Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@nesimisubha

Bir kaç gün önce beni karargahın bahçesine çıkardığın da orada karşılaştığım insanlar aklıma gelirken sekiz aydır hücre de tutulduğunu söylediği adam aklıma geldiğinde titrek bir nefes aldım. Fakat adam sekiz aydır orada tutuluyormuş gibi değildi. Bakışları daha dinç ti. Ben bir hafta kalmıştım ve sonunda ölümüm ucundan dönmüştüm.

Hücrenin kapısı hızlıca açıldığında irkilerek elimde bardağı suladığım çiçeğinin yanına koyarken ardıma döndüm. General nefes nefese kalmış bir halde bana bakıyordu.Gözlerimi endişeyle kırpıştırdım.

"Eşyalarını hemen topla ve beni bekle. Sakın dışarı çıkma."

"Ne oldu?"

Yoksa kaçmama yardım etmeye mi karar vermişti. Şiddetle patlayan sesle ellerim kulaklarımı bulduğun da sebebini az çok tahmin etmiştim.

"Sonra açıklayacağım. Lütfen beni bekle."

Başımı hızla sallayarak onu onaylamıştım. Gelmiş olduğu hızla hücreyi terk ederken derin bir nefes alamadan silah sesleriyle nefesim kesilmişti. Kesinlikle kötü bir şey olacaktı. Yoksa o bahsettiği direniş örgütü olabilir miydi? Eğer öyleyse korkmama gerek yoktu. Onlar bana yardım edebilirdi. Peki ya General Dean. Kötü düşünceleri bir kenara itip çok da olmayan eşyalarımı topladım. Dışarıdan gelen gürültüler beni daha da çok tedirgin ediyordu.Bir yanım korkmamam gerektiği söylerken diğer yanım korkudan iki büklüm olmuştu.

Dakikalar sonra hücrenin kapısı aynı süratle açıldığında kokuyla kapıya döndüm. Dean görmek yüregimi ferahlatırken yutkunarak ona baktım. Şimdi ne olacaktı? Ne yapacaktık?

 

"Gidiyoruz."dediğinde sorgulamadan ona itaat ettim. Bana bu güveni veren o idi.

 

Koridora çıktığımızda korkutucu bir manzara ile karşılaşmıştım. Ölü insanlar ve fazlasıyla kan.

Nazikçe kolumu çekiştirip duraklamadan onu takip etmemi bir kez daha bakışlarıyla ifade etmişti.

 

Sararmış otların üzerinde ilerken karargahı ve silah seslerini arkamızda bırakmıştık. Hâlâ nereye gittiğimizi sormamıştım. Ne yapacağımızı? Bu korkutucu kıskaçtan nasıl kurtulacağımızı?

Aniden durup ona baktım. Benim duraklamamla o da durdu. Yorgunluktan hafif kızarmış mavi gözleri beni buldu.

"Neler olduğunu söyleyecek misin? Nereye gittiğimizi?"

 

"Direniş Örgütü bu cephe de de savaş ilan etti. Güvenli bir yere gitmen gerekiyor."

 

Sözünü bitirmeden yürümeye devam etti.

Kısa ve açıklayıcı cümleleri beni tatmin etse bile yüreğim de karmaşık duygular tatmim olmama izin vermiyordu.

 

"Akadistan' da güvenli bir yer yok. Hem ben tek başıma mı gideceğim?"

 

"Kendini konuşarak yormamalısın. Acele etmemiz gerekiyor."

 

Bu sözleriyle sustuğum da karşıdan gelen askeri fark ederken kaslarım istemsizce çatılmıştı. Yaklaştıkça Albay Ethan komutasında olan askerlerden biri olduğunu fark ettim.

Yanımıza ulaşan asker Dean saygı duruşu verip konuştu.

"Generalim o bölgeyi kontrol ettim tamamen temiz."

Dean askerin söylediklerini onaylarcasına başını salladı. Ona baktığımda ne olduğunu anlamayamadan hazır da tuttuğu silahla askeri alnından vurduğunda dudaklarımdan kaçan ufak bir çığlığa engel olmadım.

Asker yere yığılırken Dean soğuk kanlılığını koruyordu. Neden kendi askerini öldürmüştü?

 

"Dean?"

"Gitmeliyiz Ella."

"Onu neden öldürdüğünü söylemeden asla!"

Sert bir nefes aldı.

"Eğer onu öldürmeseydim. Komutanına haber verecekti. Biz daha tepeye ulaşmadan bir tabur asker tarafından tutuklananacaktık. Albay Ethan az çok biliyorsun."

Şu kötü bakışlı komutan.

Sorduğum soruları hemen cevaplaması ne hoştu.

"Tamam. Anladım."

"O halde gidiyoruz."

Harekete geçmem için eliyle çantamı çekiştirip hızla yürümeye başladı.

Olayların bu kadar hızlı gelişmesini kavrayamazken ne olacağını neden olduğunu hakkında bile düşünemiyordum.

 

Karargâhtan yeterince uzaklaştığımız da ormanın asırlık ağaçlarına nazaran daha küçük bir ağacın altında durduk. Nefes nefese dumanlar yükselen karargaha baktım. Oradan kurtulmuştum. Fakat şimdi ne olacağını bilmiyordum.

 

Kesik bir nefes alışla"Şimdi ne yapacağız"dedim.

"Gideceksin."dediğinde başımı hızla ona çevirdim.

"Tek başıma mı? Ya sen? Sen olmadan gidemem ki?"

O olmadan nasıl gidecektim. Hiçbir yer bilmiyordum ki!

Yaklaşık yarım saat önce söylediklerini öylesine söylediğini düşünmüştüm.

Gözleri kaybolana değin gülümsedi. Söylediklerim hoşuna mı gitmişti.

 

 

"Güvenliğin için gitmelisin Ella. "

Üniformasının içinden orta boy bir zarf çıkarıp bana uzattı.

"Bunun için de yazılı bir kağıt var. Gidiş biletin olarak düşünebilirsin. Ormana girdiğinde sol tarafa doğru dümdüz ilerle ,sakın başka yöne gitme. Orman bittiğinde karşına bir kasaba çıkacak. Orada Owen adında bir balıkçı var zarfın içinde yazılı kağıdı ona ver . O sana güvenli bir şekilde ülkene dönmen için yardım edecek."

 

Dean...

Her şeyi planlanmıştı. Benim için yaptıklarını nasıl ödeyecektim. Hakkını helal et desem bunu ona söylemem hiçbir şeye yaramazdı.

Mahcup bakışlarım onu buldu.

 

"Dean ben..."

"Bana karşı borçlu değilsin Ella. Ben borcumu ödüyorum."

Beni kardeşinin yerine koyarak arkadaşına olan borcunu ödemek için bana yardım ediyordu.

Derin bir nefes alıp devam etti.

"Ama yine de bir şey yapmak istiyorsan benim için Tanrıya dua edebilirsin."

Müslüman olması için edebilirdim.

"Edeceğim."dediğimde gülümsedi.

Gökyüzünde ki bakışlarımı yeniden ona çevirdiğim de konuştum.

 

"Peki sen ne yapacaksın?"

"Her zaman yaptığımı şeyi yapmaya devam edeceğim."

Bu savaşmaya devam edeceğim demekti. Masumları katletmeye, onu kurtarmaya gelenleri.

 

"Lütfen vicdanın sesini dinle Dean."dedim.

Gözlerinden geçen duygu seli derin bir gülümsemeyle son bulurken konuştu.

 

"Gitme vaktin geldi."

Zoraki bir gülümsemeyle ona baktım. Ürkütücü bir yanlızlığa sahip olan ormana baktım.

Tek başıma ormana girmeyi göze alamıyordum sanki içine girdiğimde beni hapsedecek gibiydi.

Hoşçakal demeye çekiniyordum. Ona veda etmek beni daha da mahcup hissettiriyordu.

 

"Umarım tekrar karşılaşırız Ella."

"Umarım. "

Gitmek için arkamı döndüğümde "Hoşçakal Nur."dedi.

Haftalar sonra ilk defa ismimle seslenmişti. Başımı çevirip omuzlarımın üzerinden duygu yüklü mavi harelere son kez baktım.

"Hoşçakal Dean."dedim.

Gülümsedi.

Gülümsedim.

Sanki o Nur diye tanıdığı ve sonra kardeşi yerine koyduğu kıza da veda etmişti.Bir kadın ve erkekten dost olamazdı.Bu düşüncemde istisnaya veyahutta bir açıklama yer yoktu. Dean bakışları ve içimde ki çelişkilerle dolu Nur asla dost olamazdı.

...

İçimdeki korkuyla yüzleşmek istemiyordum, yüzleştiğim an korku dolu adımlarım geldiğim yere

dönememe sebep olurdu. Korkunun insana yaptıramayacağı hiçbir şey yoktu. İnsan korkuyla katil bile olabilirdi. Korku iliklerime kadar işlenmişti. Oysa ki o hücreden hayırlısıyla çıkabilmek için ne kadar dua etmiştim. Ormana girdiğim andan itibaren başlayan sert rüzgara çiseleyen yağmur da eklenmişti. Adımlarım hızlanırken Dean söylemiş olduğu gibi sol tarafıma doğru tereddütle ilerliyordum. Artık hiçbir ağırlığı olmayan çantam bile ağırlık yapmaya başlamıştı.

Ormanın derininden gelen seslerle korkuyla irkilmeme sebep oldu. Önümde uzanan sık ağaçların arasına seslerin sahiplerini görmek istercesine baktım. Sesler gittikçe yaklaşıyordu, seslerin sahipleri beni esaret altında tutan o haysiyetsiz askerler olabilirdi. Seslerin ardından ateşlenen silahlar koca ormanda yankılandı. Hemen yanımdaki ağaçtan büyük bir kuş havalandığında korkum bu ani olayla iki katına çıkmıştı. İri bir ağacın gövdesine bedenimi siper ettiğimde çaresizce etrafıma bakındım. Bu zamana kadar yaşadığım korkuların hepsi şuan hissettiğim korkunun yanında hiç kalırdı.

Tekrar esaret altında olmak, üstelik Dean olmadığı bir karargâhta. Silah seslerine eklenen kuş ve diğer hayvan sesleri beni daha da ürkütmüştü. Beynimi istila eden düşünceler eşliğinde tekrar geri dönmek şartıyla Dean tarif ettiği yerin ters istikametine doğru koşmaya başladım. Kalbim göğsümden firar edecekmiş gibi atıyordu. Silah seslerinden uzaklaştıkça derin nefesler alıyordum.Bu nefesler benim için can suyuydu. Yağan yağmur hızını daha da artırmıştı. Yağan yağmurla ıslanan toprakta ilerlemem zorlaşırken otların arasına gizlenmiş olan kaygan taşlar tehlike saçıyordu. Birkaç kez düşmekten kıl payı kurtulmuştum. Adımlarımı daha temkinli atarken gözlerim sığınacak bir yer bulabilmek için etrafı kolaçan ediyordu. Dean tarif ettiği yerden uzaklaşmadan sığınak bulmam benim için önemliydi. Rüzgar daha da arttırırken yağmur damlaları yüzümü kamçılıyordu. Ağaçların küme yaptığı yeri gözlerime kestirdiğimde oraya doğru ilerlemeye başlamıştım. Herşey bir anda olmuştu.

Ayağım kaygan taştan nasibini almışken düşmekten kurtulamamıştım. Sert düşmenin etkisiyle bileğim burkulmuştu. Ayağa kalkabilmek için tutunabileceğim bir ağaç kökü veyahutta sert bir bitki aradım. Ağacın köküne tutunduğumda

zor da olsa kalkmayı başarabildiğimi düşündüğüm an tekrar dengemi kaybetmemle bayır aşağı yuvarlanmamı engelleyememiştim. Tutunmaya çabaladıkça ellerimin çizilip yara aldığını anladığımda tutunma çabalarımın boşuna olduğunu hüsranla kabullendim. Kollarımı başıma siper etmekten başka çarem yoktu. Çünkü durma ihtimalim imkansızdı. Bedenime aldığım sert darbelerin açısına çaresizliğimde eklenince ağlamaya başlamıştım. Sırtım sert bir cisme çarptığında durmuştum. Kirpiklerimi acıyla araladım. Orman hakkında hiçbir fikrim olmadığı halde buğulanmış bakışlarım nerelere kadar geldiğimi ayırt etmeye çalışırken tek düşüncem kalkıp Dean tarif ettiği yerden ilerlemekti. Bunu yapacak bir toz taneciği kadar gücüm yoktu. Su sesi duyduğumda acıyla yutkundum.

Kurtulamamıştım. Keskin ağrılar bütün vücudumu ele geçirdiğinde kirpiklerim usulca kapandı. Ağrılarım geçsin diye aldığım nefes bana daha çok acı veriyordu. Kurtalamadığım gerçeğine defalarca yenik düştüm.

Tekrar esir olacaktım.

Belkide ölecektim. Ölme fikri bu halde olamama rağmen neden hâlâ uzak geliyordu.Sanki ruhum için tamamlanmamış birşeyler mevcuttu. Çoğu aydınlığa karanlıktan sonra ulaşılırdı. Peki ben ulaşabilecek miydim?

...

Gözlerimi kapadığımda oluşan karanlık eskisi gibi huzur vermiyordu. Gerçi gözlerimi açtığım zaman ki aydınlık da huzur vermiyordu. Her ikisinde de acı ve ağrı hissediyordum. Hafif aralamış olduğum kirpiklerimin arasından görüş alanıma giren tahtaları görünce gözlerimi her açtığımda öldüğümü düşünsem de saydığım zaman dokuzdan fazla olan tahtaların sayısı ölmemiş olduğumu kanıtlıyordu. Ölsem bile neden hâlâ dünyada hissettiğim keskin ağrıları ve acıları hissediyordum ki! Üstelik bir ara ayağa kalkıp tuvalete gittiğimi hatırlıyorum. Ne ölmesi Nur sapa sağlam hayattasın! Hayattaydım, şükretmeliydim ama yeniden birilerinin eline tutsak olma düşüncesi beni korkutuyordu. Kapadığım gözlerimi tekrar açtım. Endişe ve merakla etrafıma bakınırken usulca doğrulduğum da anı bir baş dönmesiyle tekrar oturdum. Bedenim de ki ağrılar eskisi gibi etkisini göstermiyordu. Elimde oluşmuş olan çizikler yuvarlandığım zaman ki parmaklarımın acısını açıklıyordu. Temiz çarşafların kokusu yarı baygın haldeyken aldığım güzel kokunun sebebini ortaya koyuyordu. Çok da büyük olmayan bir odadaydım. O da huzurlu evin sıcaklığından bir parçaydı. Pencereyi kapatan perdenin hemen yan tarafında yerde serili olan kilimin renginden küçük bir sedir vardı. Odanın içinde az ve öz eşya olmasına rağmen bu eşyaların vermiş olduğu enerji kendimi nedensizce güvende hissetmeme sebep olmuştu.

Odanın bu kadar temiz olması zaten kirli olan kıyafetlerim nedeniyle kendimi daha çok kirli hissetmiştim, ki kirli hissetmem kadar doğal bir şey yoktu, ne de olsa aylardır duş alamamıştım.

Yavaş hareketlerle ayağa kalkıp duvarda asılı olan fotoğrafın önünde durdum. Fotoğraf çerçevesinde bakışlarımı gezdirdiğimde dört kişilik bir aile tebessüm ediyordu. Fotoğrafta ki genç kadın gülümseyerek kucağında küçük bir kız çocuğu tutuyordu, hemen yanında duran genç adam ise önünde ki erkek çocuğunun omzuna elini koymuştu. Kadın oldukça güzeldi kocası olduğunu düşündüğüm adam da yakışıklıydı. Birbirlerinin eksiklerini tamamlayan bir çift oldukları çok belliydi. Fotoğraf ne kadar klasik bir çekim olsa da yansıttığı derin duygular klasikliğini kaybediyordu. Kapının açılmasıyla irkilerek hızla kapıya döndüğümde fotoğrafta ki genç kadının aynı şekilde bana gülümsüyordu. Derin acıların gizli olduğu bir tebessümdü.

"Selamün aleyküm..........."dedikten sonra diğer söylediklerini anlamıştım.

"Aleyküm selam." dediğimde gülümsemesi daha da arttı.

"İngilizce biliyor musun?"

Galiba sorduğu soruyla onların dilini bilip bilmediğimi anlamak istemişti. İngilizceyi kendi diliymiş gibi konuşmasına şaşırmıştım. Sorusunu başımla onayladım.

"Kendini daha iyi hissediyor musun?"

"Evet."dediğimde sedire oturmuştu.

"Lütfen sende otur, ilk başlarda ayakta kalmakta zorlanacaksın."

Başımın dönme sebebini şimdi daha iyi anlamıştım. Biraz mesafe bırakarak yanına oturduğumda üzerimde gezinen bakışları bile insana güven veriyordu.

"Ben Ahsa." dedi.

 

"Nur."dediğimde gülümsedi.

Gülümsemesi bana da sirayet etmişti.

"Biliyorum, yabancı olduğunu az çok anlamıştım ama yine de emin olmak için çantanı açıp bakmak durumunda kaldım. Hakkını helal et."

Dudaklarımı aralayıp birşey söyleyecekken sırtımda hissettiğim keskin ağrı nefes dahi almama izin vermemişti. Ahsa endişeyle ayağa kalktı.

"Kendini çok çabuk toparlamış olabilirsin ama ani hareketlerden yapmaktan kaçınmalısın."

Ağır yavaş yavaş hafiflediğinde Ahsa elinde ki kutuyu sedirin üstüne koydu.

"Bu merhemi izin verirsen sırtına süreceğim, morlukları geçirir ve ağrılarının biraz olsun hafiflenmesini sağlar."

Merhemi sürdükten sonra aynı şekilde yanımda ki yerini aldığında aklım da onlarca soru vardı. Bu genç kadından bana asla bir bir kötülük gelmeyeceğini de anlamıştım.

"Beni nasıl buldunuz?" dediğimde teşekkür etmem gerektiğini hep den unuttuğumu hatırladım. Başörtüsü düzenleyip gülümsedi. Neredeyse iki aydır Dean başka gülümseyen bir insan görmeyen ben için sürekli gülümsemesi tuhaf kaçıyordu ama bunun çok normal olduğunu biliyordum. Birazcık unutmuş olabilirdim.

"Eşim ve arkadaşları seni gölün orada bulmuşlar, buraya getirdiklerinde çok kötüydün."

"Ben nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum, bir an hiç kurtuluşumun olmadığını düşünmüştüm."

"Bunları düşünüp kendini mahcup hissetme yaptığımız şey insanlık görevi kim olsa aynısı yapardı."

Hiç sanmıyorum.

Ne kadar da ince düşünceli bir kadındı. Bu kadar ince düşünceli insanları gözlerini bile kırpmadan nasıl öldürebiliyorlardı.

"Anlat bakalım buralara kadar nasıl geldin?"

Derin bir nefes Ahsa'ya döndüğümde aklımda ki tek şey yıkanıp şükür namazı kılmaktı.

"Daha sonra anlatsam olur mu? Önce yıkanabilir miyim?"

"Tabi ki, yıkandıktan sonra yorgun düşebilirsin dinlendikten sonra anlatabilirsin, sana temiz kıyafetler getireyim."

Odadan çıkmadan önce merhemi tekrar sürmem gerektiğini söylemişti. Kurtulmuş olmanın verdiği mutluluktan mı? Yoksa kendimi güvende hissetmekten mi bilemiyorum ama ağlıyordum.

Yıkandıktan sonra gerçekten de yorgun düşmüştüm biraz uyuduktan sonra ancak kendime gelebilmiştim. Temizlik gibisi yoktu kendimi yeniden doğmuş gibi hissediyordum. Ahsa ile karşılıklı yemek yerken başımdan geçen olayları kısaca anlatmıştım. Olanları birine anlattığım da bir an tereddüt ederek bütün bunları ben mi yaşadım diye kendime sormuştum. Ama bedenime hakim olan sızı benim yaşamış olduğumu sonuna kadar kanıtlıyordu.

 

Odanın perdesini aralayıp dışarı baktığım da küçük bir patikadan ve ağaçlardan başka bir şey görünmüyordu. Ahsa gülümseyerek odaya girdi.

"Perdeyi açabilirsin diyeceğim ama akşam olmaya başladı, birazdan bizimkiler de gelir."

Bizimkiler dediği eşi ve çocuklarıydı. Savaşın içinde olmasına rağmen hayat dolu bir kadındı.

"Bu karışıklık da burada nasıl yaşıyorsunuz?"

Ahsa'nın yüz ifadesi ciddiye büründüğünde gözlerinden yoğun bir duygu seli geçti. Sanırım sormamam gereken bir soruyu sormuştum.

"Afedersin....sadece merak ettim hücreye atılmadan önce şahit olduklarımdan sonra-" sırtımda hissettiğim keskin ağrı devam etmeme izin vermedi. Ahsa elini omzuma koydu.

"Merak etme duştan sonra sürmüş olduğun merhem daha etkili olacak biraz sabretmen gerekiyor."

Birkaç dakika süren ağrım son bulduğunda Ahsa bunu bekliyormuş gibi konuşmaya başladı.

"İstediğin herşeyi sorabilirsin sorduğun soruyu gönülden cevaplarım, bir anda sorunca hatırlamak istemediğim anılar canlandı. Her hafta bir tabur asker kontrole geliyordu şimdi ise ay da bir kez geliyorlar, bundan önce-" sözlerini devam edemezken gözleri dolmuştu.

Onlarca soru arasından bu soruyu bulup sormayı nasıl başarabilmiştim.Benim farkım mıydı? Yoksa patavazsızlığım mı?

"Darbe olmadan önce kasabaya yüze yakın asker kılıklı adamlar geldi. Her yeri yerle bir ettiler, kasaba da hiç köşeyi bırakmayıp herkesi hapsettiler, eşimin annesini, babasını, kardeşlerimi öldürdüler."

Sustu. Yanaklarından bir damla yaş süzülmesine rağmen konuşmaya devam etti.

"Erkek kardeşlerim direniş örgütüne mensuplardı. Büyüklerimiz ise direnişçileri destekliyordu öldürmelerinin sebebi buydu. Bizi ise tutukladılar o sırada......hamileydim bebeğimi kaybettim."

Bu kaydedişlerinin altında ezildiğimi hissettiğimde yaşadığım şeyler Ahsa'nın yaşadıklarının yanında hiç kalıyordu.

"Hakkımız da araştırma yapmalarının sonucunda elle tutulur bir şey bulamayınca serbest bıraktılar."

Ahsa, hayata eşi ve çocukları için tutunmuş bir kadındı.Onu en çok hayatta tutan şey inandığı değerlerdi. Yeni tanışmış olamamıza rağmen sorularımı cevaplaması bana güvendiğini açıklıyordu. Kapının çalmasıyla Ahsa ayağa kalktığında derin bir nefes aldım.

Bir tarafım çığlık çığlığa bir an önce buradan gitmelisin derken diğer tarafım nasıl hareket etmesi gerektiğini bilmiyordu. Sanki eksik olan birşeyler vardı ve bunların tamamlanması gerekiyordu. Oysa insan tamam oldum derken bile eksikti.

...

Ahsa'nın çocuklarıyla tanıştığım da çocukların cana yakınlığı bu sıcak aileye alışmam da çok faydası oluyordu. Eşi Amir abi bir babanın ve eşin nasıl olması gerekiyorsa öyle biriydi.

Birbirlerine aşkla bakan bu iki insan savaşın varlığına meydan okuyor gibiydi.

 

Sabahın ilk ışıklarıyla evden giden Amir abinin yokluğuyla feracemi çıkarmıştım, Ahsa'nın vermiş olduğu elbiseyle dolaşıyordum. Buraya geleli daha üç gün olmuştu. Sanki hep onlarla beraber yaşamışım gibi davranıyorlardı. Şems'in cıvıltılı sesi oturma salonunu kapladığında sitem ettiği kişiyi tahmin etmek zor değildi.

"Zayn onu bana ver."

"Abi diyeceksin!"

"Dediğim zaman hiçbir şey değişmedi, onu bana ver."

Şems, abisini bir köşeye sıkıştırdığın da abisinin boyuna ulaşmaya çalışıyordu. Zayn elinde tuttuğu kitabı gülerek havaya kaldırdı.

"Abi dersen senindir."

Şems'in küçük kaşları çatılırken gözleri intikamımı alacağım bakışları atıyordu. Sarı saçlarını savurup "Zayn Ali abiciğim onu bana verir misin?" dedi. Zayn zafer kazanmışcasına gülümsedi.

"Alabilirsin kardeşim."

Kitabı alan Şems arkasına döndüğünde ikisi de varlığımı yeni fark etmişlerdi.Tatlı tartışmanın son bulmasıyla Şems yanıma oturduğunda okuma kitabının onun için ne kadar değerli olduğunu anlatıyordu.

"Bu kitabı büyükbabam ve büyükannem hediye etmişlerdi. Abim de her fırsatta gıcıklık yapıp benden alıyor."

Söyledikleriyle tatlı tartışmanın sebebine de açıklık getirmişlerdi.Çocuklarla anlaşamayacağımı düşünürken onlar annelerinden daha akıcı konuşuyorlardı.

Bu ülke de ingilizceyi öğrenmek temel dersler arasında olduğu için ve burada ki insanların hepsi ingilizce konuşmak zorunda olduğu için çocuklar ana dili gibi konuşuyorlardı. Özel ders almış olmama rağmen benden bile iyilerdi. Şems'in söyledikleriyle Zayn de araya girip kendini açıklamıştı. Yeni bir tartışmanın fitili ateşlenirken Ahsa içeri girdiğinde tartışmaları başlamadan son bulmuştu. Zayn Ali ayağa kalkıp annesine baktığın da "Kalender dedenin yanına gidebilir miyim?" dedi.Ahsa ona başıyla izin verdiğinde Şems sedire uzanıp uyku haline bürünmüştü. Ahsa sıklıkla sorduğu soruyu yineledi.

"Kendini daha iyi hissediyor musun?"

"Artık daha iyiyim keskin ağrılar eskisi kadar çok olmuyor."

Yanıma oturup " Geldiğinden beri dışarı çıkmadın istersen Zayn sana kasababımızı gezdirsin." dedi.

Teklif ettiği şey kulağıma hoş gelmişti.

"Zayn, Kalender dedenin yanından geldikten sonra gidersiniz olur mu?"

"Belki gezmek iyi gelir."

"Elbette, ama ani hareketler yapmaktan kaçınmalısın."

"Doktor musun?" diye sorduğumda buruk bir tebessüm sundu.

"Bütün bunlar olmadan önce kasabanın hastanesinde doktorluk yapıyordum, şehir merkezinde yaşıyorduk burası Amir'in babasının eviydi. Olanlardan sonra buraya taşındık."

İnsan rüzgar da savrulan bir yaprak misaliydi.

"Artık yapamıyor musun?"

"Maalesef artık bir hastanemiz yok."

Ne diyeceğimi bilemiyordum gerçi ben uzun süredir ne yaptığımı ne yapacağımı bilemiyordum. Hiçlik de kaybolmamıştım ama o yolda emin adımlarla ilerliyordum. Şimdi ben bu güzel yürekli, Rosie gibi kısa sürede arkadaşım olan bu kadına gitmek istediğimi nasıl söyleyecektim.

Ben buralara ait değildim.

Bedenim buraya ait olmayı baştan beri reddetmişti. Peki ruhum sanki yıllardır buraya ait gibiydi.

 

"Nur, bir şey mi söyleyeceksin?"

 

Sanırım yüzümde ki ifadeden birşeyler sormak istediğimi anlamıştı. Bana bu soruyu sormasını fırsata mi çevirmeli miydim?

"Biliyorsun buradan gitmek için sana bahsettiğim komutan bana yardım etmişti."

Ahsa "Evet." dediğinde merakla bana bakıyordu.

"Beni yanlış anlamanı istemem....şimdi nasıl gidebileceğimi soracaktım."

Ahsa parmaklarımı kavradı.

"Ona nasıl söz Nur gitmek istemeni neden yanlış anlayayım ki. Ama bu konuda pek bir bilgim yok akşam Amir abin geldiğinde bu soruyu ona sorarım."

Üzerimde ki bütün ağırlık kalkmıştı. Gidebileceğimi düşünmek bile beni bu kadar heyecanlandırırken bunun gerçek olması üzerimde nasıl bir etki bırakırdı bilemiyorum.

...

   

 

Loading...
0%