Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@nesimisubha

Dört duvar arasına gireli bir hafta olmuştu. Buraya gelişimi hafızamdan bu kaçıncı tekrar edişimdi bilmiyorum.Burada olmamdan ziyade ailemin beni ne kadar merak ettiğini benim için ne kadar endişelendiklerini bilmek düşüncelerimi bedenimi harap etmişti. Diğer hücrelerde kalan kadınların acı feryatları beni dipsiz kuyulara sürüklüyordu. Aynı acıyı yaşamamak için dua ediyordum.

 

Yaşamak, nefes almak bu denli güzelken ölmeyi istemek ama ölememek. Ölür gibi yaşamak, ölü gibi yaşamak.

 

Dizlerimi göğsüme çektiğim de kapı rahatsız edici bir ton da açıldığı an oturur vaziyete büründüm.

Her gün yaptığından farklı olarak içeri kadar girdi. Yemeği masanın üzerine koymaya ilerlerken postallarını takip eden gözlerimi ayaklarından çekmedim. Durduğunda bakışlarım hala ayaklarındaydı.

 

"Yemeklerini yemelisin yoksa bu bollukta açlıktan öleceksin!"

 

Cevap vermedim.

Bollukmuş domuz etini yememi nasıl beklerdi gerçi düz düşünen bu kafa yapılarına göre fazla ince düşünüyordum. Bu caniler müslüman oldukları için insanlara onca eziyet ederken yemeğe mi dikkat edeceklerdi.

 

"Benimle konuşmaman canımı sıkıyor!"

 

Sert sesi hücrenin rutubetli duvarlarında yankılanırken bakışlarımı zeminden kaldırmadım.

Onu öfkelendirmemeliydim ve kışkırtmamalıydım bu benim zararıma olurdu.

 

"O yemekleri yemem inancıma göre yasak."

Güldüğünü hissettim bu umrumda bile değildi.

"Yapabileceğim bir şey yok." dedi.

Senin gibi adam bozuntuları bir şey yapsa ne olur yapmasa.

Kapı sertçe kapanırken parmaklarım açlıktan sırtıma yapışan karnımı bulduğunda masanın üzerinde ki tablete baktım.

Kaşığı yıkayıp çorbayı yemeği bitirdiğimde et yemeğine tiksinerek kısa bir bakış atıp kenara koydum.

Alüminyum bardakda ki suyu tuvalete döktükten sonra temiz olduğuna kanaat getirdiğim sudan bardağı doldurdum.Yemek öğünlerim istisnasız böyle geçiyordu.

Yemekler tutsuz olsa bile yenilmeyecek gibi değildi çoğu şeye göz yummak zorundaydım.

Tableti kapının hemen kenarına koyduğum da dışarıdan gelen seslere kulak verdim.

 

"Esedullah hepinizin kökünü kazıyacak!"

"Kes sesini lanet herif!"

Alaylı bir ses "Kökümüzü kazıyacak olan Esedullah bakalım seni kurtarabilecek mi?" dediğinde cüretkar bir tonla cevap geldi.

 

"Ben kurtaracak demedim hepinizin kökünü kazıyacak dedim. Ondan korkunuza karagahtan dışarı bile çıkamıyorsunuz!"

Sanırım adamın söylediklerinden karşı taraf hiç hoşut olmamıştı. Koridorda bir arbede yaşandığı anlaşılıyordu.

Yine birilerini öldüreceklerdi. Bu buraya geldiğimden beri kaçıncı ceset olacaktı kim bilir? Koridoru kaplayan silah sesiyle geriye doğru sıçradım. Elimi göğsüme götürüp titrek bir nefes alarak ranzaya doğru ilerledim.

 

Artık amaz vakitlerini bile bilemiyordum saatime bakarak az çok tahminde bulunabiliyordum ama ilerleyen zamanlarda bu konuda oldukça zorlanacağıma emindim.

...

Gözlerimi yavaşça aralayıp rutubetli dört duvar arasında yeni bir sabaha başlamak için usulca doğruldum. Gece boyunca hiç uyuyamamıştım.

Kalbimi istila eden acı her geçen gün daha da artıyordu korkum ise hat safhadaydı.

Uyandıktan uzun bir süre sonra kapı açıldığında asker emin adımlarla yine içeri girdi. Oturduğum yerden adımlarını takip ediyordum. Uyuyormuş gibi yapmayı göze alamamıştım, bir şey söylemeden yemeği masaya koydu.

Kapıya doğru ilerlediğinde çıkmasını beklerken kapıyı içeriden kapadığında istemsizce kasılan bedenimle sağ elimi yumruk yaptım.

Kalbim korkuyla sıkışırken yanı başımda durduğunda bütün uzuvlarım hazırola geçmişti.

 

"Senin artık bana alışmış olman lazım." dediğinde ayağa kalktım.

Bunun başıma gelecek olmasını ısrarla reddeden beynim hüsranla kabullendi. Anlamamış bir ifadeyle üniforması da ki soyad kısmına baktım.

 

"Diyorum ki bana alışmış olmalısın normalde bu kadar beklemezdim ama sana tolerans gösterdim."

 

Titrek bir nefes alıp "Sizi gerçekten anlamıyorum." dedim.

 

Anlamak istemiyorum!

Küçük bir kahkaha atarken elini yüzüme uzattığında başımı hızla uzaklaştırdım.

 

"Güzelim naz kaldıracak durumda değilim."

 

Öfkeliydim,korku doluydum,çaresizliğimi iliklerime kadar hissederken bir adım geriledim.

 

"Kurtuluşun olmadığını biliyorsun. Beni öldürecekmiş gibi bakmaya da son ver.!"

 

Korkuyla kaskatı kesilen bedenimin yok olmasını istedim. Bende mi her gece kalbimi istila eden acıların, feryatların sahibi olacaktım.

 

"Lütfen,dokunmayın."dedim.

 

Onun zıttına gitmek aleyhime olabilirdi.

 

"Bu sözleri çok duydum."dediğinde kabaran öfkemi durdurabilecek bir güç yokken buğulanan gözlerimde ki yaşları içime hapsettim.

 

Çaresizlik, öfke, korku ve ölümü yâd etmek.

Kirpiklerimi kırpıştırdığımda içime hapsettiğim yaşlar yanaklarımdan süzüldü.

 

"Yanaklarından süzülen yaşlar için endişelenme,onlar dudaklarımda can bulacak....buna emin olabilirsin."

 

Mideme kramplar girerken aynı anda bulanmaya da başlamıştı. Beni kıskaca almaya çalışan kollarını sertçe ittim.

 

"Dokunma!!!"

"Fazla cesursun!"

Gücüne karşı çıkmakta zorlanıyordum.

"Ancak ölüme dokunabilirsin!"

Sırıttı.

Tiksinerek askere baktığımda kolumu kavramış olan parmaklarından kurtulmak adına bütün gücümle kollarımı kendime çekmeyi başarırken

bu hareketini beklemiyor olacak ki bir adım gerileyerek sendelendi.

 

Sendelenmesini fırsat bilerek kapıya yöneldiğimde sertçe kolumu kavrayan parmaklarıyla bedenine çarpan sırtımla beraber kolumu kurtarmaya çalıştım. Kolları arasından kurtulmak adına son bir gayretle bir hamle yaptığımda beni daha çok kollarına hapsetmek için harekette bulunurken ona engel olmak için daha çok çırpındım ve dengemi kaybedip bedenimin yere savrulmasına engel olamadım.

Sırtım ranzanın demirine hızla çarptığında başımda aynı şekilde nasibini alırken keskin bir acı sırtım ve başıma yayılmaya başlamıştı.

Yanaklarımdan süzülen yaşları elimin tersiyle sildiğimde doğrulmaya çalıştım.

Dizlerini kırıp yere çöktüğünde sert nefesinin arasından tıslar bir sesle konuştu.

"Beni zorlamaman gerektiğini şimdi daha iyi anladın mı!"

 

Söylediklerini hiçe saydım ve tekrardan doğrulmaya çalıştığımda başarısız olurken alnımda hissettiğim sıcak sıvıyı hissettiğim de acıyla yutkundum. Gözyaşlarıma bir yenisi eklenirken bakışlarım postallarındaydı.

O pisliğin iğrenç suratını görmek ruhumu da kanatırdı.

Şimdi ve daima sığınabileceğim yegane varlık dualarımın asıl sahibiydi.

 

Duvarın rengi gittikçe puslanmaya başladığında feracemin fermuarı aşağı doğru çekilirken yok olmaya yüz tutan gücümle ona karşı çıkmaya çalıştım.

Kirpiklerim ağırlaşırken bilincimin kaybetmemeye çabalıyordum.

Hücrenin kapısının sertçe açıldığını duydum.

Heybetli bir silüet içeri giriş yaptığında hücreyi dolduran tok sesle kirpiklerimi son bir gayretle açmaya çalıştım.

 

"Donald! Sen ne yaptığını sanıyorsun!"

 

Fermuarda ki parmakların hızla uzaklaştığını hissederken endişeli ve savunucu bir ses hücreyi doldurdu.

 

"Albayım,o çok ileri gitti bende bir cezasını verdim."

 

" Cezayı vermek sana mı düştü! Hem o kadının benim eğlencem olduğunu bilmiyor musun?"

"Bilmiyordum albayım çok....çok özür dilerim."

"Küstah ! Derhal dışarı çık ve odamda bekle!"

"Emredersiniz albayım."

 

Yüzüme yayılan sıcak kan dudaklarımın arasın da hissetmeye başladığım da sesler gittikçe karmaşık bir hâl alıyordu. Sanırım ölüyordum.

 

...

 

Başımın şiddetle ağrıdığını hissederken kirpiklerimi araladığımda gözüme ilk çarpan üzerimdeki yeni ve oldukça temiz bir battaniyeydi.

Ranzanın ayak ucunda sandalyede oturan askeri fark ettiğimde hızla doğrulmaya çalışırken sırtıma etkisi altına keskin bir ağrıyla dudaklarımdan kaçan inlemeye engel olamadım.

Asker başını benden tarafa çevirdiğinde "Lütfen rahat olun hanımefendi." diyerek tekrar başını diğer tarafa çevirdi.

 

Bu beni kurtaran albay mıydı?

Askerin sözünü kulak ardı ederek doğrulup sırtımı yastığa yasladım.

Öleceğimi düşünürken daha doğrusu ölmeyi isterken yaşıyor olmam bir mucizeydi.

Parmaklarımı ağrıyan başıma götürdüğümde alnımda ki yara bandını fark ettim. Başını hafifçe yan tarafa çevirmiş olan askere baktım. Kendimi zorunlu olsam bile içimde ki minnet duygusu ile konuştum.

 

"Size çok teşekkür ederim." dediğimde onların askerlerinden birine teşekkür edeceğim hiç aklıma gelmezdi.

 

Gelişmiş Ülkeler Birliği'nin askerleri.

 

"Rica ederim yaranızı ben tedavi ettim asıl teşekkürü komutanıma edersiniz. Kendisi birazdan burada olur."

 

Sözlerini gülümseyerek bitirmişti.

Askerin bana karşı bu denli nazik olmasına şaşırsamda o ülkelerden birinin askeri olup olmadığına emin olmak için birkez daha baktım.

Evet onlardan biriydi.

G.Ü.B'nin simgesi kolunun en üst köşesindeydi hemen altında ise hangi ülkeye mensup olduğunu belli edercesine kendi bayrağı vardı.

 

Sırtımda ki ağrı şiddetlenirken gözlerimi kapadım.

Kapının açılmasıyla kirpiklerimi araladım. İçeri giren asker sanırım bahsettiği komutandı.

Asker hızla sandalyeden kalktığında komutanına selam verip tek bir kelime etmeden hızla dışarı çıktı.

 

Komutana dikkatle baktığımda karargaha ilk getirildiğim gün genaralin hemen yanında duran mavi gözlü asker olduğunun farkına varırken bilincimi kaybetmeden önce komutanın söylediği sözleri hatırlamamla beynimde yankılandı.

 

"O kadının benim eğlencem olduğunu bilmiyor musun!"

 

Battaniyenin altında olan dizlerimi yukarı çektiğimde bedenim kaskatı kesilmişti. Titrek bir nefes aldım.

 

"Lütfen rahat olun sözlerimin bir anlamı yoktu."

 

Söyledikleriyle gerginliğimi dışarı yansıtmış olduğumu anladım.

İçimde oluşan hafif bir rahatlamayla "Çok teşekkür ederim."dedim.

Fakat hâlâ kuşku doluydum.

Komutan gülümseyerek "Rica ederim... nasıl olduğunuzu görmek için gelmiştim."

 

Şaşkınlığımı gizleme ihtiyacı duymadım,komutanın gülümsemesi devam ederken elini uzatmaktan son anda vazgeçmişti.

 

"Ben, Albay Dean Brave." dedi.

 

Bu durumda benimde kendimi tanıtmam gerekiyordu. İsmimi bilse bile nezaketen "Nur Barlas, tekrar çok teşekkür ederim Albay Brave ." dedim.

 

Başıyla teşekkürümü alırken beyefendi üslubunu koruyarak "Artık kendinizi güvende hissedebilirsiniz." dediğinde cevap vermedim.

Yavaş adımlarla hücreden çıktı.

 

Güvende hissetmek, kim acımasız bir ordunun tutsağıyken kendini güvende hissederdi ki ! Sanırım bu iyilik timsali olan albay dualarımın karşılığıydı. Ama içimde ki kuşku kaybolacak gibi değildi.

....

Namazımı eda ettikten sonra hırkamı katlayıp yatağın üzerine koydum.

Parmaklıkların arasından gökyüzüne bakarken güneşin yerini kara bulutların aldığını gördüğümde içli bir nefes aldım.

Geçen yıl üniversite de okuyan, bazen yoğun marotonlu ama çoğunlukla sakin bir hayatı olan bir ögrenciyken bugün parmaklıklar ardından havanın nasıl olacağına bakan çaresiz bir genç kızdım.

 

Ailemin benim için ne kadar endişelendiğini düşünmek istemiyordum. Belkide babamla bir hafta kaldıktan sonra onunla beraber Türkiye'ye dönmeliydim.

Ama başıma bunların geleceğini bilemezdim ki!

 

Diğer yandan Rosie başına neler geldiğini de merak ediyordum. Onu götüren adamlar hiç de iyimser değillerdi.

 

Koridorda yankılanan postal sesleriyle bu sesleri her gün istisnasız duyduğum için endişelenmemem gerektiğini kendime telkin ediyordum.

Hücrenin kapısında duyduğum kaba seslere kulak kesilirken demir kapı sertçe açıldı.

Daha önce görmediğim asker silahın namlusunu bana doğrulttuğunda gözlerimin irice açılmasına engel olamazken yutkundum.

 

"Her yeri arayın!"

 

Sert ses hücreyi kapladığında suskunluğumu koruyarak kenara çekildim.

Asker daha yeni kavuşmuş olduğum temiz çarşafları, battaniyeleri yere fırlattığında meymenetsiz suratlı genaral içeri girmişti.

Nefret dolu bakışları beni kıskacına aldığında kendimi ele vermekten korktum. Rosie bana verdiği flaş belleğin bende olduğunu anlamaları hiç iyi sonuçlar ortaya çıkarmazdı.

 

"Demek sadece bir turistsin. "dedi. Yanında duran asker fotoğraf makinemi generale uzattığında "O zaman bu çektiğin fotoğraflar ne?"

 

Hissettirmeden derin bir nefes aldım.

Cevap verecekler hücreyi arayan asker araya girdi.

"Hiçbir şey yok generalim"

"İyi ara! MİT ajanı olabilir."

 

Bu durumdayken bile içimden koca bir kahkaha attım. Ben ve MİT ajanı olmak.

 

"O fotoğrafları zaman tünelinde çekmiştim."

 

General ufak bir sahte kahkaha attığında Albay Dean Brave nefes nefese içeri girmişti.

 

"Duydun mu Albay Brave fotoğrafları zaman tünelinde çekmiş."

 

"Duydum generalim."dediğinde bana kaçamak bir bakış atmayı ihmal etmemişti.

Korkumu ve tedirginliği mi içime gömüp üzerime toprak atmak istiyordum. General ciddiyetlik abidesine büründü.

 

"Bu kadını karanlık hücreye kapatın! O zaman aklı başına gelir."

 

"Söylediklerim doğru suçsuz olduğum halde hücreye attınız şimdi de-"

 

"Kes sesini!"

 

Gözleri, sözleri nefret saçıyordu.

 

"Biz olmayan herkes bu ülkede suçlu durumundadır."

 

Resmen bizden olmayan herkes ölümü hak ediyor yaşamak onlara haram diyordu.

 

Öfke dolu gözlerimi meymenetsiz, mesnetsiz suratında gezdirdiğimde "Korkaklar!" dediğimde sitem dolu sesim onlarda hiçbir etki yaratmamıştı.

 

Yanında duran asker sertçe kolumu kavradığında "Yürü!"dedi.

 

Direnmemin hiç bir faydası olmayacaktı. Albay gayet sakin bir şekilde olayları izlemişti. Hücreden çıkartılırken bana baktığını hissedebiliyordum.

 

Binadan dışarı çıktığımızda yoğun güneş ışığına maruz kalan gözlerim kamaşırken kirpiklerimi kırpıştırdım.

Az ilerimizden geçen birkaç askerin arasında yemeğimi gertiren o askeri fark ettiğimde kanımın çekildiğini hissettim. Sırtımda ki ağrı şiddetlenirken içime hakim olan korkuyu göz ardı etmeye çalıştım. Beni görmesiyle sırıtması bir olurken endişeyle yutkundum.

Askerlerin yanından ayrılıp bize doğru gelmeye başladığında sakin durmak için fazla çaba sarf ettim.

"Riko yardıma ihtiyaç var mı?"

Kolumu kavramış olan asker başını hayır anlamında salladı.

"İhtiyaç olsaydı general birini daha verirdi."

O pis tacizci sırıttığından beri soğuk terler döküyordum.

"General mi? O bu kızın ne kadar vahşi biri olduğunu bilmiyor ki."

Pislik adam.

"İşine bak Donald."diyen asker sinirlenmişe benziyordu.

Donald oralı olmazken benden tarafa döndüğünde başımı hızla diğer tarafa çevirdim.

"Alnında ki yara bandı yakışmış, bu şekilde bile muhteşem görünüyorsun."

Sessizce söylediği sözlerle hızla başımı ona çevirdiğimde gözlerim öfke saçıyordu.

 

"Adi pislik!"

 

Riko diye hitap edilen asker kolumu çekiştirip o pislikten beni uzaklaştırdı.

Albay artık güvendesin derken sözlerinde ne kadar doğru olabilirdi? Ki ben ona nasıl güvenebilirdim.

Hâlâ sırıtarak gidişimizi izleyen asker öfkeme hakim olmamı zorlaştırıyordu.

 

Diğer binaya nazaran daha küçük olan binadan içeri girdiğimizde burnumu dolduran kan kokusuyla midem bulanmıştı. Koridorda emin adımlarla ilerleyen asker küçük bir kapının önünde durduğunda kapıyı hızla açtı.

Kollarımı iki yana açtığımda bile sığamayacağım kadar küçük olan karanlık hücre ürpermeme sebep oldu.

 

"Girmek için davet mi bekliyorsun!"

 

Askerin sert sesiyle içeri bir adım attığımda kapı hızla üzerime kapandı.

Zifiri karanlıkta hiç bir şey göremezken ne yapacağımı bilemez halde dakikalarca ayakda bekledim.

 

Diz üstü yere çöktüğümde feracemin fermuarını indirip üzerimdeki kazağın içine iliklemiş olduğum flaş belleği kontrol ettim. Flaş belleğin varlığıyla derin ama umutsuzca bir nefes aldım.

 

Rosie bunu bana verdiğinde muhtemelen kurtulacağımı düşündüğü için vermişti. Kurtulmak mı? O kelimeyi artık tanımlayamıyordum.

 

Uçağa binmek için gittiğimde 1 Eylül'dü kabaca hesaplamama göre buraya geleli iki haftayı geçiyordu.

Eylül'ün sonuna yaklaşmıştık.

 

Başımı sırtımı yasladığım duvara dayadığımda yanaklarımdan süzülen yaşlar çaresizliğimin en büyük kanıtıydı.

 

Koskoca Emir Barlas'ın kızı Nur Barlas karanlık bir hücreye hapsedilmişti. Bu çoğrafya da Emir Barlas'ın kızı olmamın bir hükmü yoktu. Oysa bu zamana kadar babamın nüfuzunu kullanmak aklıma bile gelmezken bunu eyleme bile geçirmemiştim. Şuan bunu düşündüren tek şey çaresizliğimdi.

 

Hayatımız tahminlerimizin ulaşamayacağı kadar büyük olaylara ve imtehanlara gebeydi.

....

Bacaklarımı dahi uzatamıyordum açlıktan kendimi kaybetmek üzereydim bacaklarıma ve tüm vücuduma giren kramplar hiç iyiye işaret değildi. Ayağa kalkıp birkaç adım atmak gibi bir imkanım da yoktu.

 

Haftalardır duş almamıştım , uzun zamandır karanlık hücredeydim ve ne kadar zamandır burada olduğumu kestiremiyordum. Acıkan mideme giren sancılar eşliğinde kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattım.

 

Karanlık hücrenin kapısı yavaşça açıldığında karanlığın bir parçası olan gözlerim ufacık aydınlıktan bile etkilenip kısılmıştı.

Kimin geldiğini anlayamazken hücreyi tok ve endişeli bir ses kapladı.

 

"Bayan Barlas iyisiniz değil mi.... lütfen iyi olduğunuzu söyleyin."

 

Albay Dean Brave.

 

Kuruyan boğazıma rağmen bu endişe dolu sese cevap vermek için fazla çaba sarf etsemde sonunda konuşabildim.

 

"İyiyim." dediğimde acıyan boğazımla yüzümü ekşitirken aslında hiç de iyi değildim.

"İyiyim"demek "ölmedim hayattayım" demekti.

 

Kolumu kavradığında ayağa kalkacak mecali kendimde bulamazken ağlama isteğimi bastırmaya çalıştım.

Bu ağlama isteğim sevinçten mi yoksa kendimi bu denli çaresiz hissetmemden miydi hiç bir fikrim yoktu.

 

"Benden destek alın çok güç kaybetmişsiniz."

 

Ayağa kalkıp yürümüştüm, annemi,babamı, ablamı, kardeşimi görmüştüm ben!

Gerçek değiller miydi? Hepsi birer hayal miydi?

 

Dediğini yapmaktan başka çarem yoktu. Adım atabiliyordum ama buna yürümek denmezdi. Dışarı çıktığımızda gözlerimi uzun bir süre açamadım. Albayın nefes alıp verişini duyabiliyordum.

 

Kirpiklerimi aralamayı başardığımda koridordaydık, sağa dönüp hücremden içeri girdiğimizde artık dayanamıyordum. Kurumuş dudaklarımı ıslatırken albaya teşekkür etmek için dudaklarımı araladığımda bunu başaramadım.

Annemin sıcak tebessümü bana günlerdir içmediğim suyu unutturmuştu.

 

 

Loading...
0%