İlk defa bir hafta gibi bir ara verdim. Ufak bir hastane hali yaşadım, bugün iyiyim ve eve geçebildim. Ne söylediğim tarihte ne de umduğum gibi yazamadım ancak yarına yeni bir bölüm daha sözü verip, bundan sonra eski usul iki günde bir bölüm devam etmek üzere geri çekiliyorum.
İyi okumalar
Süslenmişti sema, bayramın rahmetiyle. Sokaklar çocuk sesleri ile şenlenmiş, ellerine aldıkları torbalarla, kapı kapı şeker topluyorlardı.
Bayram namazı çoktan kılınmış, evlerde diğer günlere nazaran daha da özenerek hazırlanmış kahvaltılar edilmişti.
Hatunlar baklavaları şerbetliyor, evin kızları bugüne özel işledikleri oyalı yazmalarını örtüp, küçük aynalarda gözlerine sürmelerini çekiyorlardı.
Beyler, salonların baş köşesine kurulmuş, radyodan sabah ajansını açıp, memleketin bayram telaşını dinliyorlardı. Delikanlılar, en caka gömlekleri giyinmiş köy meydanına yürüyorlardı. Kah sohbet ederek kah gülerek, geçtikleri sokaklarda arkadaşlarını topluyordı, pencere kenarlarından sürmeli gözlerle onları süzen kızlardan bi haber.
Ayşe kadın deseniz, sabahtan tatlısını halledip, yanına gelinini aldığı gibi ahretliğinin yolunu tutmuştu. Arkalarından oğlu Ali, onlara yetişeceğini söylemişti, dün gece saatlerce düşündüklerini anlatmış ve telaşını tüm aileye sıçratmıştı. Ama önce ikna etmeleri gereken bir ana oğul vardı tabi sonra bir de gelin tarafı vardı ki orası en zor olandı.
Fatma kadın derseniz, yaşanan onca üzüntüye rağmen tekrar birlikte ulaştıkları bir bayrama daha ulaşmanın şükrü içindeydi. Üç çocuklu bir ev olmanın verdiği zorluğa, bir de yaşı eklenince fazlasıyla yorgun düşmüş ama yine de bayram sevincini yaşatmak için çabalamıştı. Oğlanlar sevinçle bahçede koşturuyor, elbisesi kirlenmesin diye onlara katılmayan Ahsen ise kenarda onlara bakıp gülüyordu.
Kapının çalınması ve ahretliğinin gelmesi ile bayram havası sarmıştı ev halkını. Çocuklar ikinci nine bildikleri kadının elini öpmüş, Hatice ablalarının yanaklarından öpmesine ses etmemişlerdi. Sonrasında tekrar bahçede ki oyunları için çıkmışlardı. Onların çıkması ile Ayşe kadın söze girmek için biraz daha yaklaştı ahretliğinin yanına
"Fatmam, aslında biz buraya hayırlı bir iş için geldik" söylediği sözlerle kaşlarını havaya kaldırdı Fatma kadın
"Şimdi Seyyid ile Zehra ne zaman erecekler muradına söyle hele bana, var mı aklında bir tarih" Şaşkınlıkla kaldırdığı kaşları, hüzünle indirdi yaşlı kadın ve buruk ses tonu ile
"Gönül isterdi hemen olsun, ama başımıza geleni biliyorsun ahretliğim. Oğlanın hâli hâl değil, ne neşesi kaldı ne gülüşü. Gelinin abisi bir geldi bir konuştu, giderken oğlumun sevinçlerini de cebine kattı götürdü" ne dese ne çare bulsa diye o da düşünmüştü gecelerdir, kız tarafını da haklı çıkarmıştı aklınca, ama durum ortadaydı.
Ayşe kadın can yakan sözlerle, bir derin nefes alıp, başladı tekrar
"Aslında benim oğlan bir çare bulmuş kendince, işte gelin burada o şahit, gece yarısı dikti hepimizi ayağa, bir şeyler söyledi. Hemen hayır demeyesin ama önce bir düşün" sırası geldiğini düşünen Hatice, kolundaki iki bileziği çıkardı önce, eteğinin kuşağına sıkıştırdığı iki Reşat altını da hemen arkasından avucuna alıp, Fatma kadının önüne kafasını kaldırmadan, mahcup bir gülümseme ile koydu.
Fatma kadın aklına gelenlerle hemen başını sallayıp elleri ile itiraz eder gibi itekledi altınları "Hayır hay-"
"Önce bir düşün dedik, itiraz etmeden bir dinle" Ayşe, ahretliğinin sözünü kesip başlamıştı tekrar "Bak şimdi, bu altınlar gelinin, ve kocasıyla kendi karar vermiş, benim hükmüm yok bu konuda. Biz Hüseyin'le dünden beri konuşuyoruz, malum o da Ali den ayrı tutmadı şimdiye kadar Seyyid''i. Zamanında nasıl oğlumuzun düğün yemeği için bir düve kestiysek, şimdi de Seyyid için istiyoruz aynısını yapmayı, gönül isterdi daha güzel şeyler yapmayı ama...ben seni bilirim sen beni" karşısında onu dolu gözlerle izleyen ahretliğinin kolunu sıvazladı yavaşça ve gözlerini pencereden görünen araziye çevirdi "sizin şu arkadaki boş alana, masa sandalye atarız, ama bak anlaşalım köyde herkesi çağırmayacağız. Hele günlerdir sizleri yılan diline dolayanları, düğün alayının önünden bile geçirmeyeceğiz" gözlerini ateş bürümüş, sinirli sinirli salladı kafasını "sen bu altınlarla güzel Zehra'mıza bir alyans al birkaç parça da üst baş al, gerekirse bileziklerinden birini koluna tak diğeri ile eve ya da odalarına falan yeni birşeyler al, sen bilin işte ne münasipse, gelinimizin gönlü ne isterse, elbet her istediği olamayacak ama olsun yüce gönüllü o belli" kendi konuşmasına o kadar dalmıştı ki yaşlı kadın, karşısında gözlerinden sicim gibi yaş döken kadını farketmemişti, ta ki sesini duyana kadar
"Diyorsun ki, gelinimin kolundan bileziği al kendi gelininin koluna tak öyle mi?" Yerdeki bilezikleri alıp, Haticenin kucağındaki ellerinin arasına koydu "olmaz cancağızım olmaz, söyle ben böyle birşeyi nasıl yapayım, hadi ben ettim Seyyid kıyametleri koparır" yazmasının ucuyla sildi yanaklarına yer etmiş göz yaşlarını, 'beyim başımda olaydı, sağ olaydı' dedi yüreği de, isyan olacak diye korktu 'nasip böyle imiş' diye geçirdi tekrar, özlemden titredi yüreği bu sefer, her aklına geldiğinde, kendini 23 yaşında hissederdi, onu kaybettiği yaşta...onun ruhu 23'ünde boğulmuştu, hasret yanları o yaşta kalmıştı.
Fatma teyzesinin dalgın gözleriyle kaybolduğunu anlayan Hatice girdi bu sefer söze, bugün bu işi halletmelilerdi "Zehra iyi değil, gelinin hâli hâl değil, aynı Seyyid abi gibi, gitti tüm neşeleri. Ne altın da var gözü ne de eşya da, onun size ihtiyacı var, bu aileye karşı bitmeyen bir özlemi var. Ne zaman oldu bilmiyorum, ne ara bu kadar sevdi sizleri anlayamıyorum ama kelimelerinde hep çocuklar, cümlelerinde ise sen varsın Fatma teyze. Gözleri desen...onlar ise Seyyid abi dolu. İki sevdalı yüreği birkaç parça kumaş ya da eşya yüzünden, kavuşamayacak mı?" Gelin kız tekrar uzattı eline tutuşturulmuş altınları "Hem sen merak etme Ali'm de Seyyid abi ile konuşacak" ona uzatılanlara bakarken, Ayşe kadın atladı yine söze "hadi hadi çok konuştuk, 3 güne düğünümüz var" deyip ayağa kalktı, elini ağzına kapatmış şaşkın bir Fatma bıraktığını bilerek.
#######
"Olmaz Ali olmaz"
Yaklaşık bir saattir ikna etmeye çalıştığı arkadaşına, sıkılmış yüz ifadesiyle döndü tekrar genç adam "Oğlum bayram bayram oturdum seni evlenmeye ikna etmeye çalışıyorum. Ne nazlı çıktın, bunu yengenin yapması gerekiyordu, ama masaallah o da tam zıttı, Hatice'm dediği an kabul etmiş. Yok yok siz roller-" Zehra'nın bahsi üzerine, yürümeyi bırakmış arkadaşına dönmüştü Seyyid
"Ne demiş çiçeğim"
Ali duyduğu ile ufak bir kahkaha koyuvermiş, yürüdükleri tarlada. "Ya hu ne diyecek çiçeğin, Seyyid gelse de beni alsa diye bekliyor, ne düğün var gözünde ne altın ne eşya, Seyyid de Seyyid diyor" saatlerdir sinirli olan yüzünde bir gülümseme oluşmuş, arkadaşı konuştukça da büyümüştü. Yürüdüğü yolda, aralıklarla açmış gelinciklere baktı uzun uzun, 'aynı Zehra'mın al yanakları gibi rengi' diye geçirdi içinden. Gözlerindeki parıltı, simasına yansımış Mecnuni halleri ile gelincikleri süzdü uzun uzun.
Ali, uzun uzun baktı arkadaşına bir kahkaha daha koyuverdi "Takıl sen böyle kendi kendine, bu gidişle yengeyi de ancak bu çiçeklerin yapraklarında arayacaksın" arkadaşının ters bakışıyla, ciddi haline geri büründü adam ve devam etti
"Bak tekrar anlattırma, sen bir 'he' de, 3 gün sonra burada yapalım düğünü, şu gülümsediğin gelinciklerle süsleyelim masaları. Al gel sevdiceğini yamacına, evine, ömrümüne"
Derin sıkıntılı bir iç çekti tekrar Seyyid, kafasını kaldırdı gökyüzüne "iyi dersin hoş dersin de, nasıl olacak. Bu yaptığın...yaptıklarınız. Nasıl ödeyeceğim hakkınızı" yavaş yavaş ikna ettiğini düşündüğü arkadaşına baktı tekrar, elini sırtına vurup "kardeşler arası alacak verecek olmaz, sen demiştin bunu bana, hani benim çok buhranda olduğum o gün"
İki genç adam tebessüm ettiler birbirlerine, kandan olmasa da candan bir kardeş bulmuş olmanın şükrü vardı dillerinde.
Biraz daha yürüdüler tarlada, olurlar olmazlar konuşuldu ve en önemli o soru geldi müstakbel damadın aklına
"Babası kabul eder mi ki?"
Ali bilmis bilmiş sırıttı dişlerini göstererek, "bırak onu da babam halletsin"
#######
Hüseyin Bey kahvehane masasında, karşısında oturan İbrahim'e baktı tekrar
"Ne dersin?"
Ağarmış sakallarını avucunun içine aldı tekrar yaşlı adam,
"Ne desem bilemedim Hüseyin, haklısın köyde dedikonun da söylenenlerin de önüne geçemedik. Önceden de bu sözler yüzünden çok üzüldü kızım, azalacağı yerde daha da arttı farkındayım"
Oğlunun kendisinden miras aldığı o bilmiş edası ile tekrar söze girdi Hüseyin bey
"Evlenmeden bitmez bu sözler, bir evlenseler görecen bir kaç aya unutacaklar bizimkileri. Sen rahat, ben rahat, gelin güvey zaten rahat" deyip güldü kısık sesiyle, onun eğlenceli ifadesi ile İbrahim de hafiften kıvırdı dudaklarını
"Öyle olsun bakalım" deyip kalktı ayağa, gülerken neden birden ayaklandığını anlamadı Hüseyin. Bir telaşla o da kalktı İbrahim'in arkasından "dur hele bir konuşuyorduk, neden kalktın şimdi" bir sıkıntı kaplamıştı Hüseyin'i, şimdi bu adam böyle gitse Ayşe'sine ne diyecekti, hele bir de gece gece odasına dalıp konuşan oğlu vardı. Elinden kurtulamazdı, konuşarak bezdirirdi hayatı. Bir umutla tuttu İbrahim'in kolunu, tam da kahvehane kapısında çıkacakken ama lakin o konuşmadan diğer adam konuştu, hem de kendine hitaben değilde oturan diğer köy ahalisine karşı
"Üç güne kadar biricik kızımı evlendiriyorum, hepiniz düğünümüze davetlisiniz ahali"
#######
"Babam üzülmez değil mi?" Ahsen bayramlık elbisesinin içinde süzülüyor, bir yandan da kardeşlerine yetişmeye çalışıyordu.
"Yok bence ne üzülür ne kızar" Bunu söyleyen Yiğit'ti ama doğrusu onunda hafiften sıkıntı olmuştu küçük yüreğine ama içinde oluşan heyecan o kadar büyüktü ki, diğer duyguyu yok kabul etmişti.
Selim gayette babasının kızacağının farkındaydı. Daha geceden onları tempihlemis, bayram sabahı adet olan çocukların kapı kapı gezip şeker toplaması olayına gitmemeleri için konuşma yapmıştı.
Aslında her sene giderdi çocuklar, babaları arkadan onları takip eder, her kapıya gittiklerinde köşeden izlerdi. Ama bu sene kendisinin saatlerce dolaşacak sağlıklı ayakları yoktu, annesi desen fazlasıyla yaşlanmış ve sadece ona hastalık olarak dönecek olayı, bu sene yapmama kararı alınmıştı.
Şimdiye kadar babalarının sözünden çıkmayan bu üç kuzu, yine denileni yapmış ve bugün çıkmamıştı sokaklara. Ancak daha 10 dk önce, ettikleri kavgaları yüzünden ninelerinin yanına giderken, konuşulanlara kulak vermiş ve üç gün sonra olacak o büyük olayı duymuşlardı. Kavga da, babalarının sözü de akıllarından çıkmış ve bir heyecanla şeker almak için gitmelerini düşündükleri yegane eve doğru hızlı ama küçük adımlarıyla hareket ediyorlardı. Köyün bilmedikleri sokaklarında yürürken, akıllarına gelmeyen her ihtimal bir bir düşmüştü zihinlerine.
Mesela babaları üzülür müydü sözünü dinlemediler diye
Ya da kızar mıydı, ondan habersiz çıktılar diye
Ama daha önemli bir sorunları vardı
'Çiçek ablaları nerede oturuyordu?'
Bu arada yorumları yeni okuyorum hepsine cevap vermem çok zor ama ne kadar mutlu etti tarif edemem.
Oylarınızı ve yorumlarınızı eksik etmeyin, her bildirim ve her yazılanı okumak çok keyifli.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |