@nevansi
|
Biraz yandı içimiz. Acılar olmasa mutlulukların ne anlamı kalır deyip sözü bırakıyorum. İyi okumalar
Kaç saat geçmişti Kaç gün bitmişti Kaç kez batmıştı güneş Kaç...kaç...kaç zamandır haber alamıyordu.
Dağlar bir olmuş da yüreğine mi oturmuştu, rüzgarlar zihnini esir almış da düşünemiyor muydu? Bir kaktüs gelmiş de, kesmişti kesin boğazını yoksa nefes alamamasının başka bir sebebi olamazdı. Bir ateş sarmıştı Zehra'nın bedenini, ciğerinden başlamış, sarmıştı her bir zerresini.
Ne yemişti bir lokma Ne uyumuştu bir dakika İki gün önce, uykusuzluktan mı açlıktan mı bilemeden bayılmıştı oturduğu minderde...sayılır mıydı o? Bir su, boğazının onu kavuran kuruluğu gitsin diye damla damla içtiği bir su vardı.
Acı haberi aldığı gün akşam gitmişti Mehmet abisi hastaneye. "Ağır bir ameliyata alınmış, kırık varmış çokça, ciğerine bile batmış biri, ayakları iyi değilmiş ama önemli olan başına aldığı hasarmış. Fabrikada ki büyük makinelerden biri devrilmiş üstüne, altında kalmış, nefes alması bile mucize dedi hekimler" kardeşinin ağlamaktan şişmiş gözlerine bakarak anlatmıştı, eve gece yarısı gelen adam.
O gecenin üstünden 3 gece geçmişti. Üç kere doğmuştu gün ama Zehra'ya her yer karanlık, her saat geceydi artık. Her sabah tarlaya giden abisinin yanına gidip, "bugün hastaneye gidecek misin abi?" diye soruyordu kızcağız. Gün boyu ağzından çıkan tek kelimelerle, uykusuzluktan sönmüş gözler, açlıktan kıvrılan bedeni ile. Ama elinde değildi, istese de devam edemezdi hayata...ister miydi gerçi.
Onu gördükten sonra, atan kalbine şahit olduktan sonra, zihni bir hayale kapılıp gittikten sonra, eski hayatına devam edebilir miydi?
Daha gözlerine bile bakamamıştı ki doyasıya... İsmini dillendirememiş, seslenememişti bir kere... Kalbi bile yeni yeni kabullenirken düştüğü sevda ateşini, kaybetmeye nasıl dayanırdı.
Çocukların Ayşe teyzede kaldığını öğrenmiş, gitmek istemişti yanlarına. Nineleri günlerdir hastanede babalarının başındayken, bir başına kalan yavrular nasıl üzülmüştür diye, bir de onları dert ediyordu Zehra. Yüreği parça parça olmuş da, nereye baksa acılarla kıvranıyordu.
Ama ne hastaneye gidebilmişti, ne de çocukların yanına...kapının önüne bile çıkmasına izin yoktu. Babası o akşam kesin bir dille söylemişti "Zehra dışarı çıkmayacak"
Kimse birsey demiyordu genç kıza ama anlamıştı o, tüm köy onu konuşuyordu. Onu suçluyordu, uğursuz diye söylenip, yaktı oğlanın başını diyorlardı.
Hiçbiri ama hiçbiri önemli değildi. Seyyid iyi olsun da, tüm dünya ahalisi uğursuz dese de razıydı.
İlk gün çocukların yanına gitmek için gözyaşlarıyla yalvarmıştı anasına ama sonra bir cümle ile çekilmişti kendi köşesine "ya çocuklar da, köylü gibi düşünüyorsa Zehra. Tek o değil Fatma teyze hatta Ayşe teyze bile öyle düşünüyorsa" demişti ortanca yengesi, sonra kısık sesiyle o buzdan cümle dökülmüştü dilinden "ya seni suçluyorlarsa"
Yandı Öyle bir yandı ki Bir o gördü yangını Sönmesi için bir avuç su gerekti Ama o suyu getirecek avuçlar, uzaklarda görmediği bir hastane odasındaydı.
Her gün kardeşinin serzenişlerine dayanamayan Mehmet tekrar gitti hastaneye, gitmesi kolaydı da dönmesi zordu. Hastaneden çıkmak gece yarısını buluyor, minibüs çoktan son seferini yapmış oluyordu. Bir parmak kadar kişide olan otomobillerden birini ayarlaması gerekiyordu geri köye dönmek için. Ama dayanamadı, rica minnet ayarladı birini gitti yine hastaneye, eve geldiğinde gece yarısını geçmişti çoktan. Bahçede elleri başında, gözü yıldızlarda kalan kardeşi ile daha da efkarlandı.
"Bacım, bekleme demedim mi ben sana" kızın cevap vermeyeceğini bile bile sordu ama nafile idi, endişeli bekleyişe sahip gözlerine dayanamadı daha fazla
"2 gün uyutmuşlar ilaçla...çok ağrısı olur, acıya dayanamaz diye. Dün akşam kesmişler ilacı ama...ama işte uyanmamış yine de"
"Uyanır ama değil mi abi...uyanır niye uyanmasın ki...uyanmalı çünkü..uyuyama-" Kekeleyen sesi, hüzünlü gözleri birde cevapsız sorularını gördükçe yıkıldı abisi ama yine de doğruyu söylemek zorunda hissetti kendini, hazır olmalıydı
"Zehra, belli değil kardeşim. Uyanamayanlar oluyormuş, kafasındaki yara kötüymüş. Uyanmadan ne kadar ciddi olduğunu bilemezlermiş. Bir hafta bekleriz dedi doktorlar, uyanmazsa eğe-" Hıçkırıklarla göğsüne sığınan kardeşine sarıldı genç adam, ağlasın diye sustu, ağlasın ki atsın derdini kederini
Ne zaman biraz sakinleşti, sessizce onu da yanında sürükleyerek girdi eve, tam o sırada aklına gelmiş olan bir ayrıntıyı daha söyledi
"Bu arada Fatma teyze ile beraber geldik biz, hem kıyafet alacakmış kendine Seyyid'e, hem de çocuklarda kalınca aklı. Merak etme hastanede Ali kaldı, yalnız bırakmadı dostunu" içlenmişti Mehmet, zamanında üçü çok yakınken şimdi ikisinin hâlâ bu kadar bir olması ama kendisinin onlardan çok uzakta bu durumu izliyor olması. Seyyid iyi olsundu da, gerisi mühim değildi.
Yine tüm gece uyanık kaldı Zehra, sağa döndü sola döndü, olmadı oturdu, duramadı yürüdü. Güneş doğarken, artık dayanamadı. Aldı üstüne bir hırka attı kendini dışarı, kimseye haber etmedi, açıklama yapacak halde değildi.
Toprak yolda yürüdü hızlı hızlı, birkaç kişi gördü onu da fısır fısır konuştu, duymadı Zehra. Bir kaç pencere açıldı, bu kör vakitte kim bu sokaktan geçen diye de, bakmadı onlara Zehra.
Gideceği kapıya, göreceği insanlara kadar, başı dik, adımları sertti. Suçlasalar hatta kovsalarda gidecekti, soracaktı. İçindeki yangına eş yanan o yüreklerle ağlayacaktı.
Hızlanan nefesi ile durdu, başı dönüyordu "açlıktan" dedi kendi kendine. Karşısında ki eve bir kaç adım kalmıştı ama gücü tükenmişti sanki. Aldığı nefesler sıktı yine boğazını, bir elini dayadı yanındaki duvara, bir elini boynuna doladı. Bir kerecik daha görseydi o kuyu gözleri, bu sefer çevirmeyecekti gözlerini. Hatta titremeyecek, bakacaktı. O çekmeden kuyularını, indirmeyecekti göz kapaklarını.
Açılan bir kapı sesi duydu ama açamadı gözlerini, "Allah'ım güç ver" dedi yüreğinden. "Ona güç olmam için bana güç ver. Ona nefes olmam için bana nefes ver. Ona yâr olmam için, bize ömür ver" minik bir el tuttu duvardaki elini, açtı yavaşça gözlerini ve gördü kuyu misali bir çift göz. Babasının gözlerini miras almış olan Selim...
Pencereden görmüştü Çiçek ablasının duvar kenarında sallanan bedenini. Küçücük elleri ile tuttu kolundan, yürüdüler sessizce eve doğru.
Tereddüt etti bir an genç kız. Buraya kadar gelmişti ama cesareti çoktan kırılmaya başlamıştı, ona sıkı sıkı tutunan şu minik iki el olmasa kaçacaktı. Kaybolan gücünü ondan almaya çalışıyordu.
Fatma kadın gördü ilk onu, üç günde ne kadar çökebilirse insan, o kadar kötü bir haldeydi yaşlı kadın.
Karşısında gözlerinde bulutlarla ona bakan genç kıza doğru adım attı ve tüm korkularını görür gibi. Senin ne suçun var kızım der gibi, senin de yüreğin yanmış görüyorum biliyorum edasıyla...sarıldı.
İki kadın Bir ana, bir yâr Bir adamın kalbinin iki yarısı Bir adamın atan kalbi için sarıldı birbirine Hiç ağlamamış gibi ağladılar, hüzünden çok destek olmak için aktı gözyaşları. Biliyorum, anlıyorum, bende yanıyorum demekti bu sarılış.
Bir zaman geçti de, ancak ayrıldılar. Yorulmuş iki bedenle yığıldılar minderlere. Selim bunca süre boyunca hiç yanından ayrılmamıştı. Olur da sokakta ki gibi sarsılırsa Çiçek ablası, tutmak için yamacında bekliyordu.
Yiğit geldi sonra, sarıldı sıkıca. "Babam iyi olacak" dedi, "benim babam çok güçlü sen bilmiyorsun Çiçeğim" dedi. Ufak bir gülümseme oluştu genç kız da, günler sonra. Nerden duyduysa, babasının 'çiçeğim' diye seslendigini duymuş, o da öyle seslenmeye başlamıştı.
En son Ahsen geldi de oturdu önüne, yine elinde bir tarak bir toka "saçlarımı yine örer misin Zehra Abla, babam gelince örülü görsün yine" diye rica etti. Meğer iftar davetinin gecesinde, babası örülü saçlarını çok beğenmiş, öyle çok övmüş ki, iki gün boyunca öyle gezmiş açmamış örgüsünü.
Sağında Selim, solunda Yiğit, önünde Ahsen ile kendini daha iyi hissetti Zehra. Fatma kadın desen, kendi derdini unutmuş, gelininin haline ayrı bir kederlenmişti. Aç olduğunu tahmin edince birseyler hazırlamış, sofra kuruyordu. Biraz zorla, biraz ısrarla boğazlarından bir lokma geçmişti.
Köyün sözlerini ahretliği çıtlatmıştı kulağına, dün çocukları almak için ona uğradığında. Bir de buna ağlamıştı oğlu için yanan ana yüreği, gelininin halini gördükçe harlanmıştı ateşi.
Çocuklar onları yalnız bırakınca, dizinin dibine oturtup konuşmuştu oğlunun gözünün nuru ile, kimsenin sözünü önemsememesi gerektiğini, onun hiçbir suçu olmadığını, bir suç varsa da çalıştığı yerin tedbirsizliği olduğunu. Konuşmuştu da konuşmuştu...Gelin ağlamıştı, sarılmıştı ama en çok teşekkür etmişti. Kendi ailesi bile söylenenlere kulak asmışken, böyle karşılık verdiği için. Kapı çalınca ayaklandılar birlikte, Ayşe bir yanında gelini Hatice bir yanında kocası Hüseyin ile gelmişti. Çocuklar gelinle tekrar kendi evlerine gidecek, Hüseyin ise iki yaşlı kadını arabayla hastaneye götürecekti, orada ki oğlu Ali'nin de bugün iş başı yapması gerekliydi.
Çantalarını çoktan hazırlamıştı küçükler, babaları için hazırladıkları kağıtları verdiler yaşlı kadına. Yanına gitmek için o kadar çok ağlamışlardı ki, son çare bunu önermişti nineleri. "Gitseniz de yanına almazlar sizi, ne demek istiyorsanız yazın, ben ulaştıracağım babanıza" yetmişti bu söz. Yeni öğrendikleri okuma yazmaları, Yiğit'in karışık anlaşılması zor yazısı, Selim'in 'Sevgili babacığım' diye başlayan mektubu ve Ahsen'in sevgisini anlattığı resmi ile üç kağıdı koymuştu çantasına Fatma kadın. Zehra'nın yanaklarından öpen üçüzler, Hatice'nin elinde tutup gittiler onların evine.
Zehra ne diyeceğini bilemeden baktı yaşlı kadına, şimdi onlarında vedalaşması gerekliydi. Yolları uzun gidecekleri yer kasvetliydi, Seyyid'e gönderecek birşeyi yoktu, düşünmemişti hiç. Uyanırsa benden birsey olsa yanında dedi yüreği ama...
Vedalaştı iki kadın, arabaya doğru birkaç adım attı Fatma. Arkasından ona bakan kızın bakışları, soğuk odada yatan oğlunun hâli, içinde konuşan o ses
Yine o sesi dinleyecekti, geri döndü Zehra'nın yanına "kızım sen de geliyorsun hadi" tuttu dirseğinden, bir hışımla yürüttü arabaya
"Ama Fatma ann-" korkularını bildiği kızı susturdu ve arabaya kendiyle birlikte bindirdi
Arkasındaki ahretliğine seslendi "Ayşe, sen gitsen de dünürlere haber etsen, Zehra benimle birlikte akşama yine ben getirecem" onay beklemeden kapattı arabanın kapısını döndü bu sefer yanında ki kıza
"Seyyid uyanmak için seni beklerdir belki kızım, karanlıktadır da ışığını gözlerdir"
|
0% |