16. Bölüm

Geçmiş zamanlar 1

Hasret
nevansi

4 yıl önce

"Ahsen nerede? Ağlamadan anlatın oğlum, kardeşiniz nerede?" Bu yaşlarına kadar hiç sesini yükseltmemişti çocuklarına karşı, ne sertliğini göstermişti ne de sinirini, ama şu an gür çıkan sesiyle daha da ağlaması artan oğullarına bakarken, bunu akıl edemiyordu adam.

Köşe başında ağlayan oğullarının önünde diz çökmüş, korku ve fazlasıyla gergin yüzüyle baktı, tekrar sordu "Ne tarafa gitti kız kardeşiniz?" Tüm sokak da yankılanmıştı sesi, bir kaç pencere tereddütle açılmış ve ne olduğunu anlamak istercesine kafalarını uzatan kadınlarla dolmuştu.

 

Seyyid sinirle ellerini saçlarına geçirdi, canını yakma pahasına çekiştirdi tutamlarını.

Beş dakika sadece beş dakika ayrılmıştı yanlarından. Kızı, susadığını söylediği için yan sokakta ki çeşmeye gitmişti, şişeye su doldurup gelecekti. Çocuklar o kadar güzel oynuyordu ki, bölmelerini istememişti. O istese de evlatları bırakmazdı, Ahsen susadığını söylediğinde bile oyunu bırakmak istemiyorum diye mızmızlanmamış mıydı zaten.

 

Bugün izinli olduğu için, tüm gününü yavrularına ayırmıştı. Köy çocuklarının toplu bir şekilde oynadıklarını gördüklerinde ise daha 4 yaşına yeni girmiş üçüzleri hevesle izlemek istemiş, sonrasında da dahil olmuşlardı. Adam da köşe başındaki taşın üstüne oturmuş dakikalardır onları izliyordu. Bu hayatta en sevdiği, belki de yapmayı yegane sevdiği şeydi, saatlerce izleyebilir, gözünü bile kırpmadan onlara bakabilirdi. Şükür sebebi, nefes alma nedeniydi bu küçükler.

Ve beş dakika sadece beş dakika göz hapsinden çıkardığı anda kesilmişti nefesi, en narini kıymetlisi yoktu. Tek o da değil, sokakta oynayan onca çocukta ortadan kaybolmuştu birden, duruma şaşırabilirdi, nedenini sorgulayabilirdi ama önce kızını görmeliydi. Oğlanları tek başına bırakamayacağı için koşup arayamıyordu, sokakta hızlıca sağa sola koşmuş ama sinirle tekrar çocuklarının önüne gelmişti.

 

"Oğlum oğluuum ne oluyor?" Uzaklardan gelen annesinin sesini duydu önce, sonra sokağın en uzak köşesinde nefes nefes koşan bedeni göründü.

 

"Ana, oğlanlar burada, başlarında dur, ben kızımı-" annesinin bedenini gördüğü anda koşmaya başladı adam, nereyi araması gerektiğini bilmiyordu ama gerekirse tüm sokakları, yetmedi evleri arardı, tüm köyü milim milim tarar, dağları aşındırırdı. Dilinden düşmeyen duasıyla koştu "bana evlat acısı yaşatma Ya Rab" gözlerinin nemlenmesini umursamadı, pürüzlü ama gür sesiyle çınlattı köyün sokaklarını

 

"AHSEEENNNN"

 

Köyün alt sokaklarını karış karış etmiş ama bulamamıştı. Her geçen dakika, korkusu artıyor, boğazını sıkan o el güçleniyordu. O kadar hızlı koşuyordu ki toprak yolda, seslenmek için nefesi kalmamıştı. Tüm hızla sokakların bitip, kavak yolunun girdiği ormanlık alana dönmüştü ki gördü onları.

 

'Çok şükür' diye mırıldandı, yavrusunun iyi ve gayette mutlu olduğunu gördüğü an rahatladı bedeni.

Mutlulukla açılan gözleri ve bağırmak için açtığı ağzı, kendisini kızına göstermek için havaya kaldırdığı eli...herşey durdu. İki gülme sesi durdurdu zamanı. Kızını gördüğü anda rahatlayan kalp ritmi hızlandı. Yavrusunun iyi olduğunu anladığı anda geri gelen nefesi bile takılı kaldı, bir çift al yanakta ki çukurda.

 

İki küçük ama melodik kahkaha sesi.

Kızının gülüşlerine alışıktı ama şu an ne gördüğü görüntüye ne de bu seslere hazırdı.

 

Devasa büyüklükte ve ormanın en yaşlı kavak ağacının geniş gövdesine yaslanmış bir kadın...hayır hayır bir kız, genç bir kız. 17 ya da 18 olmalı diye düşündü sebepsizce, kendi yaşının 23 olmasından utandı yine sebepsizce. Doğru değildi, kendinden yaşça küçük bir kızı süzüyordu şu an, pişmanlıkla kapattı gözlerini. Şimdi kızına seslenecek, arkasını dönecek ve yanına gelmesini bekleyecekti ve o genç kıza asla ama asla bakmayacaktı.

Esen rüzgar ve kavakların hışırtılı yaprak sesleri ile iyice topladı kendini ve arkasını dönmek için hamle yaptı ve durdu zaman yine.

 

Daha öncekinden daha kuvvetli, daha neşeli ve duyduğu en güzel melodi olduğunu düşündüğü iki gülüş, doldurdu yine kulaklarını. Anında açtı gözlerini, 'bir seferlik' dedi yüreği 'bir seferlik izleyelim' kandırdı kendini bile isteye. İzleyeceği o beş dakikanın hayatının en önemli anları olacağını bilerek, gecelerce rüyalarında o beş dakikayı sürekli göreceğini hissederek, aklının başından, yüreğinin ise bu ahu dilbere gideceğini tahmin ederek, bile isteye izledi.

 

Genç kız sırtını kavak ağacına yaslamış, önüne de kızını sırtı ona dönük oturtmuş, bir yandan mırıl mırıl bir şeyler anlatıyor, bir yandan maharetli elleri ile saçını örüyordu. Ahsen halinden fazlasıyla memnun, elini ağzına kapata kapata gülüyor, arada kısa cevaplar veriyordu. Seyyid ise olduğu yere çökmüş, gözü bu manzaranın her karesinde dolanıp duruyordu. Ne zaman oturduğunu bile anımsamıyordu, yaşadığı korku mu yoksa sonradan gelen o bilinmez hislerden mi, emin değildi ama ayakları taşıyamamıştı sanki bedenini.

 

Kimdi yavrusunu böylesine mutlu eden bu genç kız

Kimlerdendi

Aynı köyden değiller miydi

Niye bunca yıldır hiç kesişmemişti yolları

Aynı sokaklarda büyümemişler miydi

 

Evli olabilir miydi

Belki nişanlı ya da belki yâri vardı

Tekrar kapattı gözlerini, bir hamleyle döndü arkasını, içine çöreklenen huzursuz hislerle sesini sert tutmaya çalışarak seslendi

 

"Ahseen"

Olmazdı...başkasında gönlü, belki de nikahı olan birine bakamazdı böyle.

Gelen minik adım sesleriyle kafasını hafiften çevirdi ve omuzlarında iki örgüsüne, yüzündeki gülümsemesi eşlik eden yavrusu yaklaştı ve atladı adamın kucağına. Sıkıca sarıldı adam kızına, kaybetme korkusu öyle bir dağlamıştı ki yüreğini, şu an yaşadığı duygu karmaşısını buna yordu.

 

"Nasıl habersiz gidersin Ahsen?" büzülmüş dudaklarını gördüğü an, söyleyeceği şeyleri geri yuttu Seyyid. Örgülerinden öptü, sarılışını sıkılaştırıp bir şükür daha etti. Arkasında kalan genç kıza hiç dönmedi, seri adımlarla oğlanların olduğu sokağa gitti. O sustu da kızı konuşmaya yeminli idi, anlattı belki de susması gereken tek zamanda.

 

Çocukların dağılmış saçına laf söylediğini, sonra ağlamaya başladığını, kardeşi ağlayınca Selim'in dayanamayıp gidip o çocuğa vurduğunu, onlar kavga ederken koşarak kaçtığını ve en sonunda bir ablayla karşılaştığını.

 

"Ablanın adı neymiş?" diline söz geçiremedi adam, sadece adını bilsem yeter diye teskin etti kendini.

 

"Bilmiyoyum babacım ama bir çiçekmiş" diye heyecanlı anlatışına devam etti küçük kız.

"Bir çiçek mi?" Tanımlayamadığı duyguların pençesinde, tatmadığı hislerin çemberinde kalmıştı Seyyid. Oğullarının Ahsen'i görünce kesilen ağlamaları, birbirlerine sarılmaları ve adamın onlara yaptıkları yanlışlarla ilgili uzun nasihatleri ile gittiler eve.

 

Boğazından tek lokma geçmedi adamın, annesi sessizce izledi oğlunun halini, "çok korktu, midesi kalktı" diye düşündü kendince, zorlamadı, gitmedi üstüne. Gece oğlunun, sağına soluna torunlarını yatırıp onlarla sarmaş dolaş görüntüsünü görünce de şaşırmadı, çekildi kendi odasına.

 

Seyyid tüm gece konuştu çocuklarıyla, hatalarını tekrarlamamaları için tembihledi, Selim de Yiğit de o kadar ağlamış ve korkmuştu ki, bir daha Ahsen'i asla yanlarından ayırmazlardı. Ahsen deseniz küçük yüreğinde ki ufacık burukluk dışında gayet mutlu ve sevinçliydi. Babasının, kardeşlerinin hislerinden fazlasıyla uzaktı.

 

Uyuyamadılar bir türlü

Konuştular, dinlediler, güldüler

Bir baba üç çocuk, cayır cayır yanan sobanın sıcaklığında, ateşlerin cılız ışıkları eşliğinde saatlerce sohbet ettiler.

 

"Artık uyumanız gerek" diye tekrar yatmalarını sağladı babaları, olumsuz mırıldanmaları es geçip, çenelerine kadar kapattı ağır yorganı.

 

"Peki uyumanız için masal anlatsam" diyerek öneride bulundu, gözlerindeki pırıltılıları görünce, gülümsemesi arttı yüzünde. Ne zaman uyumasalar, kendince uydurduğu masalları anlatırdı. Yemek seçen ayı kardeş gibi, kardeşine vurduğu için pişman olan sincap abi gibi ya da babasının sözünü dinleyen karıncalar gibi çeşitli hikayeleri vardı.

 

Kafasını pencereye çevirdi, bugün ne anlatmalıydı?

Aslında, birine vurmanın kötü olduğunu anlayan tilkiyi anlatabilirdi ya da bilmedigi sokaklara tek başına giden tavşan kızı...ama kafasını toplayamıyordu.

 

Sadece kafaları görünen ve onu heyecanla bekleyen yavrularını görünce gülümsemesi çoğaldı. Saçlarına birer öpücük koyup, elini başına dayayarak dirseğinin üstüne yanlamasına dayandı, gözleri çocuklarında aklı bir hayalde başladı anlatmaya

 

"Çok eski zamanların birinde büyük çok büyük, devasa yaşlı bir ağaç varmış. Dalları bulutlara, yaprakları güneşe uzanırmış. Gölgesi altında nice hayvanlar dinlenir, yemeklerini yer, oyunlar oynarmış. Bir gün tam da köklerinin bittiği yerde, bir çiçek yeşermeye başlamış-"

 

O günden sonra çocukların en sevdiği masal oldu çiçek kız masalı. Kimi zaman rüzgarla savaştı, kimi zaman yamacında yeşerdiği yaşlı ağaçla. Bir arı ile de dost oldu bu arada, büyüdü güzelleşti, çeşit çeşit güzel çiçeğin arasında bir o özel kaldı. Usanmadan her akşam istedi çocuklar çiçek masalını duymayı, babalarının içinde ki duygu karmaşasından habersiz, ısrar ettiler.

Adam da alıştı bu duruma zamanla, anlattı durdu saatlerce. Gözünde kızın hayali, dilinde bir çiçek masalı, hayalinde yaşadığı o beş dakika...

#######

 

Haftalar geçti o günün üstünden, aylar bile devrilmeye başlamıştı. Çocukları hasta diye gidememişti fabrikaya, gece boyu başlarında nöbet tutmuş, ateşleri düşünce de ninelerine emanet edip biraz hava almak için çıkmıştı evden. Alt sokakta ki Zeliha teyzenin bahçesindeki meyvelerden sattığını duymuştu, çocuklarının sevdiklerinden alıp yemelerini sağlamayı koymuştu kafasına.

 

O kadar dalgın ve uykusuzdu ki görmedi en başta ileride yürüyen kızı, ta ki ufak bir çığlık duyana kadar. Genç kız önünde ki taşı görmemiş ve sendelemişti, istemsizce ağzından çıkan ufak çığlığı da tutamamıştı.

 

Olduğu yerde dondu Seyyid, gözlerini çekemedi önünde ki manzaradan. Kızın kendi kendine söylenmesi, eğilip taşı yerden alışı ve tekrar yürümesi. Adam ne çırpınan kalbine dur diyebildi, ne de kızın arkasından giden ayaklarına.

Herşeyden habersiz olan çiçek ise, aheste aheste devam etti.

 

Kızın birine elini kaldırdığını fark edince, çevirdi kafasını Seyyid. Çocukluktan arkadaşı Mehmet'i görünce şaşırdı önce ve aklına gelen fikirle döndü arkasını hemen, derin bir nefes alıp kapattı gözlerini, sildi gözünün önünden kıza dair tüm görüntüleri.

 

Olmazdı bu yanlıştı, pişmanlıkla dağlandı yüreği, eve doğru hızlı adımlarla gitti, alacağı meyveleri bile unutmuştu, kızı sileyim derken gitmişti aklından.

 

İki ay oluyordu Mehmet evleneli, düğüne de gitmişti ama dönüp bir kere bakmamıştı yenge bildiği kıza. Şimdi bu şekilde olmazdı, hata yapmıştı, arkadaşının karısına bakıp bir de onu takip etmiş olamazdı. İçi daraldı, nefesi kesildi ve bu mevzuyu tamamen kaldırdı zihninden. Yüreği desen, sandıklar içine sakladı bu özel hissi, kilit üstüne kilit vurup attı kuyunun dibine.

 

#######

 

Yine bir fabrika çıkışı, köyüne giden minibüslerin kalktığı yere doğru adımladı adam. Yorgunluğu hat safhadaydı ama evinde onu bekleyen yavrularını düşündükçe hızlanıyordu ayakları.

 

Minibüse atmak için kaldırdığı adımı, isminin seslenilmesiyle ile durdu ve yüzünü görmeye utandığı kişinin sesiyle çevirdi

 

"Seyyid SEYYID" çehresine zoraki bir gülümseme oturtup, kendisine yaklaşan adama döndü yani Mehmet'e

 

"Seyyid naber nasılsın? Görüşemiyoruz valla, kahveye de gelmez oldun" yüzünde ki fazladan mutluluk gözünden kaçmadı adamın

"İyiyim ne olsun çocuklarla uğraşınca vakit bulamıyorum. Sen nasılsın diyeceğim ama kapanmayan ağzından cevabı alıyorum" diye takıldı Seyyid.

Mehmet çocukluk arkadaşıydı ve böylesine mutlu olduğunu en son çocukken görmüştü. Neşesi ona da bulaşmış, yüreğini yakan nedeni bile silmişti bir anlık.

 

Mehmet'in gülümsemesi mümkünmüş gibi daha da çoğaldı

"Bekle bekle benim de vaktim olmayacak artık kahveye gitmeye" giderek yükselen sesi ile devam etti

"Baba oluyorum oğlum BABA OLUYORUM"

Minibüs bekleyenler, çoktan binmiş olanlar, yanlarından yürüyerek geçenler, herkes durdu adamın sesiyle. Bir anda alkışlar yükseldi çevreden, tanımadıkları bu baba adayının coşkusu kaplayıverdi bulundukları yeri. Yaşlı teyzeler 'kucağınıza da almak nasip olsun' dedi, yaşlı amcalar 'Allah analı babalı büyütsün' diye dua etti. Gençler bir ıslık çalıp, Mehmet'i tanıyanlar sırtına vurdu 'hadi yine iyisin' dercesine. Yüzünde buruk ama mutlu bir gülümseme ile baktı Seyyid. Sarıldı eski dostuna, hayırlı olsun dedi, babalık duygusunu en iyi bilen biri olarak, onun adına kuşlar uçurdu kalbinde.

 

Önce Seyyid bindi minibüse, en arka üçlü koltuğun pencere tarafına oturdu. Yanına gelecek Mehmet'i bekledi, yavaşça dolmaya başlayan araçta. Önce arkadaşının bindigini gördü sonra oturması için hafif kenara geçeceği sırada, Mehmet'in binmek yerine kapıya yönelmesini ve elini dışarı uzatmasını izledi. Tek başına değil miydi bu adam.

Kafasını çevirdi hemen pencere tarafına, aklına gelenle derin bir nefes aldı. Düşünmedi hiç birşey, lakin yakışmazdı adam olana.

 

"Seyyid zahmet olmazsa, pencere kenarına benim hanım otursa, başka yer kalmamış" adamın ne demek istediğini anlamıştı. Üçlüydü oturduğu yer, pencere kenarında kendisi otursa Mehmet yanına oturacaktı ve hanımı da kapı tarafına, birazdan daha da kalabalıklaşacak araçta olacak iş değildi bu durum.

Kafasını hiç çevirmeden kalktı yerinden, sessizce gerildi ve yanından cılız bir ses duydu "Sağolasın abi" aynı anda cılız bir beden geçip oturdu pencere kenarına, vakit kaybetmeden Mehmet de geçti karısının yanına. Seyyid yine kitlenmişti, duyduğu ses, duymayı beklediği ses değildi. Önünden geçerken gözünün ucuyla gördüğü beden, çiçeğe ait değildi.

 

O zaman o kız kimdi?

Kalbinin en dibine atıp kilitlediği sandığı açtı tekrar, boğazında ki düğüm çözüldü, yüzünde bir gülümseme peydah oldu

 

"Seyyid ne bekliyorsun ayakta, otursana kardeşim" Mehmet ne olduğunu anlamadı ama yanına oturan arkadaşıyla babalık heyecanını paylaşmaya devam etti.

 

Tüm yol boyunca konu konuyu açtı, evlilik aile çocuk konusu etrafında neşeyle konuştu iki eski arkadaş.

"Kardeşsiz olmaz, tek başına mı büyüsün çocuk. Bak seninkilere üçü birbirine arkadaş oldu. Bilirim ben dört kardeş büyüdük sonuçta" birden sustu Mehmet, karşısındaki adamın hiç kardeşi yoktu. Böyle bir konuda hüzünlenir mi diye düşünüp sessizleşti.

 

Oysa Seyyid bambaşka bir hülyadaydı

"Senin iki abin yokmuydu Mehmet" aklına gelenin gerçek olması ihtimali, heyecanı diline vurmadan sorma gereği duymuştu

 

"He oğlum iki ağabeyim var, bir de bizim en küçüğümüz var"

 

"En küçüğünüz" çırpınan kalbinin sesi uğuldudı kulaklarında Seyyid'in

 

"Tabi hatırlamıyor musun? Biz sokaklarda koştururken bir kaç kere peşimize takılıvermişti de, annem kızmıştı pek küçük diye. Arkadaşı yoktur çok, o yüzden de evden çıkmazdı gerçi hâlâ aynı, hep evde Zehra"

 

Zehra 

Zehra

Zehra

Zehra ne demekti

Zehra çiçek demekti

 

Mehmet sevincin sarhoşluğu ile konuştu durdu ama duymadı onu arkadaşı.

Kilitler kırılmış

Sandıklar açılmış

Yüreği bir isimle ritim tutturmuş.

Devamı Yarın...

 

Bölüm : 27.12.2024 04:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...