@nesimisubha
|
5 /Eylül - Türkiye
"Umarım iyi haberler getirmişsindir Mesud." Sadece bir günde iyi haberler gelmesinin imkansız olduğunu bilmesine rağmen bir umut sormuştu. "Efendim, Nur hanımı en son havaalanından çıkarken görmüşler." Dikkatle dinlediği adama devam et dercesine yüzüne baktı. "Bu kadar efendim." Çenesi seğirdiğinde sert bir nefes aldı. "O adamlara neden para veriyorum, kızımın güvenliğini sağlamaları için!" Ayağa kalkıp karanlıkta kaybolan ağaçların bulunduğu koruya baktı. "Büyük bir karmaşa olmuş efendim, bu sebeple Nur hanımı takip edememişler." Sert bir sesle"Dikkatli olmaya devam etsinler." dedi. "Anlaşıldı Emir Bey." Mesud hızlı adımlarla kamelya dan çıktı. Emir Barlas bu zamana kadar bu denli çaresiz olduğunu hissetmemişti. Sessiz adımlar hemen arkasında duraksadığında kimin geldiğini anlamıştı. Hayatını paylaştığı bir ömür baş tacı olan sevdiği kadın gelmişti. Başını hafifçe çevirip günlerdir dik durmaya çalışan ama hüzünlü bakışlarını gizleyemeyen karısına baktı. Mahi hanım titrek bir nefes alıp kocasının yanında durdu. "Bir haber yok değil mi?" Emir bey umutsuzca başını salladığında Mahi hanımın yüzüne acı bir tebessüm hakim oldu. "Umut ve korku arasında olmak inancımız gereği var, her zaman olduğu gibi bu konuda da umut ve korku arasında olacağız." Emir bey her daim hayranlık duyduğu eşine bir kez daha hayran olmuştu. Elini karısının omzuna koyup başını göğsüne yasladı. "Ne olursa olsun kızımızı bulacağız." Mahi hanım eşinin bir an önce kızlarını bulmak için çabaladığını çok iyi biliyordu fakat naif yüreği bu olaya dayanmak güçlük çekiyordu. Şehrin manzarasına hakim olan villanın sahipleri büyük hüzün ve endişe doluydu. ...
ERİŞAH ŞEHRİ
Elizabeth Davis Karargâhı
Yüzümü ablukaya alan güneş ışıklarıyla kirpiklerimi araladığımda bir anlık bile olsa kendimi esaretten kurtulmuş gibi hissetmiştim. Sadece bir anlık... Bu bir anlık kurtulmuş olma hissi esaret altında olan bedenimin biraz olsun ferahlamasına sebep olmuştu. Ruhum, bedenim esaretine rağmen özgürdü. General Dean üç gündür gelmemesi daha rahat hareket etmemi sağlamasına rağmen varlığına alışmış olduğum komutanı içten içe merak eden tarafımı engelleyemiyordum.İçimde ki endişe peşimi bırakmıyordu. Yemeğimi getiren askere komutanın nerede olduğunu sorsam da bir cevap alamamıştım. Lev Tolstoy okumayı bitirmiş ve kitabın içeriğini düşünmeye başladığımda hücrenin kapısı yavaşça açıldı.Gelen kişiyi gördüğümde yüzümü kapalayan sevinç tebessümüyle ayağa kalktım. Yüzüme ki sevinç dalgası endişeye dönüşmüştü. Sargılı kolunda fazla oyalanmayan bakışlarım alnında ki yarada karar kılmıştı. "Ne oldu size! İyi misiniz?" Bir askere sorulabilecek en saçma soruydu. Kimin umrundaydı ki. "İyiyim Ella, sadece küçük bir yara." Küçük bir yara mı? Başımı iki yana salladığımda oturması için sandalyeyi uzattım. "Teşekkür ederim." dedi ve yavaşça oturdu. "Bu yüzden mi gelemiyordunuz?" dediğimde içimdeki çelişkili Nur'un "Sizi çok merak ettim."demesine izin vermedim. Başıyla beni onayladığında gözleri bambaşka bir ifadeye bürünmüştü. "Sakin ol Ella, gördüğün gibi gayet iyiyim." Ella diye hitap etmesine gerçekten alışamıyordum. Alışmamalıydım da! "Ne oldu?" deyip sorumu tekrar yinelediğimde meraklı gözlerim Komutan Dean buldu. Anlatıp anlatmama konusunda kararsız gibi görünse de anlatmayı tercih ettiği gözlerinden belli oluyordu. Benden birşey gizlemek istemiyor gibiydi. İçimden kocaman bir tebessüm ettim ama bir yandan da bu tebessümümü kınadım. "Diğer ilçede bulunan karargâha bombalı saldırı düzenlendi, takviye için buradan üç tabur gönderildi. Birinci taburu yönetiyordum...... dehşet vericiydi, bütün komutanları kaybettik sadece yirmi askeri sağ ve yaralı kurtarabildik." Koca bir karargâhı yok etmişlerdi. Bunu kim yapmış olabilirdi ki? Bu olayın faili iyi taraf mıydı? Yani Akadistan Direniş Örgütüydü. İçten içe sevinirken sevincimi gizledim. "Daha önce böyle bir vahşete şahit olmamıştım." Hâlâ olayın etkisinde gibiydi fakat o bir asker olduğu için böyle olaylara alışkın olmalıydı. "Peki kim yaptı bunu?" Bu olayın faillerini sonuna kadar destekliyordum. Komutan Dean yerdeki bakışları beni buldu. "Bilinmez biri.... görünürde sadece bir adam büyük ihtimalle direnişin komutanlarından biri. Ya da direnişi bizzat yöneten komutan. Simasını kimse bilmiyor, bilen, gören ölüyor.... şuana kadar robot resmi olarak sadece gözlerini çıkabildik." Bu adam kimse kesinlikle profesyonel biriydi. Bir yandan da hayran kalmaktan kendimi alamamıştım. "Nasıl oluyor da koca bir orduya sadece bir adam baş kaldırabiliyor?" Düşünceliydi. Aklı hâlâ o adamdaydı. Benim gibi... Bakışları Tolstoy kitabını buldu. "Dediğim gibi destekçisi var..... gizli bir örgüt olabilirler veyahutta Akadistan'ın direnişne bağlılar. Üzerine araştırma yaptık ama kayda değer pek birşey bulamadık." Gözlerim hayretle açıldığında general de bile böyle bir etki bırakan bu adamlara karşı merakım gittikçe artmıştı. Takdir etmeden de geçememiştim. "Her neyse zamanımın çoğu zaten bunları düşünmekle geçiyor..... sen nasılsın?" Son duyduklarımdan sonra nedensizce çok daha iyiydim. "İyiyim." kolunu işaret ederek "Asıl siz iyi misiniz?" dediğimde gülümsedi. "İyiyim, sen nasıl olduğumu sordukca daha iyi oluyorum..... başından beri buraya gelmeliymişim." Söyledikleri hücrede derin bir sessizliğe sebep olmuştu. Bakışlarım zeminde dolaşırken yavaşça ayağa kalktı. "Yarın görüşmek üzere." dediğinde sesi yok gibiydi. Demir kapının kapanmasıyla derin bir nefes aldım. Çelişkilerle dolu Nur duyduklarına çok mutlu olurken yanlızlığına anlam kazandıran Dean Brave olan hayranlığı artıyordu. Kalbimde ki Nur ise Dean Brave minnetten başka birşey duymuyordu. Bu zamana kadar iki Nur arasında verdiğim savaşların çoğunluğunu çelişkilerle dolu Nur kazanmıştı. Ben her ne kadar kalbimde ki Nur'un kazanmasını istesemde, çünkü çok iyi bildiğim bir şey vardı. Çelişkilerimin çoğunun bana ait olmadığını biliyordum, kalbim ise benden bir parçaydı. ... Dünyaya gözlerini açan bebekler annelerinin merhametini tatmadan, babalarının ellerini tutup yürüyemeden son nefeslerini veriyorlardı. Tarihler ve zaman kavramı değişse de, suretler başka olsa da insanın zalimliği aynı soydan devam ediyordu. Suladığım çiçeği masanın üzerine koyduğumda Dean Brave içeri girmişti. Kolumdaki sargıyı çıkarmıştı. Gözleri masanın üzerinde ki saksıyı bulduğunda kaşları çatıldı. Her zaman olduğu gibi sandalyede ki yerini aldı. Çatılan kaşları yerini bulurken filizlenmiş çiçekte ki bakışları değişti. Sanki saksıyı yeni görmüş gibiydi. Aklından neler geçtiğini merak ediyordum. "Saksıyı nereden buldun?" "Ranzanın altında buldum, solmuştu."dediğimde yüzüne belli belirsiz bir gülümsemeye yayıldı. "Burada kalan bir kadına aitti.... Neredeyse kurumuş bir çiçeğin filizlenmesini nasıl sağladın?" Meraklı bakışlarım onu bulduğunda "Hangi kadına?" diye soru yönelttiğimde yüzü ciddi bir hâl alırken "Boşver.... bana son sorduğum sorunun cevabını söyler misin?" dedi. Elbette boş vermeyecektim. "Belli aralıklarla suladım." "Başka bir şey daha olmalı."dediğinde ne anlatmak istediğini yeni yeni anlamaya başlarken Dean Brave baktım. Manidar bakışları yüzümde geziniyordu. "Sence, başka olan şey ne?" Gülümsedi. Bu gülümsemesi çok şey ifade ediyordu. Ne ifade ettiğini sorgulamaktan kaçındım. "Belli aralıklarla verdiğin suyun yanı sıra onun filizlenmesini sağlayan şey ona verdiğin sevgi, eminim zaman zaman onunla konuşuyorsundur." Hücrenin kapısında beni mi dinliyordu. Gerçi bunu tahmin etmek çok da zor değildi. Zulümün içindeyken nasıl bu kadar ince düşünebiliyordu. Bu Dean Brave başka bir şey vardı. "Evet söylediklerin doğru." Zafer kazanmışcasına gülümsedi. Burada kalan kadını unuttuğumu sanıyordu. Hiç ummadığı bir anda bu soruyu ona tekrar soracaktım. "Şu ismini bile bilmediğiniz adamı bulabildiniz mi?" Yüzü düşünceli bir hâl aldı. "Hayır bu biraz zaman alacağa benziyor adamın varlığıyla yokluğu bir." dediğinde o adama karşı merakım ve şaşkınlıkla karışık hayranlığım daha arttı.General Dean bakışları ve sözleri o kadar ümitsizdi ki! Sanki adam gecede ki gölge gibiydi. "Tuhaf ."demekle yetindim."Sanırım adam sizi korkuttu." Korkutmak mı? Birden gelen gülme isteğimi bastırmaya çalışırken hücrede kalmanın bana hiç yaramadığını fark ettim.Yalnızlık zaman zaman insana zarardı. Gitmek için ayağa kalkıp kapıya yöneldiğinde unutmuş olduğumu düşündüğü soruyu sordum. "Bu çiçek hangi kadına ait?" Usulca benden tarafa döndüğünde saksıya baktı. "O kadın öldü." Bütün bedenimin buz kestiğini hissettim. Sözlerini tereddüt ederek dile getirmişti. "Öldü mü? Yoksa onu öldürdünüz mü?" Sitemkâr sesim hücreyi kaplarken ayağa kalkmıştım. "Ben öldürmedim....öldürdüler." dediğinde sesinde suçluluk vardı. "Masum bir kadını neden öldürdünüz!" Ne saçma bir soruydu. Tam karşımda G.Ü.B'ne mensup bir komutan vardı. "Sana öldürmediğimi söyledim Ella!" Sesi sertti.Ses tonunun sert olması umrumda bile değildi. Dean Brave masumları öldürdüğünü biliyordum, bu gerçeği bilmek çelişkilerle dolu Nur'u uçuruma sürüklüyordu. "O masum kadını öldürmemiş olabilirsin ama hiç mi masum birini öldürmedin?!" Sertçe nefes aldı bakışlarında ki suçluluk bârizdi. Endişeliydi. "Neden endişe duyuyorsun komutan Dean!" dediğimde mavi gözleri beni buldu. "Herşeyden endişe duyuyorum.....en çok da benden nefret etmeden." Öfkem karşısında içimi tereddüte düşüren sözlerinin önemi yok gibiydi. Ama neden kalbim teklemişti. "Senden nefret edip etmememin bir önemi yok ! Hiç mi vicdanın sızlamıyor Dean! Gözlerini kapadığında-" "Ella yeter!" Söylediklerim fazlasıyla dokunmuştu. "Benim için nefret edip etmemenin bir önemi var." dedi. Derin bir nefes alıp devam etti. "Sana ne için Ella diye hitap ettiğimi biliyor musun?" Merak etmemem saçmalık olurdu. "Seni kardeşimin yerine koyuyorum." Bir yanım hüsrana uğrarken diğer yanımın minnet duyması daha da artmıştı. Fakat bakışları söylediklerini inkar eder nitelikteydi. "Bu yüzden benden nefret etmemi istemiyorum." dedi. Her ne olursa olsun o masumları katleden bir adamdı. "Anlıyorum" dedim. "Masumları katlettiğiniz gerçeği karşısında size acıyorum." Zeminde ki bakışlarımı kaldırdığımda gök mavisi gözleri özür diler gibi bakıyordu.Benden özür dileme Dean, kendinden özür dile, katlettiğin insanların geride bıraktıkların dan özür dile. "Artık hiçbir masumu öldürmüyorum....öldüremiyorum." dediğinde bu sözlerini bana söylemekten ziyade kendine ifade ediyor gibiydi. General Dean Brave vicdan azabı çekiyordu. Bu öyle bir vicdan azabıydı ki katil olan gözlere baktığı zaman bile öldürdüğü masum insanların mazlum bakışlarını görüyordu. Hiçbir şey söylememem en iyisiydi, yarın tekrar geldiğinde konuşmalarımız olmamış gibi devam edecektik. Umarım hücreden çıktığım gün içimde ki o güçlü Nur'u kaybetmiş olmam. Bayıldıktan sonra kendime geldiğimde hâlâ başımda bekleyen albaya sabahtan beri mahcup bir halde teşekkür ediyordum. Artık daha iyi göründüğümü söylese de kendimi kandırıyor gibiydim. Acıyla yutkunduğumda neden bana bu kadar yardımcı olduğunu sormak istesemde bu istediğimi sonraya bıraktım. Onun gibi bir askerin bana yardım etmesi normal değildi. Öğrenecek olduğum gerçek beni korkutuyor ve sebepsizce endişelenmeme sebep oluyordu.
Dakikalar süren sessizlikten sonra konuştum. "Suçsuz olduğumu nasıl anlayıp da beni serbest bıratılar." Bir komutan edasıyla sandalyede oturuşunu düzetti. "Senin suçsuz olduğunu zaten biliyorlardı, bir Türk olman işleri zorlaştırsada ajan olduğunu iddea etmelerinin elle tutulur hiç bir yanı olmadığını söyledim. Birkaç araştırma sonucu diğer komutanlarda ikna olduğu için artık orada tutulmaman gerektiğini bildirdim." Benim için bu kadar uğraşmış mıydı? Ne diyeceğimi bilemez halde "Teşekkür ederim"dedim. Gülümsedi. "Rica ettiğimi daha önceden de söyledim aslında o kadar da teşekkürü hak ettiğimi sanmıyorum." Bu adam bunlardan biri olamazdı. Günlerdir merak ettiğim ve gözlerimi açtığım andan cevabını bilmek istediğim soruyu sordum. "Neden bana yardım ediyorsunuz?" Meraklı bakışlarım gözlerini buldu. Bu soruyu sormamı bekliyor gibi bir hali vardı. Mavi gözlerine belli belirsiz hüzün perdesi inerken elini sakalsız güneşten bronzlaşmış yüzüne götürdü. "Lütfen bu soruyu sormayın belki daha sonra"dedi. Ayağa kalkıp kapıya yöneldiğinde "Tekrar geçmiş olsun."dedi ve dışarı çıktı. Şaşkınlık ve merak içinde albayın peşinden bakakaldım. Hüzünlenmesine sebep olan şey ve bana yardım etmesinin ardında yatan gerçek ne olabilirdi ki? .... Yaşayabilmek için umudu veren Rabbimdi. Buna vesile olan Albay Dean Brave'di. Beni karanlık hücreden çıkardığı günden sonra her gün hücreme geliyor nasıl olup olmadığını soruyor bir saate yakın oturup gidiyordu. En fazla bir kaç kelime konuşuyorduk daha fazlası yoktu ve ben albayın varlığına alışırken o bana güven vermeye de başlamıştı. Hücrenin kapısı yavaşça açıldığında albay elinde tutmuş olduğu çantamla içeri girdi. Çantayı masanın üzerine koyup sandalyedeki yerini aldı. Yorgun görünüyordu.
"Hücreye gelmemden rahatsız olduğunuzun farkındayım ama sizin için buraya gelmem gerekiyor."
Rahatsız olduğumu fark etmesi nasıl olduğumu merak etmesi, hücreye gelmesi ve bütün bunlar için bana açıklama yapması. Böyle yaparak hakkında kötü bir şey düşünmeme fırsat vermiyordu. "Diğer askerler bana nefretle bakarken siz bana neden yardım ediyorsunuz?" dediğimde gülümsedi. Yaklaşık bir hafta cevap vermemişti umarım şimdi cevap verirdi. Uzun bir sessizlik hücreye hakim olduğunda bir an benden nefret ettiğini düşünsem de yaptığı şeyler bu düşüncemi yalanlar nitelikteydi. Soru sorarcasına "Albay?"dediğimde zeminde ki bakışları beni buldu. "Komutan Dean diye hitap edin yada sadece Dean." Sorduğum soruyu hiç duymamış gibi cevap vermişti. Sorumu üstelemedim. Dean diye hitap edersem aramızda ki tüm engelleri kaldırmış gibi olacaktım bu yüzden Komutan Dean demeyi tercih ettim. "Sizden birşey isteyebilir miyim?" Bir anda sorduğu soruyla afallasamda yaptığı onca şeye rağmen benden hiçbir karşılık beklemezken şimdi ne isteğini merak ederek "Elbette."dedim. Tereddüt etse bile söyleyeceklerine çoktan karar vermiş gibiydi. "Sana Ella diye hitap edebilir miyim?" "Siz" yerini "sen" alırken "Nur" demek yerine "Ella" demek istiyordu. Peki neden? İçten içe bu isteğini reddetmek istesemde bana yaptığı iyilikler karşığında istediği şeyin bir önemi yoktu. "Edebilirsiniz." dedim. Gülümsediğinde yorgun mavileri canlandı. "Türk olmanız sizden nefret etmemi gerektirmiyor aksine tekrar bir Türk'le karşılaşmak beni mutlu etti." Tekrar bir Türk'le demesi aklımda soru işareti oluştursa da bunu sormadım. İsteseydi kendisi cevaplayabilirdi. Ortamda ki garip havayı dağıtmak adına konuştum. "Okuyabilmem için kitabınız var mı?" "Evet ama konuşabildiğin kadar okuyabilir misin?" "Okuyabilirim." "Yarın getiririm."dedi. Teşekkür ettiğimde gülümseyerek ayağa kalktı. "Cyrus anlaşabiliyor musun Ella?" Ella demesine kolay kolay alışamayacaktım. "Cyrus?" diye soru yönelttim. "Yemeğini getiren Üsteğmen" "Evet sizin gibi çok yardım sever ve yine sizin gibi hep gülümsüyor." İlk defa sesli bir şekilde güldüğünde gitmek için kapıya yöneldi. "Anlaşmanıza sevindim...Riko, Donald sizi rahatsız ettiğine şahit olmuş onu bir daha görmeyeceğine emin olabilisin." Donald ismini duymamla bedenim savunmaya geçmişti cevap veremedim. Kapıyı kapatıp çıktığında derin bir nefes aldım. Masanın üzerindeki sırt çantamı elime aldım. Kimliğim, pasaportum ve telefonum hariç herşeyim duruyordu. Asıl ihtiyacım olan şeyler yoktu. Fotoğraf makinemi elime aldığımda babamla son çekinmiş olduğum fotoğrafa özlemle baktım. Biraz daha ilerleyince buraya gelmeden önce ailemle çekindiğimiz toplu fotoğrafa titrek bir nefes alıp hasretle gözlerimi gezdirdim. Başımı annemin omzuna yaslamışken babam annemin hemen yanında gülümsüyordu. Ablam koluma girmiş yeğenim eniştenim kucağında neşeyle gülümsemişti.Erkek kardeşim yeğenimin elini tutarken bana bakıyordu. Poz vermeden önce ufak bir espiri yaptığında hiç komik olmadığını dile getirmiştim sanırım bunun üzerine bana tatlı bir bakış atarken teyzem fotoğrafımızı çekmişti. Dudaklarımda acı bir tebessüm oluştuğunda yanaklarımdan yaşlar ardı ardına süzüldü. Ruhumun kendini nedensizce ait hissettiği bedenimin ise yabancı olduğu bu beldede bana karşı bir tek gözyaşlarım samimiydi. ... Dün gelmemişti, elbette dün neden gelmediğini sormayacaktım. O gelmediği zamanlar kendimi daha rahat hissediyordum ama gelmesine alışmış olduğumu asla inkar edemezdim. Komutan Dean varlığını fazlasıyla alışmıştım. Kapı açıldığında oturur hâle gelmiştim. Onu her düşündüğüm de gelmesi. Elindeki kitapları masanın üzerine koydu. Önceki güne nazaran daha yorgun duruyordu.Bu defa neden yorgun olduğunu sormazsam minnet duyduğum bu adama haksızlık etmiş olurdum.
"Komutan Dean çok yoğun görünüyorsunuz?" dediğimde yorgun bir gülümseme sundu. "Generalliğe terfi ettim.... sizin sayenizde" Hayretimi gizleyemezken "Benim sayemde mi?"dedim. "Sizin olayınız da gösterdiğim başarı ve iki senedir bir Albay olarak burada görev yapmam, tabi sizin olayınızın büyük bir etkisi var." İki senedir burada mıydı? Oysaki darbe olalı sadece bir ayı geçmemiş miydi! Bunca zaman darbenin alt yapısınımı hazırlıyorlardı.Konuyu değiştirmeliydim yoksa hiç iyi yerlere gitmeyecekti. "Generalliğe terfi etmişsiniz yorgun olmaktan ziyade mutlu olmanız gerekmiyor mu?" "Elbette mutluyum, ama yorgum da." Tebessüm ettim. General Dean bu ilk tebessümümdü. Sanki tebessüm etmemi bekliyormuş gibi günler önce sormuş olduğum soruyu cevaplamak adına konuştu.
"Türk bir dostum vardı. Gökhan, aynı taburda askerlik yapıyorduk başlarda sıradan bir arkadaşımdı. Şuanda da olduğu gibi ırkçılık çok fazlaydı, bu sebeple diğer arkadaşlarım onu aralarına almıyordu. Benim için insan insandır nereye mensup olduğunun bir önemi yok. Gökhan bu duruma çocukluğundan beri alışkın olduğu için pek kafaya takmıyordu. Zamanla çok yakın iki dost olduk." Durdu derin bir nefes aldı. Gökhan dediği kişiye ne kadar değer verdiğini sesinden anlamıştım.Daha fazla uzatmak istemiyor gibiydi. "İki yıl önce bir çatışma da, benim için, dostluğumuz için kendini feda etti." Generalliğe terfi etmiş Dean Brave gözleri dolmuştu. "Onu kaybettiğim gün kendime bir söz verdim ne zaman ki onun gibi bir Türk'le karşılaşırsam ona yardım edecektim. Onlara sonsuz bir saygı duyacaktım.Vicdan azabı diyebilirsin, yarım kalmış dostluğumuza bağlılık da, herşeyi düşünebilirsin Ella ama bir Türkten nefret ettiğimi sakın düşünme." Kısa da olsa anlattıklarıyla tekrar tekrar onu kaybettiği günü yaşamış gibiydi. Sanki dostuna olan bağlılığını bu şekilde sürdürmek istiyordu. "Yaptıklarınızdan sonra zaten düşünemem....sadece merak etmiştim." Sanırım kendisi hakkında kötü düşünmemi de istemiyordu. Ayağa kalkıp parmaklıklar ardında ki gözleriyle bütünleşen gökyüzüne baktı. General Dean Brave fazlasıyla yakışıklı bir adamdı. "Hoşçakal Ella." Ses tonunda ki naifliği sezerken yarın görüşmek üzere dememiş olması gözümden kaçmamıştı. Yoksa artık beni görmeye gelmeyecek miydi? "Hoşçakal Ella." deyişinde binbir mana gizli gibiydi. Çözemeyeceğim, belkide çözmek istemediğim. ....
Geçtiğimiz gün ayın kaçı olduğunu sorduğumda "17 Ekim'deyiz."demişti. Neredeyse bir buçuk aydır buradayım. Savaşa rağmen kendimi general sayesinde güvende hissediyordum. Bir aydır duş almamamın bir önemi yoktu canım tehlikede değildi. Gözlerimi her kapayıp açtığımda aynı yerde olma gerçeği canımı yakıyordu. Ranzanın altında bulduğum saksının içinde ki kurumuş çiçek her gün sulamamın karşılığını vermişti. Güneş alması için sandalyeyi ayaklarımın altına alıp saksıyı parmaklıkların arasına koydum. Yeni filiz veren çiçeğe gülümseyerek baktım. Bitkilerle pek aram yoktu ama bu dört duvar arasında bana yoldaşlık yapan bu çiçek nasıl umut etmem gerektiğini öğretiyordu. Hücrenin kapısı açıldığında generalin geldiğini anlamıştım, endişeli sesi hücreyi kapladı. "Ella dikkatli ol düşeceksin." dediğinde içimdeki Nur'un bana küsmesinden korkmuyor değildim. O kadar da çıt kırıldım bir kız olmadığımı gösterircesine sandalyeden indim. "O kadar da değil Komutan Dean." Erkeksi bir gülüş dört duvar arasını dönüp dolaşıp beni buldu. "O kadar olmadığını biliyorum." Ayakta durduğunda sustuğumuz zaman boyunca gözlerini benden ayırmaması rahatsız olmama neden olmuştu. Rahatsız olduğumu dile dökmeme gerek kalmadan bakışlarını üzerimden çektiğini hissettim. "Afedersin... bazen unutuyorum." Neyi unuttuğunu sormadım. İçimde iki Nur vardı. Biri Dean Brave hayran ve minnettardı. Diğeri ise görünmez bir zincirle kalbime bağlıydı. Dean Brave hayran ve minnettar olan Nur içimde ki çelişkilerin sahibiydi. Kalbime bağlı olan Nur ise her zaman yüreğimle hareket edip beni doğru yola ulaştırıyordu. Kalp insanın önsezisiydi.Aramızdaki bu garip havayı dağıtmak için konuştum. "Komutan Dean, Goethe kitabını bitirdim ve hiç zorlanmadan okudum." Göz teması kurmaktan sakındığım generalin gözlerine baktığımda anlam veremediğim bir ifade vardı. Bakışlarımı hızla çektim.
"Bana Dean diye hitap etmeni istiyorum." Çektiğim bakışlarım tekrar onu buldu. Kalbimdeki Nur fazla oluyorsun derken, çelişkilerle dolu Nur tebessüm ediyordu. Ne diyeceğimi bilemez halde taş zemine baktım. Acele bir hareketle ayağa kalktığında "Az önce söylediklerimi söylemedim say, çok yorgun olunca saçmalıyorum."dedi. Hücrenin kapısı yavaşça kapandı. Kendimle başbaşa kaldığımda Komutan Dean neden böyle bir istekte bulunduğunu düşündüm. İllaki makul bir açıklaması vardır. ...
ERİŞAH ŞEHRİ Netanel Fuchs Karargâhı
Bu sonuncusuydu. Büyük bir ustalıkla kabloları dizayn etmeyi bitirdiğinde sadece beş dakika geçmişti. Keskin bir nefes aldı. koridorda yankılanan postal sesleriyle gölge gibi süzülerek çevik bir hareketle heybetli bedenini kapının arkasına gizledi. Karanlık köşeyi seçmiş olması kendisi için iyi bir avantajdı. Telefonda konuşan asker ağır adımlarla ilerlerken onu fark edecek kadar kendinde değildi. "Kontrolü kaybettik ..... sizi anlıyorum....artık yapabileceğimiz bir şey yok!" Koridorda ilerleyen asker telefonu kapattığında bir küfür savururken köşeyi dönüp gözden kayboldu. Dudakları yukarı kıvrıldı. Askerin gittiği yönün aksine doğru ilerledi. Kendinden emin adımlarla üst düzey komutanların bulunduğu odanın önünde durduğunda kapıyı sertçe açıp içeri girdi. Masanın etrafında oturan komutanların bakışları açılan kapıyı buldu. Yüzü siyah bir örtüyle tamamen örtülmüş sadece gözleri açıkta kalmış olan adamın karşısında ki komutanların acımasızlıkları ne derecede ise keskin bakışları da o kadar acımasız bakıyordu. Komutanlardan biri ayağa kalkıp "Sen-" derken sözünü kesti. Tok bir o kadar da celalli bir sesle "Ben!" dedi. Sesi komutanların bile içini titretirken aynı tonla konuşmaya devam etti. "Zulmü helal kıldığınız bu topraklarda size yaşamayı haram kılan o adamım!" Komutan ismini sayıklar bir şekilde dile getirdiğinde duymazdan geldiğinde diğer komutanın sert sesi odayı kapladı. "Yakalayın şunu!" diyen komutana alay edercesine kısa bir bakış attı. Yaptıkları zalimliklere karşılık necis bedenlerini toprağın bile kabul etmeyeceği sözde komutanların kulakları sağır ederek patlayan bombayla dört bir yana telaşla dağılışlarını izledi. Peş peşe patlayan bombaların etkisiyle birbirine giren askerlerin arasından çevik hareketlerle ilerlerken Tümgeneral öfkeli sesle kendisini bir an önce bulmalarını emrediyordu. Çehresine hakim olan zafer gülüşüyle ölümü andıran gözleri kısıldı. Karargâhı gerisinde bıraktığında başını hafifçe çevirip ardına baktı. Keskin yakıcı bakışları zerre korku barındırmıyordu.Zulmü yaşatanlara vahşeti yaşatırken vakarlı adımlarla uzaklaştı. Bu bir zafer değildi, zafere giden yolun başlangıcıydı.
|
0% |