Yeni Üyelik
11.
Bölüm

Hasretler

@nevansi

Bu hikaye de olaylardan çok duygulara öyle bir kapılıyorum ki, ağaç dibinde bir bölüm bitiriyorum. Yedek Gelin de olayları anlatmak için yazarken, burada önemli olan hisler gibi...gerçi yazdığım bölümler 2000 kelimeyi de geçmiyor daha kısa ama bizde böyleyiz deyip susuyorum😉

İyi okumalar

 

Sigarasından bir nefes daha çekti içine, şu aralar çok sık içmişti. Kendi derdinde bile bir kere el sürmediği zehiri, can dostu sıkıntılar içine düştüğü andan beri yoldaş bilmişti. Son haftalarda yaptığı gibi, yine işten geldiği gibi Seyyid'in evine gitmişti. Çok şükür daha iyiydi, hatta iki gündür aksayarak da olsa yürüyor, alçılı ayağının üstüne basamasa da evde dolaşıyordu. Yaraları iyileşmeye başlasa da, yüreğinde ki kanayan kesiği görüyordu dostu, efkarlı efkarlı çektiği nefesi, ışığı sönen gözleri...bir çare olmalıydı. Lakin sevdalık etmek zor zanaattı.

 

Akşamın ilerleyen saatinden mi, yoksa yarının bayram olmasından mı bilinmez, sessizdi sokaklar. Evinin kapısına gelince yavaşça tıklattı, emindi ki karısı yine yememiş akşam yemeğini onu beklerdi. Arada gece de giderdi dostuna, bekleme uyu derdi de "Sensiz her yer soğuk be Alim" cevabını alırdı, aşkın verdiği bir gülümseme ile süsledi, kirli sakallı yüzünü ve kapının açılması ile gülüşü sahibini buldu.

 

"Haticem" kocasının hem içeri girip hem de anında kolunu omzundan sarması ile gülümsedi kadında

 

"Alim yakındır Seyyid abiyi kıskanacağım, benden çok görüyor o seni" yandan yandan baktığı adama nazlanma derdindeydi. Biraz ilgiyle hemen yumuşama kıvamında olduğunu bilen kocası ise 'nazın, başım üstüne' edası ile daha da çok çekti kadını yanına.

 

Bir ah etti "halini görsen, kıskanmak ne ki oturur ağlarsın" Hatice'nin yüzündeki gülümseme söndü yavaş yavaş

 

"Zehra'nın da pek farkı yok. Bir kere daha görebilsem dedi daha geçen gün"

 

"Sanırsın zehirlendiler de, ilaçları kavuşmak gibi" diye karşılık verdi Ali de, bu sırada odaya geçmiş sofraya oturmuşlardı. Ancak genç çiftin ne iştahı kalmıştı, ne neşesi. İki yaralı yüreğin, uzak kalışı dert olmuştu yuvalarına.

 

"Aslında bir kere görüşseler de dinse biraz hasretlikleri, ne güzel olurdu" içli bir nefes daha çekti Hatice, sofrada kocasının yanına geçip başını koydu omzuna, dertli başı yerini bulunca hafifledi.

 

"Kapının önüne bile çıkmasına izin vermiyorlar ki, yoksa ne yapar eder Seyyid'i getirirdim. Bir görse, bir güls-"

Sözünü bitiremeden, omzundan kalkan başını ona şaşkınlıkla bakan karısına döndü

"Seyyid abi yürüyebilir mu?"

 

"Alçılı ayağın üstüne uzun süre basamıyor ama biraz topallayarak zor da olsa yürüyor, canı yanıyor ama belli etmez o bilirim"

 

"Peki ya sen koluna girsen, daha kolay mı yürür" karısının heyecanlı haline bakıp, ağzının içinde "yani, tabi" gibi şeyler mırıldandı.

 

"Kalk Alim kalk, hadi gidiyoruz" bir yandan kocasının kolunu kavramış heyecanlı haliyle ayağa kalktı genç kadın.

 

"Nereye Haticem bu saatte?"

 

"Sevenleri kavuşturmaya"

 

🌳🌳🌳🌳🌳🌳🌳🌳🌳🌳

 

"Ali emin misin?" diye sordu tekrar Seyyid, bir eli arkadaşının omzunda diğeri zaten alçıda, ona eşlik eden diğer alçılı ayağı ile yürümeye çalışırken.

 

"Evet oğlum evet, kaç kere söyleyeceğim. Valla bak sen böyle değildin, akıllı uslu sessiz adamdın, sevda seni yeni yetme delikanlı yaptı" hem gülüyor hem de devam ediyordu arkadaşının yükünü hafifletmeye.

 

Bildiği bir gerçeğin yüzüne vurulması ile, gülümsedi adam. Oysa morali bozulup, söylenmesi gerekirdi ama yârinin gül cemalini azıcık da olsa görme ihtimali varken, gülümsemeden duramıyordu.

 

Geceyarısını geçmiş, sokaklar da uykuya dalmıştı. Sessiz adımlar, kısık konuşmalarla iki adam yürüyordu, biri heyecanlı ve fazlasıyla mutlu, diğeri de o mutlu diye mutlu.

 

"Şimdi bu saatte gerçekten nasıl çıkacak Zehram, çıkmasın yahu bu saatte" hem inanamıyor, acaba olur mu diye düşündüğünde de heyecan ve mutlulukla birlikte hafif bir sinir peydah oluyordu. O bile bu kadar duyguyu şu an yaşadığına inanamıyordu. Sevdadan mı, hasretten mi?

 

Bahçeye oturmuş "rüyamda göreyim, bir kere de olsa kokusunu alayım, kalbim dağlanıyor onsuzlukla bir kere daha gözlerinde kaybolayım" diye kendi kendine söylenip, kederlendiği şu karanlık gecede bir anda Ali gelmiş ve sürüklemeye başlamıştı. Ne demişti "sizi kavuşturacağım" sonrası yoktu Seyyid için, ne anlatıyordu ne konuşuyordu.

 

Zamanında Hatice ile Zehra birbirlerine ağacın dalı ile haber verirler, gece de herkes uyuyunca iki evin duvarlarının arasındaki çağla ağacının dibinde buluşurlarmış. İki ev duvarları örerken, iki taraf da kıyamamış ağaca, duvarı onun çevresinden başlamışlar, bundan sebep bir boşluk oluşmuş ağacın etrafında.

Zamanında her iki ev de abiler var deyip, birbirlerine gitmelerine izin vermemiş aileler, yine o laf söz olur deyip el alemin sözü ile hareket edilmiş. Kızlar da görüşebilmek için bu çareyi bulmuşlar, haberleşmek ise her iki evin bahçesine uzanan çağla ağacının dalları ile olmuş. Saatler önce Hatice işareti koymuş dala, gece ağaç dibinde buluşalım demekmiş bu.

 

"Off oğlum off" dedi tekrar Ali, çağla ağacının dallarını görecek kadar yaklaşmışlardı. Gerçekten iki duvarın uzantısı ağacın gövdesini kapatıyor araya da dallardan ve yapraklardan görünmeyen bir boşluk bırakıyordu.

 

"Ben şimdi gidiyorum bir yarım saate gelirim yine seni almaya, olmadı gelmezse biraz daha bekleriz sorun değil" bir yandan konuşup bir yandan Hatice'nin yere koyduğu minderin üstüne oturması için yardım ediyordu Ali.

 

Seyyid alçılı ayağını uzatıp, sırtını ağaca yaslandığında derin bir nefes çekti. Şu halde, bu acıyla ne yapıyorum diye düşündü. Gözleri dallar arasından vuran ay ışığına kaydı, üç çocuk babası, öncesinde evlilik yapmış bir adamdı, yüreği sevdayla boyandığı ilk zamanlarda da anlamamıştı bu heyecanlarını, bu çarpıntılarını...şimdi de aynı durumdaydı. Eli kalbine gitti, sakin olsun diye vurdu avuçlarıyla, 'sakin ol yüreğim sakin ol, görmeden o ipek misali saçlarını, durayım deme sakın'

 

Zehra ise mutfakta akşam bulaşıkları ile uğraşırken görmüştü kendi duvarlarından tarafa konulan ağaç dalını, Hatice'nin işaretini anlamış bir telaş kaplamıştı. Bir sorunu mu vardı, hasta mıydı? Niye gelmişti şimdi annesigile hem de gece görüşmek istiyordu. Herkesin elden ayaktan çekilmesi, uyku için odalarına gitmesi için dakikaları saydı. Gece yatarken giydiği pembe uzun elbisesinin üstüne bir hırka aldı, saçlarında ki örgüyü çoktan çözmüş üstüne gelişi güzel bir yazma atmıştı. Sırtına ve omuzlarına dağılan saçlarını sorun etmedi, ona göre evden çıkmıyordu, iki duvar arası dışarıdan da evlerden de görünmeyecek kadar kuytudaydı.

Mutfak tarafındaki büyük taşlara basarak, alçakta ki duvardan geçirdi ayaklarını ve Hatice'yi görmek için çevirdi kafasını ağacın gövdesine.

 

Beyaz bir şey gördü önce, onun ayak olduğunu anlaması için gözlerini kısması gerekti. Bir adım attı sessizce sonra bir adım daha, iki ayak biri alçılı, bir beden yaslanmış ağaca ama yine de saklayamamış heybetli gövdesini.

 

Yüzünde bir gülümseme, kalbi kuş misali uçmak için kanatlarını açarken yaklaştı bir adım ile kaç gecedir gözlerini kapatıp yüzünün her bir karışını hayal ettiği adam buraday mıydı gerçekten.

 

Gözleri ay ışığına bakarken, önce bir koku geldi burnuna adamın. Bir kez kokladığı ama müptelası olduğu o koku, çevirmedi kafasını, bekledi. Sevgilinin ona geldiği bu an'ın tadını çıkarır gibi, bir nefes daha çekti. Kapattı gözlerini, oturduğu minderin köşesine ilişen sevdasının varlığını hissetti. Gözlerini açmadan çevirdi kafasını, yasladı ağaca. Önce hissetmek istedi, görmek için tutuşan benliğine inat.

 

Zehra yavaşça oturduğu minderde, kapattığı gözlerle derin bir iç çeken adama baktı, hasretle. Bilerek yapıyor dedi yüreği, biliyor onun kuyularına olan özlemini, bilerek kapatıyor. Varsın, olsun...yeterki bir nefes kadar yanında, elini uzatınca tutacağı mesafede olsun.

 

Seyyid ağır ağır açtı gözlerini, bir çift zeytin gördü önce içinde sevda taşan. Ne ara olmuştu da, bu ahu dilberi de vurulmuştu ona. Sevda akıl işi degildi en iyi o bilirdi ama sormak isterdi çiçeğine. Belki de kendi sevdası taşmıştı bedeninden, onu da sarmıştı sarmalamıştı, esir etmişti kendine.

 

Gözler birbirine bulunca unuttu dünya ahvalini, silindi gam keder, kayboldu zaman mekan, gözler sahibini bulunca koşarak gitti akıl. Bu sefer çekmedi ikisi de, hasret o kadar çoktu ki, utanma duygusu bile kaçmıştı kuytu bir köşeye. Gözler öyle şeyler anlatıyordu ki, konuşmak bile anlamsız kalmıştı.

 

Ama yetmedi Seyyid'e, dokunmak için alevleri göze alacağı saç tutamları salınmıştı önüne, parmakları uzandı omuzlarında, yazmanın altında sarkan tutamlara. İşaret parmağına doladı bir ipek tutamı, gözleri döndü tekrar ay ışığında parlayan sevdiceğine, o da gülümsüyordu işte. Yanağındaki gül goncası, bu yalan dünyanın en nadide nimeti olarak sunulmuştu ona.

 

Zehra, saçındaki parmaklar, yüzünde gezinen kuyular ile nefes bile almıyordu. Şimdi ölsem dedi, gömseler beni bu çağla ağacının gövdesine, deseler 'nasıldı dünya hayatın' derdi ki 'hatırlamıyorum öncesini ama son bir dakika var ya yaşadığım herşeye bedeldi'

 

"Zehram...çiçeğim...biraz daha görmesem şu gül cemalini, biraz daha kavrulsaydı şu yüreğim hasretinle-" kuramadı gerisini cümlenin, ölürdüm demek istedi diyemedi, kalbinin yarısı bu kadın ise diğer yarısı evlatları iken...ölmeyi istemek bencillik dedi kendine.

 

"Söyleme öyle, be..n bak ben na..sıl daya-" ben nasıl dayanıyorsam sen de dayan, demek istemişti ama olmadı. Kafasını eğdi, saçlarındaki parmaklar düştü.

 

Kızın hem utançtan kızaran yanakları hem hüzünle dolan gözlerine bakıp devam etti Seyyid

"Murat gelip konuştu benimle, seninle de konuşmuş. Bekleyin diyor..haklı yani..haklısınız farkındayım, ama ne sen diye bağıran yüreğim, ne sensizlikle acılar içindeki ruhuma anlatamıyorum bunu ben" bir kere açılmıştı adamın kelimeleri, susturamıyordu. Yıllardır biriken cümleler ondan habersiz dağılıyordu her yere.

 

Zehra bir heyecanla başını salladı sağa sola

"Haklı değil, değil, bana göre haklı değil. Ağabeyimdir karşı çıkmam çıkamam ama haklı değil. Umrumda değil ne düğün ne köyün söyledikleri" sesi kısıldı fazlasıyla "bir sensin umrumda olan"

 

Bir fısıltı ile söylenen cümle nasıl yankı yapardı bir bedende, nasıl titretirdi heybetli bir adamı

Seyyid'in yüzündeki gülümseme büyüdü, kendini aştı da kattı içine yârini. Bir cesaretle tek kolunu doladı Zehra'ya, yasladı kendi omzuna. Başını dayadı, sevdiğinin başının üstüne, kokladı yazmasının üstünden saçlarını, kapattı gözlerini. Neydi en güzeli, görmekten bile âlâ olanı...hissetmek.

 

Zehra bir anda başını omzunda bulduğu adama sokuluverdi, sanki olması gereken tek yer burasıydı. Dünyada ki yuvası bu beden, huzuru elinin altında atan kalpti.

O da kapattı gözlerini, parmakları alçılı kolunda görünen parmakları buldu. Tutundu parmaklar birbirine, aynı yürekleri gibi.

 

Sonra ses kesildi, yaşadıklarına dair tek kanıt nefesleriydi. Hasretlikleri son mu buluyordu, yoksa birbirine karışan ruhları ile daha büyük özlemlere kapı mı açıyordu bilinmez. Ama onlar başka bir alemde birleşmiş yürekleri ile hissediyorlardı Sevda denilen bu büyüyü.

 

Yarım saati çoktan geçmiş, uzak bir köşede sigara içiyordu Ali, daha fazla durmanın sorun olacağını düşünüp çoktan Zehra da gitmiştir diye, adımladı iki duvarın arasına.

 

İki adım atıp tam görünür yere gelmişti ki, karşısındaki manzara ile çevirdi kafasını. İki yanyana beden, uyumuşlar mı da gözlerini kapatmışlar' diye düşündü 'o kadar bir bütün gibi durmuşlar ki yaslandıkları ağaçla...buradan geçen bir yabancı görse 'bu dünyadan değil bunlar der korkardı'

 

"Meraklanmayın siz kardeşlerim, sizi böyle gördüm ya, ne pahasına olursa olsun kavuşturacam sizi" uçsuz bucaksız gökyüzüne çevirdi gözlerini

 

"Niyet ettim bu bayram, bu iki sevdalı yüreği birbirine helal kılmaya"

 

 

 

Loading...
0%