28. Bölüm

28. Bölüm

Safiye
nesimisubha

Ahsa'nın gözlerinde ki acıyı asla unutamıyordum. Yüreğimi öyle bir acı kaplamıştı ki asla geçmeyecek gibiydi. "O bensiz yemek yiyemez ki." deyişi duyduğum andan beri aklımdan çıkmıyordu. Bakışlarımı duvardan çekip parmaklıklara yönelttim. Artık derin nefes almam da bir işe yaramıyordu. Önceden olsa biraz olsun ferahlardım ama şimdi ruhuma çöken ağırlık beni mahvediyordu.

Şems'i kaybettiğimiz günden beri hiçbirinden haber alamıyordum. Dua'yı hiç görememiştim. Ahsa'yı ise acı bir hatırayla görüp boğuk bir karanlığa gömülmüştüm. Zayn'i ne zaman götürdüklerini bile hatırlamıyordum. Beni kolayca bulabileceğini tahmin edebiliyordum ama buradan kolayca çıkamayacaktık. Ve onu bir daha göremeyecek olma hissi her geçen dakika artıyordu. Ben bütün bunlara dayanacak gücü nereden bulabiliyordum. Dayanabiliyor muyum ki? Gözlerimden süzülen yaş yanaklarıma doğru yol alırken duyduğum sesle usulca ayağa kalktım.

"Buyurun efendim."

Hücrenin kapısı açılmadan yanağımda ki göz yaşını elimin tersiyle hızlıca sildim. Yavaşça açılan kapıyla görüş alanıma giren bir çift kahve harelerin sahibi ruhuma çöken bütün ağırlıkları bir anlığına bile olsa yok etmişti. Heybetli duruşuyla öylece bana bakarken sadece ismini özlem dolu bir fısıltıyla söyleyebildim.

"Zeyd."

Dolan gözlerimi kırpıştırmamak için direndim. Ona sıkıca sarılıp ferahlatıcı kokusun da kaybolmak istedim ama burada güçlü durduğumu beni merak etmemesi gerektiğini hissettirmeliydim.

"Mahru iyi misin?"

Mahru ve abisinin buluşması. Onların çatısı altında asla biz olamıyorduk. Onlar bizim ve bütün masum insanların umutlarını, hayallerini yok eden acımasız katillerdi.

"İyiyim."dedim.

Değildim ve bunu biliyordu.

Birkaç adımda yanıma ulaşıp yorgun bedenimi kolları arasına aldı. Sanki ihtiyacım olan tek şey kollarının arasıydı. Usulca nefes aldı ve fısıltıyla konuştu.

"Nur'um."

Birkaç saniye sonra aynı fısıltıyla devam etti.

"Hiçbir şey söyleme. Sadece biraz sabretmelisin."

Yavaşça yutkundum.

Güçlü durmam gerekiyordu. Yeterince meşgul olduğu sorunlar varken aklının bende kalmasına izin veremezdim. Başımla onu onayladığım da buruk bir tebessüm dudaklarıma yayıldı.

Yavaşça kollarını bedenimden ayırmadan önce parmakları parmaklarıma çaresizlik dolu bir hasretle dokundu. Kapıya doğru ilerlediğinde konuştu.

"En kısa zaman da buradan çıkacaksın. Tanrı seni korusun kardeşim."

Bunları söylemeye mecburdu. Soğuk bir sesle konuşmak zorundaydı. Vakarla arkasına dönüp kapıyı kapandığında gözlerimde yuvalanmış olan yaşlar yanaklarımda yol buldu.

***

İNGİLTERE /LEEDS

 

Şiddetli bir şekilde cama vuran yağmur damlalarının sonu hiç gelmeyecek gibiydi. Bu şehrin soğukluğunu hiç sevemiyordu. Neyse ki sürekli burada kalmak zorunda kalmıyordu. Sabırsızca konuştu.

"Acele et Fazin."

"Daha da hızlı gidemeyiz efendim. Trafik kuralları."

"Trafik kurallarının canı cehenneme. Hızlı ol."

"Peki efendim. Ne de olsa ödeyeceğiniz yüklü bir miktarın hiçbir önemi yok."

Dudaklarına yayılan gülümseyle derin bir nefes aldı. Bu genç adamı seviyordu. Hem koruması hemde özel şoförü olan Fazin ne olursa olsun efendisine orantısız güç kullandığı zamanlar da hatırlatma yapıyordu. Zaten bu sebeple onu yanında tutuyordu. Onun için hangi ırktan geldiğinin bir önemi yoktu.

Araba görkemli bir binanın önünde durduğunda Fazin eline almış olduğu şemsiye ile George Davis'in kapısını açmıştı.

"Umarım Jameson'un beni bu hava da buraya çağırmış olmasını önemli bir sebebi vardır."

Binadan içeri girdiklerinde korumasına sessizce bir soru yöneltti.

"Sence ne diye çağırmıştır?"

"Siz daha iyi tahminlerde bulunursunuz efendim."

Fazin'in mutlak görevi George Davis'i tatmin etmekti ve bu yaşlı adamın en sevdiği şeylerden biriydi. Çöküntüye uğramış ruhunu kendisinin gerçek bildiğini yalanlarla tatmin ediyordu.

Fazin'in bakışları her yerdeydi. On üçüncü kata çıktıklarında bir koruma olarak kapıda ki yerini alırken Davis uyuşuk adımlarla açılan kapıdan içeri girmişti.

"Telefonda konuşmayıp beni tatilimden alıkoyacak kadar önemli olan sebep ne olabilir Jameson."

George Davis koltuğa oturup derin bir nefes aldığında Jameson camekanın önündeydi.

"Dışarı çıkmam tehlikeli olduğu için sizi buraya davet ettim."

George Davis herşey den haberdar olmasına rağmen gözlerinden endişe akan adama bakarak dikkatle sordu.

"Yine ne yaptın?"

"Türkistanlılar. Sanırım bu defa yapmamam gereken bir şey yaptım."

"Korkuyorsun, korkmalısın da onlar Akadistanlılar ile soydaş."

Jameson umursamaz bir hareketle koltuğa oturdu. Karşısında ki adamın bu bilgelik taslayan tavırlarından nefret ediyordu. Ortak davaya hizmet etmeseler onunla bir dakika bile aynı odayı paylaşmazdı. Fakat yapabileceği çok bir şey yoktu bu adam lorddu.

Ünlü hayırsever Lord George Davis.

Kendi tabiriyle yaşlı bunak.

"Konumuz senin düşüncesiz davranışların değil."

Açıkça ne söyleyeceksen şöyle demişti. Fakat Jameson biraz tereddütlüydü.

"Andrea De Luca ile son zamanlarda iletişim azalmış ve fazlasıyla şüphe uyandıran davranışlar da bulunuyormuş."

Yaşlı adamın kaşları çatıldı.

"Ne gibi?"

"Komutan Muhammed Faruk'un ölümde büyük bir tepki vermiş."

Davis öfkeyle güldü.

"O komutanın ölümü demek ateş kesin sonu demek. Bu mu yani?"

"Elbette değil. Daha bir çok şüphe var. Şüphenin büyüğü küçüğü olmaz bence-"

"Direnişçilerin Tuleyha'ya saldırmalarının en büyük etkeni Muhammed Faruk denen pisliğin ölümüydü. Andrea'nın görevi orada ki varlığımızı devam ettirmek."

Sert bir nefes alıp devam etti.

"Prensesler gibi düşünmeyi bırak!Kraliçe gibi düşün! Bir şeyi kabul etmemiz gerekiyor Jameson. Türkistan da olduğu gibi Akadistan da da kaybetmek üzereyiz."

Jameson gözlerle karşısında ki adama bakarak konuştu.

"Haklısınız Bay Davis fakat benim görevim sizi en ince ayrıntısına kadar bilgilendirmek."

"O zaman düşüncesiz davranışları bırakıp sadece beni bilgilendir Jameson."

Jameson tüm bu konuşmalar olmamış gibi devam etti.

"Askerlerden birkaçını küçük bir hata yapmasına rağmen onları öldürmüş ve bir kadınla evlendiğini söylediler fakat onu kız kardeşi olarak tanıtıyormuş."

Davis gerginliğini koruyan adama uzun uzun baktı. Bu ihmalkâr adamı Türkistanlılar dan önce kendisi öldürecekti.

"Hata yapan kim olursa olsun öldürmesi gerektiğini ona öğreten biziz. O benim gözetimim altındaydı. Ne zaman ki Adrian imparatorluğumuza hizmet etmek için tüm benliğiyle hazır dedi işte o zaman bu görevi ona verdik. Karısına gelince ona evlenmesini ben söyledim."

O adamı oğlu gibi sevdiğini biliyordu.

"Anlıyorum efendim ama ona bu kadar güvenmemelisiniz."

"Ona ne kadar güvenip güvenmediğimi seninle paylaşmayacağım Jameson."

Jameson böyle bir tepki bekliyordu ama bu fazlaydı.

"Andrea'nın sizin tarafınızdan çok sevildiğini biliyorum. Bu sevgi-"

"O komutanlara söyle hadlerini aşmasınla. Herkes yerini bilecek Jameson! Özelikle de sen."

"İleteceğim efendim."

Sert mavi bakışlar son kez orta yaşlarda ki adamı buldu. Kapı kapanınca ufak bir küfürle tekrar koltuğuna oturan adam kendi kendine söylendi.

"Yaşlı pislik ne kendine. Ne de yetiştirdiklerine söz söyletiyor."

Telefonunun ekranına dokunup aramayı başlattı.

***

Tadımlık bir bölüm oldu:)

Zaman ayırıp da sadece okuyanlara teşekkür ederim. Ayrıca okuyup yorum yapan ve oy veren herkese çok teşekkür ederim...

Bölüm : 22.03.2025 17:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...