Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Çiçekler

@nevansi

Dayanamadım...o günü birde Fatma kadından görmeden diğer olaylara geçemedim. O yüzden bu bölüm böyle hızlı geliyor. Bu hikaye benim için bir türkü ile başladı bir türkü ile bitecek. Her bölümü yazarken dinlediğim türkü ayrı ama belki siz de bana önerirsiniz deyip sözü bırakıyorum.

İyi okumalar...

 

Elinde kenarları dantel işlemeli krem renginde ki bohça, yanında ahretliği Ayşe ile gelin kızının kapısında beklerken, 'ne oldu' ' nasıl oldu' da böyle bir hale geldikleri konusunda, şaşkınlığı devam ediyordu Fatma kadının.

 

Sabah gözlerini, siyah iplik beyaz iplikten ayrılmadan açmış. Günün en bereketli an'ı dolsun diye penceresinin kolunu çevirmişti ve gördüğü manzara ile o günün ilk şoku sarmıştı bedenini.

 

Güneş ışıklarının vurmadığı dağın eteğinde, karanlığa aldırmadan dolaşıyordu Seyyid.

Elinde ne vardı öylece

Eğilip kalkıp ne topluyordu

 

Zamanında kocası, oğlan öğrensin bilsin, rızkı da belki burdandır deyip, evin arka bahçesinden dağın yamacında kadar olan tarlayı, tellerle çevirmiş büyük bir alan yaratmıştı. Çok uğraşmıştı, çok anlatmıştı küçük oğlana bitki nasıl ekilir, çapa nasıl yapılır, ürün en güzel nasıl yetişir?

 

Ama ne Seyyid sevmişti bu işi, ne de babası onun bu soğukluğunu anlamıştı. Ama Fatma kadın biliyordu, oğlu çiftçi olmak istemiyordu. Belki babası olsa, o uzakta ki şehre gider mektep bile okurdu da, adamın ani ölümü ile girmişti ilçede ki bir fabrikaya, yıllardır aynı işte evi geçindirme derdindeydi.

 

Adamın bıraktığı tarla yıllarca boş kaldı. Fatma küçük bir yerini çevirmiş, kendilerine yetecek kadar sebze, yeşillik ekmişti. Zamanla oğlanlar istedi diye erik ve elma ağacı fidanları ekilmiş, Ahsen seviyor diye çilek fideleri için yer bile ayrılmıştı.

 

Ama ne oldu ise 3-4 sene önce olmuş. Seyyid kalan boş tarlaya çiçekler ekmeye başlamıştı.

 

"Yenmez içilmez oğul niye ekiyorsun' diye de sormuş, izin günlerinde hatta bazen sabah işe gitmeden uykusundan feragat edip ilgilenince "yazık değil mi, yorgunluğuna yorgunluk katıyorsun" deyip sitem bile etmişti.

 

Ama hiç birşey duymamış gibi devam etmişti Seyyid. Zamanla onun sevdiğini gören, ilgisine şahit olarak da susmuştu. Çiçeklere bakarken gülen yüzü, huzurlu çehresi hem şaşırtmış hem sevindirmişti. Bir de tarlayı gördükçe, açan rengarenk çiçekler...papatyalar, leylaklar, gelincikler ve tabi karanfiller.

 

Anladı, oğlu karın tokluğundan çok gönül tokluğunu istiyordu. Rızkı veren Allah'tı, kulun endişe etmesi gereken ruhuydu.

 

Ama hiç bu kadar erken bir saatte görmemişti onu çiçek tarlasında. Üstünde ki hâlâ dün akşama giydiği kıyafetler mi diye süzdü oğlunu tekrar. En son mutfakta o konuşmuş, oğlu dağlara bakarak dinlemişti. Sanki dışarı çıktığına dair kapı sesi de duymuştu da, sonrası yoktu. Acaba eve girmedi mi hiç, sıkıntılar peydah oldu içinde.

 

Elindekilere baktı bu sefer dikkatlice, karanfildi bunlar. Al al karanfiller topluyordu oğlu, eğiliyor sağ eli özenle toprağa en yakın yerinden koparıp, sol avucuna koyuyordu.

 

Bir besmele çekip kalktı Fatma kadın, güneş doğmadan namazını kılmak için.

Namazdan sonra oturduğu seccade de başladı dualarına, oğlu, torunları, ahretliği, onun oğlu, gelini birbir mırıldandı isimlerini, hepsini açtığı avuçların arasında ettiği dualarla andı. Tam kalkacaktı ki, o geldi aklına, dün gördüğü o kızcağız. Bugün ilk kez onu da ekledi duanın köşesine "benim evimde olmasa da başka bir evde de olsa mutlu olsun" diye.

 

Kapının çalınması ile hızlıca topladı kendini kadın, bu saatte 'hayr olsun' deyip, çocukları uyandırmadan açmaya gitti.

 

Ayşe kadın, başına sardığı yaşmağı üstüne giydiği yeleği ile heyecandan yerinden duramaz gibi bakıyordu kapının önünde.

 

Yüzünde ki gülümsemesini görmese, kesin kötü birsey oldu derdi Fatma ama yok güzel birsey olmalıydı bu.

 

Bir avazda anlattı ahretliği, dün oğlu Ali'nin gecenin bir vakti anasını uyandırıp anlattığı olayı. Neler olmuştu dün kahvehane de öyle.

 

Tek onlar da değil, tüm Kavaklı köyü bugün o olayı konuşacaktı. "Fatma dediğini yapıp gerçekten de uğursuzu gelin olarak alacakmış, yazık etti oğlana" diyeceklerdi.

 

Fatma şaşkınlıkla kapattı ağzını, iri iri açtığı gözlerle dinledi Ayşe'yi. Daha o sözünü bitirmeden girdi tekrar eve, arkasından geldiğini biliyordu ahretliğinin.

 

Tarlayı gören mutfak penceresinin önüne gelince, izledi oğlunu tekrar. Şimdi anlam kazanıyordu bazı şeyler ama anlaşılmayan şeyler olduğu da bir hakikatti.

 

Seyyid oturmuş çınar ağacının yamacına, eline aldığı karanfillerin dallarını temizliyor, kenara ayırıyordu. Elinde bir beyaz şerit de vardı, belli ki bir demet hazırlıyordu. Oğlu hazırlık yapıyordu, oğlu istediği kız için hummalı bir hazırlık içindeydi. Güneşin doğarken yüzüne düşürdüğü ışıltılar bile gülüşünü saklayamıyordu çünkü.

 

Göz göze geldi iki yaşlı kadın, Ayşe telaşla "ben bi baklava hamuru yoğurayım" deyip, yıllardır nerde ne var bildiği mutfakta unu çıkararak.

 

Fatma gitti çeyiz sandığın önüne, kahverengi oyma desenlerinde gezdirdi parmaklarını, demir kulpu kaldırıp aldı krem bohçayı. Gelin kızına vermek için hazırladığı el işi, göz nuru emeklerini özenle çıkarmaya başladı.

 

Bir heyecanla hazırlık yapmaya başlamıştı üç yürek.

 

"Ne oldu nasıl oldu" diye bile soramamıştı oğluna. Ali'nın gördükleri, Ayşe'nin anlattıkları ile sanki oğlu merhamet etmiş kıza yardım etmiş gibi görünüyordu ama sanki başka bir durum vardı, karanlıkta kalmış bazı düşünceler belki duygular.

 

"Ana" diye seslenen oğluna doğru ayağa kalktı kadın, mutfakta yapılan baklavayı gören Seyyid, eksik etmediği tebessümle elindeki karanfil destesini dolabın üstüne kaldırdı.

 

"Çocuklara birsey anlatma, yalan da söyleme sakın, de ki akşam misafirliğe gidecez, onlar gelmesin bugünlük. Yarın izinliyim...benden duymalılar."

 

Gözünü anasından çevirip diğer yaşlı kadına baktı.

 

Daha onun ağzından çıkmadan anlamıştı Ayşe, gelecek sözleri, bebekliğini bilirdi bu kara yağız delikanlının.

 

"Oğlum ben konuştum Hüseyin amcanla biz de geliyoruz. Hatice'ye de söylerim buraya çocukların yanına gelir. Tasalanma sen" minnetle baktı Seyyid her iki kadına da. Sonrasında hızlıca iş için hazırlanmaya gitmişti.

 

Tüm gün dualar, sevinç nidaları, gülen sesleri ile hazırlandı iki kadın. Onların mutluluğu çocuklara da bulaşmış, heyecanlı bir gün yaşamışlardı.

 

Akşam oğlunun odasında hazırlandığını gören kadın günün ikinci şokunu yaşamıştı.

 

Giydiği kıyafetlerden ne kadar özenli olduğunu anladığı oğlu, aynanın karşısında dağınık saçlarını düz tutmak için çabalıyor, her düz durduğunda, kaçan asi tutamlara homurdanıyordu. Ne ilk evleneceği gün ne de istemede bu kadar özenmiş bu kadar bakmıştı kendine. Hatta düğün günü bile, anasının zoruyla yapmıştı bazı şeyleri ama şimdi...

 

Kavaklı köyünün toprak yollarında beş kişi varmak istedikleri yere aceleyle gidiyordu.

 

En önde Hüseyin kendinden vakurlu yürüyüşü ile öncülük ediyordu.

Arkasında iki yaşlı kadının heyecanlı fısıltıları eşlik ediyordu ona.

En arkada ise Ali, elinde bir demet karanfil tutan arkadaşına laf atıyor, omzuna vuruyor neşesiyle onun içinde bulunduğu heyecanı yenmesi için çabalıyordu.

 

Fatma kadın, arada oğlunu izliyor. Beyninin içinde koşuşan düşünceleri tutamıyordu. Elinde bebeği tutar gibi tuttuğu çiçek demeti ile bu evliliğe olan rızası ortadaydı. Ama bu istek ne zamandır vardı, o konuda içine çoktan şüphe tohumları eklenmişti.

 

Kız evinin kapısından içeri girerken, bakmıştı etrafa Fatma, Zehra'yı görür müyüm, diyerek. Kendi değil de, Seyyid görsün istiyordu aslında.

 

Göremese de, önemsemedi.

Elbet göreceklerdi.

Yüzündeki tebessüm büyürken, adımladı içeri tarafa.

Oysa kafasını çevirip baksa arkaya, görürdü oğlunu.

Nefes bile almadan, izlediği kızı.

Bir pencere pervazında kilitli kalan gözlerini.

 

🌻🌻🌻🌻🌻🌻🌻🌻🌻

 

Zehra

Adı gibi çiçek desenli elbisesi, sürdüğü sürmesi, oyalı yazması, zeytin misali gözleriyle...odasında kalmıştı.

 

O kuyu gözleriyle ona bakan, gülümseyen o adam. Ki elinde aynı rüyasından çalınmış gibi duran karanfillerle.

 

Çıkamadı odadan, pencere kenarına çöktü adeta. Elindeki titreme, kalbinin koşuşu engeldi ona

 

Misafirler çoktan yerini bulmuş, bir tarafta beyler, bir tarafta hanımlar sohbete dalmışlardı. Bu sene ki mahsulün bereketi, ramazan ayının yaza denk gelmiş olması, geçen hafta vefat eden Zahit dayının yaptığı iyilikleri ama oğlunun da hayırsız çıkması. Bir havanın sıcaklığı, bir suyun geldiği dağdaki hayvanları konuşuyorlardı.

 

Seyyid hal hatır sorulunca cevap vermiş, gerisinde kafasını eğip, yerdeki halının deseninde bırakmıştı bakışlarını.

 

Bir sorun vardı ama ortada

Misafirlere hoşgeldin dahi demeyen, görünmeyen bir gelin adayı. Fatma kadın tedirgin, neden gelmedi diye telaşlıydı, istemiyor mu diye şüphelerdeydi.

 

Abiler, hanımlarıyla göz göze gelip çağırmasını istiyorlardı. Yengelerin biri kalkıp biri oturuyor ama her Zehra'nın yanına giden yine tek başına gelip oturuyordu yerine.

 

Kadınlar ne dil dökseler de, duymuyordu Zehra onları. Kısa çaplı bir şok geçirdiğini düşünüp, kendisine gelmesini bekliyorlardı. Eskiden neşesiyle evi ısıtan kızın, son senelerde içine kapanmasına alışmışlardı ama bu akşam yaşadıkları ilk kez geliyordu başlarına.

 

Bu sefer İbrahim bey baktı sertçe hanımına, Gülsüm kadın eşinin bakışlarıyla son çare deyip gitti odaya, ne dedi bilinmez sakinlikle geri döndü misafirlerin yanına.

 

Birkaç dakika geçmeden misafir odasının kapısında belirdi Zehra. Heyecandan titriyordu tüm bedeni, verdiği tepkilere o da inanamıyordu. Ama bir kere daha denk gelse o gözlerle, düşüp bayılırım diye korkuyordu. Başı önde, bir 'hosgeldiniz' dedi. Kadınların elini öpmesi, erkeklere bir başıyla selam vermesi gerekirdi ama o gücü bulamadı kendinde. Ayıp olmuştu ama onu bile düşünecek sakinliği yoktu.

 

İki kişinin kafası önde geri kalan misafirler süzdü gelin adayını. "Maşaallah" sözleri duyuldu odada, Fatma kadının elini öpüp öpmemesi bile gelmedi aklına, dudakları kıpır kıpır okuyordu güzel gelinini.

 

Bir Ali başı önde tutmuştu, bir de Seyyid. Ali belli ki, yengesine göz dikip bakmak ayıp olur diye düşünmüş, tevazu ile oturuyordu.

 

Ama Seyyid

Ahh Seyyid

Bakmamak için dikmişti gözlerini halıda ki kare desene, bakmasına bakardı da o zeytin gözlere. Biliyordu Zehra'nın heyecanlı yapısını. Yine titrer, yetmez bir de heyecanla kaçıp gider diye korkuyordu. Şimdi bile ayakta tavşan gibi titreyen bedenini görüyordu göz kenarından.

 

Zehra, kapıya en yakın yere, yengesinin yanına oturdu. O da dikti gözlerini halıya, farkında bile değillerdi ama iki yürekte halıda ki aynı desen de kilitli kalmışlardı.

 

Hüseyin bey, gelin kızın da yerini bulmasıyla, asıl gelme sebeplerini dile getirdi.

 

Çırpınan yüreği ile dinledi genç kız. Seyyid'den överek bahsetmiş, oğlum demişti yaşlı adam. Eli ekmek tutar, evine yuvasına bağlı diyordu bir ara. Anlattı anlattı da, dikkati halıda ki desendeydi Zehra'nın. Yıllardır sile sile eskiyen bu halı değilmiş, desenleri hiç görmemiş gibi inceledi. Allah'ın emri demişti peygamberin kavli...tuttu nefesini, babasının cevabını beklerken. Kulakları tıkandı duyamadı ne dediğini ama hayırlı olsunlar uçuşuyordu odanın havasında. 'Allah utandırmasın' demişti birisi 'amin' dedi Zehra, en çok buna amin.

 

Annesinin elini kolunda hissetmesiyle irkildi bir anda, şerbet diyordu annesi "hadi şerbetleri getir" kalkmak için hamle yaptığı an yakaladı onu bir çift göz.

 

Seyyid'in ona bakmamak için kullandığı tüm iradesi, onun bir hareketiyle derbeder olmuş ve bir an çevirmişti gözlerini.

 

Göz göze geldikleri o bir saniye de, olduğu yerde tökezledi ve kendi elbisesinin eteğine takıldı kız. Arkada onu tutan yeğeni Halil olmasa, düşer ve gelin olarak gideceği insanlara karşı utangaçlık seviyesini artırırdı.

 

Seyyid onun bir bakışıyla ayağı takılan kıza karşı mahcup hissetti, elinde değildi bu durum, başını tekrar dizine koyduğu ellerine çevirdi, kimse farketmesin diye, yüzünü sabit tutmaya çalıştı. Ama dudağının kenarında ki tebessümü de, göz bebeklerinde ki parıltıyı da gören bir annesi vardı.

 

Büyük tepsiye serdiği, el emeği dantelli tepsi örtüsünün üstüne dizdi. Düğünlerde kullanmak için annesinin ilçeden aldığı kenarları çiçekli cam su bardaklarını. Mor renkli Reyhan şerbetini doldurdu özenle, şimdi büyük bir dert olarak bunu nasıl servis edeceği vardı. Herkese ederdi de...o adam. Bakışlarında birşey vardı, anlamadığı anlamlandıramadığı bir giz saklıyordu. Göz kapakları büyük bir sırrın bekçisi gibi duruyordu.

 

Elinde tepsiyle, bardakta ki mor içeceği görenler şaşırdı ama seslenmedi kimse. Gül şerbeti verilmez miydi oysa ki. Bugün hersey farklı, yaşananlar birilerine özel gibiydi.

 

Herkese dağıttı da bir o kaldı.

Kalkmadı iki göz de birbirine, bakışsalar dağlar toz duman olacak gibi korkup, indirdiler göz bebeklerini.

 

Seyyid bardağı almak için hamle yaptı da, kızın önüne düşen yazmasının oyasında kaldı gözleri.

 

Zehra'nın gözleri desen, bardağı almak için hamle yapan ellerde. Esmer uzun parmaklar...

Bir dakika bile sürmedi oysa ki, sorsalar mevsimler geçti derdi kız. Kıştan bahara döndü mevsim, o bir bardağı tepsiden alırken.

 

Düğün, önümüzdeki Ramazandan sonra, bayrama denildi. Birkaç sohbet konusu daha açıldı kapandı. Gitme zamanı gelmişti, önce yengeler çıktı odadan. Biri kapıdaki ayakkabıları düzeltmeye, biri misafirlerin ceketlerini yeleklerini vermek için almaya gitti. Biri çocukları topladı ortadan.

 

Fatma kadın, öptü gelininin yanaklarından, bir tur daha okudu üfledi. Bir yanında ahretliği bir yanında Gülsüm kadınla kapıya doğru çıktılar. Ardından abiler tek tek çıktı yanlarında ki Ali ile geçen hafta çıkan kavgayı konuşarak. En son da iki yaşlı adam, eskileri anarak yürüdü.

 

Herkes ayağa kalktığında, kalkmıştı Seyyid de. Her gidenle birlikte ufacık adım atmış, hareket ediyor gibi görünmüştü. Ama gözü de gönlü de köşe de her gideni başı yerde uğurlayan kızdaydı.

 

Zehra tüm akşam yaşadığı heyecanın sarhoşluğu, titremesi geçen bedeninin sersemliği ile köşeden ayrılmamış, gidenlere bakmadan 'tekrar bekleriz' deyip uğurluyordu.

 

Ta ki odada iki kişi kaldıklarını farkettiği zamana kadar...

 

Bakamadı

Kaldıramadı başını

Göz bebekleri bile titredi bu sefer

Biliyordu kendi bakmasa da bakan bir çift kuyu vardı orada.

 

Bir adımla döndü kapıya çıkmak için yoksa düşüverecekti şu köşeye

Bir adım atmıştı ama ikincisi havada kaldı, duyduğu tok ama derinden gelen o sesle

"Zehra...Zehra...iki gözümün çiçeği"

 

Yeni bölüm haftasonuna görünüyor, yine belli olmaz. Bir kaçmış uykuya bakar😉

 

 

Loading...
0%