@nevansi
|
Beynim de yaşayacaklarına burada yaşasinlar diye yazıyorum. Gelin şu köşeye birlikte seyredelim, neler olacağını😉
Yağmur damlaları her dakika daha da hızlı vuruyordu camlara, bulutlar Ankara'yı kuşatmış, sokak lambaları bir bir sönmüş, gecenin siyahına bırakmıştı caddeleri.
Bir minibüs hatta mahalle ağzıyla dolmuş diyelim, asfaltın kayganlığına inat hızla gidiyordu. Hızlı hızlı silecekler çalışırken, şoför Ferdi direksiyonu daha da sıkı kavradı. Durup düşünmek istemiyordu, hele arka koltukta burnunu çekip, içli içli gözyaşı döken kızı aklından uzak tutuyordu. Şu an tek emeli bu mahalleden bu sokaktan uzağa gitmekti, nereye olduğu kısmı çok da önemli değil gibiydi.
Üstünde beyazlığını çoktan kaybetmiş gelinliği, ıslandığı için çamurlaşmış gibi düşündüğü saçlarıyla bildiği minibüsün, tanımadığı şoförüyle bir bilinmezliğe doğru giderken, genç kızın ne cesareti kalmıştı ne de umudu. Konuşması gerekiyordu, en azından durumunu anlatmalıydı. Bu minibüsü kullanıyorsa, kim olduğuna dair tahmini vardı. Eğer düşündüğü kişi ise güvenebilirdi, sadece biraz zamana ihtiyacı vardı. Belki de bunu ona sağlardı. Gözyaşlarının arasından, döndürdü bakışlarını şoför koltuğunda ki adama. Sırtının duruşundan, parmak boğumlarının direksiyonu çevirişinden onun da ne kadar gergin olduğunu görebiliyordu. Dikiz aynasından yüzünü görmek için biraz daha kaldırdı kafasını genç kız, evet evet kesinlikle benziyordu, bu adam düşündüğü kişiydi. Kaşlarının gürlüğü, kirpiklerine kadar değen ince asi saç tutamları, yüzü ne kadar gergin dursa da gülünce alacağı şekli bile canlanmıştı gözünde, aynı mazide bir yerlerde gördüğü o resimdeki gibi.
Ferdi, izleniyor olmanın verdiği o hisle çevirdi bakışlarını dikiz aynasına. Çarpıştı iki çift göz, tam da gökyüzünü aydınlatan şimşeğin ışığı ile aynı anda. İki çift kahverengi göz, parlayan ışıkla kilitli kaldı birbirinde, gök gürültüsünün sesiyle ayrıldılar birbirlerinden.
Gök gürlemesinin korkutucu sesi, kızın gözlerine bakarken yaşadığı o tuhaf hisle, beyninin şimdi ne olacak vurgusuyla, ayağını ani bir hareketle frene basıp durdurdu dolmuşu.
Kızın bu ani frene, ansızın yakalanıp öne doğru yalpalanmasına sebep olduğunu görünce, döndü arkasını "iyi misin" diye sordu, gözleriyle iyi olduğunu tasdiklemek istercesine.
Genç kız, hâlâ etkisinde olduğu bakışlara mi şaşırsın, neden aniden durduğuna mı bilmeden kafasını salladı. Konuşmalıydı, meramını anlatmalıydı ve evet yardım istemeliydi. Bir kere de olsa gururunu kenara bırakacaktı, ne hallere düşmüş nelerden geçmişti de gururundan ses etmemişti. Ama şimdi...ağaç gövdesine benzeyen gözlere sahip bu adama karşı gururu kenara bırakabilirdi. Sanki sadece bu adam için gururunu yok sayabilir gibi bir his vardı da içinde, yok saymayı seçti.
"Be..ben kaçtım" sanki bu çokta ortada değilmiş gibi, konuya gerçekten saçma başlamıştı, karşısında ki ağaç misali diye düşündüğü adamın kafasını yere eğip, dudaklarını varla yok arası kıpırdattığını görünce, eğleniyor diye düşündü. Derin bir nefes aldı, daha gür bir sesle devam etti
"7-8 ay kalacak yere ihtiyacım var, aslında birikmiş param var biraz ama evde çantamda kaldı. Onu alabilirsem, sonra çalışırım tekrar, biraz daha gerekli, sonra beni almaya gelecekler ama o zamana kadar" gerisine gerek yoktu, bu kadarının bile fazla olduğunu düşündü. Bu adamın düşündüğü kişi olmasının verdiği rahatlıkla konuşmuştu.
Ferdi, bu kızın tanımadığı bir adama neden bunları söylediği konusunda, kafası karışıyordu. 'çok korkmuş' diye düşündü 'belli ki peşindekiler çok sıkıntılıydı ki, kendisine sığınmıştı' yardım isteyen bir genç kıza, hem de bu halde, böyle bir gecede...geri çeviremezdi. Onun kitabında yazmazdı bu, 7-8 ay demişti, nereye gidecekti, kim alacaktı onu. Sormadı, en azından bu geceyi atlatalım diye düşündü. Kalacak yer ayarlanırdı, iş kolaydı. Ama bunlar için yarını beklemeliydi. Çalıştırdı tekrar motoru, çevirdi direksiyonu evine doğru.
Kız artık ağlamayı bırakmış, geçtiği sokakları, cama vuran yağmur damlalarını izliyordu. İki katlı ahşap eski müstakil evin önünde durduklarında biraz tedirginlik fazlaca merakla izledi dışarıyı. Adamın indiğini görünce bir telaşla indi o da, adamın hızlı adımlarına yetişmeye çalışarak, gelinliğin ağırlaşmış eteklerini kaldırdı avuçlarıyla.
Mavi demir bir kapıdan bahçeye girip, evin kapısına doğru ilerlediler. Ferdi cebinden çıkardığı anahtar ile açtı ahşap kapıyı, dışarının soğuna inat, sıcacık bir ev karşılamaştı onları. Adam ayakkabısını çıkarırken, sesler geldi içeriden.
Kapısı yarıya kadar açık olan soldaki odadan gelen tatlı bir kız çocuğu sesi durdurdu çifti "abiciğim sen mi geldin" Gülben'in sesi idi bu, arka bahçeye bakan pencereden dışarıdaki yağmuru izleyip, abisi gelmedi diye oflamakla meşguldü son bir saattir.
Ferdi daha ona cevap veremeden, kulağının arkasına koydugu kalem, gözünde kare siyah gözlükleri ve elinde bitmiş çay bardağı ile sağ odadaki kapıdan çıktı Müslüm "Hoşgeldin abi, sen gecikince beklemeden yedik biz, Orhan abim mutfakta bulaşıkları halle.." gayri ihtiyari konuşarak abisine doğru gelen genç, abisinin hareket etmesi ile arkasında kalan kişiyi gördü.
Genç kız, adamın arkasında durunca görünmediğini anlamıştı, istemsizce yine ağaç gibi dedi kendi kendine. Boyu posu endamı, duruşu sanki bir çınar ağacı, o da ağacın arkasında avlanmamak için tutunan bir tavşan.
Ferdi deri ceketini çıkardı yavaşça, kardeşinin şokunu atlatması için birkaç saniye verdi ona, sonraki söyleyeceklerini bilse hemen açıklardı durumu ama çoktan geç kalmıştı.
Müslüm şaşkınlıkla açılmış gözlerine eş, işaret parmağını kıza doğrultup, gür sesine karışmış heyecanla seslendi
"Abi sen..sen..sen..ne yaptın" sanki daha da yükselebilirmiş gibi, sesinin ayarını daha da kaçırdı "Orhan abii, Orhan abiiii, Orhan abi koş koş bırak bırak orayı. ABİM KIZ KAÇIRMIŞ"
İki farklı yerden gelen yüksek nida ile, kapının önünde duran çift dönüp birbirine baktı.
Genç kız, karşısında kendi yaşlarında olduğunu düşündüğü gencin bağırarak söyledikleri ile yanındaki adamın gözlerine baktı. Bu olaydan nasıl çıkacağını bilmiyordu ama 'umarım' dedi 'sen biliyorsundur ağaç adam'
Mutfak olduğunu düşündüğü soldaki ikinci kapıdan çıkan bir adam daha vardı. Gözleri şaşkın, elleri köpük köpük, beline bağladığı mutfak önlüğü ile fazlasıyla komik duruyordu. Bir de yandaki odadan gelen tiz bağırışlar vardı.
"Abi ne oluyor orada, Orhan abi, Müslüm abi, neredesiniz ne oluyor, Ferdi abim değil mi gelen, yaaaa ne oluyor? Sandalyem nerde benim, bak ağlayacağım şimdi bıraktınız burada beni" sanki kız şifreli bir kelime söylemiş gibi, söylediği onca sesi duymazdan gelen üç adam kızın 'ağlayacam' demesi üzerine, kendine gelip aynı anda sesin geldiği yere doğru adımladı.
Tek başına kapının önünde kalan kız, merakla inceledi geniş antreyi. Solda adamın ceketini astığı bir askılık vardı, sağda iki kapı solda üç kapı vardı. İçeriye doğru adımladı, ortada kare ahşap bir masa, masanın arka sağ tarafında 2.kata çıkan merdivenler. Adamların girdiği odadan sesler yükselince oraya doğru yöneldi.
Gelinliğinden damlayıp geçtiği yerleri ıslatmanın verdiği mahcuplukla, odaya girdi. Dört çift göz ile kaldı öylece.
Adamların etrafını sardığı, 12-13 yaşlarında bir kız çocuğu, koltuğun köşesine oturmuş onu izliyordu. Koyu kestane rengi saçları, Ela gözleri ile ayrı bir havası vardı bu küçük kızın. Tam o sırada farketti kapının sağında kalan tekerlekli sandalyeyi, kızın neden bağırıp da yanlarına gelmediğini şimdi anlamıştı ya da bu üç adamın neden bu kızın etrafında olduğunu.
"İyi akşamlar" dedi genç kız, üstünde gelinlik yokmuş da, ev oturmasına gelmiş gibi bir edayla. Onlara bakan gözlere takılmadan oturmak için koltuğa doğru ilerledi ama üstündeki kiri ve ıslaklığı farkedince vazgeçip olduğu yerde dikilmeye devam etti.
Geldiği andan itibaren tek kelam etmemiş Ferdi, artık konuşmak için kardeşlerine dönerken, atladı Müslüm tekrar söze "Hoşgeldin yenge, şaşkınlığımızı mağdur gör. Haberimiz yoktu senden"
Ayaklanıp ona doğru gelip, tanışmak için uzatılan ele bakakaldı genç kız. Adama bakıp birşey demesini bekledi ama bugün, kardeşleri belli ki heyecandan, abilerine fırsat vermeyecekti.
Orhan, kardeşinin ayaklanması ile seslendi kıza "yenge aç mısın? Bir tabak bulgur pilavı kalmıştı, cacık da vardı biraz. Ama istersen kahvaltı falan koyalım "
Gülben iki abisinin yengelerine karşı tutumunu izledikten sonra durur mu hiç, atladı en tatlı sesi ile
"Orhan abi, bu kıyafetle oturamadı bile nasıl yemek yesin. Yengecim sen rahat değilsin belli, benimkiler olmaz ama annemin yukarıda bir iki elbisesi vardı onları giyebilirsin bence"
Ferdi neye şaşırsa bilemedi. Bu kadar mı 'yenge' istiyordu bu kardeşleri. Ne bu hizmet ne bu heyecan, yengesizlik bu kadar kötümüydü ki, tanımadıkları kıza bu kadar sevgi gösteriyorlardı. Gözünü kapatıp, derin bir nefes çekti içine, şimdi anlatacakları ile biraz moralleri bozulacaktı ama yapacak birsey yoktu.
Tam ağzını açtı ama yok, bugün bu evde onun konuşmasına engel olan bir şeyler vardı artık emindi. Daha tek harf çıkmadan ağzından, kız başladı bu sefer
"Aslında açım, pilavı da çok severim ama önce üstümü değişsem daha iyi olur gibi, şey...banyo ne tarafta"
Genç kız böylesine sıcak bir aile ortamı görmeyeli ne kadar oldu diye düşünüp, bu samimiyete karşı kalamadı.
Ferdi ayaklanıp, kıza banyoyu göstermek için dönerken, kız kardeşinin tekrar sesini duydu
"Abim bizi tanıştırmadı ama ben Gülben yengecim. Senin adın ne? Gerçi biz yenge demekten vazgeçmeyiz" deyip hafif kıkırdadı, üç abi ile büyüyünce eve gelen genç bir kız onun için büyük mutluluktu.
Ferdi çevirdi gözlerini yanında ki çikolata kahvesi gözlerine, kendinin bilmediği gerçeği ile yüzleşti. Kızın da onun gözlerine dalıp gittiğini fark etti, iki kahverengi gözün yine buluştuğu o an bir şimşek daha parlattı odayı ve gök gürültüsünden önce duyuldu kızın sesi
" Ayşe ben, adım Ayşe"
|
0% |