Dayanamadım
Bir haftalık ara verip, aynı gün iki bölüm atmak tam da benlik zaten.
Tabi saatler içinde gelen beğeniler de, beni bunu yapmaya itmiş olabilir.
İyi okumalar
Hafif bir korku sarmaya başlamıştı üç küçük bedeni, bir heyecan ile çıktıkları evlerine de dönemiyorlardı. Babaları o kadar korumacı, o kadar temkinliydi ki onları büyütürken, şimdiye kadar hiç tek başlarına gezip dolaşmamışlardı ve bunu en acı bir şekilde öğreniyorlardı. Korku ile...
Fazlasıyla korkan kızı, iki oğlan ortasına almış, destek olmak için de tutmuşlardı ellerinden ama itiraf edemeselerde ele ele tutuşmak onlara güven hissi vermiş bunun kattığı cesaretle de yürümek için güç bulmuşlardı. Bu da olmasa köşede ki kaldırıma oturup ağlamaları an meselesiydi.
Aslında farkında olmadan köyün dışına çıkmış, evin az, yaşayanların yaşlı olduğu kesime gelmişlerdi. Etrafta biri olsa da sorsak diye düşünen Selim ise, neden bu kadar boş olduğunu anlayamamıştı tabi.
Uzaklardan gelen birkaç çocuk sesi ile önce birbirlerine baktılar sonra bir heyecanla o tarafa doğru koşmaya başladılar. Bir nefesle döndükleri köşede hâlâ el ele dururken, bir kapı önünde konuşan, onlardan birkaç yaş büyük çocuklarla karşılaştılar.
Saatlerdir topladıkları şekerlere bakıp gülüyordu oğlanlar, elllerinde tuttukları torbalar ağzına kadar dolmuş, ceplerinde azımsanmayacak bayram harçlıkları ile de keyifli halleri artmıştı.
İçlerinde en kısa olan Yakup farketti önce, köşe başında el ele tutuşmuş üç çocuğu. Güldü tabi hemen, eee artık 10 yaşına girmişti böyle el ele dolaşmak bebek işleriydi onun gözünde
"Hele şunlara bakın nasıl durmuşlar" hem eliyle göstermiş hem de gülmesine devam etmişti, yanındakilerde ona eşlik etmiş dalga geçmeye başlamışlardı çoktan.
Yardım istemek için yaklaşmayı düşünen üç kuzu, kendilerine gülünüp dalga geçildiğini fark edince kıpırdamadılar. Selim'in yaşına uymayacak şekilde çatılmış kaşları, Yiğit'in burnundan aldığı nefesle bir süre baktılar karşılarında duran çocuklara. Selim sinirli sesiyle "bunlara birşey soracağımıza, tüm köyü baştan sona dolaşırız daha iyi" diye söylenip diğer tarafa doğru çevirdi başını ve başladı yürümeye. Birbirine kenetli elleri yüzünden diğerleri de ona ayak uydurmuştu çoktan..
Oğlanların hemen arkasında, 10 yaşlarında diğerlerinden daha uzun olan çocuk ise, arkadaşları önünde durduğu için ne olduğunu anlamamış, cebinde bilerek fazladan getirdiği torbayı çıkartıp, şeker dolu diğer torbadan en güzellerini seçip koyuyordu. İşi mühimdi, hiç birşeyin dikkatini dağıtmasını istemiyordu, eve gitmeden önce bu en güzel şekerleri koyduğu kırmızı torbayı vereceği bir çift yeşil göz vardı. Sabah halasını bunaltmıştı bir kırmızı torba bulmak için, arkadaşlarından daha çok gezmiş en güzel şekerleri almış, bir tane bile yememişti. Evet işi çok mühimdi...
Yine de arkalarında durduğu sınıf arkadaşları öyle hunharca gülmüşlerdi ki, başını kaldırıp bakma gereksinimi duydu. Ve on yıllık dünyası durdu.
Önünde ki yaşıtlarını ne ara itti, ne ara bağırarak koştu bilmiyordu. Ama hayran kaldığı bir çift yeşilin yağmur misali aktığını görünce, dolaşmıştı eli ayağı
"AHSEN, AHSEN, AHSEN"
Bir an tanıdıkları ses ile ona dönen üçlü ile burun buruna gelince, bocaladı Halil ve kızdan gözünü alıp oğlanlara döndü
"Selim, Yiğit ne yapıyorsunuz?" Bildikleri ses, sevdikleri simayı karşılarında görünce rahatladı çocuklar, Selim çok sevmiyordu gerçi ama 'olsun dedi, bugünlük sevebilirim sadece' diye düşündü.
"Neden ağladın Ahsen?" Halil burkulan küçük yüreği ile afalladı
"Çok korktum Halil" bu sefer kaş çatma sırası büyük çocuktaydı. Kafasını çevirdi sağa sola, köpek mi çıkmıştı karşılarına acaba, yoksa büyüklerin kötü olanları ile mi denk düşmüştü yolları. Kendi kardeşleri, kuzenleri derken büyük bir avluda çok çocuklu geniş bir aileleri vardı ve ikinci büyük torun olarak göz kulak olmak onun görevlerindendi.
Babası alıp karşısına konuşmuştu onunla, abilik görevlerini anlatmış ve eklemişti "tek kendi kardeşlerin değil, amcalarının çocukları da kardeşin sayılır. Koruyup kollayacaksın hepsini" sonra bahsetmişti biraz büyüklerin kötü olanlarından, en çok ta öylelerinden koruması gerektiğini. Şimdi izlemeyi en sevdiği o güzel yeşiller "korktum" diyordu. Kabardı omuzları, koruma iç güdüsü ile tekrar göz gezdirdi etrafta, kim görse onun bu halini on yaşında olduğuna inanmazdı.
"Size geliyorduk ama yolu karıştırdık" dedi Yiğit hemen, işte şimdi yüzünde oynaşan, halasından miras gamzeleri görünmüştü Halil'in
"Ee hayde gidelim, madem bize gidiyordunuz?"
Elindeki torbalara bakan gözleri görünce açtı hemen kırmızı torbayi aldı iki sütlü şeker uzattı oğlanlara, attı elini tekrar bu sefer en güzeli diye düşündüğü şekeri de uzattı kıza. Oğlanlar rahatlamanın verdiği hisle, şekerleri açarken ne Ahsen'e verileni gördüler ne de kızın teşekkür ederken gülen gözlerini.
Halil için bayram işte tam da şimdi başlamıştı.
#######
"Allah'ım sen yardım et, nerede bu çocuklar" misafirlerini yolcu eden Fatma kadın, bahçede oynarken yorulduklarını düşündüğü çocuklar için birer limonata koymuş çıkmıştı kapıdan. Ama nereye baktıysa bulamamıştı can parelerini, aklını kaybedecekti biraz daha çıkmazlarsa ortaya, tekrar seslendi, oyun oynayıp da mı saklandılar umuduyla
"SELİM, AHSEN, YİĞİT" çocuklar duymadı bu yakarışları ama duyan başka bir yürek, korkuyla geldi evine.
"Ana ne oluyor, niye bağırıyorsun" etrafına baktı hızlıca adam "çocuklarım nerede ana, çocukları-"
Önce evi sonra bahçeyi, arkadaki tarlayı iki tur döndü ana oğul, attılar sonra kendilerini sokaklara. Önce seslendiler sonra gördüklerine sordular, dile dökülmeyen bir korku ile arşınladılar toprak yolu. Biri yolda el ele tutuşup giderlerden görmüş, şeker topluyorlar diye düşündüm dedi, biri köyün uzak köşesinde koştuklarını görüp, çocuk bunlar diye önemsemedim dedi. Biri daha büyük birkaç çocukla şu sokakdaydılar dedi. Fatma kadın yaşının verdiği yorgunlukla arkada kalmıştı, Seyyid bir yanda destek aldığı baston bir yanda alçılı ayağı olduğunu önemsemeden en hızlı haliyle arıyordu yavrularını. Canı yanıyordu, ayağının bu haline iç çekti, daha hızlı gitmeliyim diye kendini zorladı. Böyle giderse ayağında kalıcı bir hasara neden olacaktı ama içindeki korku ile bunu bile önemsemedi. Sonra bir ses duydu "Enişte" kendisine olmayacağını düşünüp yola devam etti. Ama o ne kadar giderse ses de bir o kadar geliyordu "Enişteee"
Bu sefer durdu Seyyid, döndü arkasını ve yaklaştıkça anımsadığı yüz ile o tarafa doğru adımladı
"Enişte sen bu halde böyle koşuyorsan, ayağın iyiyken koşsan demek ki olimpiyatlara katılırsın. Dedem dinliyordu geçen radyoda çok hızlı koşuyormuş onlar" nefes nefese kalan çocuğa baktı, kurduğu cümlelerin alakasızlığı ile kaşlarını çattı.
Bu haliyle 'aynı Selim'e benziyor diye düşündü' Halil ve asıl geliş sebebini sıraladı hemen
"Üçüzler bizdeler, halamla bayramlaşmak istemişler" yeterliydi bu sözler, Seyyid'in baba yüreği derin bir nefesle rahatladı, karşısındaki oğlanın omuzlarına koydu ellerini bir gülümseme ile çevirdi kafasını biraz uzakta ki annesine
"Tüm sevdiklerim bayram kutluyor anam biz hep geride kalıyoruz"
Bugün şaşırma günüydü Fatma kadın için, daha ne olabilir dedikçe daha da değişik bir bayram oluyordu.
#######
Bayram namazına giden abilerinin ve babasının arkasından, bir telaş sarmıştı ev hatunlarını. Bayrama yakışır bir kahvaltı hazırlanmış, tandırlar, kavurmalar, su börekleri, sarmalar hepsi kahvaltıda yerini bulmuştu. Adetti buralarda bayram sabahı yapılan kahvaltının adı 'bayram yemeği' olur, donatılırdı sofra. Uzakta olan oğlanlar, damatlar hep bu sofrada bulunmak için bir gece önceden çıkardı yola. Zehra'nın evi için uzaktan gelecek biri yoktu ama yine de hazırlandı bayram yemeği, eve gelen erkekler, uyandırılıp bayramlıkları giydirilen çocuklarla herkes de bir mutluluk, dizildiler sıraya. En başa geçen İbrahim bey ile Gülsüm hanım, tek tek öptürdü elini önce oğullarına, sonra gelinlerine ardından torunlarına, 'bu bereketli ev halkı için şükürler etti' yaşlı adam. En arkada Mahsun bir şekilde duran kızını görünce, soldu gülen yüzü.
Şimdiye kadar kaç bayram geçirmişti bu evde, ailesiyle, ait olduğunu düşündüğü insanların yanında ama şimdiye kadar hiç hissetmemişti böylesi bir yalnızlığı genç kız. Sağına çevirdi başını eşinin elini öpen yengesini ve bunu şakaya vuran abisini gördü, soluna döndü çocuklarını öpen diğer yengesini gördü. Yalnız hissetti...Tek başına kaldığını düşündü, yarımdı sanki, oysa şimdiye kadar hep böyle geçmişti bu sene ne değişmişti ki.
'Çünkü diğer yarını buldun' dedi yüreği
'Çünkü tam olmanın ne demek olduğunu hissettin'
Babasının ona bakan gözleriyle denk gelince, kızaran yanakları ile çevirdi başını. Hâlâ geçen gece Seyyid ile geçirdiği ağacın altındaki anları atlatamamıştı sevdalı tarafları. İşte o kolların arasında yaşadığı hissi istiyordu, belki yanlarında ufak üç kol daha olsa tadından yenmez bir an olurdu.
Babası kahveye uğramak için çıktı, abileri hanımlarını alıp kayınvalide evleri için yola düştü. Adetti öğlen olmadan gelin tarafına gitmeliydi damat, bir el de orada bayram yemeğine oturmalıydı. Çocuklar desen sabahtan çıkmışlardı şeker toplamaya. Gülsüm kadın gelen çocuklara vermek için mendil hazırlamaya odasına çekildi.
Zehra yine tek başına kaldı
Oturdu bahçede ki tahta sandığın üstüne, elinde ki üç mendile baktı, kuzucuklara özel işlemişti bunları. Hepsinin bir uçlarında baş harfleri, bir uçlarındada motifler vardı. Selim arabaları seviyor diye mavi bir araba, Yiğit hayvanları seviyor diye tatlı bir köpek, Ahsen çiçekleri seviyor diye bir beyaz papatya işlemişti motif olarak.
Ne zaman veririm diye düşünüyordu dalgın bir halde, 'şimdi çıksam bir koşu gitsem' diye bile kurmaya başladı kafasında. Mendil bahane, özlemken asıl sebep, bu düşünceler çok mantıklı geliyordu. Belki Seyyid ile de bayramlaşırım diye hayallere bıraktı kendini. Artık gözlerine bakabiliyordu, ama ona saran kollara alışması için zamana ihtiyacı vardı, o gece anlamıştı.
"Hala halaaa biz geldik" Kapının arkasından gelen Halil'in sesiyle kaybolduğu hülyalardan çıktı genç kız. Demir kapıya doğru ilerledi ve açtı büyük bir gıcırtı ile, hâlâ hayal kuruyor sandı önce, sonra tekrar baktı karşındaki üç çift gülen göze...dizlerinin üstüne çöküp açtı kollarını. Hiç bekletmedi çocuklar onu, bu sevgiye karşı verilecek tek tepkiyi verdiler ve sardılar kollarını çiçek ablalarına.
Ne kadar süre orada sarıldılar, ne ara aldı içeri onları, çeşit çeşit şekerleri, tatlıları, börekleri ne zaman koydu önlerine bilmiyordu Zehra. Bir bulutun üstünde, mutlulukla şakıyor, hiç kaybolmayan gamzeleri ile üç çocuğun etrafında kelebek gibi uçuşuyordu. Çocukların aklından geçen buydu aslında, normalde olsa önlerine konulan bunca yiyeceğe sevinir ve hemen yemeğe başlarlardı ama etraflarında dönen çiçek ablaları öyle büyülü göründü ki gözlerine, ona bakmaktan onun gibi gülümsemekten dokunamadılar hiç birşeye.
Evet bu Zehra ablaydı, bir zaman sonra onlarla birlikte yaşayacak olan, babalarının masallarda anlattığı çiçek kız. Ama bilmedikleri bir his çepeçevre kuşatıyordu etraflarını, hiç tatmadıkları bir kalıba koymak istiyorlardı onu. Sanki o da davet edilmeyi bekliyordu, bir kapının iki tarafında bekliyorlardı adeta, yabancı oldukları bir hâl vardı üstlerinde, çocuklar ilk o an düşündü birbirlerinden habersiz ama aynı şeyi
"Annenin olması böyle bir his miydi?"
#######
Gülsüm kadın dakikalardır kapının yanında durmuş, izliyordu bu manzarayı. Günlerdir yüzü gülmeyen kızının heyecanı, sevinci bir iki damla düşürdü gözünden, 'olmuyor böyle, konuşmalı bir yoluna bakılmalı, uzak kalmamalılar' diye mırıldandı.
Vurulan kapının sesi ile o taraf yöneldi, Zehra yine çocuklara birşeyler getirmeye gitmişti mutfağa. Açtığı kapı ve karşısında gördüğü müstakbel damadı ve annesi ile onunda yüzünde, kızınınkine benzer bir gülümseme oluştu.
"Buyrun buyrun" dedi hemen
Fatma kadın biraz mahcup biraz gülerek girdi içeri, Seyyid önce bir baktı karşısındaki kadına sonra uzattı hemen elini öpmek için, Gülsüm kadın desen büyük bir mutlulukla verdi elini
"Bayramınız mübarek olsun" dillerine yansıdı.
Bahçede minderlerin üstünde oturan yavrularına baktı, önlerinde çeşit çeşit şekerler vardı da bunlar niye yemiyor diye düşündü. Sonra mutfak tarafından çıkan sevdiceğini gördü, ışıldadı tüm yüzler.
Sonra buldu birbirini iki çift kara göz, silindi mekan, unutuldu zaman...
Kapıdan en son giren kişiyi görmedi kimse, ama oradaki her bir göz birbirine hasretle bakan çifte takıldı.
İbrahim bey ufak bir öksürük ile bozdu sessizliği, bulunduğu an'a geri dönen Seyyid çevirdi bakışlarını, kızın babasının yanında olacak iş değildi bu yaptığı.
Döndü hemen o tarafa, tam elini öpmek için uzandı ki, geri çekti yaşlı adam. Ufak bir kızgınlıkla başladı konuşmaya
"Ne işin var burada Seyyid"
Olduğu yerde sarsıldı genç adam, düşündüğü şeylerin başına gelmemesi için dualara başladı yüreği. Tek ürken yürek onun ki de değildi...
"Ya hu bizim 3 gün sonra düğünümüz var damat, sen burada ne yapıyorsun, hadi hazırlıklara başlayalım"
Diğer bölüme düğünümüz var dostlar.
İki güne diyelim anlaşalım 🤝
Okur Yorumları | Yorum Ekle |