedi.
"Eminim... senin yanındayken bile bu kadar zarar görebiliyorsam sana aşık olduğum zaman ki zararı tahmin bile edemiyorum" dedim.
Sesiz bir gülüş dudaklarından firar ettiğinde bu gülüşü canımı yaktı.
"Yanımda zarar gördüğünü bilmiyordum."
Az önce zararlı çıkacağımı o söylememiş miydi? Bu neyin çıkışıydı.
Düşünceliydi ve her konuştuğumuzda yüzünde ki gerginlik daha da artıyordu. Bu gerginliğini neye yormalıydım.
"Aslında zarar görmek değil.Hep muallak da bırakıyorsun ve bu beni çok yoruyor. Sonra sorularıma cevap ver..."
"Anladım. Daha fazla açıklama yapma."
Sıkıntıyla nefes aldığımda sert bir sesle konuştum.
"Neden sürekli konuşmamı bölüyorsun!"
Başını kaldırıp bana çevirdi. Karanlık girdapları yüzümü ezberler gibi bakıyordu.
"Sözlerinin devamını bildiğim için."
"Bana verdiğin bütün zararların farkındasın yani."
Belli belirsiz derin bir nefes aldı.
"Maalesef, farkındayım."
Buz gibi sesi tüm sinir hücrelerimi harekete geçirmişti. Üzerim deki örtüyü hızla itip ayağa kalktım. Feracemin üzerimde olmadığını yeni fark ederken tek nefeste konuştum.
"Kıyafetim müsait değil diğer tarafa döner misin?"
Öfkeyle kalkan şaşı oturur boşuna demiyorlardı.Başını usulca pencere tarafına çevirdi.Ahsa'nın hediyesini aldığım da gitmek için kapıya yöneldiğim de kolumu kavrayan parmaklar ona dönmemi sağladı.Ani gelen bu hareketle tutunmak için sert göğsünden destek alırken parmaklarımın altında atan kalbini hissettim. Kaşlarımı istemsizce çatmıştım. Sınırlar ihlal edilmeye başlanmıştı.Tüm bu sınır ihlallerine ben mi sebep oluyordum. Başımı kaldırıp yüzüne bakmak durumunda kalırken tek bir kelam etmeme müsade etmeden hafif dolgun dudaklarını araladı.
"Şimdiye kadar farkında olduklarım için kimseye maalesef demedim."
Tüm kelimelerinin üzerinde durmuştu.
Parmakları arasından kolumu sertçe çekip bir adım geri gittim.
"Bu söylediklerin için sevinmeli miyim?"
"Sevinmen için söylemedim."
Her söylediği söz bedenime,ruhuma,duygularıma ağır geliyordu.Gittikçe hırçınlaşıyordum.
"Ne için söyledin vicdanını rahatlatmak için mi?"
Cevap vermedi. Zaten suskunluk ona hastı.
"Senin için yabancı olan birine kırıcı sözler söyleyip de sonra seni rahatlatmayan vicdanını rahata kavuşturmak için mi söyledin?"
"Seni bir yabancı olarak gördüğümü mü sanıyorsun?"
"Görmüyor musun?Eğer görmeseydin beni muhatabına alırdın."
Uzun kirpiklerini kapayıp açtı.
"Seni muhatabıma almadığımı nereden çıkardın?"
Histerik bir gülüşle yüzüne baktığımda hırçın bir ses tonuyla konuştum.
"Lütfen Zeyd artık konuşmak istemiyorum. Gerçekten yoruldum."
Ama o yorulmamıştı.Beni yormaya devam ediyordu. Artık bu durumdan zevk aldığını düşünmeyebaşlayacaktım. Hızlı adımlarla oturma odasından çıktım. Kalbime yüklediğim duyguların altında ezilmekten korkuyordum.
* * *
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |