
Ağırlaşmış olan kirpiklerimi zorla araladığım da üzeri düzenlenmiş yatakla bakışırken usulca doğruldum. Uyuşmuş olan sağ kolumu ovalayarak mahmur gözlerimi fazlasıyla aydınlık odada gezindirdim. Battaniyeyi üzerimden kenara ittiğimde sıcak vücuduma soğuğun temas etmesiyle ürperdim. Geceye göre hava daha soğuktu. Koltuktan kalkıp emektar hırkamı giyindim. Saatin altı olduğunu fark ettiğimde tam zamanında kalkmış olmanın verdiği rahatlıkla derin bir nefes aldım. Artık geç kalktığım zamanlar günümün boşuna geçtiği düşüncesi gün boyunca beni rahatsız ediyordu. Rosie hemen uyandırmayı düşünmüyordum üzerinde ki yorgunluğu atması için bir kaç güne daha ihtiyacı vardı.
Sessizce açılan kapıyla gözlerim gelen kişiyi bulduğunda bakışlarımı kaçırdım. Sabahın altısın da bu denli yakışıklı olmak zorunda mıydı? O siyah tişörtü ev hariç başka bir yerde giyinmemesi gerekiyordu. Sadece siyah tişörtü mü aslında hiç dışarı çıkmamalıydı.
Daha neler iyice düşünce yetimi kaybetmeye başlamıştım. Dün gece sabah nasıl karşı karşıya geleceğimizi kara kara düşünürken sabahında adamı dışarı bile çıkarmayacak kadar kıskanmıştım. Üstelik ortada hiçbir şey yokken ve buna hiç bir hakkım olmazken.
Sessiz bir tınıyla güldüğü duyduğumda kaşlarım istemsizce çatılırken keskin bakışlarım tekrar onu buldu. Sabahın nurunda neye gülüyor olabilirdi. Sesli düşünmüş olabilir miydim?
"Komik olan ne?"
Hırçın sesim odayı kapladığın da dudaklarında ki tebessüm yüzüne yayılırken içime işlemesinden korktum. Cevap vermeyip dolaba doğru ilerledi. Görüş alanımdan çıkmasıyla kapının hemen yanında ki boydan ayna da yansımamı gördüm. Birbirine karışmış saçlarım, mahmur mahmur bakan gözlerim ve soğuktan kızarmış burnum ile kesinlikle komik duruyordum. Alev alan yanaklarım eşliğinde aynadan bakışlarımı çektim. Koltuğa ilerleyip battaniyeyi katlandığım da perdeleri açmak için pencereye ilerledim. Perdeyi açtığımda karla kaplı manzara ile karşılaşmıştım. Soğuğun sebebini şimdi anlaşılıyordu. Yağan karı görmemle yüzümde oluşan tebessüm anında solmuştu. Ailem olmadan geçirdiğim günler, onları endişe içinde bırakmış olduğum gerçeğinin vermiş olduğu suçluluk duygusunu her an içimde taşımanın ağırlığıyla yarım kalan mutluluklarım. Ve onların bensiz hiç mutlu olmadığını bilmek...
Saksı da ki çiçeğim aklıma geldiğin de ise soğuğa rağmen etkisi altından kurtulamadığım uykum bir anda kayboldu ve aceleci adımlarla balkona ilerledim. Tamamen karla kaplanmıştı. Dişlerimi birbirine kenetleyerek saksıyı elime aldığımda üzerinde ki karları özenle temizledim. Umarım soğuk çiçeğimi kurutmazdı. Parmaklarım soğuktan uyuşmuştu. Aynı acelelikle içeri girip kapıyı kapadım. Odanın tam ortasındaydı elinde ki kitaba bakmayı bırakıp başını yana çevirip bana baktı. Bakışları elimde ki saksıya indiğinde yüzünde ki ciddi ifade yerini başka bir ifadeye bırakmıştı. Elinde ki kitabı yatağın üzerine koyup ağır adımlarla bana doğru ilerledi. Düzeltmek istercesine parmaklarımı dağınık saçlarımın üstünde gezdirdim. Tam karşımda durduğunda yaklaşık on dakika önce ki gülüşü tekrardan yüzüne yayılmıştı. Gülüşünü anlamlandırmaya çalışırken elimde ki saksıyı sanki bilerek parmaklarıma dokunup aldığında bakışlarımı gözlerine diktim.
"Şimdi komik olan ne?"
Sonunda dudaklarını aralamayı başarmıştı.
"Çok mu merak ediyorsun?"
"Ne merak edeceğim sinirimi bozuyorsun."
Parmakları çiçeğin mor kanatlarını okşadı. Gözlerini çiçekten çektiğinde bakışları yüzümü buldu. Bakışları tıpkı çiçeğin kanatlarını okşadığı gibi çehremi okşar gibiydi.
Bana bu şekilde bakması bütün sistemlerimi bozuyordu. Kendime verdiğim sözleri unutmama sebep oluyordu ki artık dün geceden sonra kendime söz veremez olmuştum. Bir an önce yüzünde ki gülüşü yok etmeliydi yoksa ben yok olacaktım ya da kendimi aşikar edecektim.
"Allah aşkına Zeyd neden.."
Odayı kaplayan küçük kahkahası karşında şaşkınlıkla ona bakarken saniyeler sonra ciddi haline bürünmüştü. Dudaklarını araladığın da gözlerinde söylemek istediği söyleyip söylememek için kısa çaplı bir savaş veriyordu. Parmağını burnumun ucuna dokundurup çekti. Bu hareketiyle nefesim anlık kesintiye uğramıştı.
"Üşümüşsün aşağı inelim."
Gece karası gözleri derin derin bakarken kendiyle verdiği savaşı gördükten sonra sadece aşağı inelim demekle yetinmesi karşısında ne yapabilirdim ki.
....
Beraber kahvaltı yapmayalı uzun zaman olmuştu ve karşılıklı oturduğumuz da onunla kahvaltı yapmayı özlediğimi fark ettim. İçim kıpır kıpırdı. Ah benim uslanmaz acemi aşık kalbim. Bir sakarlık yapamamak için tetikte bekliyordum.
"Dün ki adam kimdi?"
Gözlerini kaldırmadan"Bir arkadaş." Dediğinde Rosie ismini öğrenmeye bir türlü muvaffak olamadığı adamın ismini sorup sormamak arasında kalsam da konuştum.
"İsmi ne?"
Keskin kirpikleri yukarı kıvrıldığın da gözleri beni buldu. Öyle bir bakışı vardı ki kendimi açıklama yapmak zorunda hissettim.
"Rosie adamın ismini hâlâ bilmiyor. O yüzden sordum."
"İsterse kendisi söyler."
Gözlerimi devirmemek için kirpiklerimi kırpıştırdım.
"O da senin gibi ise zor öğrenir."
Gözlerini kısıp gülümsedi.
"Ferzah."
Duyduğum isim hiç yabancı gelmemişti. Aklımda kişiyle dün ki adamın aynı kişi olduğunu öğrenmenin tek yolu ona yeni bir soru daha sorup sınırları zorlamaya devam etmem gerekiyordu.
"Soyadı ne?"
Zeyd umursamaz bir tavırla "İmran."dediğinde şaşkınlığımı gizleyemedim. Neyse ki bakışları üzerimde olmadığı için şaşkınlığımı görememişti. Dün gördüğüm adam Ferzah İmran ise hapishane de Dean söylediği adam dün ki adamdı. Ama o adamın gözleri yeşil değil miydi? Yoksa ben mi yanlış görmüştüm. Yeşil olduğuna emindim fakat hapishanenin bahçesinde gördüğüm adamın gözleri kahverengi idi. Gözümün önüne akın eden görüntülerle bakışlarım sakin bir şekilde vakarla kahvaltısını yapan adamı buldu. Olabilir miydi?
Balamir'e ilk geldiğimde beni ajan sanması, tutsak edip görmezden gelmesi ve uzun bir süre şüpheci yaklaşımları. O gün beni hapishanenin bahçesinde Dean görmüş olmasının da tüm bunların da payı vardı. Başörtümle yüzümü kapatmışken sadece gözlerimden nasıl tanıyabilmişti ki.
"Zeyd."
Üzerime örtü misali örttüğü kahverengi hareleri hapishanenin bahçesinde görmüş olduğum adamın gözleriyle aynı renk olsa da orada ki adam ölümcül bakıyordu fakat Zeyd şuan çok güzel bakıyordu. Başörtümü gözlerinin görüneceği kadar uzaktan yüzüne tuttuğum da tek kaşı havalandı.
"Ne yapıyorsun?"
Tok sesi gözlerinin aksine oldukça soğuktu. Kısmış olduğu gözleri ışıldarken bakışlarımı gözlerinden ayrılmadan başörtümü aramızdan çektim.
"Peçe yapıyorum ya yakışıyor mu diye soracaktım. Birde sende nasıl durduğunu merak ettim."
İfadesiz bir hâl alan bakışları çehrem de gezindi.
"Bende nasıl duruyor?"
Meraktan uzak sesiyle benim birşey söylememe gerek duymadığını hissetsem bile doğruyu söyledim.
"Güzel duruyor ama gözlerin her zamankinden daha çok ölümü andırıyor."
Ölümü andıran bakışlara aşık olmuştum. Ben gerçekten de ümitsiz bir vakaydım.
"Korkutucu mu?"
"Hayır tabi ki de gözlerin seni sen yapan şey neden korkutucu olsun ki."
Gülümsedi ve ayağa kalkıp tabağını mutfak tezgahına koydu. Sırtını duvara yaslayıp bakışlarıyla beni abluka altına aldı.
"Doğruyu söylemem gerekirse ne yapmaya çalıştığını biliyorum. Bana açıkça Ferzah'ın ismini daha önce duyduğunu hapishane de gördüğün adamın ben olduğumu söyleyebilirdin. Emin değilsen de sorabilirdin."
Tekrardan hoşgeldin sevgili Zeyd Ansarhan.
"Çok soru sorduğum için kızardın. Hiç inkar etme az önce ki cevaplama tarzından anladım... Hem madem anladın neden aklımda ki soru işaretlerini yok etmiyorsun."
"Haklısın."
Şaşkınlığımı gizlemeyi başardığım da arkasına dönüp çıkacakken meraklı ses tonuma engel olamayarak konuştum.
"Gidiyor musun?"
Hafifçe bana döndüğünde başıyla beni onayladı.
"Nereye?"
"Tamirhane'ye."
Artık tamirhane'ye karşı içimde önyargı vardı. Alessia denen o kadınla aynı şehirde bulunması ikisinin de sık sık görüşmesine katlanamıyordum.
"Git."
Anı çıkışıma bir anlam verememiş olacak ki anlamak istercesine baktı. Hep o mu bilmişlik yapıp herşeyi anlayacaktı biraz o anlamasın ve umarım ki beni anlamaya başlardı.
"Çok geç olmadan gelirim."
Sözlerini bitirir bitirmez mutfaktan ayrılmıştı.
Acaba hâlâ o kadına karşı bir şeyler hissediyor muydu? Aralarında ki ilişki ne kadar sürmüştü. Başımı ellerimin arasına alarak kasvetli bir nefes alıp verdim.
...
Gözlerini kırpmadan dakikalardır pencereden dışarı bakan Rosie bu hâli beni endişelendirmişti. Aklında her ne varsa fazlasıyla canını sıkıyordu.
"Seni rahatsız eden şey ne?"
Pencerede ki bakışları beni buldu. Gözlerinde ki tereddüt dolu ifadeye rağmen hüzünlü bir yüz ifadesiyle konuştu.
"Ferzah, sanırım ona sandığımdan daha çok alıştım. Durup dururken aklıma geliyor."
Aksanına yabancı gelen ismi teleffuz ettiğinde yüzüme yayılan tebessümle Rosie o adamı sevdiğini anladım.
"Sanırım ondan hoşlanıyorum."
Sessizce ona bakmaya devam ettim. Benimle konuşmaktan ziyade kendiyle yüzleşir gibiydi.
"Gidecek olmama rağmen duygularıma engel olamadım."
"Anlıyorum." demekle yetindim. İçimde ki duygulara sürüklenmemek için kendimden kaçıp Zeyd'i sorgulayan tarafıma sığındım.
Rosie,Ferzah'a karşı birşeyler hissetmemesi imkansız gibi bir şeydi. Hapishaneye girdikten iki hafta sonra onunla tanışmış ve oradan kurtulana kadar aynı hücreyi paylaşmışlardı. Başına gelen tüm olumsuzluklarda Ferzah hep yanında olup onu korumuştu.
Tıpkı Dean hissettiklerim gibiydi. Belki de Rosie o günlerde benim hissettiğim gibi hissediyor olabilirdi.
Ama bunu ona söyleyemedim. Bu kendisinin farkına varıp vermesi gereken bir savaştı. Farklı düşünceler duyduğunda insan karar vermekte zorlanıyordu.
...
Kar yağışı hafif kararmış havayı delip geçerken koltuğa daha çok yayılıp bu manzarayı izlemeye devam etmiştim. Bir an kısa da olsa uykuya daldığım da sessizce açılan kapıyla onun geldiğini anlayarak kirpiklerimi kapadım. Geldiğini duymamış gibi yapamaya devam edecektim. Fakat kendimi tutamayıp kolumda ki saate baktığımda saatin gece yarısını geçtiğini gördüğümde şaşkınlıkla doğruldum. Kısa bir an sandığım zaman dilimin de aslında saatlerce mi uyumuştum. Onun yolunu beklerken yorgun düşmüş olmalıydım. Belki o kadınla görüşürken saatlerin nasıl geçtiğini fark etmemişti.
"Akşam oldu mu ki?"
Yine kendimi tutmayı başaramamıştım. Bana doğru yan bir bakış attığında sabah ki gibi anlamak istercesine bakıyordu. Bu aralar anlama kapasitesi düşmüş olabilir miydi?
Üzerinde ki kazağı yeni fark ederken şimdiye kadar hiç kazak giymedeğini de fark etmiştim. Çoğu zaman sıcaklık ve soğukluğa bağışıklık kazanmış olduğunu düşünmüyor değildim. Kesinlikle olabilirdi. Söz konusu Zeyd Ansarhan ise her şey olabilirdi.
"Gece yarısı oldu da."
Sözlerimle dudakları yukarı kıvrıldığın da dolaptan aldığı giysilerini elinde tutarak konuştu.
"Sanırım bu sitemini hak ettim."
"Daha sitem etmeye başlamadım ki!"
"Eyvah başıma gelenler."dercesine bana baktığında söylediklerim hoşuna gitmiş olmalıydı.
Yoksa neden dudakları yukarı kıvrılmaya devam etmezken inci misali dişlerini sergileyerek gülümsesin.
"Behnan ile ilgilenmem gerektiği için geç kaldım."
Gür sesi ciddiyetle odayı kapladığında sırtımı koltuktan ayırdım. Kendi derdime düşmüş durgun çehresine rağmen birşeyler olduğunu nasıl anlamamıştım ki.
"Nasıl? Kötü bir şey yok değil mi?"
"Hafif bir yara aldı ama şuan da daha iyi."
Behnan'ın iyi olmasına sevinirken yanlış düşüncelere kapıldığım için kendimi kötü hissetmiştim. Zarah'a her gittiğinde keşke beni de yanına götürseydi belki yanlış şeyler düşünüp aklımı o kadınla bozmayacaktım.
"Ben sandım ki." fısıltıyla dile getirdiğim sözlerimi yarıda kesmeme sebep olan şey başını hızla benden tarafa çevirip gözlerini kısmış olmasıydı.
"Ne sandın?"
Duyması imkansızdı. Bu konuda da yetenekli olamazdı değil mi? Sesimi kendim bile zor duymuştum.
"Hiçbir şey, ne sanabilirim ki?"
Tek nefeslik gülüşü içimi ısıtırken gülüşü manidar bir tebessüme büründü. Bu aralar sık sık gülümsemeye de başlamıştı.
"Teşekkür ederim."
Buğulu bir tınıyla söylediği sözlerine ne alaka diye düşünmeden edemezken rica ederim demekten bile sakınan adamın ilk defa sebepsiz yere teşekkür etmesini nasıl yorumlamalıydım.
"Ne için?"
Cevap vermeyip banyoya doğru ilerledi kapıyı açtığında durakladı ve başını çevirip sağ omzunun üzerinden bana baktı.
"Bugün Alessia hiç görmedim."
Sanki için rahat olsun dercesine dile getirdiği sözler karşısında yanaklarım alev topuna dönmüştü. Kapının kapanmasıyla kendime geldiğimde de ayağa kalkıp pencereye doğru yöneldim. Oradan çıkana kadar yanaklarımda ki alevi söndürmem gerekiyordu.
...
"Umarım bu soğukta orada yatmayacaksındır."
Sözlerine aldırmadan yumuşacık battaniyeyi üzerime çektim.
"Orada yatmana da izin vermeyeceğimi biliyorsun."
"Zorunlu kalmadıkça seninle aynı yatağı paylaşmayacağımı sende biliyorsundur."
Ağır adımlarla bana doğru ilerledi.
"Biliyorum ama şimdi zorunlusun."
"Neden zorunlu oluyor muşum?"
"Hava soğuk hasta olabilirsin."
Ciddi misin der gibi ona bakmamım bir faydası yoktu.
"Kendin kalkıp gidecek misin? Yoksa ben sana yardımcı olmalı mıyım?"
İstifimi bozmadan ona bakmaya devam ederken ne diye ısrar ediyordu anlamıyordum.
"Ciddiyim Nur."
Battaniyeyi çekerek üzerimden hızla aldığında aynı hızla doğrulmuştum. Biraz daha onu zorlasam utanmadan beni kucağına alıp yatağına götürecekti. Sert bir nefes alıp elimle durmasını işaret ettim.
"Kendim kalkarım."
Aynı ciddiyetle yatağına doğru ilerledi. Başını yatağın başlığına yaslamıştı. Yorganı özenle üzerime aldığımda birkaç günde yatağın konforunu özlemiştim. Ne kadar sakin kalmaya çalışsam da nefes alış verişlerim sıklaşmıştı. Hep böyle mi hissedecektim bu duygularımın bir sonu olmayacak mıydı?
"Bizi serbest bıraktıkların da izin kağıdı vermişlerdi. Kağıtta Nur Barlas yerine Mahru Ansarhan yazıyordu."
Başımı hafifçe ona çevirdiğimde gözlerinin kapalı olduğunu gördüm. O şekilde uyuyacak hâli yoktu.
"Cevap vermeyecek misin?"
Neredeyse bir dakika cevap gelmedi.
"Akadistan da kaldığın süre boyunca Mahru Ansarhan'sın."
"Bunun için izin aldın mı?"
Kirpiklerini araladığın da kahve hareleri beni buldu.
"O gün beni takip ederek zaten bu kararı vermiştin."
"Bütün bunlardan benim haberim olsaydı."
"Her şekilde bunun olması gerekiyordu. Burada yaşayanlar hariç, insanlar ne Zeyd'in ne de Andrea evli olduğunu biliyor."
Derin bir nefes aldım. Bir de nikahlı eşimin kız kardeşi sıfatıyla etrafta dolaşmadığım kalmıştı. Bana daha neler yaşatacaksın Zeyd.
"İsmin hoşuna gitmedi mi?"
Ciddi mi diye başımı ona çevirdiğimde yatağın başlığından sırtını ayırmıştı.
"Bir cevap bekliyorum."
Başını hafifçe eğip gözlerimin içine baktı. Nefesimi anında tutarken dibine kadar girdiğim farkında değil gibiydi. Kirli sakalların da dolaşan bakışlarım yeniden onda karar kılmıştı. Kesik bir nefes aldığımda yutkunmayı başaramazken fısıltıyla konuştu.
"Bence ismini sevdin. Kırgın olduğun için naz yapıyorsun."
Kirpiklerimi defalarca kırpıştırdım. Bu adam da kesinlikle bir şeyler vardı benimle hiç böyle konuşmazdı ki zaman zaman ümit verir sonra vermiş olduğu ümitleri titizlikle yok ederdi.
Dudaklarımı araladığım da ihlal etmiş olduğu sınırları fark etmiş olacak ki usulca uzaklaştı.
"Arkadaşına yarın ablama gitmesi gerektiğini söyle."
"Neden ki?"
"Alessia gelecek."
Duyduğum isimle kaskatı kesildim. İsmini de bir tuhaf dile getirmişti hâlâ onu seviyor olabilir miydi? Sabırla konuştum.
"Gideriz."
"Sen kalacaksın."
"Benim adıma kararlar almaktan ne zaman vazgeçeceksin!"
Derin bir nefes alıp sakin kalabilmek için kendimi teskin etmeye çalışıyordum.
"Senin adına kararlar almıyorum olması gereken bu."
Başımı çevirip sert bakışlarla ona baktım.
"İhtiyaç duymadığın halde hep yaptığın gibi birşeylerin arkasına sığınıyorsun. Ama ben ihtiyaç duysam bile senin gibi birşeylerin arkasına sığınmıyorum."
Saçlarımda iz bırakan bakışları gözlerimi buldu.
"Emin misin?"
Gözlerimi kısarak hırsla başımı önüme çevirdim.
"Adama bak ya."
Türkçe teleffuz ettiğim sözler üzerine bir nebze olsun rahatlarken başını eğip görüş alanıma girdiğinde merakla bana bakıyordu. Hiç bir şey anlamamış bakışları zevkle nefes almama sebep olmuştu.
"Anlamadım."dediğinde küçük bir kahkaha atmak istedim. Usulca gülümsediğimde huzurlu bir ifade çehresine hakim olurken buğulu gözleri yüzümde gezindi. Sanki bir an herşey durmuştu sadece biz varmışız gibiydi. Ne savaş vardı. Ne dünyada ki olumsuzluklar,ne adeletsizlikler ne de başka bir ülkeye aittim. O gözler sadece bir an olsa bile benim ülkem olmuştu.
"Galiba az önce Türkçe konuştun?"
Gülümseyerek başımla onu onayladım. Gülümsememe karşılık verdiğinde kalbim çılgınca atmaya devam ediyordu.
"Ne söyledin?"
Omuz silkerek gözlerinin içine bakmaya devam ederken hafifçe geri çekildim.
"Sonra söylerim... Aslında çok da önemli birşey değildi."
Buğulu bakışları eşliğinde yüreğime işleyen gülümsemesiyle konuştu.
"Nasıl istersen."
Gerçekten de şuan benimle konuşan adam Zeyd miydi? Yüzünde ki gülümseme bir an bile koybolmadan ışığı söndürüp sırtını yatağın başlığına yaslamıştı. Yorganı üzerime çektiğimde o şekilde uyuyup uyuyamayacağını sorgulayan beynim uyku tarafından esir edilirken gözlerimi kapadım.
***
TÜRKİYE
Sert bakışları duvarda asılı duran büyük tabloda gezindi. Yıllar önce Kamerun'dan aldığı bu tablo artık paha biçilemezdi. Gözleri masasında ki fotoğraf da kadar kıldı. Derin bir nefes aldığında tıklatılıp açılan kapıyla bütün düşüncelerinden sıyrılmıştı.
"İstediğiniz derneklerin yardım fonlarının kayıtları Emir Bey."
Başıyla adamı onaylayıp kağıtları masanın bir köşesine koydu.
"O adamla irtibata geçebildin mi?"
"Maalesef Emir Bey."
"Elini çabuk tut bu bilginin yanlışlığı teyit edilmeden hiçbir şey yapamayız."
Adını dahi bilmediği adam kızının öldürüldüğünü söylemişti. Ülkenin hapishane kayıtlarında ve hiçbir resmi mecralarda kızının yaşadığına dair bir iz yoktu.
"Bütün adamlarımız takipteler. Zarah da bulunan Akadistan Direniş Örgütü mensuplarıyla iletişime geçtik fakat hâlâ sağlam bir bilgi elde edemedik."
"Yedi ay oldu Mesud. Yedi ay....Bu kadar yavaş ilerlemesi canımı sıkıyor."
Aylardır uyku uyumuyordu. Buna bütün ailesi de dahildi. Hele ki biricik eşi Mahi hanım gün geçtikçe bilinmezlik içinde eriyordu. Eşini avutan tek şey üç ay önce sesini duyup emin ellerde olduğunu söylemesiydi. Son gelen haberleri sadece oğlu ve kendisi biliyordu.
"Haklısınız efendim. Edindiğim bilgilere göre şuanda daha sıcak çatışmalar oluyormuş ve bu iletişim sıkıntısına sebep oluyor. Biliyorsunuz gazetecilerin dahi Akadistan'a girmesi yasak."
Emir Bey umutsuzca başını hareket ettirdi. Orada yaşayan tüm insanlar için endişe ediyordu fakat onun yapabileceği tek şey yardım gönderebilmekti ki son zamanlar da artık bunu yapmak bile güç bir duruma gelmişti.
"Emir bey."
"Söyle Mesud."
"Dün Poyraz bey geldi ama siz Mavera derneğinin toplatısındaydınız."
"Ne için gelmiş?"
"Nur hanım için."
"Kızım için en az bizim kadar endişe içinde."
"Sizinle bu konu hakkında konuşacakmış.Nur hanıma bir an önce ulaşabilmek için size yardım etmek istediğini ifade etti."
Kızına karşı birşeyler hissettiğini seziyordu ama bir baba olarak buna ihtimal vermek istemese de bu bir gerçekti.
"Bu kaçıncı yardım etmek için izin isteyişi. Tamam Mesud ben onu ararım."
Selam vererek dışarı çıkan adamın peşinden baktı.
***
Kıskançlık duygusunu bastırmaya çalışarak ne konuştuklarını duymamak için kapıyı kapatmıştım.
Beni nazik bir dille reddeden adamı kıskanıyordum. Ne zaman bu hâle gelmiştim ki?
Onu toplama kampında gördüğüm an mı? Düğün günü elimi tuttuğu an mı? Hasta olduğum gün mü?
Yoksa onu tanımadan da önce ruhum onu hissedip benimsemiş miydi?
Ona karşı olan duygularımla başa çıkıp hiçbir bir şey hissettirmemek için kara kara düşünmekten ne zaman gidebileceğimi bile soramıyordum. Gitmek konusunu ne vakit açsam bana öyle bir bakış atıyordu ki kendimi suç işlemiş gibi hissetmeme sebep oluyordu. Bir zamanlar beni bu topraklara bağlayan tek şey insanların acılarıydı. Şimdi ise onun varlığıydı.
Aniden açılan kapıyla irkilerek başımı kaldırıp gelen kişiye baktım.
"İyi misiniz?"
Oturduğum yere doğru ilerleyen Matteo senin burada ne işin var demek için kendimi tutarak konuştum.
"İyiyim."
Zeyd oturma odasında o kadınla baş başa kalmıştı. Alessia küçük kahkahası mutfağa ulaştığında kaskatı kesilirken dişlerimi birbirine kenetledim.
"Sizi rahatsız etmek istemezdim fakat aramızda ki bu çekişmeli hale son vermek istiyorum."
Yaklaşık bir saat önce geldikleri zaman ufak çaplı bir münakaşa yaşamıştık. Sanırım ondan bahsediyordu.
Gözlerimi kaldırdığım da bir anlık göz göze gelirken bakışlarımı mutfak tezgahına çevirmiştim.
"Aramızda bir çekişme olacak kadar sizi tanımıyorum bile o yüzden..."
"Lütfen sizi tanımama izin verin."
Adamın sesin de ki samimiyet karşısında şaşkınlığımı gizlemedim. Bu sözlerini nasıl yorumlamalıydım?
Başını pencereye çevirdiğinde derin bir nefes alıp konuşacakken kendine itiraf edercesine konuştu.
"Benim için Andrea kız kardeşinden fazlasısınız."
Başını benden tarafa çevirdi. Şaşkınlığım kat be kat arttı. Sadece bir kez görmüştü ve neredeyse hiç konuşmamıştık bile. Bu insanlar için duygular da gündelik bir şey miydi? Sakin kalmaya çalışarak konuştum.
"Abim arkadaşısınız ve bu hiçbir zaman değişmeyecek!"
Ne söyleyeceğimi bile bilememiştim. Hızla ayağa kalktım.
"Başka birisine aşıksınız değil mi?"
Bakışlarımı ona çevirdiğimde gülümsüyordu. Bu ne ukalılıktı böyle, her istediğini elde etmeye alışık olan bakışlar ve elde edemeyeceğini anlayınca yenilmişlik hissine kapılıp belirsizce konuşan insanlardan sadece bir tanesi tam karşımda duruyordu. İstemsizce sert bir yüz ifadesine büründüm.
"Sanırım sınırları fazla aştım."
"Geç de olsa bunun farkına varmanız ne güzel."
Kapı açıldığında Zeyd ve Alessia gülümseyerek içeri girmişti. Çok yakında kıskançlık ve öfkeden son nefesimi verebilirdim.
"Mahrucuğum zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım. Bir daha ki ne beraber vakit geçiririz."
Bir dahaki de mi vardı. Bu kadına nasıl katlanmam gerektiğini onu görmezden gelmeyi bir önce öğrenmem gerekiyordu.
Cevap vermeye tenezzül etmeden konuştum.
"Hosçakalın."
Üçü birlikte mutfaktan çıktığında pencereyi açıp derin bir nefes aldım. Bir saatin stresini, öfkesini üzerimden atmalıydım.
Dakikalar sonra mutfağa girdiğinde ağır adımları hemen yanımda durdu. Pratik bir hareketle pencereyi kapadı. Hiçbir tepki vermeden camdan dışarı bakmaya devam ettim. Kollarımızın birbirine temas etmesiyle gerilmiştim. Gece karası gözlerinin yüzümde gezindiğini hissetmek beni daha fazla germeye devam ediyordu. Dayanamayıp başımı ona çevirdiğimde bu denli yakın olacağımızı tahmin edememiştim. Yüzümde gezinen bakışları gözlerim de karar kılığında dudaklarını araladı.
"Hiçbir yerde bulamadığım huzur neden senin gözlerinde?"
Almış olduğum nefes eşliğinde yutkundum. Zifiri bakışlarında belki de ilk kez sevgiye dair bir iz görmeme rağmen tedirgin oldum. Sözlerinin anlamını nasıl yorumlamalıydım? Çehresine hakim olan tebessümü çelişkilerden uzaktı.
Tebessümünün yerini ciddiyet alırken güneşin sıcaklığında konuştu.
"Sanırım bunun cevabı bende."
Ne yapmaya çalıştığını gerçekten merak ediyordum. Bunu söylemekle ne amaçlamıştı. Küçücük bir göleti andırıyordum her söylediği söz küçüçük gölete atılan taş misali aklımı bulandırıyordu.
"Cevabı sende olan bir şeyi neden durduk yere dile getiriyorsun?"
Bir cevap bekleyerek gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Sanki gerçek hayatta değilmişcesine hayatın gerçeğine dönmüş gibi gözlerini kapayıp açtı.
"Flaş diski arkadaşına ver."
Emrivaki sözlerini duymazdan gelsem bile bu kadar çabuk konuyu nasıl değiştirebiliyordu. Üstelik benim varlığını dahi unutmuş olduğum Flaş diski o nereden biliyordu ki.
"En kısa zaman da buradan gidecek."
"Nasıl?"
Düşünmeme bile fırsat vermeden yeni sözleriyle beni şaşırtıyordu.
"Söylediğimi yaparsın, Nasıl gideceği hakkında Ferzah onu bilgilendirecek."
Arkasına dönüp gidecekken konuştum.
"Nasıl gidecek?"
Soruma yine bir cevap alamazken dakikalardır içimde kaynayan öfkeyi artık dizginleyemiyordum. Hiçbir şey konuşulmamış, yaşanmamış gibi hareket etmesine sabredecek gücü gün geçtikçe kendimde bulamamaya başlamıştım.
"Zeyd... Nasıl gideceğini sordum."
Başını çevirip baktı.
"Zorda olsa bir yolunu bulmayı başardık."
Acaba bu yolu benim için neden bulamamışlardı.
"Onun gitmesi bizim için çok mühim."
Sert bir nefes alıp birkaç adımlık mesafe kalana kadar ona yaklaştım.
"Onu anladım... Peki ben, daha dün ailemle bile görüşebilmemin mümkün olmadığını söylemiştin!"
Cevap vermemesi daha öfkelenmeme sebep olmuştu. Alnına düşmüş olan saçlarını çekiştirerek geri itmek istiyordum.
"Buradan gidebilmem için babamla iletişime geçmem yeterli!"
İlk kez babamın ismine ve nüfuzuna sığınmıştım.
Tek nefeslik gülüşü alaydan uzaktı.
"Babanın kuralları burada geçerli değil."
"Babamın kuralları mı?"
"Evet, Sayın Emir Barlas'ın çok müstesna kuralları."
Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.
"Sen... Babamı..."
"Sen benim karımsın Nur. Bu yüzden sana dair bilgileri bilmeme şaşırmamalısın."
Her zaman yaptığı gibi beni ardında bırakarak mutfaktan çıktı. Zeyd Ansarhan bir ajandan daha fazlasıydı. Peki kimdi bu adam? Üst düzey bir ajan mı? Yoksa onları yöneten mi? Akadistan Direniş Örgütünün yöneticisi mi?
Bütün bu düşünceler beni ürkütüyordu. Yüreğimi avuçlarıma teslim ettiğim, benliğimi girdaplarına sürükleyen bu adam benim için gittikçe yabancılaşıyordu.
...
Rosie veda etmeden önce Dua'nın evi için son hazırlıkları tamamlamak adına Ahsa ile beraber Kalender amcalara gitmiştik. En son bu denli yoğun geçen günüm sanırım ablamın düğün günü olmuştu.Bu tatlı telaşlar gam ve öfke yüklü hayatıma renk katmıştı. Şimdi kendimi daha iyi hissediyordum.
Ahsa ve Dua Rosie veda edip gitmişlerdi. İkisini de beraber uğurlamamıza rağmen Rosie hâlâ içeri girmemişti. Ona bakmak için kapıya doğru ilerlediğim de duyduğum sesle durakladım.
"Seni Haris'e teslim ettiklerinde daha güvende olacaksın. İngiltere de o sana yardımcı olacak."
"Teşekkür ederim."
Arada oluşan sessizlikten yararlanarak aralık olan kapıyı açacağım sırada Rosie konuşmasıyla kapıyı açmaktan vazgeçtim.
"Veda etmeden mi gideceksin?"
"Şimdiye kadar bana verilen görev seni korumaktı. Şuan ki görevim ise kısaca seni bilgilendirmek lütfen farklı duygulara kapılmayın."
"Ben..."
"Akadistan da ki insanların sesi olmak istiyorsun bu istediğin ve çaban hepimizi mutlu etti. Bu sebeple senin yerin hepimiz için farklı."
Ferzah'ın sesinde ki ciddiyet karşında Rosie nasıl tepki vereceğini beklerken Ferzah tekrar konuşmuştu.
"Yüreğim de birini taşıdığımı anladığınızı düşünerek bir şey söylememiştim fakat yanılmışım. Kendinize iyi bakın Bayan Dainty."
Bir anda resmiyete bürünmesiyle Ferzah'ın sözlerinde ciddi olduğunu anladım. Şuana kadar ona karşı bir şeyler hissettiğini düşünmüştüm. Ama yanılmıştım. Rosie kırılan kalbi zamanla nefes alacaktı.
....
Ona sıkıca sarıldığımda birbirimize veda sözcükleri fısıldayıp ayrılmıştık. Araçtan inen adam başıyla Ferzah'a selam verdiğinde bize doğru gelen Zeyd'i fark ettiği an bir hazır ola geçmediği kalmıştı.
"Selamün aleyküm Abi."
"Aleyküm selam İlbars. Hoşgeldin."
"Hoşbulduk abi."
"Ferzah ile konuştuğun gibi onun söylediklerini harfiyen uygularsan Allah'ın izniyle hiçbir sıkıntı hasıl olmaz."
Başıyla onu onayladığında Ferzah araya girmişti.
"Sana güveniyoruz."
"Görevimi başarıyla yerine getireceğimden emin olabilirsiniz."
Kendini ispat etmek isteyen bir öğrenci gibi konuşmuştu. Ferzah gülümseyerek
"Eminiz adamım."dedi.
İlbars veda edip araca bindiğinde Rosie son kez bakıştık. Ferzah ile konuşmalarından sonra hiç baş başa kalamamıştık. Onunla dertleşmeyi çok istesemde artık bu mümkün değildi. Araçta yerini aldığında tıpkı o gün ki gibi birbirimize baktık fakat bu bakışmamız umut ve huzur yüklüydü.
....
Fazlasıyla sıcak olmuştu. Gözlerimin önünün gölgelenmesiyle kirpiklerimi hızla aralamanın vermiş olduğu vermiş olduğu mahmurlukla gözüme inen perdeden dolayı etrafı seçemedim sonra yavaş yavaş gözlerim tam manasıyla ışığa alıştığında sobanın yanında ki koltukta uykuya daldığımı anladım.
Gözlerimin önünde ki bedenle ve yüzümde hissettiğim nefesle kaşlarım çatıldı. Biri dibine kadar girmişti. Bu bedenin ve nefesin sahibi Zeyd'di!
Hızla elimi kaldırıp onu geri ittiğimde, bedenimi de geri atmıştım. Telaş ve sinirle konuştum.
"Ne arıyorsun dibimde!"
Pervasızca atan kalbimden bahsetmeme gerek yoktu. Geri itmemin etkisiyle birkaç adım uzaklaşmıştı. Bu anı tepkimi beklemiyor olacak ki gözlerini kırpıştırıp baktı daha sonra ellerini havaya kaldırdı teslim olurcasına.
"Sadece koltuğun başında ki kitapları alacaktım. Nefesinin hızlanıp kaşlarını çattığını görünce iyi olup olmadığını kontrol etmek istedim."
Muziplik içeren ifadesi karşında bakışlarımı kaçırdığım da sesimden ödün vermeyerek konuştum.
"Deli misin? Girmişsin dibime kadar haliyle korktum."
Gözlerimi kaldırıp ona baktığımda hâlâ aynı ifadeyle bana bakıyordu.
"Eminim öyledir."
Kızaran yanaklarımı saklamak için etrafıma bakındım.
Ne yapmaya çalıştığını bir anlayabilsem...
Çevik Bir hareketle kitabı alıp her zaman ki yerine oturdu. Ters bir bakış atmaktan kendimi alıkoyamamıştım. Sessizlik sürüp giderken onun bu havalı, umursamaz tavırları canımı sıkmaya başlamıştı.
Kucağımda ritim tutturmuş olduğum parmaklarımı birbirine kenetlediğimde dayanamayıp konuştum.
"O kız ile ne konuştun?"
Gözlerini kitaptan ayırmadan dudakları yukarı kıvrılmıştı. Başını hafif bir hareketle kaldırdığında zifiri gözleri ışıldıyordu.
"Sadece on dakika benimle konuşmamaya dayanabildin."
Sesinde bariz bir neşe vardı. Rahatsızca yerimde kıpırdayarak sesimi alçak tutmaya çalıştım.
"Sen ne diye herşeyden kendine pay çıkarmaya çalışıyorsun? Eski sevgilin ve şuan ki düşmanınla ne konuştuğunu merak edip soramaz mıyım?"
Gülümsedi.
Kesinlikle beni sınıyordu.
Son günlerde çok gülümsüyordu bir sorunu mu vardı. Çünkü gülümsemek Zeyd Ansarhan'a ters düşen bir eylemdi.
"Kendime pay çıkarmak mı? İnan ki bunları düşünüp dile getirecek kadar vaktim olmuyor. Alessia'ya gelecek olursak verecek cevabım yok."
Böyle konularda bir kez bile keşke beni şaşırtmayı başarabilse.
"Her halükarda cevap vermek zorundasın."
Elindeki kalemi çözmeye bir türlü muvaffak olamadığım şekilde çevirmeye devam ederken konuştum.
"Karınım, bunun bir önemi yok dediğin zaman kız kardeşinim, arkadaşınım tüm bunların gerçeklik payı olmasa kaçışın yok."
Manidar bir tebessüm yüzüne hakim olduğunda kitapta gezinen bakışları beni bulmamakta ısrarcıydı.
"Bu kadar acımasız olma Nur."
Bakışları odak noktam olurken gözlerinde ki zemheri zifirilik beni ürkütmüştü. Söyledikleriyle ne kast etmişti. Peki sesi neden bu kadar çaresizlik içeriyordu. Ne söylemiştim de acımasız olma Nur demişti. Bencil dediği yetmiyor şimdi de acımasız olmuştum.
"Neden bahsediyorsun Zeyd? Ne acımasızı? Beni acımasız olarak görüyorsan o halde sen dünyada ki tüm acımasız..."
Sustum. Devam edemedim. O devamını anlamış olacak ki yüzünü kaplayan bambaşka bir ifadeyle bakışlarını kitaba indirmişti. O ne kadar kırıcı olsa da ben onun kadar kırıcı olamazdım. Hem bir insan acımasız birini nasıl sevebilirdi. Acımasız insan vicdandan yoksun olurdu. O öyle değildi.
Kendimi açıklamak için dudaklarımı araladığım da çalınan kapı sesiyle ayağa kalktım. Çalan kapıyı duymuş gibi değildi. Seri adımlarla kapıya doğru ilerledim. Bu kadar geç saatte kim gelmiş olabilirdi ki?
Kapıyı açtığımda Behnan endişeli ve hüzünlü gözlerle bana bakıyordu.
"Selamün Aleyküm yenge, Zeyd evde mi?"
"Aleyküm selam,evet geldiğini haber ederim."
Arkadaşlarından biri eve gelip Zeyd'i soruyorsa mutlaka önemli bir şey olmalıydı. Ardımda hissettiğim hareketlilikle geldiğini anlamıştım. Demek kapının çalındığını duymuştu fakat duymazdan gelmişti.
"Hayırdır Behnan?"
Behnan'ın endişeli bakışların da ki hüzün çoğalmıştı. Zeyd bu bakışı çok iyi biliyor gibiydi.
"Kim?"
Yeni bir soru yönelttiğin de Behnan ne cevap vereceğini bilse bile tereddüt ederek konuştu.
"Fudayl ve ailesi şehit olmuş. Tuleyha da da kırk altı şehidimiz var."
Bahsettiği kişiyi ailesini ve o kırk altı kişiyi tanımasam bile içim sızlamıştı. Bakışlarım onu bulduğunda gözlerini kapayıp açtı.
"Revaha'ya yapılan saldırının intikamı çocuklar dan aldılar! Komutan Kürşat Ebubekir'in kaçırıldığına dair de bir bilgi ulaştı."
Behnan'ın sesi öfke yüklüydü. En çok da acı..
Zeyd vakarlı halini koruyordu. Görünüşte hiçbir şey yoktu ama içinde eminim büyük fırtınalar kopuyordu.
"Hak yolunda yürüyenler acıyla sınanılar bunu unutma Behnan. Öfkeni sabra çevir. Akadistan İslam Devleti için verilen hiçbir canın kanı yerde kalmaz."
Behnan yutkunup başını salladığında Zeyd bana kısa bir bakış atıp tekrar Behnan'a döndü.
"Gidelim, Ferzah'a haber ver."
"Tamamdır."
Behnan hızlı adımlarla yürüyerek karanlığa karışmıştı.
Soğuk esen rüzgar yağan karın varlığını hatırlatmıştı. Başımı kaldırıp ona baktığımda gözleri misali olduğu karanlıkla eşdeğerdi. Taziye sözlerimi dile getireceğim an konuştu.
"Birkaç gün gelemeyebilirim. Bir sorun olursa Kalender'e söylebilirsin. Eğer istersen de ablamda kalabilirsin."
"Birkaç gün derken ne kadar?"
"Üç gün."
Dört gün gelmediği zamanlar da olmuştu. Ama o zamanlar benim için sadece Zeyd Ansarhan'dı. Tutsağıydım. Fakat şimdi benim sadece bir isimden fazlasıydı.
"Çokmuş." Dediğimde gülümsedi.
Kirpiklerini dahi kırpmadan zifiri gözlerini yüzümde gezdirdi. Bu bakışmamızın fazla uzun sürdüğünü hissederken hiç bitmesinde istedim. Ve sonra hiç beklemediğim bir şey oldu. Bedenimi sıcacık, güven verici, huzur dolu kollarında buldum. Ruhum, ruhuna tutundu. O beni fark edene kadar öylece asılı kalacaktı. Denizci kokusu ruhuna tutunan ruhuma kadar işlemişti. Boşta kalan kollarımı sırtına koydum. Derin bir nefes aldığını hissettiğim de yutkundum.
Buradan gittiğim de onsuz ne yapacaktım. Onu gerçekten de unutabilecek miydim? Her gece olduğunda gözlerini, her güneş doğduğunda gülüşünü hatırlayacaktım. Onsuzluğu nasıl göze alacaktım. En azından buradan giderken ona olan hislerimi söylemeliydim. Sırtımda ki kollarını hareket ettirdiğinde huzurun son bulduğunu anlamıştım.
Bana acımasız olma diyen adamın kollarında krema kıvamına gelmiştim.
"Acımasız değilsin ben sadece...."
"Biliyorum, öfkenden öyle söyledin."
"Peki sen?"
Gülümsedi.
"Ben bazen ne söylediğimin farkına varamıyorum. Özellikle de seninle konuşurken.."
Bir itiraf niteliği taşıyan sözlerin de ki kararlılığı ne zamana kadar sürecekti. Bakışları kolunda ki saati bulduğunda hiç zorlanmadan tekrar eski haline büründü. Yeniden bana uçurum kenarından bakıyordu.
"Allah'a emanet ol."
"Sende."dediğimde ellerini kabanının cebine koyarak ve son kez gözlerime bakıp ardına bile dönmedenkaranlıkta kayboldu.
Zeyd, yine ardında onu hüzünlü sevgisiyle bekleyen bir Nur bırakmıştı. Onu sevdiğimi hissetse acaba beni teselli edecek bir söz söyler miydi?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |