@nesimisubha
|
Rosie verdiği flash belleği çantamın iç kısmına yerleştirdikten sonra hazırlamış olduğum bal şerbetini ilaç niyetiyle içtim. İki gün önce tepeyi çıkarken büyük ihtimalle üşütmüş olmalıydım. Masayı silen Ahsa'ya dikkatle baktım. Dünden beri tuhaftı, aslında tuhaf değilde olduğundan daha farklı davranıyordu. "Bir sorun mu var?" "Bir sorun yok canım hayırlı bir şey var?" Hayırlı bir şey mi? Ülkeme geri dönebilecek miydim? İçim kıpır kıpırdı. "Gitmemle mi alakalı?" Umutla gözlerine baktım, dudaklarına yayılan tebessüm ile derin bir nefes aldı. "Gitmenle alakalı değil,inşallah hayırlısıyla o da olur." Merakla ona baktım. Kenarda ki minderi alıp yanıma oturdu. "Bu benim için çok güzel bir duygu." Yoksa hamile miydi? Kaybettiği bebeğinden sonra yeniden hamile olması onun için gerçekten güzel bir duygu olmalıydı. "Aslına bakarsan aranızda ki çekimi bende hissettim ama Zeyd bir şey söylemeden bu konuyu açmak istemedim. Zeyd seninle evlenmek istiyor." Duyduklarımla gözlerim kocaman açıldı. Sözlerinin gerçekliğini ayırt etmem zaman almıştı. Aramızda ki çekim mi ? Birbirine ters kutuplardık. Bir saniye ters kutuplar birbirini çekerdi. Aramızda olan şey birbirimizden haz etmememiz olabilirdi. Daha iki gün önce öldürecek miş gibi bakan adam bugün benimle evlenmek mi istiyordu. Bu gerçekten de düşündürücü ve korkutucuydu. "Zeyd ve sen birbirinize çok yakışıyorsunuz, kardeşim insanı değerli hissettirmeyi de değersiz hissettirmeyi de çok iyi bilir." İnsan ile gözleriyle konuşur. Hemde fazlasıyla değersiz hissettir. Eminim hepsinde de çok başarılıdır. Buraya geleli daha bir ay olmuştu o adamı tanıyalı ise sadece birkaç hafta. "Ahsa-"dediğimde çoktan ayağa kalkmıştı. Mutfağın girişine bakıyordu. Açıklamamı yapmak durumundaydım, bu evliliği istemediğimi söylemeliydim. Başımı hafifçe kapıya çevirdiğimde onu gördüm. İkimize de bakmıyordu. "Siz konuşun ben içerdeyim." Sözlerini tamamlar tamamlamaz mutfaktan çıkmıştı. Başımı pencere tarafına çevirdiğimde kapının kapanmasıyla kirpiklerimi hızla kırpıştırdım. Tanımadığım bu adamla ne konuşabilirdim. Percerenin pervazından havalanıp uçan kuşun yerinde olmak istedim. Usulca ayağa kalktığım da karşımda duran adama bakmamaya özen gösterdim. Bakışlarıyla insanın var olan cesaretini bile yok ederdi. Ama cesaretim bu adamın bakışlarından kırılacak degildi. Bir an önce bu saçmalık son bulmalıydı. "Sizinle konuşacağımız bir şey olduğunu sanmıyorum." Gözleri kısıldığında arkama dönüp mutfak kapısına doğru ilerledim. Sert bir nefes alış sesi ve hemen ardından sessiz çıkmasına rağmen tok bir ses adımlarımın durmasına sebep olmuştu. "Olduğun yerde kal!" Bu kadar sert bir giriş beklemiyordum iki gün önce ki söyleyeceklerimi de hep bu şekilde yarıda kesmişti. Çatık kaşlarımla ona döndüm. "Bana emir veremezsiniz!" "Deşifre olduğunu hâlâ anlamamış olamazsın değil mi?" Deşifre olmak mı? Kendimi kapana kısılmış gibi hissetmem normal miydi? Acaba Rosie flash belleğiyle bir alakası olabilir miydi? "Daha açık konuşur musunuz?" "Travma geçirme olasılığın oldukça yüksek." "Ne travmasın dan bahsediyorsunuz, ben gayet iyiyim." Hiç iyi değilim bu adam ne amaçlıyordu ve ne saçmalıyordu. "Sessini yükseltme!" dediğinde zor sabrediyor gibi görünüyordu. Gerçi hareketlerine pek de anlam veremiyordum. "Güvenliğin karşılığında bildiğin tüm bilgileri istiyorum bunun çözümü de çok basit benimle evleneceksin." Ne güvenliğiden bahsediyordu. Evlilik bu kadar basit bir müessese değildi. "Kast ettiğiniz bilgilerin ne olduğunu bilmiyorum gü-" "Kısa süreli hafıza kaybı bu da sorun değil hatırlamanı beklerim." Derin bir nefes aldım. "Güvendeyim bu sebeple bir evliliğe gerek yok." "Teklifim de olumsuz yanıt seçeneği yok." Dalga geçercesine içimden söylediklerini defalarca tekrar ettim. Yenilgiyle masaya oturdum. İş ciddiydi. "Birkaç gün sonra evleniyoruz bundan kimsenin haberi olmayacak özellikle de ablamın." Bu kadar da ciddi olamazdı. Başımı kaldırıp sert ve keskin yüzüne baktığımda bütün bu olanlara inanmak istemeyen tarafımın ağır basmasının hiç bir önemi yoktu. "Bana makul bir gerekçe sunmadan sizinle evlenmeyi kabul edemem." "Teklifte yok, makul bir gerekçe de evlenmeye mecbursun başka bir seçim hakkın da yok." Acıdan nasibini almamış gözlerine baktım ilk gördüğüm gün ki gibi bakıyordu. Çaresizliğe karşı alışan bedenim bir kez daha çaresizlikle kavruldu. Hayır deyip bağırıp çağırarak buradan çıktığımda kim ne söyleye bilirdi. İstemiyorum desem. Ama bu adam sadece bakışlarıyla her şeyi imkansız kılıyordu. Açıkça tehdit etmesine de gerek yoktu. Bakışları yeterliydi. "Hafızan yerine geldiğinde daha iyi anlaşabileceğimizi umuyorum." Açılıp tekrar kapanan kapı sesini duydum. Yanağıma doğru süzülen yaşı anında yok ettim. Az önce yaşananların hiç birinin yaşanmamış olmasını diledim, belki de hayatım da yaşadığım şeylerin en gerçeğiydi. Duygularım, düşüncelerim sadece bir anda alt üst olmuştu fakat onları toparlamam oldukça zaman alacaktı. ... Yatağın üzerinde duran telefonu alıp çekmeceye koydu. Aynada ki görüntüsüne baktı. Derin bir nefes aldı. Ona gelen bütün istihbarat, zamanın uyuşması o kızın aralarına sızmış olan bir ajan olduğundan başka bir seçenek göstermiyordu. Oysa ki fazla masum duruyordu. İyi oyun oynayabilmek için eğitilmemiş miydi? O kız da şah olan birinin piyonuydu. Duygularını kontrol edebilmeyi bir çok şeyi bildiği gibi çok iyi bilirdi. Bir kadına sevgiyle bakma konusunda pek de iyi sayılmazdı. Belki de yanılıyordu. Yanılgılar doğruları bulabilmek için var olmamış mıydı? Parmaklarını saçlarına geçirdiğinde karanlık gözlerini kapayıp açtı. İçten içe ustasının sözlerini bir kez daha tekrar etti. "Bir şeyin olmasını ya hayırla iste ya da hiç isteme, yoksa o istediğin şey karşına büyük bir imtehan olarak gelir." Gelmişti. Tam yanıbaşındaydı. Pencereye ilerleyip perdeyi açtığımda dün geceyi hatırladım. Fazlasıyla iyi bir oyuncuydu. Kendim için aynı şeyi söylemem mümkün değildi. Dün akşam en mutlu olanımız Ahsa ve çocuklardı. Hele Ahsa'nın mutluluğu hepsinin mutluluğunun üzerindeydi. Yarın evlenecek olacağım gerçeğiyle içimde kaçma isteğini bastıra bilmek için kendimle mücadele ediyordum. Kaçmamın hiçbir faydasını göremeyecektim. Bir tarafım Dean yanına gitme fikrinde karar kılsa da beni orada neler beklediğini bilmiyordum. O adamın söylediklerinin haklılık payı var mı diye defalarca düşünmüştüm. Çünkü kendinden o kadar emin konuşmuştu ki kendimi baskı altında hissetmiştim. Ama o kendinden ne kadar emin ise bende kendimden o kadar emindim. Kapının tıklatılmasıyla düşüncelerimden sıyrılırken Zayn gülümseyerek içeri girmişti. "Nur abla müsait misin?" "Evet, gelebilirsin." "Dün akşam çok durgundun." Bu çocuğun büyümüş hallerine hayrandım. "Ailemin de yanımda olmasını isterdim." dediğimde seni anlıyorum dercesine bana baktı. "Yanlış mı anlaşıldı." "Hayır, hayır ben sadece merak ettim. Dayım olduğu için demiyorum ama mükemmel bir adamdır, biraz yani bazen fazla çekilmez oluyor." Gülümsedim. O ne şüphe, gidene kadar görmezden gelebilirdim. Bu olayı bu kadar çabuk kabullenmem imkansızdı. Ancak kendimi kandırabilirdim, insanoğlunun en iyi yaptığı şeydi. "Annem ne yaptığını sormuştu galiba seni yanında görmek istiyor yakında gideceksin ya." Hep buraya aitmişim gibi var olan his umarım buradan gitmeden gitmezdi. Odadan beraber çıktığımızda oturma odasına girdik. Ahsa, Dua ve dün akşam ki teyze sohbetlerine son noktayı koymuş gitmeye hazırlanıyorlardı. "Selamün aleyküm." diyen dün akşam ki teyzeydi. İsmini hatırlamaya çalıştım. Ahsa'nın Farida abla demesi ile bir daha unutmamak üzere öğrenmiştim. Kırk yaşının sonlarında gibiydi. Yeşil gözleri her acıyı görüp tatmış olsa ki hep hüzünlü bakıyordu. Eşi de o da İngilizceyi akıcı konuşamıyorlardı. Bahçeye çıkmadan "Hoşçakal kızım." diyerek bana sarılan Ferida teyzeye aynı içtenlikle karşılık verdim. Ahsa ve Ferida teyze bahçeye çıktıklarında kapıda bekleyen Dua'nın bakışları hâlâ üzerimdeydi. Büyük bir dikkatle beni inceliyordu. "Zeyd'in yanına yakışacak kızın senin gibi biri olacağını hiç düşünmezdim." Sessiz kalmayı tercih ederken gözlerinde ki kıskançlık parıltılarını görebiliyordum. Hadi ama bir de Zeyd'in plotiniği ile uğraşamazdım. "Nasıl başardın kendine aşık etmeyi." Fazlamı ileri gitmeye başlamıştı. Her ne kadar mecburiyetten doğan bir evlilik olsa da bu sözlerinin altında kalamazdım. "Gönülde ki sevgi çalışmakla kazanılmaz, sonuç olarak da ortada bir başarı olmaz." Havalanan kaşları yerini bulduğunda gülümsedi. "Hayırlı günler." dedi. Başımı sallamakla yetindim. Gidene kadar bana uzak olsun da sonra sevgili Zeyd'i ile evleniyorsa evlensin. Bu mecburiyet beni uçsuz bucaksız bir uçurumun kenarına sürüklüyordu ve ben her an o uçuruma düşüp kaybolma tehlikesindeydim. Hayatımda bir çok kez çıkmaza sürüklenmiştim ama bu çok farklıydı. Resmen yarın evlenecek tim. Hakkında zerre bilgiye sahip olmadığım ama bu rağmen sanki tanıyormuş gibi hissettiğim o adam ile evlenecektim. Derin bir nefes alıp gökyüzüne baktım. Kipriklerimi kırpıştırdığımda yanaklarımdan süzülen yaşlara engel olmadım, süzülerek kendi yollarını bulup yok olmalıydılar. Ben kendi yolumu bulup gidemiyorum ama benden bir parça olan göz yaşlarım kendi yollarını bulup yok olabilirlerdi. Bilgiler karşılığında hem güvenliğimi hem de gitmemi sağlayacaktı. Ona ne gibi bir bilgi verebilirdim ki? Bir şeyler bilsem burada bir dakika bile kalmazdım. Sahte bir öksürük sesiyle kendime gelirken hızlıca göz yaşlarımı sildim. Başımı yana çevirdiğimde onu gördüm. Başımı tekrar eski konumuna getirdiğimde oturduğum yere yaklaşarak ayakta durmaya devam etti. Bir elini cebine koymayı ihmal etmemişti. "Bir sorun mu var?" Büyük bir kahkaha atmak istedim. Yarın hiç tanımadığım bir adamla evleniyordum daha başka bir sorun olabilir miydi? Kalbimin rüzgarda savrulduğunu hesaba katmıyorum. "Sizce?"dedim. Cevap vermedi. "Sen hayırdır?" dememek için kendimi zor tuttum. "Neden geldiniz?" dediğimde kaçamak bir bakış attım. O da karşımızda ki mavi ufka bakıyordu. O ufukta ikimizin de farklı şeyler aradığına emindim. "Öncelikle siz diye birşey yok." Onu da kabul edelim, sanki başka çarem var. "Peki."dedim. "Yarın eşim olacak hanımefendiyi görmeye gelmiştim." Bu sözleri rüzgar da savrulan kalbime hiç iyi gelmemişti. Adım sesleri yavaş yavaş uzaklaşmıştı. Gitmişti. Bu şekilde davranarak beni etkilemeye mi çalışıyordu? Öyle olsa da olmasa da buna izin vermemeliydim. Bütün bu karmaşıklığa sebep olan adama kalbimle boyun eğmemeliydim. ... Ahsa mutlulukla özenle işlenmiş beyaz elbisenin eteğini düzelterek gülümsedi. "Muhteşem oldun Nur. Kenara çekileyim de bir bak." Kenara çekildiğinde aynanın karşına geçtim. Beyazlar içinde gülümsemeye çalışan genç bir kız. Zor da olsa dudaklarıma samimi bir gülüş yerleştirdim sonuç olarak ölüme gitmiyordum bu kaygım niyeydi ki? Akadistan'a geldiğim günden beri bir çok kez ölümle burun buruna gelmiştim. Allah'a inancı olmayan askerlerle günlerimi geçirmiştim. En azından o adamın Allah'a inancı vardı. En büyük tesellim buydu. Anlam veremediğim bir şekilde o adama güveniyordum, bana öldürecekmiş gibi bakan o adama. Ahsa parmaklarımı kavradığında gerçek hayata düşüncelerimden sıyrılmıştım. "İstediğin gelinliği alamamak ya da istediğin şekilde düğün yapamamak seni üzmesin savaş bittiğinde istersen tekrar yaparsınız, hem belki o zaman buradan gidersiniz." Tek derdim bu olsaydı demeyecektim, Rabbim dağına göre kar verirdi. Sabredip dualarımla Rabbime sığınmalıydım. "İnşallah hayırlısıyla." dediğimde heyecanla konuştu. "İnşallah canım.... saçlarını dağınık bırak."diyerek toplu olan saçlarımın belime dökülmesini sağlarken devam etti. "Ha şöyle ay çok güzel olsun Zeyd'in karşısına böyle çık, bir kez daha tutulsun sana." Hissizlikle karışık tebessüm ettim. Birazda son zamanlar da ürkek bir ceylan dan farkı olmayan kalbimle. Saçlarımı tekrar toplandığında başörtümü yapmaya başladı. Hâlâ inanamıyordum. İnanmaktan belki de ilk kez korkuyordum. Kapı açıldığında Şems seke seke yanımıza gelmişti. Yüzünde ki sevincin her zerresini görebiliyordum. "Çok güzel olmuşsun Nur abla." "Teşekkür ederim Şems sende çok güzel olmuşsun." "Biliyorum dayım senden önce söyledi ama seni gördüğünde benim güzelliğimin pek bir önemi kalmayacak." Dudaklarını bükerek söylediği sözlere gülümsedim. "Eminim ki dayının her zaman en güzelisindir." "İkimizde dayımın en güzeliyiz." Ahsa gülümseyerek başörtümü yapma işlemini bitirmişti. "Zayn Ali nerede?" "Kalender dedenin yanında anne." İşte şimdi tam bir küçük kız olmuştu. Ahsa kendisine ait olan yedek cilbabını giymeme yardımcı olurken Şems odadan çıkmıştı. Yapılan bütün hazırlıklar eşin içinmiş kimse gelinlikle gelini göremezmiş, görseler bile o başka bir elbise ile eşinin karşısına çıkıyormuş. Ahsa'ya nedenini sorduğumda insanların nazarlarının değdiği elbise ile çıkmak uygun olmadığı gibi, evlilik iki genç çift için olduğundan başkalarının görmelerine hacet yokmuş. Burada yapılan düğünler genelde sade bir nikâhla olurmuş, kasaba da ki herkese yemek dağıtılır, yetim ve öksüz olanlara yardımda bulunulurmuş. Düğünde gösterişten ziyade ihtiyaç sahibi olan insanlar gözetilirmiş. Bunların hepsi hayırlı, mutlu, huzurlu bir evlilik olması için yapılırmış. İnsanlara gösterişten uzak olmak evliliğin sıhhati için de önemliymiş. İlk duyduğumda biraz yadırgamam normaldi. Etrafımda bu şekilde düğün yapan insanların sayısı yok denecek kadar azdı. Şimdi ise gayet mantıklı geliyordu. Kapı çaldığında Zayn Ali gülümseyerek "İmam geldi." dediğinde tekrar kapıyı kapatıp çıkmıştı. Buna hiç hazır değildim. Evliliği hep çok sonraları için düşünmüştüm. "İçeri geçelim."diyen Ahsa'ya bütün olanları söylemeyi o kadar çok istiyordum ki. Olanları bilse bu evliliğe izin vermeyeceğini görebiliyordum ama kendimde o cesareti göremiyordum. Oysa ki ben cesaret timsali bir kızdım. Hemen yanımda oturan heybetli bedenin varlığı kendimi küçücük hissetmeme sebep olmuştu. İmam konuşmayı sonlandırdığında sıra akdin sözlerine gelmişti. Yutkunmaya çalıştıkça boğazım düğüm düğüm oluyordu. "Merdan oğlu Zeyd. Emir kızı Nur'u Allah katında, şahitler huzurunda eşin olarak kabul ettin mi?" "Kabul ettim." Üç kere kabul etti Zeyd. Sert sesinin aksine kadifemsi bir tonla. İmam konuştukça elim ayağım buz kesmişti. İçimde ki Nur çığlık çığlığa kaç kurtar kendini diyordu. "Emir kızı Nur. Merdan oğlu Zeyd'i Allah katında, şahitler huzunda kararlaştırdığınız mehr-i müeccel üzere eşin olarak kabul ettin mi?" Birbirine kenetlediğim ellerimi rahat bırakıp cilbabın kenarına tutundu parmaklarım. Sesim her zamankinden titrek çıktı. "Ettim." "Kabul ettin mi?" "Ettim." "Kabul ettin mi? "Ettim." "Bende şahitler huzurunda bu nikah ahdini bildim. Rabbim daim etsin..." Hemen yanımda duran beden gerçek olmayan düğün için fazla yakışıklı ve fazla inandırıcı davranıyordu. Zaten Zeyd denen o adamın yakışıklı olması için özel bir çabaya ve güne ihtiyacı yoktu. Bunları kendime itiraf etmemek kendimi kandırmak dan başka birşey olmazdı. İmam olan amcanın Kalender dede olduğunu öğrenmiştim. Kasabanın en yaşlısı olmasına rağmen hâlâ dinçti. Saçlarını kaplayan aklar bile onu genç gösteriyordu. Düğün son demlerindeydi. Kalender dedenin ayağa kalkmasıyla herkes ayağa kalkmıştı. Böylece konuşmanın son bulduğunu anlamıştım. Kendi aralarında kendi dillerini konuşuyorlardı. Ahsa'nın ışıltılı bakışları üzerimdeydi. Ona sıcak bir tebessüm gönderdiğim de aynı içtenlikle karşılık vermişti. Kardeşi ve benim için elinden herşeyi yapmıştı. Şartlara göre her şey çok güzeldi. Bu kadar uğraştığını görmek vicdanımı sızlatıyordu, insanların gözlerinin bakarak onları kandırmak zaten yeterince iyi hissedemediğim benliğim için daha kötü sonuçlar doğuruyordu. Yanımda ki adamın bu kadar kayıtsız davranması canımı çok sıkıyordu. Belkide en başında düşündüğüm şeyi yapıp Ahsa'ya olanları anlatmalıydım. Zeyd denen o adam önümde kocaman bir engelken bunun mümkün olmayacağını da çok düşünmüştüm. Çok şey düşünmüştüm ama hiç birine cesaret edememiştim. Parmaklarımı kavrayan soğuk el ile ağır çekimdeymişim gibi yutkundum. Elimi kurtarmak için çekiştirdiğimde kemikli iri parmaklar buna müsade etmemişti. Yan yana yürümeye devam ederken yoğun düşünceler beni strese sürüklüyordu. Sonunda bahçeye çıkmayı başardığımız da derin bir nefes aldım. Daha önceden birkaç adımda kat ettiğim oturma odası ve bahçeye açılan kapının mesafesi bu defa çok sürmüş gibiydi. Sesimi alçak tutmaya çalışarak konuştum. "Artık elimi bırakır mısınız?" Duyduğuna emindim ama cevap vermedi. "Size diyorum-" Bahçede özenle süslenmiş atı fark ettiğimde sözlerimi son vermek zorunda kalmıştım. O atın neden bahçede olduğunu tahmin etmek zor değildi. O ata kesinlikle binemezdim. aslında atlara binmeyi,onlarla vakit geçirmeyi çok severdim tâki iki yıl önceye kadar, feci şekilde düşmüş neredeyse bir hafta kendime gelememiştim. Telaşlı bir sesle "Ben ata binemem ki!" dediğimde gözlerim onu bulurken sözlerim ile durakladı. İnanmaz bakışlar attığında tok sert bir sesle konuştu. "Tek başına binmeyeceksin." "İkimiz mi?" "Evet."dedi ve umursamaz bir tavırla devam etti. "Sana yardım edeceğim telaşmanı gerektirecek bir durum da yok." Bana inanmayan öldürecekmiş gibi bakan bir adamla aynı ata binmek tam bir felaketti. Acaba o attan onu aşağı atabilir miydim? Amir abi yanımıza yaklaşarak "Bir sorun mu var?" dediğinde atın yularını tutarak kendinden emin bir şekilde konuştu. "Her şey yolunda Amir." Atın yelesini okşarken Amir abi eski yerini almıştı. Ferida teyzenin eşi Abdulvehhab amca nağmeli bir sesle birşeyler söylemeye başlamıştı. Abdulvehhab amca söylediği şeyi bitirdiğinde Zeyd konuşmaya başlamıştı. Dillerini bilmemek her defasında kendimi aptalmış gibi hissetmeme neden oluyordu. Bakışlarım topluluk da gezinirken Dua ile kesiştiğinde bana öldürecek miş gibi bakmaya son vermedi. Plotiniği bile beni öldürmek ister gibi bakıyordu. Bunlar hangi alemde yaşıyordu. Nispet yaparcasına bakmaya devam ederken bakışlarım umursamaz bir hâl aldığında yine umursamaz bir tavırla bakışlarımı üzerinden çektim. Kendimce ona göz dağı vermek istemiştim, yeterince çıkmaza sürüklenirken ve yeterince kendimden ödün verirken sahte de olsa birilerine haddini bildirmeliydim. Parmakları ikinci kez elimi kavradığında ata binmeme yardımcı olmuştu. Hemen arkamda yerini aldığında sırtımın göğsüne yaslanmamasını sağlamak için bedenimi hafifçe geri çektim. Sadece adını bildiğim adamın eşiydim. Hiç bir gerçek beni bu kadar ürkütmemişti. Hâlâ bir rüya da olmayı ummam, umudumu kaybetmememden miydi? Yoksa kendimi kandırıp umuda sığınmam dan mıydı? Uzaklaştığımızda hızlanmıştı. Bir gün önce ki yağmurun etkisini hiçe sayan güneş ışınları altında tozlu toprak yolda ilerliyorduk. Göğsü sırtıma her değdiğinde bedenimi geri çekiyordum. Lüzumsuz temasa gerek yoktu. "İşimi zorlaştırıyorsun!" Sözlerine aldırmadım. Bir an attan düşme fikri çok cazip gelse de düşüncelerimin fazla ileri gittiğini fark ettim. İki yanımı saran kolları zaten yeterince rahatsız ediciydi. Başımı çevirdiğim anda yüzü ile karşılaşacağım gerçeği çok başka rahatsızlık vericiydi. Çok geçmeden ev görüş alanımıza girmişti. Atın aniden durmasıyla ellerim refleksle kollarını tuttuğunda sırtım göğsüne yaslanmıştı. Bedenimi ele geçiren okyanusvâri kokunun yanı sıra başını sağ omzumda hissettiğim de yutkundum. Delicesine atan kalbim endişeyle kasıldı. Omzumda hissettiğim ağırlık uzaklaşırken bedenimi hızla geri çektim. Kollarından tutup bedenimi göğsüne yaslamasaydım neredeyse düşecektim. Çevik bir hareketle atından indiğinde elini bana uzattı. Bugün için fazla değil miydi? "Ani şokunun geçmiş olduğunu düşünüyordum ama atın üstünde böyle durmaya devam edersen hiç geçmeye bilir." Herşeyi de biliyordu. Titreyen dizlerimi görmezden gelmem boşunaydı. Uzattığı elini tutmaktan başka çarem yoktu. Elini tutup attan indim. Ben kendime gelip bacaklarıma güç gelene kadar evden içeri girmişti. Oturma odasına girdiğimde pencereden dışarı bakıyordu. Geniş omuzları bir dağı andırıyordu. Geldiğimi fark etmiş olacak ki başını çevirip omuzları üzerinden bana baktı. Zemheri bakışları gözlerimi bulduğunda bakışlarımı ondan kaçırdım. Bir şeyleri çözmek ister gibi bakıyordu. Bulmaca olmadığımı ona söylemeliydim. "Geçen kaldığın oda da kalacaksın." Bakışlarım onu buldu. "Eğer acıktıysan-" "Hayır." dediğimde amacım kesinlikle sözünü kesmek değildi. Onunla aynı ortam da kalmaya bir an önce son vermek istiyordum. Kendimi dünya da ki en değersiz insanmışım gibi hissettiğim o bakışla baktı. Kendine gel Nurfeza! O kimdi ki kendini bakışıyla değersiz hissedecektin. "Bu ilk ve son olsun bir daha sözümü kesme!" "Amacım sözünüzü kesme-" Bütün heybetiyle bana döndüğünde aynı sertlikle konuştu. "Açıklaman sana kalsın, lüzumu yok!" Kendisinin sözlerimi kesmesi ne olacaktı. Derin bir nefes alıp gömleğinin yakasına baktım. "Eğer sözlerimi her defasında yarıda kesecekseniz bir daha ne benimle konuşun ne de bir soru sorun! Yaptığınız şey saygısızca.!"
Zemheri bakışları bedenimi üşütüyordu. "Saygısızca."dedi. Birkaç adımda aramızda ki mesafeyi aza indirerek devam etti. "Saygıyı öğreneceğim en son kişi bile değilsin, ayrıca emir vererek de konuşma sabrımın son demlerindeyim!" "Sabrınızı sınayacak bir şey yaptığımı düşünmüyorum." O derin bir nefes aldığında ben nefes almayı unutalı çok olmuştu. "Hatırladığın da ne yaptığını anlayacaksın ya da hafıza kaybı oyununa son verdiğinde." Hafızamı kaybetmiş olduğumu düşünüyordu. Bu gidişle olanı da kaybedecektim. Tüm bu ithamlarla ne amaçlıyor olabilirdi ki? "Benim hatırlayacak ve oyun oynamamı gerektirecek bir şeyim yok." dediğimde gözlerini kaplayan alaylı ifade daha da çoğalmıştı. "Sonra."dedi. "Konuşmak için zamanımız çok olacak eminim ki hemen hatırlayacaksın." Sesinde sezmiş olduğum tehdit gerçek olabilir miydi? Sözlerini bitirdiğinde yanımdan hızla geçip odadan çıktı. Derin bir nefes verdim. Ne konuşacaksak bir an önce konuşmalıydık, bir suçluymuşum gibi muamele etmesini daha fazla kaldırabileceği mi sanmıyordum. Bu suçluluk hissi rahat uyumama bile müsade etmiyordu. Cilbabı çıkardığım da aklıma gelen şeyle ofladım desem yeri. Ahsa kıyafetlerimi onun odasına koymuştu. Cilbabı tekrar giymek benim için zaman alacaktı ve sanırım tek başıma giyebileceğimi hiç sanmıyordum. Gelinlikle karşısına çıkmak istemiyordum başka çarem de yok gibi görünüyordu. Buna rağmen cilbabı giymeye çalıştım ama başarılı olamamıştım. Adımlarım odasının önünde durduğunda kapıya vurdum. Kapı açıldığında hoşnut olmayan bakışlarla beni süzdü. Söze gireceğim anda konuşmuştu. "Gelinliği çıkarmak için yardıma mı ihtiyacın var?" "Tabi ki de hayır, kıyafetlerim onları buraya koymuştuk." Kapıyı yüzüme kapandığında sertçe nefes aldım. Katlanılmaz bir adamdı. Birkaç dakika sonra kapıyı açtığında "Sadece on dakikan var."dedi. Kenara çekildiğinde odadan içeri girip dolaba ilerledim. Modern ve sade dizayn edilmiş olan oda siyah ve gri renkten ibaretmiş gibi duruyordu. Kokusu ciğerlerime kadar işlerken anlık da olsa nefesimi tutma ihtiyacı hissettim. Bekar ve yanlız yaşayan bir erkeğe göre odası da dolabı da çok düzenli ve temizdi. Seri hareketlerle çok fazla olmayan kıyafetlerimi alıp odada ki dolaba yerleştirmiştim. Şu insan silüeti sandığım dolaba. Kıyafetlerimi yerleştirdiğim süre zarfında ara sıra zemheri bakışlarını üzerimde hissetsem de pencereden dışarı bakmıştı. Gelinliği çıkarırken şekilden şekile girsem de sonunda çıkarmayı başarmıştım. Hafif loş odaya zafer gülümsemesi sunarken Ahsa'nın aldığı geceliği giydim. O adama nedensizce güvensem de kapıyı kilitlemek için etrafa bakınıp anahtarı arasam da bir anahtar bulamamıştım. Yatağın ayak ucunda yanlızlığına terk edilmiş tabureyi kapının hemen önüne koydum. Küçük de olsa tedbir almam şarttı. Yatağa uzandığım da biraz olsun rahatlayacağımı yaşadıklarımdan uzaklaşacağımı düşünsem bile bu defa daha aklıma üşüşen sorular, karanlık düşünceler peşimi bırakmıyordu. Bütün bunlara rağmen ailemle geçirdiğim güzel anılarımı tekrar yâd etmenin beni rahatlatacağını umuyordum.
|
0% |