17. Bölüm

Geçmiş Zamanlar 2

Hasret
nevansi

Ben gün vermeyeyim, ne zaman gün versem o gün sanki tüm dünya yükünü bana yüklemişler de, bitiremezsem ertesi gün olmayacak gibi yoğun yaşıyorum.

Çok fazla derslerden mi eskisi gibi yazmıyorsun soruları aldım. O yüzden kendimden bahsedeyim 32 yaşında hem çalışan hem de 2.üniversiteyi uzaktan öğretimle okuyan, bir de üstüne evli olup bir evin sorumluluğu altında olan bir hatunum. Yoğunluğumun seviyesini sizler düşünün pek sevgili okuyucularım:)

Ama şimdiye kadar en fazla bir hafta gecikmeli bölüm attığımı düşünüp, fena da sayılmam diye mutlu oluyorum;)

İyi okumalar

Bir sevdaya düşmüştü adam, beklemediği bir zamanda, tatmadığı bir duygunun girdabında savruluyordu.

Geç kalmışlığının hüznü vardı yüreğinde.

Adam geç kalmıştı ama ona metrelerce uzakta oturup, yanındaki arkadaşına fısıltıyla birşeyler anlatan kız için fazlasıyla erkendi. Bir türkü de geçiyordu 'sen bana geç geldin, ben sana erken'

 

Biri için geç kalınmış, bir diğeri için ise daha vakti gelmemiş...

 

Köyün meydanında bir düğün alayı kurulmuş, bir tarafa erkekler bir tarafa ise kadınlar geçmiş, kahveden gelen sandalyelerde oturuyorlardı. Ortada gençler harmandalıyla eğlenip oynuyorlar, onları izleyen genç kızlar biraz utanıp çokça gülerek vakit geçiriyorlardı.

Kadınların oturduğu bölüm biraz daha geride olmasına rağmen, Seyyid onlara en yakın kısımda yerini almıştı, Fatma kadın da olabildiğince ona yakın yeri seçmiş, çocukların aralarında gidip gelmesine izin vermişlerdi.

 

Seyyid, ne yanında konuşan arkadaşlarına kulak verebiliyordu ne de ortada oynayan ahaliye dönüp bakabiliyordu. Gözleri önündeki masanın kırmızı kareli örtüsüne kilitlenip kalmıştı. Çekse gözlerini o karenin çizgilerinden, kaldırıverse başını biliyordu ne yöne bakacağını. Gelir gelmez sanki bilirmiş gibi bulmuştu göz bebekleri onu. Sanki oturduğu yer ona önceden haber edilmiş gibi, kafasını kaldırdığı an görmüştü çiçeğini. Genç kızların toplu oturduğu masadan uzakta, yanında bir arkadaşı ile en ücra köşede oturuyordu. Özlemi dinsin, yüreği ferahlasın diye bir süre çekemedi gözlerini. Ama o andan sonra bir daha dönmedi o tarafa, anlaşılır diye korktu, rahatsız olur diye çekindi, ben kimim ki niye bakıyorum diye kızdı ve kendi iç savaşı ile kırmızı masa örtüsünü izlemeye devam etti.

 

Aylar geçmişti bu yangına düşeli, kimseye diyememiş, ismini dile bile dökememişti. Sabahtan akşama kadar fabrikada ekmek derdinde, akşamdan yatsıya yavrularıyla aile olma çabası içinde geçiyordu ömrü, lâkin çocuklar uyuyunca tüm gün bastırdığı yürek yangını gösteriyordu kendini. Kâh pencere kenarında ay ışığının altında düşünüyor, kâh bahçeye atıyordu kendini. Bazen duramıyor geceymiş, zifiri karaymış demiyor tarlaya çıkıyordu. Böyle zamanlarda iyice nüksetmişti çiçek sevgisi, her çiçek onu hatırlatıyor, her yaprak sanki ondan bir parçaymış gibi özenle bakıyordu. Her çiçek kokusu, ondan bir nefes saklıyordu içinde, her yeni açan tomurcuk umut aşılıyordu yüreğine sonra güneş doğuyor ve tüm olmazlar kuşatıyordu çevresini. Umutsuz sevdasına rağmen, izin günü çocuklarıyla yaptığı olağan yürüyüşlerini hep onun evinin etrafında yapıyor, ne hikmetse hem giderken hem gelirken bazen ise yolları karıştırdım deyip hep o tarafa yönlendiriyordu yavrularını. Ama görmemişti hiç, ne evden çıktığını ne girdiğini, çeşme başında kızlar toplanırdı hep ama çiçeği oraya bile çıkmıyordu. En son annesi köydeki düğünden bahsedince bir umut deyip gelmişti ve gözünden önce yüreği görmüştü oturduğu yeri.

 

Şimdi aralarında metrelerce mesafe, onlarca kişi varken yine deli gibi çarpıyordu kalbi. Bir geldiğinde bir de otururken bakmıştı sadece, üçüncüye cesaret edememiş, kafasını kaldıramamıştı. Ama kafasında dönen sorulara cevap bulamıyordu. Anlamıştı...yalnızdı onun çiçeği, yanındaki o kız dışında hiç kimseyle konuşmamış sessizce oturmuştu.

 

"Saydın mı?" Yanındaki Ali'nin sorduğu ile boş bakan gözlerini çevirdi ona

 

"Diyorum ki, örtüdeki kareleri saydın mı kaç tane?" Elini arkadaşının omzuna vurup tam bir cevap verecekti ki başka bir ses ile bakışlarını çevirdi

 

"Babaa babaaa Yiğit saçımı çekti" kızının dolu olmuş gözleri ile ona doğru koştuğunu görünce, kollarını açıp aldı kucağına. Arkasında suçlu gözlerle bakan oğluna hızlıca bir göz kırpıp, gülümsemesini sağladı. Elbet yalnız kaldıklarında bunu soracaktı Yiğit'e ama şimdi bu kalabalıkta kendini kötü hissetmesine dayanamazdı, ki Ahsen'in ne kadar nazlı bir kız olduğunu biliyordu.

 

Babasının kucağında olmanın verdiği gururla gülüşü büyüdü küçük kızın. Etrafa bir göz gezdirip, oynayanlara bakarak alkış bile tuttu pamuk elleri ile, tam da o sırada gördü karşı da oturanı ve sevinçle zıpladı olduğu yerde

 

"Babaaaa bak Çiçek abla hani sende masa-" ağzına kapanan el ile kelimeleri boğuk boğuk çıkmaya başlamıştı.

 

Seyyid kızının ağzını kapatmış, susturmaya çalışıyordu yetmedi kızının yüzünü gömdü göğsüne "bebeğim, kızım, sus gözünü sevdiğim, yakacaksın babanın başını"

 

Kimse duymadı görmedi onların halini de, bir yanında oturan Ali, ne olduğunu anlamak istercesine döndü kafasını. Baba kızın ne konuştuğunu anlamadı da, onların baktığı yöne doğru çevirdi gözlerini gayrı ihtiyari. 'Ne oldu?' diye soracaktı aslında, sormalıydı da ama birden tutuldu gönül gözü. Baba kızın baktığı yerde, iki genç kız oturuyordu yanyana. Tam da Ali'nin gözünün çevrildiği an, bir çift göz de ona döndü, izlendiğini bilir gibi. Uzak olsa da görmüştü adam bir çift ela gözü, kızın da onun yeşillerine dalıp gittiğini anlayınca çırpınmaya başladı kalbi. Ne yapacağını bilememenin şaşkınlığı, göğsünü delip çıkacak kadar hızlı atan kalbinin telaşı ile avucunun içiyle vurdu önünde ki masaya. Masada ki bakışlar onu bulurken, baba kız da şaşkınlıkla döndü adama.

 

Diğer tarafta, dalıp gittiği yeşil gözlerden utançla çekti gözlerini genç kız. Nefes alışverişi hızlanmış, yanakları pembe tona ulaşmıştı, adam elini masaya vurmasa saatlerce bakıp kalırdı o yaprak gözlere. Ne olmuştu böyle ona, ya ona ne demeli, nasıl da bakmıştı öyle. Yanında oturduğu arkadaşı ona sesleniyordu, duyuyordu ama cevap verecek kelimeleri bulamadı bir türlü. Kimdi ki bu adam, kimlerdendi...bakıyor muydu ki hâlâ. Bir tarafı bakmasın istedi, bir tarafı hep baksa diye çığlıklar attı. Yürek tarafı ise, o gözlerde dinlenmek istedi.

 

Bir kerecik daha bakacağım, evet evet sadece bir kere daha bakıp sonra çevireceğim gözlerimi diye düşünüp, döndürdü elalarını, onu bekleyen yeşillere doğru.

 

Ali'nin kendini tutma ihtimali bile yoktu. Hiç çekmedi gözlerini, izledi doya doya. Önce pembeleşmiş yanaklarını, sonra titreyen bedenini, kıpır kıpır hareketlerini, yanındaki arkadaşı seslense de onu duymadığını farkettiği kızın her halini, hafızasına kazımak ister gibi, kırpmadan gözlerini izledi dakikalarca. Sonra bir anda döndü ceylan gözleriyle ve tuttu adam o bakışı, izin vermedi çekmesine. Hafifce kıvrıldı dudakları, kızın da onun gülüşüne karşılık tebessümü ile coştu yüreği. Annesini bulmalı, bu kızın kim olduğunu öğrenmeliydi. Bir hışımla kalktı ayağa, yanındaki arkadaşına hitaben "Ben bir annemin yanına kadar gidiyorum" deyip uzaklaştı.

 

Seyyid kızıyla ilgilenmeye o kadar dalmıştı ki, farketmedi bu hallerini. İki arkadaş da o kadar düşmüştü ki kendi sevdalarının derdine, birbirlerini görmedi gözleri. Seyyid'in olmazları, Ali'nin neden olmasınları sarmıştı çevrelerini.

 

Biri içinde yıllarca yaşatacaktı sevdasını da kimselere anlatamayacaktı, bir diğer ise annesine soracak, kızı öğrenecek hemen ertesi gün görücü gönderecekti. Hatice'nin önünde ablası var deyip, geri çevireceklerdi Ayşe kadını ama Ali vazgeçmeyecekti sevdasından. Üç yıl uzaktan seveceklerdi birbirlerini, arada mektup gönderecekti Hatice'sine, karşılığında adının işlendiği lavanta kokulu mendil gelecekti ona da. Kavak ağacının orada dört kere buluşacaklardı da, sevdaları yüzlerine yansıyacak, dillerinden taşacaktı. Ayşe kadın desen Hatice'nin annesi ile arasını iyice sıkı tutacak, gidip gelip ahbaplık edecek, her oturduğunda konuyu oğluna getirecekti. Gelin adayını gördükçe, ahlakını öğrendikçe mutlu olacak, hamaratlığına ayrı güzelliğine ayrı 'maşallahlar' çekecekti. Onlara her gittiği günün akşamı Ali'ye defalarca ne konuştuklarını anlatacak, oğlunun sevdalı hali ile dalga bile geçecekti. Gün gelecek Hatice'nin ablası evlenecek, ertesi sabah Ayşe kadın görücü gidecek ve gelinin ailesi tarafından hoşlukla karşılanacak şerbetler içilecekti. Ali'nin tez canlılığı ve ilk adımının telaşı sevdalarının başlangıcı olacaktı.

 

Ama diğer tarafta Seyyid...

 

Masadan hızlıca kalkıp, annemi bulmalıyım diyerek giden arkadaşının arkasından baktı Seyyid. Kafasını son bir kez görmek için kızın tarafına çevirmişti ki, masayı boş görmesiyle burkuldu yüreği. Kucağında uykuya dalmak üzere olduğunu farkettiği kızıyla ayaklandı, annesinin bulunduğu tarafa doğru adımladı.

 

Fatma kadın tutmuş iki torunun ellerinden, ayaküstü köyün hatunları ile sohbet ediyordu.

 

"Gel böyle işte Fatma, bak kocaman olmuş torunların, eziyetleri falan kalmamış" hafif çattığı kaşları ile baktı yaşlı kadın, muhtarın karısına "torunlarım bana hiç eziyet olmadı Gülizar, bilirsin ben pek sevmem kalabalığı" yine de biraz fazla mı çıkıştım diye düşünüp ekledi "ama gelirim tabi yine, bu yaz düğün çok gibi"

Gülizar yeni duyduğu dedikoduyu söyleyecek olmanın verdiği heyecanla

"Öyle öyle, Gülsüm'ün kızını da amcasının oğluna vermişler yakında şerbet içecez diyordu, Mehmet ayağını sürüdü herhalde, o evlendiğinden beri, görücüler aşındırıyor kapılarını" gözlerini açmış, fısır fısır dedikodu yapmaya çalışan kadına karşı, Fatma kadın biraz sinirlenmiş içinden bir 'ya sabır' çekmişti bile. "Hayırlı olsun, Allah tamamına erdirsin" deyip dönüvermişti arkasını. Kendince senin dedikodun beni ilgilendirmez demek istemişti, ama içten içe bu kadının haline canı sıkılmış ve onu birkaç adım geride bekleyen oğluna doğru yürümüştü. Eğer sinirli olmasa da, oğluna çevirseydi kafasını, onun kızının saçlarına gömdüğü yüzünü görseydi bir kere, sessizliğini durgunluğunu sorgulasaydı..anlardı belki de.

 

Yol boyu Selim ile Yiğit'in tüm sorularına cevapsız kalmış oğluna dikkat etseydi, tüm gece uyumayıp geç kalmışlığı için göz yaşı döken evladını bilseydi..belki de farklı olabilirdi herşey. Ama nasipten ötesi yoktu ve daha çekilecek acılar ve yaşanacak günler vardı.

 

#######

 

Olmazdı zaten

Oluru yoktu

Erken davransa da kabul etmezlerdi ki

Aralarında 7 yaş vardı

Arkadaşının kardeşiydi

Kendi önceden evlenmiş çocuklu bir adamdı

Dağları üstüne devirselerde vazgeçmezdi evlatlarından

Hem yavruları hem çiçeği yanında olsa olmaz mıydı

Olmazdı artık düşünmeme kararı almıştı zaten.

Başkasıyla aralarında söz verilmiş birini düşünmesi bile yanlıştı.

 

Kafasını dayadığı minibüste, batan güneşin ışıklarına bakarken düşünüyor daha doğrusu düşünmemeye çalışıyordu. İki ay geçmişti neredeyse o gecenin üstünden. Annesi defalarca sormuştu halinin sebebini ama dile getirememişti.

İçindeki ateşi ancak yavrularının kokusu söndürüyordu bir nebze, diğer zamanlarda yanıyordu her bir hücresi.

 

Kahvehanenin önünde ki kalabalığın yanında durdu minibüs. Ayrı bir hava vardı bugün köyde, derin bir sessizlik ama fazlaca insan. İşten dönenler, bu durumu anlamış yavaşça kalabalığa doğru adımlamıştı. Araçtan en son inen Seyyid, her gün olduğu gibi çocuklar uyumadan eve gitmek için acele edecekti ki, bu kalabalığın sebebini merak etti. Belli ki önemli birşey olmuştu, daha o sormadan önceden yanlarına gidenlere anlatıyordu köy ahvali bugün olan acı olayı.

 

"Hiç sormayın Fehmi'nin oğlu var ya hani bir aya düğünü olacaktı. Alınacaklar var diye şehire inmiş, kaza yapmış. İkindi namazından sonra defnettik" ölümün sessizliği hakimdi bugün köyün sokaklarına, çok ağıtlar yakılmış, giden canın ardından feryatlar kopmuştu kavaklı semasında.

 

"Gencecik oğlandı, damatlık yerine kefen giydi, ateş düştü evine" 'ah'lar edildi, 'vah'lar çekildi. Bir bir cenaze evine gidildi, başın sağ olsunlar denildi, evlat acısı düşen eve ne denirdi ki başka.

 

Seyyid'in gözünden bir damla yaş döküldü, bilirdi uzaktan genç adamı. Genç ölüm zaten ağırdı, kendi de babaydı ki, evlat acısını düşünmesi bile fazlaca acı veriyordu. Bir damla daha düştü sol gözünden, 'yandı mı yüreğin çiçek kız' diye düşünürken, dikenler battı sevdasına. Kafasını eğdi yere, döndü evinin olduğu sokağa, şimdi gidemezdi cenaze evine, görse onu uzaktan, yaşadığı acıyı duysa kulakları...dayanamazdı buna.

 

O gece köyün tüm evleri genç yaşında toprağa gömülen damat adayını konuştu. Şimdilik üzülüyordu herkes ama yakında değişecekti konuları ve yıkacaklardı genç bir kızın başına dünyasını...

 

Diğer bölüm yine geçmişten bir kısılan başlayacak ama gelecekle devam edecek. Geçmişte anlatmak istediğim bir kısım daha var, bu bölümde anlatsam aceleye gelecekti.

Bu arada satır arası yorumlarınız ne kadar mutlu ediyor anlatamam. Bir de yeni gelen okuyucuların 1.bölümden gelerek yaptığı tahminler, yorumlar ayrı bir keyif. Şu ara yoğunluktan cevap yazamıyorum ama hepsini ayrı ayrı okuyorum biliniz

Yanımda olmanız mutluluk sebebi:)

Bölüm : 27.12.2024 20:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...