@nevansi
|
İyi okumalar, Umarım beğenirsiniz. Uzun zamandır benimle yaşayan bu kurgumu😉
Kavaklı köyünün tepelerinden kendini göstermeye başlamıştı güneş. Kızıllık karışırken, gecenin zift rengine, hayvanlar çoktan otlaklara dağılmıştı.
Köyün meydanına yakın büyükce bahçenin içinde dört tane ayrı kulübe tarzı ev vardı. İçlerinde ikişer oda olan bu yerler, aynı avluda bir daire şeklinde dizili idi. Birbirlerine hem bağlı hem de ayrı olduğunu gösteriyordu. Avlunun ortasında küçük bir mutfak vardı, sağında kiler solunda ekmek yapmak için ocağın olduğu bir bölme daha. Kulübe tarzı evlerden bir genç kız çıktı, eli başındaki yazmayı hızla örtmek için çabalıyordu. Uçlarından tutup başının üstüne attı gayri ihtiyari, gecenin siyahına eş saçları, mor yazmanın altında saklanmıştı da, ayın parlaklığını sönük bırakacak gerdanı açık kalmıştı. Mor çiçekli entarisi ile, mutfak bölmesine girdi.
Bakır çaydanlığa, güğümden suyu koyup tüpün üstüne koymuştu. Acele etmeliydi, şimdi avluda ki diğer kulübelerden tek tek çıkardı abileri. Onlardan duyacağı tek bir kelama bile sabrı kalmamıştı ama karşı çıkacak hâli de yoktu. Ne deseler sessiz kalmamış miydi? Tabi dün akşama kadar...
Üç sene önce başladı herşey, nedenler niyeler yoktu onun lügatında. Herşeyin bir sebebi olduğuna inanırdı, kötü olaylarda bile arkasında gelecek olan güzelliğe inanır beklerdi. İlk defa bu olaylarda inancı sarsılmıştı, kadere inanıyordu ama...işte bir aması vardı artık.
Kapı seslerini duydukça hızlandı hareketleri, ekmek bölmesinden dün yapılan tandır ekmeklerini almak için o tarafa döndü. Ortanca abisinin eşi Sema, uykulu gözlerle kahvaltı hazırlığına yardım etti. Çok geçmeden büyük abisinin eşi Teslime, ağladığı için şişmiş gözleriyle onlara katıldı. Belli ki yine Murat abisi, tüm öfkesini karısından çıkarmıştı. En son aralarına yardıma gelen küçük abisinin eşi Dilek ile kalabalık olan aile için kahvaltı kurulmuştu.
Kahvaltı da kadınlar sessiz kalıp çocuklarla ilgilenirken, abilerinin konuşması dün ki konudan devam ediyordu. İki büyük abisi inatla onu isteyen 40 yaşındaki adamı kabul etmek konusunda kesin iken, en küçük abisi Mehmet ile babası pek sıcak bakmıyor ama seslenmiyorlardı da.
Zehra'ya soran yoktu, fikri neydi merak eden yoktu, dönüp onun yüzüne bile bakan yoktu. Gerçi Zehra'nın da onların yüzüne bakıp söyleyecek tek bir kelimesi de yoktu. Çok konuşmuş, tartışmış hatta dün gece en son karşı bile çıkmıştı ama aldığı kırıcı sözler, yanağında hâlâ hissettiği tokatla, kendi sessizliğine sığınmıştı.
Arada babasının bakışlarını üstünde hissediyordu lakin bakıp da göreceği hüzünlü gözlere hazır değildi. Susuyorsa, kabulleniyor demekti. Abisinin sözlerine hatta ona kalkan eline bile dur demediyse, artık hüzünlü bakan gözlerede ihtiyacı yoktu.
Kahvaltı kaldırılmış, eşlerini yolcu eden yengeleri ile avludan başlayıp tüm odaları baştan sona kaldırıp tekrar indirmişlerdi. Evin kalabalıklığı, çocukların çokluğu ile her gün yapılan rutin işleri idi bu. Evde ki beş kadının varlığı ile de, kuşluk vakti geçerken biterdi temizlik.
Evin hatunları biten işleri ile kendilerine alan yaratmak için çekildiler bir bir köşelerine.
Zehra her zaman oturduğu pencerenin önündeki mindere ilişti yine. Katlı krem rengi kumaşı açtı, içinden gül kurusu rengindeki havluyu çıkardı. Kenarına işlediği papatya desenli kanaviçe modeline baktı, parmakları ile sevdi. Son dokunuşlarını yapıp bitirecekti. Aslında daha önce bitirecekti, hatta bitirip dün sahibine vermiş olmalıydı. Ama 3 gün önce annesinin 'gitmeyeceğiz' sözünden sonra o kadar üzülmüştü ki yüreği, eline tekrar alamamıştı.
Can dostu, kız kardeşi gibi gördüğü Hatice'sine vermek için heyecanlanmıştı. Onun düğün gecesi başlamıştı işlemeye, gelin çayında 'sen papatyaları seversin' deyip tutuşturu verecekti eline. Ama nasip olmamıştı işte...annesi köyün kadınlarından gelecek sözlerden çekinmişti. Zehra bilmiyordu ama en çok annesi onu düşünmüştü. Zaten evde yeterince boynu bükülen kızının bir de başkalarının kelimeleriyle düşmesin omuzları istedi. Ama farkındaydı gitmemiş olmaları da, kırmıştı gözündeki azıcık kalan neşesini de.
Neşesi kırılmıştı Zehra'nın, neden olduğunu sorgulayamadığı zincirleme gelişen olaylarla, doğru düzgün yüzlerini görmediği adamların ölümleriyle.
Ama bugün, içinde oluşan sebepsiz bir umut tohumu ile bitirdi elindeki havluyu. Bir hafta geçmişti Hatice evleneli, yarın birgün annesine el öpmeye gelirdi. Belki kapıdan bir kendini gösterip, yüzünde mutlu olduğuna dair bir his görürdü. Görürdü de mutluluğu ile verirdi hediyesini, onun mutluluğu ile de mutlu olurdu Zehra.
Havluyu güzelce sardı tekrar krem renkli kumaşa, kaldırdı sandığın üzerine. Tam o sırada duyuldu dış kapının vurulma sesi.
🌻🌻🌻🌻🌻🌻🌻🌻🌻🌻🌻🌻🌻🌻
Fatma kadın yanına almış ahretliği Ayşeyi bir de onun gelini Hatice'yi, düşmüşlerdi yola. Daha oğlanın haberi olmadan bu işe kalkıştığı için yüreği pırpır edip durmuştu. Ayşe fısıltılı sesi ile dualar okurken, Hatice heyecanlı bir gülüşle gidiyordu yanlarında.
Demir mavi kapıya gidip de tıklayınca kapıyı, sessizlikle beklediler. 12 yaşlarında kapıyı açan bir oğlan çocuğu ile babaannesinin çağırmasını istemişlerdi.
Zehra'nın annesi Gülsüm kadın kapıdakileri görünce bir şaşırdı, 'hayr olsun' dedi yüreği. Buralarda genç kız olan bir eve, kuşluk vakti çıkarken kadınlar gelirse, sebep belliydi.
Buyur etti hemen odaya, kapı sesini duyan gelinleri de çıkmıştı birer birer kendi kulübelerinden.
Fatma kadın her gelen kadına 'acaba bu mu' deyip bakıyordu. Birinin yaşı 30 üstü idi kesin 'bu değil' dedi içinden, biri çok zayıftı yüzü çökmüş gibiydi 'bu da değil' dedi tekrar tabi içinden, birinin gözleri yeşildi 'bu hiç değil' deyip gelinleri süzen gözlerini geri çevirip girdi buyur edildiği odaya.
Biraz nasılsınlar, biraz oradan biraz buradan sohbet edildi. Geldikleri gibi kaybolmuştu Hatice, burayı bildiği belliydi. Kaybolan gelinini sormadığına göre Ayşe de bu durumdan haberdardı. Fatma kadın kalbinin pırpır atmasını durduramıyor telaş yapıyordu. Oğlunun arkasından iş çeviriyor olması, yine yanlış karar verip onu mutsuz ederim şüphesi, bir bilinmezlik deryası içindeydi. Kız hakkında denilenlere inanmasa da, içindeki sıkıntı, bir de torunları tabi...Üç çocuk vardı ve burada daha yirmisine bile girmemiş genç bir kız. O ister miydi, o istese çocuklar ne derdi tabi Seyyid bambaşka bir hâldi.
Gözlerini kapatıp, derin bir soluk çekti içine. 'Yardım et ya Rab' dedi yüreği, dudaklarından bile dökülmeyen bir dua sadece, tek duyanı Yaradanı.
Odanın kapısı açıldı, elinde bir limon kolonyası ile bir genç kız girdi. Başı hafif önde, heyecanlı olduğu belli elleri ile yavaşça uzattı kolanyayı. Arkasından gelip yanlarına oturan Hatice'yi bile görmemişti Fatma kadın. Kıza baktı, bakarken yaşardı gözleri, anlamlandıramadı içinde bulunduğu ruh halini.
Bu kız mıydı 'uğursuz' Gözlerindeki çekince ile ona bakan, elleri heyecandan titreyen bu kızcağıza mı uğursuz deyip zehir ediyorlardı hayatı. Gözünden bir damla yaş düştü tam da kızın kolanyayı döktüğü avuçlarına.
Zehra şaşkınca baktı yaşlı kadına, neden ağladı anlamadı. Bir anda kapının çalınması daha 'gelen kimmiş' anlamadan, Hatice'yi görmüştü karşısında. Bir an nasıl sarıldılar, hızlı hızlı ne konuştular algılayamadı.
Hatice o kadar hızlı anlatmıştı ki "sana görücü geldik" demişti "çok iyi bir adam görsen bir heybetli boylu poslu, adam gibi adam ama çocuklarının yanında haylaz bir çocuk gibi" kıkırdayarak anlattığı şeylerin başı sonu belli miydi, yoksa heyecandan ortadan mı başlamıştı bu Hatice, bilemiyordu Zehra. Bir de adamın görünüşünü anlatırken 'Allah sana bağışlasın' demişti de, ne demeye demişti.
"Üç çocuğu var ama eşi vefat etti, seni severse gözünden sakınır" işte tam da bam teliydi burası "Sever miydi"
Daha öncesi olur muydu bu iş hatta olmalı mıydı? Abileri daha dün gece kızı 40 yaşındaki bir adama verdiklerini söylüyorlardı. Gece boyu ağlayan kendi değilmişcesine güne başlamıştı.
Odaya girip de kolonya tuttuğu kadının gözünden düşen yaşı görünce ki şaşkınlığı da tuzu biberi olmuştu tüm yaşadıklarının. Başladı onun da zeytin gözleri dolmaya, bir yanda içli içli göz yaşı döken Fatma kadın, bir yanda ağlamamak için kendini sıkan Zehra.
Odadaki diğer hanımlar kafalarını çevirip bir yaşlı kadına bir de genç kıza bakıyorlardı.
Ayşe gidişatın tuhaflığı ve ortamdaki hüznü dağıtmak için başladı Seyyid den konuşmaya. Zehra duymadı hiç konuşulanları, en çok o duyması gerekirken. Kendi dünyasında o kadar kayıplardaydı ki, bulamıyordu kendi benliğini.
Artık söze girmesi gerektiğini düşünen Fatma " Gülsüm sen beni tanırsın ben seni, Zehra'nın küçüklüğünü bilirim sen de Seyyid'in ilk delikanlı çağlarını malum sonra çok muhabbetimiz olmadı da kaçırdık bazı şeyleri. Sözüm ona, ben Zehra'ya görücü sana dünür geldim. Oluru varsa bir akşam da şerbet içmeye geliriz."
Oluru olsun isterdi Gülsüm ama oğulları yok muydu işte onlar ne derdi "Benim vereceğim bir karar olsa şimdi farklı şeyler konuşurduk Fatma. Seni de oğlunu da bilirim ama babası var abileri var, zor gibi bu mesele"
Fatma çattı kalın kaşlarını "oğlum önceden evlendi diye mi yoksa üç çocuğu var diye mi bu olumsuzluk Gülsüm"
"Olur mu hiç bacım, hem sen köyde çıkan onca dedikoduya rağmen gelmişsin, seni de anlarım ben. Mesele başka, abileri dün diyordu Zehra'ya verdik seni diye" kafasını yerde ki halının desenlerine diken kızına baktı üzgünce.
Ayşe atladı bu sefer söze " sakın dede olmuş adama gencecik kızınızı verdiğinizi söylemeyin Gülsüm, yazık edersiniz" odaya düşen sessizlik, tüm soruları cevaplamıştı sanki.
Geç kalınmışlığın pişmanlığı ile kalktı misafirler, kapıya kadar uğurlandılar. Pek söze gerek kalmamıştı.
Demir kapı kapandı misafirlerin arkasından, Ayşe kadın hemen çıktıkları kapının yakınındaki komşu kapısına bakıp iç çeken gelinini görünce tuttu kolunu " Hatice'm güzel gelinim, girelim mi annenin yanına, he kızım özlemişsindir. Bir kahve içer öyle gideriz eve" Hatice ışıl ışıl baktı kayinvalidesine, birkaç güne kocasıyla el öpmeye gelecekti ama ondan önce şimdi görme duygusu kabardı içinde. " Ayşe annem ayıp olmaz değil mi, çok isterim girmek ama Ali'ye de soylemedik"
Gelinine dayanamadan, elini onun kolundan geçirip dünürünün kapısına doğru çekiştirdi "olmaz ayıp falan, kime ayıp neye göre ayıp, Ali de birsey derse bana gönder" hafif sesli gülen geliniyle o da gülerken, ahretliğinin duruşuyla kıvrıldı dudakları
"Üzülme ahretliğim, nasip bu işler" Fatma birsey demek ile dememek arasında kaldığı o anda açıldı daha yeni çıktıkları demir kapı.
Elindeki krem renkli katlı kumaş ile Hatice'nin önüne geldi Zehra
"Cancağızım gelemedim gelin çayına, içeride vermeyi de unuttum ama bunu sana işlemiştim" dedi aceleyle.
Yanındaki iki kadınla göz göze gelmemeye çalıştı, Hatice'nin ses çıkarmadan elindeki kumaşı açmasını izledi. Havluyu alınca oluşan gülümsemesi ile sarıldılar birbirlerine. Annesinin sesini duyan Zehra hızla girerken içeri, arkasında bir ona bir de yaptığı havluya bakan üç kadın bırakmıştı.
'Bu kızın kalbi çok iyi, fazla iyi. Bir kere görse Seyyid, ama yüzünü değil kalbini. Yüzüne bir ayda doyar da, bir kalbe doymak için ömür yetmezdi' içinden geçirdikleri ile semaya kaldırdı başını. Uçan göçmen kuşlara baktı ve tekrarladı "oğlum bir kere görse şu kalbi, kendi kalbinin yanından eksik etmezdi, ama nasip herşey nasip"
|
0% |