@nevansi
|
Benim için yazmazsam olmazdı dediğim türden bir bölümdü Ve her bir yorum ve oy benim için çok kıymetli. Yorumları okumak ayrı bir keyif İyi okumalar
Asfalt dökülmüş caddeler de, telaşlı bir kalabalık. Güneş doğarken uyanıp rızkını arayan insanlar, okul için uyanmış yarı kapalı gözler. Kapalı kepenklerini açmak için uğraşan esnaf, patronları gelmeden yetişmeye çalışan arabalar dolusu adamlar.
Toprak yolda sallana sallana giden araba, daha seri bir şekilde gitmeye başlayınca anlamıştı ilçeye geldiklerini genç kız. İlk gelişiydi oysa ki, sağına soluna merakla bakıp, açılmış dükkanlarda ki rengarenk elbiselere, içlerinde ne satıldığını bilmediği kapalı yerlere, kokusunu bile duymadığı yiyeceklerin satıldığı o lezzetli mekanlara bakıp, heyecanlı olması gerekliydi.
Heyecanlıydı...doğru ama köşesi hüzünlü bir heyecan, hasretinin verdiği hüzün, yaralı olmasının kapladığı kederle birlikte var olan bir heyecan. Fazlasıyla iyi olacak mı endişesi ile bir arada.
Gözleri hiç kaymamıştı arabanın kayıp gittiği yollara, oturduğu yerde, gözleri ellerinde öylece bekliyordu. Fatma annesinin bir eli onun sırtında aşağı yukarı hareket ediyordu, destek olmak için 'ben buradayım' demek için. Oysa onun da yanıyordu ciğeri, acı onun da acısıydı. Ama yine de Zehra'ya teselli verip, 'yanındayım' diyordu. Neler gelmiş, neler geçirmişti yaşlı kadının yüreği, ne acılarla yoğrulmuş, ne kederler karartmıştı dünyasını. Üzülmelere alışıktı gözleri, bu evlat acısı en ağırıydı yine de güçlü durması gerektiğinin bilincindeydi. Yanında böylesi bir kederle ilk karşılaşmış kızcağızla, evinde merakla onu izleyen üç yavrucak vardı. Ayakta durmalı, yüzüne yalancıktan bir gülümseme koyup 'herşey iyi olacak' demeliydi. Hep böyle yapmıştı, sonra da hep iyi şeyler olmamış mıydı? Rabbi ne zaman daralsa, ferahlık göndermemiş miydi? Şimdi de beklemeliydi, güzel günlerin zannıyla.
Arabanın yavaşlaması ile Zehra kaldırdı ilk kez başını, büyük beyaz bir binanın önündelerdi. Burada da koşturan insanlar vardı, hızla konuşarak içeri giren iki adam, ağlayarak çıkan küçük bir kalabalık. Çocuğunu kucağına basmış güçlü durmaya çalışan bir ana, yürüyemeyen yaşlı kadını sırtına almış bir genç oğlan. Kapının yanında ki banka oturmuş, titreyerek sigara içen bir adam...dertliydi burada herkes. Gözleri kaybetmişti neşeyi.
Nasıl çıktı arabadan, Fatma annesinin yönlendirmesi ile ne ara yürüdü insanların arasından. Kimisine o çarptı, kimi ona çarptı ama sanki farketmiyordu onlar için. Yanlarından geçenleri görmüyordu insanlar, kendi kafaları o kadar kalabalıktı ki etrafı görecek gözleri kaybetmişti işlevini.
Çok merdiven çıktılar, döndüler köşeleri, o kadar kapı geçtiler ki, tek başına çıkamazdı Zehra bu hastaneden. Oysa burası ilçeydi, şehir desen daha kalabalık derlerdi. Onun hayatı köydü, bu kadar insan, bu kadar beton, ona ağır geldi.
Tam bir daha döndüler ki köşeyi görüverdi Ali abiyi, bir elinde sigara bir eli cebinde olta atıyordu koridorda. Onları görünce söndürüverdi yanındaki çöp kutusuna, içer miydi böyle, Hatice dememişti oysa ki diye düşündü anlık olarak kız. Zehra bilmese de, kardeşinin haline o kadar üzülmüştü ki Ali, geceyi ancak tütün ile atlatabilmişti.
"Hoşgeldin Fatma teyze, sende hoşgelmişsen yenge. Doktorlar içeride şimdi, ondan çıkardılar bizi" biz derken ilerde bankta oturan bir kızı gösterdi. Fatma kadın arabada bir ara bahsetmişti, Seyyid'in odada yaralı bir adam daha varmış, ona günlerdir eşlik eden de bir kızcağız. Buralı değillermiş, hatta öğretmenmiş kız ama pek sessiz suskun bir şeymiş. "Kocan mı?" diye sormuş da, olumsuz cevap almış. Bir daha da soramamış, hali hal değil ağlayıp duruyormuş, onun ki de uyanmıyormuş. Vurulmuş meğer, ağırmış yarası.
"Siz geldiyseniz, ben gideyim teyzem. Akşam iş çıkışı gelirim yine" uzanıp öptü Fatma teyzenin elini adam, bir yandan da tuttu kolunu geri çekti biraz köşeye doğru.
"Zahmet etme oğlum, çok yoruldun zaten"
"Olur mu hiç, kardeşim bu halde yatarken, hem benim başıma gelse bırakır mıydı oğlun beni" Fatma kadının gözleri doldu bu sözlerle 'bırakmazdı' biliyordu. Elini attı cebine, katlanmış iki kağıt parayı çıkardı Ali "Teyzem, şunu da alasın, lazım olur" dedi fısıltı ile, itmeye çalıştı paralı olan elini yaşlı kadın ama ısrarıyla birlikte mecbur aldı. Ufak bir baş selamı ile hızlıca attı adımlarını Ali, yetişmesi gereken bir işi vardı, aklı burada kalsa da sorumluluklar ağır basıyordu. Hem şimdi bir de can dostu bu halde, sonun ne olacağı belli değilken, yaşayacaktı, uyanacaktı, buna inancı sonsuzdu. Ama farkında olduğu bir gerçek daha vardı, çalışması zor olacaktı. Fabrika artık olmazdı da, 'iyi olsun da, ben varım buluruz kafa kafaya verip' diye geçirdi zihni. Yorgunluktan, uykusuzluktan bitap düşmüş gözleriyle çıkışa yöneldi.
Elindeki parayı koydu çantasına yaşlı kadın, utanmıştı oğlu yaşındaki adamdan, kendinin vardı biraz ama burada su bile parayla satılıyordu. Seyyid daha nice zaman böyle yatacak belli değildi. Derin bir nefes çekti içine, o iyi olsun da, yıllarca nasıl tek başına büyüttüyse oğlunu yine yapardı.
Zehra olduğu yerde kıpırdamadan, kapalı olan kapıya dikmişti gözlerini. Ne kadar durdu bilmeden, bu koridor diğer yerlere göre tenhaydı. Bir o, bir Fatma annesi bir de o öğretmen kız. Üç kadın, gözleri kapıda öylece bekliyorlardı.
Kapı açıldı, içeriden konuşarak iki doktor çıktı. Onları bekleyen kadınlara doğru yöneldiler "hastaların durumu stabil. Her ikisi için de uyanmadan birsey söylemek zor. Bekleyeceğiz, yaralarının sargılarıyla hemşireler ilgileniyor. Onlar çıkınca içeri girebilirsiniz" Fatma kadın, öğretmen kız ile birlikte geri oturdu odanın karşısında duran banka. Zehra kıpırdamadan bekliyordu hâlâ, gözü bir milim ayrılmamıştı kapıdan.
"Hastanız uyandı" bir anda odadan fırlayan hemşirenin ağzından çıkan iki kelime ile olduğu yerden nasıl girdi içeri koştu mu anlamadı Zehra. Gözleri direk onu buldu.
Sağ ayağı, dizinin iki karış üstüne kadar alçılı aynı ona eşlik eden sağ kolu da omuzlarına kadar sarılmıştı. Başının etrafında, alnından başlayan bir sargı daha vardı, üstü çıplak göğsünün üstünde birkaç bant vardı, gördüğü kadarıyla morarmış ezilmiş yerler. Ama gözleri kapalıydı, hayran olduğu kuyuları yoktu.
Kötü bekliyordu, koca bir makine devrilmiş üstüne demişlerdi. Ama bu kadar olacağını düşünmemişti, heybetli dediği adam, zayıflamış gibiydi. Yüzünün rengi solmuş, sevdiği elleri cansız duruyordu. Gözünden akan yaşları farketmedi, arkasından bir sevinçle gelen Fatma annesi ise oğlunun kapalı gözleri ile bir içli nefes daha çekti. Gelininin koluna girip, yatağın yanındaki sandalyelere oturdular.
Uyanan Seyyid'in biraz ilerisinde ki yatakta yatan vurulmuş hastaydı. Aynı Seyyid gibi heybetli görünen bir adamdı, belli ki yaşı biraz daha büyük, 30'ların başında duruyordu. Tüm göğsü sargılarla kaplıydı, gözü kapıda bir yere kilitli, hüzünlü ama yüksek çıkan sesi kesik kesik çınladı odada
"Su..na...Suna...gelme demedim mi..bekleme git demedim mi..niye kızım..niye hem bana..hem kendine yapı..yor..sun bunu. Git ne olur git...bırak beni artık..lüt..fen...bı..rak." Zehra kapının yanındaki duvarda eliyle ağzını kapatıp ağlayan kıza, hüzünle baktı. Çok geçmeden çıktı odadan kızcağız, hemşireler de arkasından çıktı.
Sonrasında saatlerce oturdu o sandalyede Zehra, izledi sevdiceğini. Yüzünde kaç beni var öğrendi, ezberlemek ister gibi her miliminde gezdirdi gözlerini. Gülerken gördüğü yüzü canlandırdı zihninde, solgun çehresinde gülen gözlerinin hayaline kapıldı. Bir milattı onun için, özlemin farklı bir evresiydi bu, artık bu yüzü görmeden yapamazdı, yaşayamazdı.
Nice zaman geçti anlamadı, saat mi yoktu burada, yoksa o kalbinin attığı yeri bulunca kaybetmiş miydi algısını.
Fatma annesi, biraz dinlenmem gerek demiş gitmişti. Nerede dinleneceksin diye bile soramamıştı. Odanın kapısı yavaşça açıldı, önce bir kafa göründü sonra tüm bedeni ile öğretmen kız girdi içeri. Bir baş selamı verdi Zehra'ya, minyon ufak tefek bir kızdı. Saçları at kuyruğu bağlanmış, kahkülleri alnını kaplamıştı. Yaşı büyükse bile küçücük duruyordu. Daha saatler önce ona 'git' diyen adamın yanına oturup, yüzünde bir tebessüm ile birlikte, başladı onu bebek gibi sevmeye.
Zehra, bir erkek nasıl sevilir bilmiyordu. Tüm kalbi 'Seyyid' derken, beyni ondan başka birsey düşünmezken bile...bilmiyordu. Gözü gözüne değince, heyecandan titriyordu, seslenince kalbi duracak sanıyordu.
Ama şimdi önündeki sahne başka birşeydi. Hiç görmemişti böylesini...öğretmen kız adamın yanaklarını seviyordu, elini saçlarından geçiriyordu. Yetmedi bir de göz kapaklarından öpünce adamı, telaşla kapadı gözlerini Zehra. Sesini duydu sonra "Behçet..sanıyor musun sen 'git' deyince gidebilecek bu yüreğim. Ben değil o seçti seni" gözyaşları dolarken tekrar, bir de elini sevdi adamın ve çıktı odadan.
Zehra öylece baktı...baktı...baktı. Ne yengeleri ile abilerini ne annesi babasını görmemişti böyle. Arada bir Mehmet abisinin kolunu karısının omzuna atıp güldüğünü bilirdi, kulağına birsey derdi de yengesi de gülerdi. Zamanında yeni evlilerden birşeyler duymuştu da kimsenin kocasını böyle sevdiğini işitmemişti.
Parmak uçları karıncalandı, avuç içleri bilmediği bir hasretlikle yandı, gözleri sevdiğinin yüzünü ezberlerken, elleri de tanısın istedi. Yavaşça yaklaştı parmakları adamın yanağına, dokundu da kıpırdayamadı. Sevdi...bu hissi kabullendi hemen yüreği. Eli kendiliğinden hareket etti de saçını buldu, o ilk gördüğünde ilgisini çeken asi tutamlarında durdu. Günlerdir hastane odasında yatmaktan, dağılmış saçlarını taradı yavaşça parmak boğumlarıyla. Çok sevdi bunu da...yüreği bu hissi de kabullendi hemen, hatta ikinci milat kabul etti bu an'ı. Artık elleri hep isteyecekti bu kara asi saçları. Yüzünde farkında olmadığı bir gülümseme ile devam etti eli, sevdiğinin yüzünde gezinmeye. Kaşlarını, göz kapaklarının üstünden o hayranı olduğu kuyuları, burnunun üstünden yanaklarını...durduramadı kendini baş parmağı ile sevdi, avuç içlerini hasretlikle dolaştırdı yüzünde.
O kadar yaklaştırmışti ki yüzünü adamın solgun çehresine, istese tek tek sayardı kirpiklerini. Sonra bir anda kesik bir nefes çekme sesi duydu, Seyyid'in saatlerdir düzenli olan nefesinden farklı bir nefes, bu kadar yakın olmasa asla duyamacağı kadar kısa bir nefes. İçinde coşan bir heyecan ile sol elini de götürdü diğer yanağına, iki eli adamın iki yanağında baktı kapalı gözlerine. Konuşamadı, bekledi. Uyanırsa, telaşlandırmayın, soru sormayın, vakit verin demişti doktorlar. Yaşadıkları travma olabilirmiş, hafızası ona oyun yapabilirmiş. Konuşmak için çaba sarfedip, kendini zorlayabilirmiş. Bunların bilinciyle, bekledi kız. Elleri heyecanla titrerken bile bırakmadı tuttuğu yanakları, hafifce okşadı baş parmakları ile. Sanki bunu beklermişcesine açıldı göz kapakları, canından öte sevdiği o kuyular göründü tekrar. Biraz yorgun, biraz solgun ama hâlâ siyah hâlâ karanın en yoğun hâli hâlâ kuyu.
Adamın göz kapakları açıldıkça, kızın yüzündeki gülümseme büyüdü.
Seyyid rüya mı, hayal mi, anlamak için baktıkça baktı. Şaşkınlığı yansıdı kuyulara, ama kapatmadı göz kapaklarını, bir kere kırpsa kaybolur sandı çiçeği.
Zaman yine durdu Yelkovan aynı dakikanın üstünde takılı kaldı Kuşların kanatları hâlâ çırpınıyordu ama uçamadılar Rüzgar esti de, kımıldamadı yapraklar Birbirlerinin göz bebeklerinde tutuklu, kirpiklerinde asılı kaldılar. Hâlâ bunu hayal sanan adam, gerçek olduğuna inanmak istiyor ama hareket edemiyordu.
Günlerdir konuşamamanın verdiği puslu ve hırıltılı sesiyle
"Zehra'm...çiçeğim" dedi adam, bir nefeslik yakınında duran bu kızdan karşılık bekliyordu, bir ses bir nida bir nefes, sadece gerçek olduğunu gösterecek herhangi birşey, hissettiği sıcaklığın mutluluğunu yaşamak için bi sebep.
Çok beklemedi aslında Ama beklemediği yerden vuruldu 'Evet evet' dedi yüreği 'hayal görüyorsun' Kızın gülümseyen dudaklarından dökülen tek bir kelime, sevdasının üstünde yeşerdi
"Canözüm" Zehra'nın canözü Seyyid miydi
Ve bu bölümdeki Behçet ile Suna uzun zamandır beynimin bir köşesinde benimle birlikte yaşıyorlar.Onlarin hikayesi bambaşka ama yazmaya başlamam zaman alacak gibi en azından burada bahsedip biraz susturmak istedim zihnimi.Ve tabi ki Zehra'mın sevda gözünü açmak için ideal kişi, yıllardır sevda ateşiyle yanan Suna'mdır diye düşündüm. Sadece bir bölümlük buradalardı |
0% |