29. Bölüm

29. Bölüm

Safiye
nesimisubha

Etrafımı saran kalabalığın içinde kaybolmayacağımı bilsem bile belirsizlikle dolu olmak beni endişelendiriyordu. İçinde bulunduğum an toplama kampın da ki ilk günümü hatırlatıyordu. O zaman ki gibi çaresiz bir korku yoktu. Etrafımda ki insanların da benim gibi hissettikleri çok belli oluyordu. Derin bir sakinlikle beraber öfke dolu bakışlar. Artık alışılmış bir durumdu. Fakat alışmış olmaları özgürlükleri için savaşmayı bırakacakları anlamına gelmiyordu. Tanıdık bir sima görebilmek umuduyla çevreme bakındım. Onların nasıl ve ne durumda olduklarını düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Allah'ım lütfen onlara yardım et.

Sevdiğim adamın beni gelip kurtarmasını bekliyordum. Bu bencil düşünceyi aklımdan atmak istesem de olmuyordu. Hüsranla yere indirdiğim bakışlarımı kaldırdığımda göz göze geldiğim asker bu dünya da görmek istediğim en son kişiydi. Bakışlarında ki ışıltı ürpermeme sebep olurken gözlerimi gözlerinden çekip diğer tarafa baktım. Kalbim ürkekçe atmaya devam ederken sakin kalmaya çalışarak derin bir nefes aldım. Dean'a kıskanç , meydan okuyan ve bana karşı olan tiksindirici bakışlarını hatırladım. Kamyonetlere bindirilen insanlara odaklanmaya çalışarak ardım da kalan adamı unutmaya çalıştım. Komyonete binmeme az kalmıştım. Beni neyin beklediğini bilmiyordum ama Dean'a düşman olan bu adamdan kurtulmak için her şeye razıydım. Çevrem de hareketlilik olurken koca kalabalık ikiye ayrılmıştı. Sakince yürüyen asker kalabalığa ilerlememesi için işaret veriyordu. Bana doğru gelen askerin geçip gitmesini beklerken hemen karşımda durduğunda zorlukla yutkundum ve uzak mesafeden bizi izleyen Ethan Honest'ta baktım. Şeytani bir ifade yüzünü kaplarken gözlerine sinmişti.

"Benimle geliyorsunuz."

Tüm gözler üzerimdeydi fakat benim düşündüğüm tek şey buradan kaçıp gitmekti. Böyle birşeyin mümkün olmadığını bilmek çaresizliğimi bir kez daha gözler önüne seriyordu.

"Zorluk çıkarmanız sizin için hiç iyi olmaz Bayan."

Öylece askerin peşinden mi gidecektim? Yapabileceğim başka bir şey var mıydı?

Yoktu! Bu topraklara geldiğimden beri hiçbir seçim hakkım yoktu. Bu topraklar da kimsenin seçim hakkı yoktu. Gökyüzüne bakıp derin bir nefes almak bile yasaktı. İçimde kabaran öfke beni diri tutmaktan başka bir işe yaramıyordu.

Kolumu tutan askere bakmakla yetindim. Etrafımda ki insanların acıyan bakışları üzerimdeydi.

"Hiçbir suçu yokken onu bizden ayıramazsınız!"

Başımı çevirip tüm kalabalığı inleten genç adama baktım. Daha önceden görmediğime emindim.

"Kes sesini! Sana kim konuşabilirsin dedi."

"Kendi ülkemde konuşmak için sizden mi izin alacağım!"

Asker başıyla başka bir askere işaret verdiğinde konuşması kesintiye uğramamış gibi konuşmaya devam etti.

"Yerinde olsam komutanın gazabına uğramadan sesimi keserdim. Diğerlerini kurtalamadığın gibi bu kızı da kurtaramayacaksın, Erkam."

Nefes alamadım. Boşluğa doğru sürüklenirken korkularımla yüzleştim. Kendime değil diğerlerine üzüldüm.

Adamın yanına giden askerler onu kıskaca alırken etrafındakilerin de karşı çıkmasıyla büyük bir arbede çıkmıştı. Silah sesleri hava da yankılanırken kolumu çekiştiren asker ikiye bölünen kalabalığın birleşmesine rağmen beni peşinden sürükledi. Peşimde bırakmış olduğum kalabalığa dönüp bakmak şöyle dursun yürürken nefes bile alamamıştım. Direnmek gibi bir lüksüm yoktu.

Daha az insanların bulunduğu koridorun sonuna geldiğimiz de diğer kapılardan farklı olan kapıyı çaldı. Bedenimi saran boş vermişlik hissi pencerenin önünde duran Ethan Honest'ı gördüğüm de son bulmuştu. Gri gözleri şeytani bakışlardan uzaktı.

"Teşekkürler Thad."

"Rica ederim Generalim."

Sonunda emeline ulaşıp general mi olmuştu. Kapının kapanmasıyla kendime gelirken nazik bakışları üzerimde geziniyordu. Adım adım bana yaklaşırken istemsizce geriye doğru bir adım attığım da gözlerinde ki ifadeyi koruyordu.

"Geleceğini biliyordum."dedi.

Şaşkınlığımı gizleyemedim. Nutkum tutulmuş bir halde ona bakıyordum. Elini uzatıp nazikçe kolumu kavradığında sakin durmaya çalıştım. Şuanda bulunduğum durumu ve bana söylediği ilk sözlerin şaşkınlığından çıkamamıştım.

"Anlayamadım."

Büyük bir tehlikenin içindeydim fakat generale meydan okuyan bakışlarıma engel olamıyordum.

"Bana böyle bakmanı özlemişim."

Bu adam hangi evrenin içinde yaşıyordu. Sadece birkaç defa görmüştüm ve her seferinde ona öylesine bakmıştım. Karşımda ki adamın nasıl biri olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim acımasız bir katildi.

"Sizi tanımıyorum."diyebildim.

"Doğru ama birkaç defa karşılaştık. Bence bu birbirimizi tanımamız için yeterli."

Korkumu gizlemeye çalışarak konuştum.

"Değil."diyerek kolumu kendime çektiğim de derin bir nefes almasına rağmen karşı çıkmadı.

"Eğer sen böyle düşünüyorsan birbirimizi tanıyabiliriz."

Gülümsedi. Bu hastalıklı bir gülümsemeydi. Savaşın ortasında kala kala kafayı yemiş olabilir miydi? Yoksa kendince bir oyun mu oynuyordu?

Masasına doğru ilerlemeden önce bana kısa bir bakış atıp konuştu.

"Thad ."

Kapı anında açılmış ve beni buraya getiren asker içeri girmişti.

"Nur'u özel hücreye götür."

İsmimi de biliyordu. İçimi kaplayan korkuya rağmen kendi kendimi teskin etmeye çalıştım.

"Emredersiniz General."

Koluma giren asker beni yönlendirirken bir kukla dan farksızdım. Bambaşka bir hengamenin içine düşerken yaratıcıma sığındım.

***

Akadistan/Revaha

 

"Tüm bunları iki hafta içinde yapmalısın artık burada kaybedecek vaktimiz yok."

Andrea'nın yüzüne yayılan gülümseme görülmeye değerdi.

"Üç ay sonra Akadistan diye bir ülke kalmayacağına emin olabilirsin."

Bu defa gülümseme sırası George Davis de idi.

"Cesedini dahi bulamayacakları bir olay tertip etmelisin ki direnişin kaybedilmiş en gözde kahramanı olarak, yok olan Akadistan tarihine geçmelisin. Ama bundan önce karına veda etmeyi unutma. Yanına alacak kadar ona bağlanmadığını umuyorum."

İçini kaplayan sıkıntı göz ardı edemeyeceği kadar yüreğini kaplamıştı. Her zaman olduğu gibi tüm duygularını arka plana koydu.

"Zaferimize giden yolda kullanmış olduğum küçük bir araç."

Bay Davis sırıttı.

Yaşlı adamın ona karşı olan sonsuz merhametini kullanmayı iyi biliyordu. Sevdiği kadınla evlenmek istediğini söylemiş ve ondan izin istemişti. Buna onay vermesini beklememesine rağmen onay vermiş ve kız kardeşi gibi tanıtmasını o söylemişti. George Davis ulaşılması mümkün olmayan zalim güç kaynağının bir kısmıydı.

"Nihayetinde güneşimiz Akadistan'a doğacak."

"Zeyd Ansarhan olmayacaksın gerçek kimliğine kavuşacaksın. Andrea Davis olacaksın."

Ayağa kalkan Bay Davis Andrea'nın şefkatle omzuna dokundu.

"Seninle gurur duyuyorum oğlum."

"Asıl ben gurur duyuyorum."

"Dikkatli ol."

"Dikkatli olacağına şüphem yok ama sende dikkatli ol baba."

George Davis gülümsedi ve sıkıca sarıldı. Andrea ise onları izleyen Farid'e gülümseyerek baktı.

***

Buraya geleli bir haftayı geçmiş olmalıydı. Bu süreç boyunca her gün iki asker gelip beni generalin odasına götürüyordu. Sessizlik içinde geçen dakikalar boyunca uğraştığı işi bırakıp arada bir başını kaldırıp bana bakıyor, gülümsüyor sonra ise tekrar işine dönüyordu.

Oturduğum koltuk da rahatsızca kıpırdadığım an da bakışları beni buldu. Ürkütücüydü.

Acımasızdı ve zerre merhamet barındırmıyordu.

Gözlerimi generalden çekip başka bir tarafa baktığım da günler sonra ilk kez konuştu.

"Sana her baktığım da gözlerini kaçırırsan birbirimizi nasıl tanıyacağız ki Nur? Lütfen bana bak."

İnsanlar bakışarak birbirlerini tanıyabilirler mi?

Nefretimi gözlerime yansıtarak dediğini yaptım. Başka bir yolu yoktu. İtici bir gülümseme dudaklarına yayıldı.

"Tamam. Güzel. Artık bakışlarını da kaçırmadığına göre yarın herşey daha güzel olacak. Thad onu götürebilirsin."

Neyi. Güzel olacagini merak

Asker içeri girdi. Günlerdir tekrarladığımız şeyi yaparak onu takip ettim. Seri adımlarımız koridordan ilerlerken karşıdan bize doğru yaklaşan Alessia'yı gördüm. Beni fark ettiğinde umarsamaz bakışları üzerimde gezindi. Karşımda ki kadın ilk karşılaştığımızda beni sevdiği adamın kız kardeşi olarak gören Alessia değilde sanki bir başkasıydı.

Askere durmamız gerektiğini söylediğinde tam karşıma geçerek konuştu.

"Nasılsın Mahru. Umarım sana iyi muamele ediyorlardır. "

"İyiyim."demekle yetindiğim de gözlerini kaplayan nefreti gizlememişti.

"Sen nasılsın?"

Sırıtarak yüzüme baktı.

"Hiç iyi değilim ama sen buradan gidince daha iyi olacağımı biliyorum."

Benim iyiliğimi mi düşünmüştü. Nefretle bakan gözleri aksini söylüyor gibiydi.

"Anlayamadım Alessia."dedim.

Güldü. Kadınsı kahkahası koridorda yankılandı. Bir adım atarak aramızda ki mesafeyi kapadı. Başını kulağıma yaklaştırdığın da kısa saçları yüzümü okşadı.

"Ben Andrea'nın sevgilisi olmanın bedelini her gün ödüyorum. Peki sen Zeyd Ansarhan'ın karısı olmanın bedelini ödeyebilecek misin?"

Şaşkınlığımı gizlemeye çalıştım. Nereden öğrenmiş olabilirdi. Usulca uzaklaştı.

"Hiç inkar etme. Zaten bu zamana kadar anlamamış olmam aptallıktı. Neyse ki Ethan beni bu konuda aydınlattı."

Bu karargâhda ki herkes ruh hastası bir psikopattı.

Bu gerçeğin bu şekilde gün yüzüne çıkacağını tahmin etmemiştim. Hatta ben kimse öğrenemez sanıyordum. Elimde kelepçeler varken ona nasıl meydan okuyabilirdim.

"Ne oldu şaşkınlıktan atak mı geçiriyorsun."

Belki de onu bir daha hiç göremeyecektim. Giderek azalan umudumun kırıntıları arasından yeniden canlanmaya çalışarak konuştum.

"Seni gördüğüme ne kadar mutlu oldum bilemezsin. Ve gerçekleri öğrendiğini duyduğum da mutluluğumun nasıl iki kat arttığını tahmin bile edemezsin."

Kaşları çatıldı. Sevdiğini çoktan kaybetmiş ama bunu asla kabullenemeyen kadın bakışı sanırım onun şuan ki bakışları gibi oluyordu.

"Bedelini ödeyemeyeceğim bir aşkın talibi olacak kadar ahmak değilim."

"Sen-"

"Evet Andrea benim eşim ve birbirimizi tahmin edemeyeceğin kadar çok seviyoruz."

Yanımda ki asker rahatsızca kıpırdarken konuştu.

"Generalimiz bekletilmekten hoşlanmaz Bayan Alessia."

Gözlerini amansız bir kin bürüyen Alessia sertçe konuştu.

"Tekrar karşılaşacağız!"

Asker kolumu çekiştirerek beni ondan uzaklaştırırken o çoktan koridorda yürümeye başlamıştı.

...

Başımda ki ağrının giderek azaldığını hissediyordum. İçinde bulunduğum karanlığa ilk başta anlam veremesem de en son hatırladığım kararsız yüz ifdesiyle bedenim derin bir boşluğa itilmişti. O boşluktan kurtulmak isterken çırpınarak gözlerimi açtım. Ellerimi ve ayaklarımı çevreleyen kelepçeler hareket etmeme müsade etmemişti. Korkuyla etrafıma bakındım. General koltuğuna oturmuş istifini bozmadan bana bakıyordu. Gözlerimi açıp tutsak olduğumu anlamadan önce de aynı eylemi yaptığını fark ettim. Üzerimde hissettiğim bir başka boşluğun vermiş olduğu tedirginlikle etrafıma bakındım. Üstümde feracem değil de Zeyd'in bana hediye almış olduğu griye çalan elbise vardı ve sonra yüzüme düşen saç tutamının varlığıyla nefesim kesildi. İçimde ki acı çığlığı kendime sakladım. Başımı kaldırıp bana bakan adam öfkeyle konuştum.

"Kıyafetlerimi geri ver!"

Bütün bedenim kaskatıydı. Yüzümün öfke ve utançtan kıpkırmızı olduğuna emindim. Beni hiç duymamış gibi kirpiklerini kapayıp açtı.

"Günlerdir ben konuşmadan konuşmanı, sabırla bana gelmeni bekliyorum. Ama sen ısrarla susmaya devam ediyorsun ve beni kabul etmiyorsun."

"Kıyafetlerimi geri verin ve askerinize beni hücreye götürmesini söyleyin."

Öylece yüzüme bakmaya devam ediyordu.

"Onu gerçekten de seviyor musun?"

Serzenişlerimi duymazdan gelmesi daha çok korkmama neden oluyordu.

"Siz-"

"Komutan Andrea'nın karısı olduğunu biliyorum. Ama onun karısı olman hiçbir şeyi değiştirmez."

Neyi değiştiremezdi. Daha fazla yüzüne bakmaya tahammül edemeyip gözlerimi pencereye çevirdim.

"Dean'ın yanını süsleyen bedenin, titrek bakışların korkularına rağmen cesaretli halin seni daha çok arzulamama sebep oluyordu."

Korkuyla yutkundum. Bileklerim de ki kelepçelerin yok olmasını istedim.

"Sonra sana karşı olan arzum yok oldu. Onun yerine her an varlığına ihtiyaç duydum. İşte bu his bambaşkaydı."

Bu adam neler söylediğinin bilincinde miydi? Sadece birkaç kez gören biri birini sevebilir miydi? Ona bu denli derin bakabilir miydi? Bu bakışlar da farklı bir şey gizliydi.

"Sana ihtiyaç duyduğum için kendimden nefret ettim . Fakat sen o kadar temiz ve güzelsin ki tüm çirkinlikleri yok ediyorsun."

Bu söyledikleri saçma bir takıntının sözlere dökülmüş halinden ibaretti. Allah'ım bana yardım et.

"Beni hücreye götürmelerini söyleyin."

Sözlerimden hoşnut olmamış gibiydi.

"Onu seviyor musun?"

Kıskançlık ve öfkeyle harlanan yüzü korkutucuydu. Zorla yutkundum. Kapana kısılmıştım ve buradan kurtulmam artık bir mucize gerektiriyordu.

Onu sevmek, onu yüreğimin sahibi kılmak bu dünya da bana verilmiş olan büyük bir nimetti.

Onun takıntılı, itici öfkesinden nasibimi alamamak için konuştum.

"Sevmiyorum."dedim.

Gülümsedi.

"Sevme onu, hiç sevme. Zaten onu seven ve arzulayan çok kadın var. Sen sadece beni sev. Dean'ı da sevme."

Şimdi ise daha çok kendiyle konuşuyor gibiydi.

Endişeyle ellerimi birbirine kenetledim.

"O lanet Dean seni gönderdiği günden beri her yerde seni aradım."

Bir anlık ürkütücü bir sessizliğe büründü. Dudakları hareket etti fakat tek bir kelime söylemiş olsa gerek onu duymadım sonra çarpık bir gülüş yüzüne hakim oldu.

"Onu ihaneti yüzünden hemen öldürmemeliydim. Bana geldiğini görmeliydi."

Kalbimin delicesine atarken beni etkisi altına alan duygulara engel olamıyordum. Cyrus'a, Dean'ı öldürmesini o mu emretmişti.

"İhanetinin bedelini işkence görerek de ödeyebilirdi."

Ayağa kalktığında yavaş adımları önümde durdu. Diz çöktüğünde tamamen görüş alanıma girmişti. İçten içe derin nefes alıp sakin kalabilmek için kendimi teskin ettim.

"Bana onun için üzüldüğünü söyleme."

Elini bacağıma koyduğunda kaçabilmek için bir harekette bulunamadım. Korkumu ve göz yaşlarını kendime da sakladım. Karşısında güçsüz duramazdım.

"Ben bir şey söylemiyorum, siz söylüyorsunuz."

Sesimin sitemli çıkması hoşuna gitmiş gibi gülümsedi.

"Siz değil, sen."

Korkutucu bakışlarına yumuşaklık peydah olurken parmakları saçlarıma dokundu. Dokunmasına izin vermemek adına başımı hareket ettirdim. Çaresiz olduğumu biliyordu fakat yine de ben tüm çaresizliğimi kendime gizledim. Onun anlayacağı dilden konuşmam gerekiyordu.

"Eğer beni seviyorsan izinsiz dokunmamalısın. Çünkü insan sevdiğini incitmez."

İnsan olmayandan insan olmasını beklemek en büyük zaman kayıplarından biriydi. Fakat benim şuan yapabileceğim tek şey onun oyununa uyum sağlamaktı.

Ensemi kavrayan parmakları başımı hareket ettirmeme müsade etmezken alnını alnıma dayadı.

"Seni incitmek hiç istemediğim bir şey ama zamanımız çok az."

Beni öldürmek beter edecekti. Her defasında farklı bir korku ile yüzleştiğim de "Hiç bu kadar korkmamıştım." diyordum ya aslında karşıma çıkan tüm korkular beni gerçek korkuya hazırlamıştı.

"Bırak."dediğimde başımı hareket ettirmemem için sanki bütün gücünü kullanıyordu. Yüzümde hissettiğim nefesi yanaklarıma dokunan dudaklarıyla son bulduğunda kendimi savunmamın bir faydası yoktu. Dokunduğu yanağımı kesip atmak istedim . Bütün bedenim uyuşmuştu ama bir o kadar da canlıydı.

"Seni serbest bırakacağım az önce olduğu gibi şimdi de karşı koymamalısın."

"Koymayacağım."

Kilit sesi odayı kaplayıp bedenim serbest kalınca ayağa kalkmama yardımcı olduğunda nasıl bu denli soğukkanlı olabildiğimi sorguluyordum. Soğuk soğuk terliyordum. Başını saçlarıma yaklaştırarak derin bir nefes aldı. Onu durdurabilmek için birşeyler yapmalıydım.

"Bana biraz zaman tanımalısın."

İçten çırpınışlarıma bir yenisi eklenmişti.

"Birkaç gün birbirimizi tanımak için yeterli bir zamandı."

"Benim için değil." dedim.

Geri çekilmeme izin verdiğin de masanın yanında bulunan cama doğru ilerledi.

Bakışlarım kapıdaydı. Onu var gücümle itip kapıyı açtıktan sonra kaçabilirdim. Kapı kilitli de olabilirdi. Ya da onu tehtid edebilirdim. Bir silah veyahutta kesici bir aletle.

Masanın üzerinde ki kılıfın içinde bulunan bıçağa doğru ilerledim. Pencereden dışarı bakıyor olması benim için büyük bir fırsattı. Uzanıp bıçağı aldığımda bu kadar kolay ulaşabileceğimi düşünmemiştim. Rahatsızca nefes aldığım da usulca arkasına döndü.

"O eline aldığın şey canını yakmam ve sana iznin olmadan dokunmam için büyük bir sebep."

Yutkunamadım. Bıçağı almama kendisi için vermişti. Bu nasıl bir şeydi. Durup dururken beni incitemeyeceği için onu kışkırtmam için bana izin veriyordu. Sadistliğin bir boyutu olabilir miydi? Ya da başka bir hastalığın. Değer verdiğin birine kendi isteğin ile zarar vermekten çekinip ona zarar vermek için sebepler sunmak. Bu hangi derece psikopatlıktı. Bu adam beni değil hiçbir kadını sevemezdi.

Pencereden dışarı baktı ve sonra bana doğru birkaç adım attı. Cebinden çıkarmış olduğu telefonu kulağına götürdü.

"Son hazırlıkları yap helikopter geldiğinde haber ver. Sana ne söylüyorsam onu yap Thad."

Telefonu kapayıp bana döndü.

"Bu topraklar da çok az zamanımız kaldığını hissediyorum."

Bir yere gidecekti ve giderken beni de götürecekti. Çaresizce" Yaklaşma."diyerek bıçağı ona doğrultuğum da beni duymazdan geldi. Artık rol yapmama gerek yoktu.

"İsveç'e gideceğiz. Sen ve ben."

Bütün vücudum titredi. Başımı iki yana sallayıp tıpkı korkularımı kendime sakladığım gibi düşüncelerimi de kendimi sakladım. Kaçınılmaz sona yaklaşıyordum. Zeyd. Hayatında sadece sen yoksun Nur. Bütün Akadistan halkı var.

Bıçağın ucuna kadar gelmişti. Elini bana uzattığın da bir adım geriledim.

"Seni seviyorum ve incitmek istemiyorum."

Midem bulandı. Çaresizlik eşliğinde buğulanan gözlerimi kıpıştırdığım da bıçağı tutan elimi hızla kavradı. Bileğim de hissettiğim acıyla çığlık attım. Bıçak süratle yere düştüğünde bedenimi bedenine hapsetti.

"Bırak!"

Sesim duvarlara çarpıp geri döndü. Kaçınılmaz sonun içindeydim. Küçük bir hıçkırık dudaklarımdan kaçtığında bedenimi kollarının arasında zorlanmadan tutuyordu. Kollarının arasında çaresizce çırpınmamım hiçbir faydası yok gibiydi.

Midem gittikçe daha çok bulanıyordu ve ona eklenen keskin baş ağrısı daha çok direnmeme engel oluyordu. Dışarıdan gelen gürültülü sesleri anlayamayacak kadar çaresizliğin içindeydim. Çığlıklarıma bir başka çığlığım eklendi. Sırtım koltukla bütünleştiğin de üzerimde hissettiğim ağırlık ve boynumda hissettiğim iğrenç dudakların sahibine karşı koymak şöyle dursun bedenimi hareket dahi ettiremiyordum.

"Seni kaç bedende hayal ettiğimi bilemezsin."

Allah'ım lütfen yardım et...

Gözyaşlarıma karışan cansız çığlıklarımın arasından çalan telefon sesini duymadı.

"Çok güzelsin..."dedi.

Sonra ki sözlerini duymadım. Mideme giren kramplar artık ağrı biçimini almıştı.

Kıyafetimin yırtılma sesi kulaklarıma ulaştığında odanın sertçe çalınan kapı sesini de duymuştum.

Üzerimde ki ağırlığı hızla uzaklaştı. Islak kirpiklerimi araladığım da hafifçe yırtılmış olan kıyafetimin göğüs kısmını titreyen parmaklarımla birleştirdim ve yakasını sıkıca kavradım. Ayağa kalkmaya başardığım da hiçbir şey hissetmiyordum. Bu kadarını bile kaldırmazken devamını asla kaldırmazdım. Onun tutsağı olayı asla kaldıramazdım. Ölmek daha cazip geliyordu. Ya diğer kızlar. Yerde duran bıçağı alıp elbisem ile kolumun arasına gizledim. Konuştuğu asker uzaklaşırken bana döndüğünde yüzünde ki duyguyu anlayamadım.

Şiddetli bir patlama sesiyle irkildim. Zeyd gelmiş olabilir miydi? Belki de Direniş Örgütü gelmişti.

"Esedullah'ın bu kadar çabuk geleceğini düşünmemiştim. Neyse ki gidiyoruz."

Kafasından neler geçtiğini bilmeyi çok isterdim. Eli bileğimi kavrayıp beni kendine çektiğinde ona itaat ettim.

"Korkmamalısın."

"Kıyafetlerim."dediğimde sesim yok hükmündeydi.

"Endişelenme beş dakika içinde helikopter de olacağız."

Bileğimi çekiştirdiğin de bu defa ona itaat etmedim.

Bakışları kavramış olduğum elbisemin yakasın da oyalandı.

"Sadece Thad yanımızda olacak o da sana bakmaması gerektiğinin bilincinde."

Başımı olumsuzca hareket ettirdiğim de gizlemiş olduğum bıçağa dokundum.

"Lütfen beni seni incitmek zorunda bırakma."

Köşede ki koridordan dönüp bize doğru yaklaşan Thad'in adımları aceleciydi.

"Gelmemen gerekiyordu."

"Efendi Andrea sizi bekliyor."

Gelmişti kalbim tekledi. Gözlerini bürüyen öfke koridoru kaplamıştı.

"Onu oyalayabildiğin kadar oyala."

"Ama Generalim."

"Sana dediğimi yap Thad!"

Onu onaylamayan bakışlar atan askeri geldiği gibi uzaklaşmıştı.

Bileğimi tutmaya devam ederken beni yürümeye zorlamıştı.

"Senin şu kocan Esedullah'ın askerlerinin kazanacağını bile bile direniyor. Azmine hayranım. Onu boşuna Mareşal yapmadılar."

Cevap vermedim. Adımları durdu yavaşça bana dönüp gözlerimin içine baktı.

"Ben herşeyim den vazgeçtim. Senin için."

Yürümem için yeniden kolumu çekiştirdiğin de tek düşündüğüm şey bir an önce ondan kurtulmaktı.

Eğer o helikoptere binersem asla geri dönüşüm olmazdı. Silah sesi duymamızla bedenimi kendi ile beraber köşeye çekti. Gayri ihtiyari gizlemiş olduğum bıçağı çıkardım. Onu öldürebilir miydim? Çok düşük bir ihtimaldi . Ama silahların ateş edildiği yöne doğru gidebilirdim. Ölebilirdim. Bu daha cazipti. Bütün dikkatini o yöne doğru vermişti. Ben ise çıkış olduğunu tahmin ettiğim yöne doğru hızla koşmaya başladım. Bacaklarımın bana ihanet etmesine rağmen koştum.

"Nur!"

Ben daha ne olduğunu anlayamadan kolumu sertçe tutup bedenimi duvar ve bedeni arasına aldığında gözlerini kısmıştı.

"Sen benimsin ve benimle geleceksin!"

Elimde ki bıçağı fark ettiğin de yaklaştı.

"Beni sahiplenme konusunda da bıçağa olan ihtiyacın gibi ol."

Bıçağı almak için bir hamlede bulunduğunda buna izin vermedim. Yeniden sabırsızca bir harekette bulunduğunda geriye doğru bir kaç adım atıp duvarın kenarına geçtim. Bıçağı ona doğrultuğum da şiddetli bir sesle dengemi kaybedip yere düştüm. Üzerimde ki ağırlığına ağır nefes alması da eklenince parmaklarım da hissettiğim sıcak sıvıyla bütün bedenim kaskatı kesilmişti. Ben birini öldürmüş ya da yaralamış olamazdım. Ondan uzaklaşmış olmama rağmen üzerime doğru gelip bıçağın üzerine atlaması benim suçum değildi.

Fısıltıyla "Hayır olamaz."dedim.

Katil olamazdım. Sonunda ya ölecektim ya da bunu yapmaya mecbur bırakılmayacak mıydım?

İçime işleyen korku ve nefretle "Ethan."diyebildim. Kesik bir alış duyduğumda var gücümle üzerimde ki bedenini ittirdimttirdim. Yan tarafa düşen bedenin sahibinin gülümsediğini görmemle ondan uzaklaştım. Göğsüne saplanmış olan bıçaktan sızan kan mermer zemine doğru yayılıyordu. Ellerimde ki kanın varlığı ve kokusu istifra etme isteği uyandırıyordu. Gözümden damlayan yaş yerde ki kana karıştığında zorlukla ayağa kalktım.

"Senin kollarında senin dokunuşun ile ölmek tanrının bana bahsettiği en büyük lütuf. Dean bunu duyduğun da pek memnun olmayacak."

Dean ile alıp veremediği her ne ise bu şey beni onda takıntılı hale getirmişti. Onu yaralamama kendisi izin vermiş gibi bakıyordu. Ellerimde ki kanı elbiseme sildim üzerime bulaşan kanın kokusu ciğerlerime işledi. Arkamı dönüp uzaklaşacakken cansız sesiyle irkildim. Başımı çevirip ona baktığımda elinde ki silahın hedefi bendim. Kaçmak için adım attığım da kulağımı sağır eden silahla ellerimi kulaklarıma götürdüm. İnce bir sızı göğsümü sardığında bu defa üzerime bulaşan kendi kanımdı. Sağ elimi göğsüme bastırdım. Gözleri kapalı yüzünde tebessümle yatan psikopata baktım. Kendi kendime bu bir kabus dedim. Arkama dönüp iki büklüm olmuş bir halde koridorda yürümeye başladım. Bir elim elbisemin yakasını kavrarken diğer elimi yarama bastırıyordum.

Dışarıdan gelen uğultu sesler, ateşlenen silahlar ve aralıkla patlayan bombalar hep vardı fakat beni yeni duyuyor gibiydim. Artık bacaklarım bedenimi sürükleyerek taşıyordu. Birini öldürmenin suçunu nasıl taşıyabilecektim. Dean'ın ve diğer kızların intikamını aldın diyen iç sesimi susturdum. Bedenime vuran rüzgar çıkışın nerede olduğunu işaret ediyor gibiydi. Önüme gelen saç tutamlarımı geri ittirmeme rağmen yeniden yüzümü gölgelediler. Rüzgar bedenimi savurmaya çalışırken saçlarımı ölecekmişim gibi okşadı. Titrek bir nefes aldım. Sevdiğim adamın hediye etmiş olduğu elbisenin kefenim olacağını anladım. Aileme kavuşamadan onaltı yeni bir açıyla baş başa bırakacağımı nereden bilebilirdim ki. Çimenleri gölgeleyen ağaçları bulanık görmeye başlamamla kirpiklerimi kırpıştırdım. Derin bir nefes aldığım da almış olduğum hava ciğerlerimi yaktı. Hızla dizlerimin üzerine çöktüğüm de gözlerimi kapatıp açtım. Buraya kadar Nur Barlas. Bu kanlı coğrafya da fazlasıyla yaşadın. Sevdin ve sevildin. Allah'ım tüm günahlarımı affet ve sevdiklerimin acısını hafiflet...

Bulanık görüş alanıma giren beden ile başımı kaldırdım. Aramızda ki mesafe belki on adım belki de daha fazlaydı. Alnını istila eden saç tutamları hızla inip kalkan göğsü. Çizilmiş olan yüzü gömleğine bulaşan kan lekesi. Yaralanmış mıydı? Kararsız bakan gözlerinde hüznün sitemini gördüm. En azından sevdiğim adamın kollarında ölecektim. Onun gözlerine bakarken yaşamayı istemek bir utançtı. Yanaklarımda yol bulan gözyaşların soğukluğuyla ürperdim. Sevdiğim adamın çehresine sinsice işlenen duygu çaresizliğimin yansımasıydı.

Koşarak bana ulaştığında yaralı olmadığına sevindim. Yıkılmış bedenimi kolları arasına aldığında yaramın üzerinde ki olan elime dokundu ve sessizce konuştu.

"Endişelenme Ay yüzlüm. Geçecek, yanındayım. Yüreğimdesin, yüreğindeyim."

Çizmiş olduğu tüm resimlerin şimdi bir anlamı vardı. Atmış olduğu her bir fırça darbesi bizim imkansızlığımızdı. Akadistan'ın imkansızlığıydı.

Beni bu denli umutsuzluğa sürükleyen neydi?

Çehresi kanlı parmaklarımı dokunduramayacağım kadar güzeldi. Gözlerim kapandı.

"Nur'um."

İsmim dudaklarından acı bir aşk şiirinin dizelerinden dökülen kelimeleri andırıyordu. Keskin acılarla karanlığın koynuna teslim oldum. Bencildim. Kendi acılarıma yenilip bakışlarında ki acılara tutunamayacak kadar bencildim. Özür dilerim gece gözlü adamım...

Bölüm : 05.04.2025 22:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...