@nevansi
|
Bir geçiş bölümü olarak düşünelim. 6.bölümü yazıyorum ama daha 3.günü anlatıyorum, oysa bahsetmek istediğim nice satırlar var. Yorumlarınız, oylarınız nasil mutlu ediyor anlatamam. Kimse okumasa da yazardım, lakin birilerinin takip ettiğini bilmek ayrı bir heyecan ve şevk veriyor. Hikayeme eşlik ettiğiniz için mutluyum iyi okumalar...
Güneş doğmadan başlanırdı güne, tepelerin arasında kendine yer edinmiş evlerde.
Kavaklı köyünde de durum böyleydi. Ramazan ayının bir hafta sonra başlayacak olması, hatunları telaşe getirmiş, hiç uyumadan yeni güne başlamışlardı.
Bazısı toplanmış ocak evlerinin başına, yufka yapar. Bazısı evin avlusunda yeni topladığı asmalarla, yaprak sarar. Bazısı yapacağı tatlılar için, şimdiden cevizleri kırar hazır ederdi.
Elleri boş durmazdı köy hatunlarının ama bugün boş durmayan sadece elleri değildi. Tüm evlerde yavaş yavaş yayılan bir söz deryası vardı. Üstüne katılarak büyüyen
"He he görenler olmuş, bir dirhem bir çekirdek giyinip şerbet içmeye gitmişler" bir eliyle hamuru beze tutarken söylüyordu minibüscünün karısı, onu dinleyen kadın da bir yandan yufkayi pişirip "oğlanın elinde de kırmızı birşey varmış, çiçek mi dedi hediye mi dedi, bilememiş. Şeyma görmüş pencerede" diyordu. "Yazık oldu oğlana, alırız yakında kötü haberi" diyenin elinde de oklava vardı. Ramazan da yiyelim diye yaptıkları nimetin içine karıştırdıları kötü sözleriyle, tutacakları oruçtan kabul bekliyorlardı.
Başka bir evde sarma saran ellere eşlik ediyordu yılan dilleri "bak gördün mü, dediğini yapıyor Fatma, akılsız Fatma. Başına gelecek var, kalacak üç yetimle görecek sonra" muhtarın karısı konuşuyor, yanındakiler onaylamak ister gibi sallıyorlardı başlarını.
Uğursuz gelin Zehra ile, üç çocuklu dul Seyyid'in evlenecek olması tüm Kavaklı köyünün dilindeydi. Neler yakıştırmışlardı, ne kötü sözler edip, neler uydurup anlatmışlardı. Kimi önceden görüşüyorlar demişti, kimi uğursuzluk yüzünden oğlana yazık olacak diye sitem etmişti, kimi üç çocuğa nasıl bakacak diye kınamış, kimi bu evlilik olmadan biter diye kendince yorum yapmıştı.
Oysa onlar bir utangaç Zehra ile bir sevdalı Seyyid idi. Kimse bilmese, anlamasa ya da anlamak istemese bile. Gerçi az da olsa vardı, duyunca mutlu olup hayır duası edenler. "İki güzel yürek nasıl da yakışmışlar" demişti mesela, Zehra'nın her hafta gidip de hayrına evini temizlediği yaşlı teyze.
"Birinin kalbi sâfi merhamet, birinin ki sevgi yüklü, Allah bir yastıkta kocatsın" deyip dua etmişti, Seyyid'in her maaş günü evine alışveriş yaptığı yaşlı amca. İyiler vardı da niye bu kadar azlardı...kötüler vardı da niye bu kadar çoklardı. İyi kalpler mi gizleniyordu, kötü yürekler mi bu kadar cesur dolaşıyordu.
Köy baştan sona bir dedikodu içinde savrula dursun, Seyyid bunların hepsinden bi haber, almış yanına üç yavrusunu çıkmışlar yaylaya.
Selimin elinde bir sepet, ninesi azık katmış onlara. Yiğit'in elinde su dolu bir şişe, tepenin zirvesindeki yayla evinde su yok çünkü. Ahsen desen çoktan yorulmuş, babasının kollarındaki yerini bulmuş, en rahat yolculuğu yapıyor. Seyyid hem çok huzurlu hem stresli, hem bu anda kalmak istiyor hem de en değerli varlıklarına anlatacağı önemli bir durum var.
"İşte baba sonra öğretmen beni, tahtaya çıkarıp tek ayak üstünde bekletti" dedikten sonra büzmüştü dudaklarını Yiğit. Aslında o hiç anlatmayacaktı bu olayı ama Ahsen yumurtlamıştı yine
"Haklı tabi öğretmenim, niye ders anlatırken öyle söylüyorsun" deyip, gözlerini kısarak baktı Selim, kardeşinin bu hallerine alışkın bir tavırla. Öğretmen ona her kızdığında kıyamıyordu ama her defasında içinde ki bir ses öğretmeni haklı çıkarıyordu. "Ama tüm sınıf güldü" diyerek gülmeye başladı tekrar Yiğit.
Arkalarında onları dinleyerek takip eden baba kız sessizdi. Ahsen babasının en yakın sırdaşı olarak uzun zamandır görmediği bu sessizliğini tanıyor ama birsey soramıyordu. Kızmayacağını biliyordu ama üzülür diye susuyordu.
Yaklaşık yarım saattir aynı konuda birbirlerine sataşan oğullarına dikkat veremediğini farkeden Seyyid, kafasında ki sorunu çözemezse izin gününü ziyan edip, onlarla yeterince ilgilenemeyeceğinden korkmaya başlamıştı.
Bu sırada yayla evinin bahçesine gelmiş, zamanında babasıyla yaptığı çardağa oturmuşlardı.
Bir yerden başlaması gerektiğinin düşüncesi ile çocuklarına baktı tek tek ve "Ben size en çok hangi masalı anlattım?" dedi, çocuklarının gözlerindeki parıltıdan biliyordu, en sevdikleri masaldı çünkü.
Aynı anda çıktı yüksek sesleri ve birbirine karıştı sevinçleri
"Çiçek masalı" "Çiçek masalı" "Çiçek masalı"
Seyyid, yüzünde ki en büyük gülümsemesi ile sordu tekrar "eee nasıldı masal"
Yine üçü birden başlamıştı kendince en ilgi çeken yerini anlatmaya. Alışıktı adam onların bu haline, aynı anda yaptıkları konuşmaya, durdurmuyordu böyle zamanlarda. Onun için üçünün ses tonu da ayrı bir müzik aleti ayrı bir notaydı birleşince oluşan ezgi ise bu dünyada ki tüm seslerden daha güzeldi.
Selim 'çiçeğin kök salmak için toprakla olan uğraşını, rüzgara karşı nasıl direndiğini' anlatıyordu
Yiğit 'aynı çiçeğin, diğer tüm çiçekleri sevdiğini ama yine de onu yalnız bıraktıklarını' söylüyordu
Ahsen ise 'çiçek yalnız kaldı diye üzülüp onu görmeye giden arıdan' bahsediyordu.
Masal uzundu, babaları her anlattığında farklı anlattığı için de ziyadesiyle karmaşıktı. Ama yine de en sevdikleri masaldı "Çiçek masalı"
Yıllarca her gece aynı masalı dinleyerek uyumuş, rüyalarında çiçeği gidip sevmişlerdi. Sokaklarda gördükleri her çiçeği "acaba bu bizim masaldaki çiçeğimiz mi" deyip incelemişlerdi.
Ama ne zamandır çiçeği anlatmıyordu babaları, bir gece gözlerinde ki yaşlarla artık Çiçek masalı yok demişti. Başka masal bulalım olur mu? Ama onu anlatmayayım. İlk defa böyle üzgün gördükleri, yıkılmaz dedikleri dağları böyle bir ricada bulunmuştu. Nasıl kırarlardı ki onu "biz büyüdük" demişlerdi "artık masal istemiyoruz baba" "zaten yakında okula da gidecez, kendimiz okuruz" Bu sözler daha da parçalamıştı baba yüreğini ama yine onlara sarılarak teselli bulmuştu.
Şimdi ne olmuştu da, gözleri ışıl ışıl bakarken Çiçek masalını soruyordu diye düşünüyordu çocuklar. Bir Ahsen anlıyordu bu hâli, dün ninesinin ve Ayşe ninesinin konuşmalarını duymuştu biraz ama oturtamamıştı o küçük beynine.
"Ben o çiçeği buldum desem, hatta bulmak yetmedi aldım desem ve eğer sizde isterseniz onu eve getirmek istiyorum desem, ne dersiniz?"
Şaşkınlıkla büyümüş üç çift göz, önce birbirlerine sonra babalarına doğru döndü.
"Ama baba...toprağından koparırsak solar demiştin çiçekler için, ya solarsa ya sevmezse bizim toprağımızı" dedi Yiğit, çiçek masalını öğrendiği günden beri tek bir çiçeği bile koparmamış, dalında koklamış, dalında sevmişti yapraklarını.
Ahsen, kardeşlerinden daha iyi anladığı durum için sessizliğini bırakıp, babasını büyük bir açıklamadan kurtarmıştı "Hani bir keresinde babam masalı anlatırken, çiçeği bir bitki değil de insan olarak düşünün demişti"
"İnsan mı?" Selim bunu hatırlıyordu, tam uykuya daldığı zamanlardan birinde böyle demişti babası
"Ninem gibi mi, babam gibi mi ya da öğretmenimiz gibi mi" Yiğit'in kafası çorba olmuş, çevresindeki insanları düşünüp çiçeği koyacağı bir kalıp arıyordu.
"Abla gibi hatta aynı Hatice abla gibi" Ahsen'in kelimeleri iyice düşünceye daldırdı oğlanları.
Seyyid sessizce dinliyordu onları, o hep ortaya bir kelime atar sonra çocukların arasında konuşarak nasıl da doğrusunu bulduklarını izlerdi. Yine yapmışlardı işte ve bekledi arkasından gelecek soru rüzgarını
"Ne zaman gelecek baba?" "Hep mi bizimle kalacak baba?" "Baba, nerede yatacak?" "Bizimle kalabilir, yastığımı onunla paylaşırım." "Olmaz zaten üç kişi yatıyoruz." "Ninemle kalsın bence, zaten tek başına o" "Babam da tek başına"
Soruların hızına, cümlelerin geliş şekline hazır olduğunu sanıyordu Seyyid ama yine de afalladı. Yılların tecrübesi ile başladı cevaplamaya, birini bile es geçse kırılırlar deyip tek tek özenle kurdu cümlelerini, soruyu soran yavrusunun gözlerine bakarak
"Yakında gelecek babacım, bayramda. Ve evet hep bizimle kalacak, bundan sonra ki ömrümüzü çiçeklendirmek için" derin bir iç çekti adam, sıradaki cevap için
"Benimle kalsa olmaz mı? Ben paylaşsam yastığımı onunla" "İstiyorsan olur baba ama o da ister mi seni. Belki bizimle kalmak ister" Yiğit'in çiçek sevgisinin kardeşlerinden çok olduğunu bilen babası, onun bu heyecanını bekliyordu. Ama daha kavuşamadığı sevdasına oğlunun rakip olacağı düşüncesi güldürdü.
Selim, parmakları boynunda en düşünceli hâli ile konuştu
"Babalar ile sadece anneler kalırmış aynı odada. Öyle demişti öğretmenimiz ama bizim annemiz toprakta yatıyor, çiçek bizim annemiz değil ki"
Yavrularının düşen yüzü ile öptü tek tek yanaklarından. Söylemeselerde derinlerinde yaşadıkları anne hasretini biliyordu adam, görmedikleri annelerine olan sevgileri bunun kanıtıydı. "Anne değil ama bir abla olsa, siz isterseniz ve tabi o da isterse"
"Yani gerçekten o bir insan olarak mı gelecek bizim evimize, konuşacak mı bizimle aynı diğer çiçeklerle konuştuğu gibi. Ya kokusu baba çiçek gibi midir?"
Yiğit'in anlamadığı çok yer vardı, hâlâ çözemediği bir çok soru dönüyordu zihninde.
Seyyid başı önden geriye giderken attı kahkahasını, onu böyle neşeli gören çocuklarda gülmeye başladı.
"Bilmiyorum oğlum ben çiçek nasıl kokuyor bilmiyorum" gülerken söylemişti cümlelerini "birlikte öğreniriz hatta siz benden önce bile öğrenebilirsiniz. Belki gelip bana anlatırsınız kokusunu" gülüşlerine eşlik eden mırıltılarını duydu.
'Acaba bende öğrenir miyim nasıl koktuğunu çiçeğim' diye geçirdi yüreğinden, ama koklamak istese ne yapar kestiremedi. O papatyaları kıskandıracak beyazlıkta duran gerdanından bir nefes çekse ciğerine, bayram etse tüm benliği. Bir nefes çekse de sevdalı yanına hayat verse, sonra dün akşamki hâli geldi aklına bakışıyla düşecek olan kızı, koklasa neler olurdu kim bilir?
Gülümsemesi kapladı yakışıklı çehresini, 'zaman' dedi içten 'yüreği kabullensin de beni, gerisi önemli değil'
Sepette ki azıklardan yemiş, hepsiyle tek tek zaman geçirmişti. Kurdukları salıncakta sallanmış, oğlanların kendi kurdukları oyunlara eşlik etmişti. Geri dönüş vakti geldiğinde, Selim başlamıştı çiçekleri toplamaya...Bir papatya, iki menekşe, üç lale O topluyor, Yiğit yanında durup topladıklarını sayıyordu. Annelerinin toprağına ekeceklerdi bunları, güzel olmalıydı çok olmalıydı.
Ahsen aradığı vakti şimdi bulmuş babasının yamacında yerini almıştı. Seyyid gelecek soruları biliyor, küçük sırdaşının geç bile kaldığını düşünüyordu
"Babacım" dedi en fısıltılılı sesi ile, dudaklarını babasının kulağına dayamış kimse duymasın diye " Çiçek yani Zehra abla gerçekten bizim eve mi gelecek" babasının başını aşağı yukarı sallaması ile heycanlandı minik yüreği
"Ama hani gitmişti o başka yere, kopardılar demiştin dalından" bir gece artık çiçek masalı anlatamayacağını söyleyen babası, yine aynı gece sabaha kadar gözyaşı dökmüştü yanlarında. Selim ile Yiğit uyumuştu görmemişlerdi o halini ama Ahsen şahit olmuştu. Sarılmıştı babasına, hatta ertesi gün ninesinden dua öğrenmiş ve başlamıştı her gün uyumadan önce ettiği duaya. Önce ninesinin öğrettiğini okuyor sonra diyordu "Çiçek geri gelsin, babam ağlamasın, lütfen Allah'ım çiçek babamın olsun"
Aslen biliyordu o çiçeği de Zehra ablasını da, bazı şeylere o sebep olmamış mıydı zaten
"Kopardılar sanmıştım ama duruyormuş meğer kızım. Hem de bıraktığımız yerde, sanki bizi beklemiş ama bilmeden"
"Tekrar örer mi saçlarımı baba" Ne güzel örmüştü öyle, günlerce açmamıştı saçlarını bozulacak korkusuyla. Şimdi de örse, okula gitse öyle
"Canım kızım, senle bir konuda anlaşalım. Zehra ablan zor zamanlardan geçmiş, bazen kötü şeyler yaşarsak, bazı güzel anılarımız kaybolabilir ya da unutabiliriz. Bazen ise bizim için büyük bir anı başkası için küçük bir anı olabilir. Seni hatırlamayabilir buna üzülme olur mu? Hem sen büyüdün hatırlasa bile tanımayabilir"
Ahsen'in kırpışan kirpikleri, büzülen dudağına bakarken içine düşen ateş ile devam etti adam
"Ama eminim örmeyi unutmamıştır" İşte bam teli burasıydı küçük kızın. Yanlarına gelen oğlanlarla, geldikleri gibi inmeye başlamışlardı yayladan. Ellerinde çiçekler, yüreklerinde ki yeni umutlarla ilk durak mezarlık. Anne kokusunu aldıkları bir toprak... |
0% |