@nevansi
|
Rüzgarın uğultusuna eşlik eden kavakların sesi sarmıştı köyün sokaklarını.
Toprak yolda giden bir çift eskimiş lastik, varacağı yere gelince durdu. Yılların üstünden geçtiği buruşmuş ellerini kaldırıp vurdu tahta kapıya. Yine en sona kendisinin kaldığını fark etti, içeriden gelen seslerden. Duyulmaz diye tekrar kaldırmıştı ki elini, tahtanın gıcırtısı ile açılıverdi kapı.
Karşısında ahretliğinin daha bir hafta önce aldığı tazecik gelininin gülümseyen yüzüyle karşılaştı. "Hoşgelmişsen Fatma teyze" dedi, kadın kızın gülümsemesine karşılık verirken, elinde gazeteye sardığı hediyeyi koyuverdi avuçlarına"Hoşgörmüşem Haticem, geç kaldım değil mi" hızlıca dış kapıdan geçip avluya çıktı, dönüp gelinin güzel yüzüne tekrar bakıp " hayırlı olsun yuvan gelin kızım, evliliğin bereketli, evlatların sıralı olsun" deyip, avucuyla yanaklarını okşayıverdi.
Hatice utanmanın verdiği hisiyatla başını öne eğip, teşekkür etti bir de amin diye fısıldadı. Fatma kadın dönüp odanın kapısına açıp bir selam verdi, ev sahibi ahretliği Ayşe kadın da onu karşılamak için ayağa kalkmıştı ki, birbirlerine sarılıp yıllardır eskimemiş dostluklarını gösterdiler. Fatma, ahretliğinin kulağına fısıltı ile gelinini utandırdığını da söyledi. Ayşe kadın, içeriye pembe yanakları ile giren gelinini görünce göz kırpıverdi eski dostuna.
"Eee nasılsın Fatma, göremiyoruz seni hiç, yine gelmezsin sandık" diye laf attı muhtarın karısı Gülizar. Köy de ne var ne yok bilmek zorundaymış gibi, onun haberi olmazsa kuş bile uçamazmış edası ile.
Fatma bilirdi bu kadının huyunu, sevmezdi böylesine merakı ama söylenecek de değildi. Doğrusu torunlarından sonra da biraz böyle olmuştu, her çağrılan yere gitmez, her oturulan ortama katılmazdı.
Ancak bu geldiği ev ahretliğinin eviydi, en çok uğradığı belki de sorgusuz sualsiz girdiği yegane evdi. Buralarda adetti, düğünden bir hafta sonra gelin çayı içmeye giderdi köyün hatunları. Evlerinde bulduklarını sarar bir gazete kağıdına verirlerdi taze geline. Kimi çeyiz sandığından bir havlu, patik, yazma sarıp verirdi, onu bulamayan çay şeker yumurta koyardı, durumu iyice olanlar bir tas tabak alırdı. Verdikleri ne olursa olsun, yeni kurulmuş yuvaya bereket getirdiğine inanılırdı.
"Gelirim de işte torunlara koşturmaktan fırsat olmuyor. Önce bebelerdi, üçü birden olunca kolay olmadı tabi. Sonra yürümeleri yaramazlıkları derken, bu sene okula başladılar da nefeslendim" dedi Fatma, anlattıkları sitem gibi görünsede o halinden memnun idi. Cefalarını bile severdi o üç masumunun, yaşından kaynaklanan yorgunluğu olmasa neler yapardı da işte yaşı artık dinlenmeye zorluyordu onu.
Ayşe kadın, yamacında oturan ahretliğinin, düşündüklerini hissedip, elini onun dizlerine koyup vurdu iki kere yavaşça "Şu Kavaklı köyünde senden daha iyi nene yoktur bacım, ne senin gibi bir nene ne de senin oğlan gibi bir baba görülmemiştir" dedi. Fatma, eski dostunun dedikleri ile gülümsedi ona doğru, kederine en çok o tanık olmuştu.
"Kolay değil tabi" dedi yine eline sazı almış konuşan Gülizar "Oğlan evlendi daha ne oldum demedi haftasına askere gitti, döndüğünde bir de ne görsün eşi toprak altında, üç tane bebede beşikte" bu kadın gerçekten konuşmayı bilmiyor diye düşündü Ayşe, görmüyor muydu yanındaki kadının buğulanan gözlerini, tam ev sahibiyim demeden başlayacaktı ki geç kaldı, Fatma ondan önce başladı anlatmaya
"Emine'yi ben çok istediydim. Hanım hanımcık, yüreği güzel bir de yetim olunca dedim ne güzel olur benim gelinim olsa diye düşündüm durdum. Oğlan Allah var istemedi hiç, daha erken dedi, sonra dedi ama dinlemedim. O sıra Emine'yi pek çok isteyen vardı , benim oğlanın askerlik kağıdı gelince aceleye getirdim. Seyyidime dedim ki 'sen de askere gidiyon yalnız kalacam, tek başıma ne yapacam' çok dokundu bu sözlerim biliyorum. Kabul etti tabi, evlendiler. Bir hafta karı koca oldular, sonra vatan borcu. Daha o gideli bir ay olmadan gelin gebeyim dedi, ne mutlu olduk hemen yazdık bir mektup. Ah güzel gelinim ahh, çok iyiydi aylarca birlikte kaldık, kocasını bir hafta gördü de benimle aylarca yaşadı, ne saygısızlığı ne edepsizliği hiç bir kötü huyunu görmedim. Lakin gebeliği sorunluydu, ilçedeki doktor riskli dedi, çoklu gebelik dedi, birçok şeyler dedi de akıl tutmuyor işte. Emine söylemeyelim Seyyid'e aklı burada kalır, dikkati dağılırda birsey olur diye korktu. Ben de ona uydum tabi. Bir kuşluk vaktiydi üçüzler doğdu, öptü teker teker kokladı derin derin, gözünde yaşıyla yavrularına doyamadan verdi son nefesini. Ahh güzel iyi kalpli gelinim.." herkes derin derin bir iç çekti, bir Fatma'nın çektiği nefes yaktı yüreğini.
Kimileri oyalı yazmalarının kenarıyla sildi gözyaşlarını, kimi bir Allah rahmet eylesin dedi fısıltılıyla. O sene herkes üzülmüştü, çocuklarını doğururken ölen geline, bir de askerdi ya kocası ayrı bir dertti bu.
Çaylar geldi, yanına konulan kömbeler, soba da pişen kek ile köyün tek bakkalından alınmış gevreklerle sohbet değişti.
Kim evlenmiş, kimin bebesi olmuş, kim damda sevdiği yarin yolunu beklermiş. Bu sene kış çetin geçecekmiş, ramazan gelmeden yufkalar yapılmalıymış, birinin turşusu pek güzel olmuş, birinin kümesine tilki dadanmış yumurtaları yermiş boyna...
Fatma kadın bir muhabbete katılmış bir sessizce dinlemiş. Bir yandan da gözü duvardaki büyük kahverengi saatte imiş. Çocukların okuldan gelme saatini kaçırmak istemiyor, sohbete dalar da unutur diye telaşlanıyormuş.
Bulundukları köyde okul yoktu, ilçede ki kaymakam bir minibüs ayarlamış. Her gün sabah gelip okul çağındaki çocukları alır, ikindi vakti ise geri getirirdi. Bundan dolayı da para almazdı, bu kaymakam pek iyiyceydi. Saate bakıp daha yarım saati olduğunu görünce bir bardak daha içerim diye düşündü yaşlı kadın, sohbete katılmak için dönünce duydu o kelimeyi
"Uğursuz gelin işte" kime dendiğini anlamadı Fatma kadın, "Hiç Allah'ın yarattığına uğursuz denir mi" diye çıkışıverdi.
Gülizar durur mu, açtı yine çöp olan ağzını "sen bilmiyon tabi Fatma, kız uğursuz uğursuz" ters ters baktı Fatma ona, bir tövbe çekti yanındaki Ayşe kadın "ayıp Gülizar ayıp, Gülsümü tanırız severiz hepimiz kızı Zehra desen bir kötü sözünü işitmedik, edepsizliğini görmedik. Bugün niye gelmediler diye düşünürdüm ama belli bu lafları duymamak içinmiş" normalde bu kadar söylenmezdi Ayşe hem de evine gelen misafire ama gelininin solan yüzünü görünce dayanamadı. Bilirdi Zehra onun en yakın arkadaşı, komşu kızıydı. Bugün burada olsa, kızı bildiği gelininin yüzünde güller açardı. Ama bu sözleri bile durdurmadı muhtarın karısını, başladı anlatmaya
"Daha on yedisindeydi bu Zehra, amca oğlu ile nişanladılar. Oğlan düğün için ihtiyaçları almaya ilçeye gitmiş, dönüşte minibüs kaza yapıyor. Kimseye birsey olmamış da bir bu gencecik oğlan oracıkta can vermiş. Bir sene geçmiş geçmemiş aşağı köyde varlıklı bir adam oğluna istemiş bu kızı, istemeye gelirlerken oğlanın bindiği at, yılan mı görmüş ne olmuşsa atıvermiş üstünden sahibini. Başını yerdeki sivri taşa vurmuş dalyan gibi oğlan, o da orada ölmüş. Daha geçen aylarda ilçede ki bir adam istemeye gelecek diye bir söylenti çıktıydı. Ama tabi gelen yok giden yok, meğer adam ince hastalığa yakalanmış yatak döşek yatıyormuş. Uğursuz gelin işte, kim bu kıza niyetlense sonu kara toprak oldu" Gülizar'ın anlatımıyla sanki tiyatro izler gibi izleyen kadınlar bir vah vah çekti, 'olan oğlanlara oldu' diye söylendi.
"Bu gidişle evde kaldı kız, artık geleni gideni de yok ama abileri pek öfkeli diye duydum. Adı çıktı başımıza kalacak diye eziyet ederlermiş" dedi bakkalın karısı, sanki sır verir gibi. Oysa herkesin bildiği bir gerçekti bu, konuşulan bir genç kızın hayatı da olsa, onlar için sohbet konusuydu. Çaylarını içerken konuşup, kendi sıkıntılarını unutmak için daha büyük derdi olanları aşağılamak adına sarf ettikleri sözlerdi.
Fatma'nın içi daraldı, yıllar önce gördüğü hayal meyal hatırladığı kız hakkında bu kadar acımasız konuşmaları, çok üzdü onu. Bir de burada oturmuş onları dinliyordu ya, iyice ezildi yüreği kalkmak için hamle yapacaktı ki, sağ köşeden gelen sesle döndü o tarafa
"Ayy görücüsü var onun var" dedi gelinlerden Merve, kızkende böyle ne konuşacağını bilmez biraz fütursuzdu bu kız "kaynıma isteyeceğiz onu" deyip kıkırdadı olduğu yerde. Hemen onun yanındaki kadın atladı heyecanla söze, eee yani dedikodu malzemesi bulmuştu
"Kız senin kaynının geçen hafta torunu olmadı mı, 45 falan var o"
Merve durur mu, baktı herkes onu dinliyor devam etti, hem bugün kaynanası da gelmemişti rahattı
"43 yaşında, biliyonuz 3 ay oldu eltim öleli de. Malum son zamanlarda da pek hastaydı, ondan ötürü Kenan abim dedi genç biriyle evlenecem. Kaynanam önce olmaz falan dedi ama işte oğluna söz dinlettiremedi, 'evimize uğursuz getirme' diyor ama işte"
Fatma artık dayanamadı "kızım olur mu hiç 43 yaşındaki adamla, 20'sine yeni girmiş kız, tövbe neler duyacağız" bu söylemlerle sinirlenen Merve, biraz da çekinerek "ama Fatma teyze abileri olur gözüyle bakıyormuş, yeter ki evlensin kimle evlendiği önemli değil diye düşünüyorlarmış" dedi kırmızı bir suratla. Çok konuşup ortalığa bomba bırakmıştı, kaynanası duysa kesin laf söylerdi ona. O yüzden sessizce köşesine çekildi. Bir yandan da dönüp Ayşe kadına baktı, onun gelinine nasıl baktığına şahit olmuştu, seslenirken bile rica ediyordu, bir ahh etti içinden.
Onun ahh ettiği gelin olan Hatice gelin ise başka bir yangındaydı. Çaya bakma bahanesi ile kalktı oturduğu yerden, evine gelmişlerdi misafirlerdi, hem de onun gelin çayıydı, birsey diyemiyordu. Ama kardeş bildiği can dostunu buradaki kadınların sözlerinden koruyamadığı için yanıyordu ciğeri. Biraz daha dursa yanlarında ağlayarak "Zehra uğursuz değil onun iyiliği hepinizin kötülüğünü yener" diye bağıracaktı. İçinden yine de bir şükür geçti, hem artık anne dediği kayınvalidesi hem de onun ahretliği Fatma teyzesi söylenenlere karşı olduklarını belli ediyordu.
"Allah'ım" diye yakardı, ciğerinin ateşiyle "Ne olur Zehrama hayırlı bir evlilik nasip et, onu kötü sözlerden kötü kalplerden koru" gözünden düzen bir damla yaşla, iç çekti ve devam etti Yaradana yakarışına "yıllar oldu can dostumun gamzesini görmeyeli, ne olur gamzesini göstereceği bir er çıkar karşısına, bir gülüşü için dağları aşacak bir yiğit ile yuva kursun" bilemezdi Hatice, ağzından çıkan duanın semalara çıkacağı gibi kabul olunacağını. Daha gözündeki yaşı kurumadan içerideki seslerin yükseldiğini duyunca hızla çıktı mutfaktan.
Fatma kadın artık buradaki konuşmalara daha fazla katlanamayacağını anlayınca, okul saatini bahane edip kalktı ayağa. Yoşmağinı dolayıverdi sırtına, ters ters Gulizar'a bakıp kapıya yöneldi, eli tam da kapının koluna giderken konuşmaya başladı mesmursuz kadın yine.
"Madem bu söylenilenlere inanmıyorsun Fatma, sen alsana oğlun Seyyid'e bu uğursuz gelini. Bakalım Zehra cidden uğursuzmuymuş. Ne oldu sesin çıkmıyor, korktun değil mi, oğluna bir hâl gelir diye. Ee başka çocuğun yok, kocan öleli 20 yıl oldu, kalacam 3 tane 7 yaşındaki çocuk ile diye korktun değil mi?" Sanırsın yılan konuşuyor da zehrini akıtıyor, bu nasıl bir hastalıktır diye düşünüyordu Ayşe, Fatma'nın buz gibi olmuş eli, kağıt beyazı gibi kalan yüzüyle onu sakinleştirmek istedi. Lakin yılan bir değildi ki
"Yok yok olmaz hiç öyle, Seyyid abi gibi adama o uğursuz olur mu hiç. Yazık valla, istese şimdiye kadar köyde ona varmayacak kız yoktu" Gülşen bir telaşla atlamıştı konuşmaya, kardeşi Gülşah'ın yıllardır uzaktan uzağa sevdigi adamı tamda hersey olur gözüyle baktığı zamanda başka kıza yâr edemezlerdi. Ancak böyle konuşunca gitgide sinirlenen Fatma kadını daha da körüklediğini bilse konuşmazdı orası kesin.
"İsterim. Hem de ne güzel isterim, görün hanımlar ben sizin o uğursuz dediğiniz kızı, kendime gelin, oğluma eş, evime de bereket niyetine gider isterim. Bilirim nasip de varsa o kız bize huzurdan başka birsey getirmez" dediği son sözle, arkasında şaşkın şaşkın bakan kadınlara aldırmadan dış kapıya yöneldi, tam çıkmıştı ki onu geçirmeye gelen ahretligi ve geliniyle bakıştı.
Hatice gelin, yaşlı kadının eline sarıldı, bir heyecanla başladı "Fatma teyze, Zehra hiç de denildiği gibi değil. Bir görsen kalbi yüzünden daha güzel ama böyle söyledim diye sanma ki yüzü çirkin. Pek güzel benim arkadaşım, akça pakça bir yüzü var, iki gözü var sanırsın dalında iki zeytin, bir gamzesi var gülünce açılan. Seyyid abi boylu poslu gördüm erimin yanında, Zehra ile çok yakışırlar öyle ufak tefek değil görsen hem boyu var hem etine dolgun. Kalbini ahlakını anlatmaya kelimelerim yetmez, ne dersin bu işe cidden ister misin onu" Hatice gözündeki yaş ile konuştu kadına, yaşlı kadının da ondan farkı yoktu gerçi. Daha az önce mutfakta ettiği yakarış ve ardından bu hâl, işaret gibi gördü bu olanları. Hem Fatma Teyze hem Seyyid abi, onlardan iyisi yoktu şu köyde, neden olmasınlar dönüp duruyordu kafasında. Bir de nasıl aklına gelmediği tabi.
Fatma kafasını konuşan gelenden çevirip, eski dostuna baktı 'sen ne dersin' dercesine, Ayşe kadın yılların birikimiyle anladı "Ahretliğim sen konuş bir oğlanla, bilirim yıllardır Seyyid istemez, ne görücü gittin birine ne de bir kızın adını ağzına alabildin. Daha sen söze girmeden 'olmaz ana' dedi kestirip attı. Ama böyle geçer mi ömür, ona da bir yoldaş gerekli"
Fatma tüm sözlerini tüketmiş gibi, ufak bir baş hareketi ile döndü arkasını çıktı sokağa, Ayşe dediklerinde haklıydı, o da içeride dediklerinin arkasındaydı ama ya Seyyid...kabul etmezdi şimdiye kadar hiç etmedi, bir kez bile birine yan gözle bile bakmadı. Simdi ne derdi, daha otuzuna bile gelmemiş oğlu yuva kursun istiyordu çok mu, bir de çocuklar vardı tabi...ama yok bu sefer bu oğlanın keyfini beklemeyecekti. Daha kapıdan 10 15 adım uzaklaşmıştı ki durdu, döndü geriye.
Kapıyı tam kapatırken, yaşlı kadının durduğunu gören kayinvalide ile gelin önce birbirlerine sonra da Fatma'ya döndüler
Fatma hızlıca yaklaştı yanlarına, gizli bir şey söylüyormuşcasına yaklaştı "Ahretliğim yarın Zehra'ya görücü gidiyoruz sabahtan"
|
0% |