İki gun doldu mu
Kızılcıklar oldu mu
Düğün yazayım diyen yazar
Kınayla dordurdu mu
İyi okumalar:)
XKızılcıklar oldu mu selelere doldu mu?
Hey
Gönderdiğim çoraplar ayağına oldu mu?
Mendili eline, mendil verdim geline
Kara kına yollamış yar benim ellerime
Mendili eline, mendil verdim geline
Kara kına yollamış yar benim ellerime
Of, of, of, of
Köyün 'çalgıcı kardeşler' diye bilinen iki kız kardeşi, yanyana oturmuş ellerinde ki defleri, hünerli parmakları ile çalıyor bir yandan da türkülerle meşk ediyorlardı hatunları. Kimisi avlunun ortasında ellerini şıklatarak oynuyor, kimisi daire şeklinde dizilen taburelerde oturmuş el çırpıyor bir yandan da türküye eşlik ediyorlardı.
Genç kızlar allı pullu entarileri, örgülerini açtıkları saçları ile ortada gerdan kırıyorlar, etraflarında alkış tutarak, kızları daha da şevke getiren kadınlar ise baştan ayağa süzüyorlardı onları.
Gülsüm kadının evinin bahçesi, köyün hatunları ile doluydu. Sabah namazı ile başlayan koşturma nihayete ermiş ve kına zamanı gelmişti. Oğulları erkenden bahçeyi misafirlere göre ayarlamış, kahveden tabureler gelmişti. Çarşıdan hızlıca ikram edilecek lokum bisküviler getirilmiş, bir yandan da lambalarla bahçe ışıklandırılmıştı. Gelinleri ise, tek görümcelerinin bu güzel günü için saatlerdir ayaktaydılar. Önce temizlik sonra ikram için yapılan litrelerce limonata, servis edilmeye hazır bekletiliyordu.
Defci kız kardeşler gelmiş ve çalmaya başlamıştı. Tek eksik kına tepsisiydi. Adet gereği kınayı, manilerle erkek tarafı getirir, onlar gelene kadar da gelin odasından hiç çıkmazdı.
Gülsüm kadın, açık demir kapının yanından ayrılamamış her geleni içeriye buyur etmekle uğraşıyordu. Bu kadar kalabalık olacağını kimse tahmin etmemişti, bir hışımla kapıdan dışarı çıkmış, sokağın ilerisinde arkadaşlarıyla oturan oğlanlarına doğru bakmıştı. Kına bahçesine asla erkek girmez, herhangi bir ihtiyaç olursa diye de kız tarafından bir grup evin sokağında oturur beklerdi. Annesinin bakışlarını ilk fark eden Mehmet oldu "Ana ne oldu, bir ihtiyaç mı var?" deyip birkaç adım yaklaştı kapıya doğru.
"Mehmet, sürüsüne bereket gelen gelene, oturacak yer kalmadı, gidip biraz daha tabure bulamaz mısın?" kimseler duymasın diye fısıltı ile oğlunun kulağına eğilerek konuşmuştu.
Anasının kısık sesine eş sesiyle "kahveden isteyim istemesine de, biliyorsun ana bugün kadınlar buraya gelince adamların hepsi de kahveye gitti" biraz düşünceyle baktı önce "aslında Veli amca bende eski tabureler var diyordu, olur mu?" kafasını salladı hızlıca Gülsüm kadın "olur oğlum olur, kırık olmasın yeter ki" deyince, Mehmet bir ıslık çalıp ilerde taşa oturan kuzenlerine seslendi, ayaklanan delikanlılar ile de hızlıca yola koyuldu.
Gülsüm tam içeri girecekken gördü sokağın diğer başında, yüksek sesli maniler söyleyerek gelen kalabalığı, bir heyecanla seslendi içeri "erkek tarafı geliyor"
Bahçede ki def sesi susmuş, oynayan kızlar birbir gelinin bulduğu odaya gitmişti.
Sesler susunca, sokaktan gelen maniler duyulmaya başlanmıştı.
Başında ince oya,
Gül yüzü benzer aya,
Sevabı var bakmanın,
Güzeli doya doya.
Sesler git gide yaklaştı.
Bir kız varmış al yanaklı
Gözleri zeytin dalı
Yakalım kınasını
Alalım bir cuma akşamı
Her maniyi başka biri söylüyor, her sözden sonra alkışlarla inliyordu sokak.
Dağdan keserler ıslığı
Hani bu kızın yastığı
Gelinim kınan kutlu olsun
Bundan dirliğin al olsun.
Artık kapıya gelmişti erkek tarafı ve son maniyi de Ayşe kadın söyledi
Kızım bu bahçeler senin mi?
İçinde gezen yârin mi?
Yarın ayrılık günün mü?
Gelinim kınan bol olsun.
Kapıdan ilk adımı elinde ki kına tepsisi ile Fatma kadın attı. Bir besmele çekti, içerideki kalabalığı görünce bocaladı biraz ama hepsine 'hosgeldiniz' diye seslendi hemen.
Yanındaki Ayşe kadın da şaşkınlıkla baktı avluda ki hatunlara, elbette normalden fazla geleceklerini düşünmüştü ama bu kadarını düşünmemişti.
Eee bu kına herkesin yıllardır "Uğursuz" diye andığı kızın kınasıydı. Çoğu sırf meraktan bile gelmiş olabilirdi, hatta hâlâ son anda bir terslik ile bu düğün iptal olacak gözüyle bakanlardan yok değildi. Arada fısır fısır konuşanlar da bunun kanıtıydı.
Arkalarından bahçeye giren Hatice gelin ise, elini sıkı sıkı tuttuğu Ahsen ile evin içine doğru hareket etti. Erkek tarafı sayıldığından gelememişti tüm gün, onun bu üzüntüsünü fark eden kocası "üzülme Hatice'm, bundan sonra tüm günler sizin, Seyyid benim kardeşim Zehra artık yengem, isterseniz tüm gün birlikte oturun, yetmezse söyleyin akşamları da beraber otururuz. Seyyid ile canımıza minnet" bu teselli sözleri ile gününü Fatma teyzesine yardım ederek geçirmiş, arkadaşı için en güzeline uğraşmıştı.
Dışarıda saatlerdir devam eden bir telaş bir koşturma varken, evin küçük odasında ise fazlasıyla heyecanlı ve mutlu bir yürek vardı. Giydiği al renginde elbise bedenine tam oturmuş, ince beline sarılan altın rengindeki kuşağı ile ayrı bir güzellik katmıştı. Omzundan başlayarak genişleyen volan kollarının ucunda ufak çiçek motiflerini ise dün gece uyku tutmayınca kendi yapmıştı Zehra. Yengelerinin biri örgülerini açmış, beline kadar uzanan saçlarını dalgalandırmış, diğeri yüzünü renklendirmişti ve erkek tarafı gelene kadar burada otur deyip gitmişlerdi. Bekledi Zehra, en iyi yaptığı şey bu değil miydi zaten. Ama bu sefer ki bekleyişine, yüzünden silinmeyen tebessümü ve kalbinde kanatlanan serçeler eşlik etmişti.
'Erkek tarafı geldi' nidalarını duymuş ve ardından yanına şen şakrak giren kızlarla heyecanı katlanmıştı. Ne kadar güzel olduğuna dair sözlere, utanarak baksa da ses çıkarmamış, odada bir oraya bir buraya yürümeye başlamıştı. Ta ki küçüğünün sesini duyana kadar
"Zehra abla"
Üstüne giydiği kırmızı elbisesi, omuzlarına salınmış saçları ve parlak yeşil gözleri ile odaya giren Ahsen, bir kaç adımda Zehra'nın yanına gidip sarılmıştı.
Odada ki diğer kızlar ellerine aldıkları mumlar ile tekrar bahçeye çıkmışlardı bile. Hatice de can arkadaşına sıkıca sarılmış, onun gülen yüzü, görünen gamzeleri için şükürler etmeye başlamıştı. Ahsen'i Zehra'nın yanında bırakıp kına tepsisini taşımak için hızlıca çıkmıştı gidenlerin arkasından.
Zehra, Ahsen'in boyuna erişebilmek için dizlerinin üstüne çökmüş, elleriyle küçük kızın buklelerini seviyordu
"Biliyor musun Zehra abla. Babam 'benim dünyadaki en güzel kız' olduğumu söyledi. Ama onun gözündeymiş, çünkü her gözün gördüğü güzellik başka oluyormuş"
Gülen yeşil gözlere bakarken, onayladı kızı kafasıyla
"Baban doğru söylemiş fıstığım. Benim gözümde de dünyadaki en güzel kız sensin"
Ahsen, gülümsemesini daha da genişletirken devam etti
"Ama bence babam fikrini seni gördükten sonra değiştirebilir. Çünkü sen çok ama çok güzelsin, en güzel çiçeklerden bile daha çok" deyip ellerini iki yana açmıştı küçük kız, sanki 'çok' kelimesini ancak bu şekilde ellerini açarak gösterebilirmiş gibi.
Seyyid'in onu bu şekilde görme fikri bile ellerini titretmeye yetmişti. Bir de yarın evleneceklerini düşünmek, onun hatunu olacağını bilmek tüm bedenini heyecanlara salmıştı. 'En iyisi bunu şimdi aklımdan çıkarmak' diye kendini teskin edip, elini uzattı küçük kıza. Bahçede ellerinde mumlarla bekleyen kızların arasına girdiler ve tekrar başladı defler çalmaya.
Fatma kadın, gelinin güzelliği ile onu uzaktan okumaya başlamış, ellerini tuttuğu torunu ile ana-kız gibi duruşlarını gördükçe göz yaşı dökmüştü. Bunu düşünen tek kişi de kendisi değildi, bahçedeki tüm kadınlar birbiri ile aynı rengi giymiş, el ele tutuşan ve gülümseyen bu iki kıza baktıkça aynısını düşünüyordu.
Gelinin eline kınalar yakılmış, Gülsüm kadının kızına sarılması sonucu, ufak bir hüzün yayılmıştı avluya. Sonrasında tekrar gerdan kırmaya kalkan kızlar ile eğlence kaldığı yerden devam etmişti. Ortada gelinin oturduğu sandalyenin yanına bir sandalye daha konulmuş ve Ahsen oturtulmuştu.
Küçük kız çok olmasa da bir kaç kez gitmişti babaannesi ile böyle kınalara, hatta en son Hatice ablasının kınasında yer almışlardı. Hiç oturmamış, kendi yaşıtları ile bahçenin arka taraflarında hatta bazen sokakta oyun oynamışlardı akşam akşam demeden. Ama şimdi hiç ayrılmak istememişti Çiçek ablasının yanından, bir adım uzağında olmak bile üzmüştü yüreğini. Bundan sonra birlikte yaşayacaklarını düşündükçe gülesi geliyordu. Kaç gecedir uyumadan önce konuşup hayal kuruyorlardı kardeşleri ile, Çiçek ablaları gelecek diye öyle bir heyecan vardı ki içlerinde, gülüşleri evin duvarlarına yansımıştı. Bazen bu konuşmalara babaları da katılıp, sevinçlerini paylaşıyordu.
Kapının kenarında küçük bi beden daha vardı, hızlıca içeriye göz gezdiren ve aradığını bulmak için telaşlı olan. Amcası görüp de onu çağırmadan bir kerecik bile olsa görmeliydi, ayak parmaklarının üstüne basarak yükseltti boyunu birazcık daha ve tam o sırada ortada oynayan yengesi kenara çekildi ve aradığını, halasının yanında otururken gördü. Yüzünde bir gülümseme ile yaslandı kapıya ve tam hayallere dalacakken duydu Mehmet amcasının sesini, istemeyerek de olsa koşarak uzaklaştı oradan.
Tepsiye dizilen bisküviler, başka bir tepsiye konulan gül lokumları tek tek servis edildi misafirlere. Ardından buz gibi soğutulmuş, nane ile ferahlatılmış limonatalar.
Bir yandan bisküvilerin arasına sıkıştırılan lokumlar yeniyor, bir yandan da geline yakılan kınanın kalanını genç kızlara kısmet olsun denip yakılıyordu. Yavaş yavaş dağılmaya başlanan kalabalık ile hâlâ ortada oynayan kızların sesi birbirine karışmıştı.
Zehra ısrarlara dayanamayıp bir iki tur dönmüş sonra da oturmuştu yerine, kınasının güzel çıkması umudu ile ellerinde ki kırmızı kumaşlara bakıyordu. 'Eğer gelinin kınasının rengi güzel olursa, mutlu olacağına işarettir' derlerdi yaşlılar.
#######
Hatunların dağıldığını duyan kahvedeki adamlar da yavaş yavaş evin yolunu tutmuştu. Seyyid bir yanında Ali diğer yanında oğulları ile kız evinin yolunda yürüyordu.
Bugün sabahtan doktora gitmiş, durumunu anlatmış alçılarını çıkartmıştı, yine de üstüne çok basmamak şartı ve bastonla yürüyeceğine dair kesinlik verip sadece sarmalarına izin vermişti.
Acısı vardı ama önemli miydi?
Kolunu hâlâ eskisi gibi kullanamıyordu ama umrunda mıydı?
Bir elinde baston olsa da topllayarak yürüyordu ama takılıyor muydu kafası buna
Tüm soruların cevabı belliydi, en azından şimdilik. Biliyordu düğünden sonra yapması gerekenler vardı ama şu bir kaç gün mutluluğu doyasıya yaşamak için, geri plana atmıştı herşeyi.
Kız evinin sokağına girince gördü, Zehra'nın abileri kuzenleri tabureleri bir yanda topluyor, gidecekleri yerler için ayırıyorlardı. Kısa bir sohbetten sonra Ali de onlara yardım için yanlarına geçmişti.
Seyyid yardım edemeyeceğinin bilinci ile kapıya doğru yaklaşmış, gitmek için ayaklanan kadınların çokluğu ile kafasını diğer taraf çevirmişti.
"Seyyid oğlum gelin hadi içeri, bu limonata da sizin nasibinizmiş" Gülsüm kadın kapı kenarında, ne yapacağını bilmeden dikilen damadını görünce, elinde limonata dolu sürahiyi göstererek seslenmişti.
Seyyid, gülümseyerek teklifi kabul etmiş ve girmişti oğulları ile birlikte, avluda birkaç kadın kalmış sohbet ediyorlardı. Yavaşça kayinvalidesinin yanına gitmiş hal hatır sorma derdine girmişti, çiçeği burnunda taze damat.
Fatma kadın, oğlunun geldiğini uzaktan görmüş, Zehra'yı gördüğü andan beri aklına gelen fikir için kolları sıvamıştı. Önce Ahsen'i bulmalıydı...
Arka bahçede ki minderin üstüne oturan Seyyid bir yandan limonata içiyor, bir yandan da oğullarının lokum yiyişlerine takılıyordu. Avluda tabureye tam oturacaklarken, annesi gelmiş bir hışımla 'bunlar toplanıyor, gidin arka bahçeye oturun' deyip göndermişti onları buraya.
"Ya Yiğit öyle değil, tam ortasına koyacaksın lokumu, sonra diğer bisküviyi koyarken yavaşça bastıracaksın" bilmem kaçıncı kez anlatıyordu Selim kardeşine
"Off off olmuyor bak yine kırıldı" deyip ağzına attı kırılmış bisküvi arasında ki lokumu. Tepsiden yeni bir tane daha alıp, tekrar denedi.
Neredeyse yarım tepsi yiyen oğullarına artık bir dur demesi gerekiyordu Seyyid'in ama içinde bulunduğu neşe, buna bile engel oluyordu sanki.
Sonra çiçek kokusu sardı etraflarını bir anda, üç kafa da aynı anda döndü bahçenin karanlık tarafına yüzlerini. Seyyid ne ara kalktı ayağa bilmiyordu, efsunlanmıştı. Bu güzelliği anlatacak kelimesi yoktu lügatında. Gözlerini bir an bile çekmedi, meftunu olduğu zeytinlerden
"Çiçek abla çok güzelsin ama fazla güzelsin" bu sözlerle döndü kafasını Zehra, Seyyid'in iki yanında ona bakan oğlanlara.
Yavaşça giderek diz çöktü
"Siz o kadar güzelsiniz ki, yanınıza yakışmak istedim" Yiğit'in önündeydi tam olarak, onun sözlerine, gözlerine bakarak cevap vermek için ama o konuşurken sağına Ahsen soluna Selim gelmişti çoktan. Üçünün de gözlerine baktı uzun uzun sonra sordu
"Yakışır mıyım yanınıza"
Bir anda üç çift kol sardı bedenini, evet olarak kabul etti bunu genç kız.
Çocukların tam arkasında, kızın yüzüne kitlenmiş bir çift kuyu vardı. Gördüğü bu manzara ile dünyadan soyutlanmış, şükürler dolamıştı diline.
Çocukların kollarını gevşetmesi ile sıyrıldı içinde bulunduğu durumdan Zehra. Oğlanların, Ahsen'i tutup lokum bisküvi tepsisinin başına götürmesi ile ayağa kalktı ve kesişti yâriyle tekrar.
İki sevdalı yüreğin mutluluğu yansıdı göz bebeklerine, Seyyid bir adımla yaklaştı yanına. Elleriyle tuttu, kızın kına yakıldığı için kırmızı kumaş ile sarılmış ellerini.
Gözleri, ellerini buldu ikisininde, Zehra 'Evet işte şimdi güzel renk verecek kınam' diye düşündü. Çünkü adamın elleri arasındaki eli, ateşlere tutunmuş gibi yanıyor ve titriyordu. Avuçları arasında küçücük kalmış elleri burnuna götürüp kokladı uzun uzun adam, 'bu kız, onun gelini oluyor diye yakmışlardı kınayı nasıl koklamasındı'
Fısıltı ile döküldü kelimeler dilinden, kimsecikler duymasın bir onlara kalsın istedi bu an
"İki gözümün çiçeği
Bir sen yakışırsın bize
Bir ben yakışırım sana
Bir biz yakışırız bu dağa bu taşa
Bir bizim sevdamız kalır bu topraklarda"
Merak etmeyiniz dostlar
Düğünü böyle uuzn anlatmayı planlamıyorum. Benim için kısa, naif, sakin bir hikaye olarak kalacak Zehra ile Seyyid. O yüzden uzayacak bir kurguya sahip değil ama hâlâ anlatmak istediğim şeyler var o yüzden düğünü kısa geçeriz ne dersiniz
Okur Yorumları | Yorum Ekle |