Yeni Üyelik
14.
Bölüm

♧BİR AŞEKA GÖLGESİ♧

@nghn__

Herkese merhaba!

Hikayemiz tüm hızıyla devam ediyor. Oyları ve yorumları eksik etmeyelim lütfen.

Yorumları görünce çok mutlu oluyorum! İyi okumalar.

*************

Ömrüme biçilmiş ömürlerin kaçıncı baharında sunulan hediyeydi bu sahibi olduğum sözler? Zihnimde yankılanıp bütün vücuduma sarılan sevdamı tarif edecek kelimem yoktu. Gözlerine dalıp gittiğim anın, dudaklarıma kapanan dudakların ve hissettiklerimin tarifini yapacak kelimeler kifayetsiz kalıyordu.

 

Sevda kağıtlara yazılacak kadar basit değildi... Sevda görünmeyen gerçeklikti. Seni hiç bilmediğin bir hakikate savururdu, itiraz etmeye şansın yoktu. O şans sana verilseydide geri itmeye hazır olurdun. Dudaklarıyla bıraktığı mührün devamı çevresine gelmişti. Elleri saçlarımda, dudakları ilk defa dudaklarımdaydı. Damarlarımda çağlayan kana engel olamazken karşılık verdiğim anda kendine yaklaştırıp beklemişti.

 

Gözlerimiz kapalı, alınlarımız birbirine dayalı ve nefes nefese duruyorduk. Soluklarımız birbirine karışırken gözlerimi açarak beni izleyen yeşillere odaklanmıştım. İlk defa yaşattığı şeylere bir yenisini ekliyordu. İlklerimin sahibi yalnızca oydu ve öylede kalacaktı.

 

Yeşil gözlerinde gördüğüm beklenti üzerine konuşmam gerektiğini anlamıştım. Mirza sevgiyi bulmuştu ama ben bitmek üzereydim. Nefretini son demine kadar hissettiğim adamın sözleri yabancılıktan başka bir duygu hissettirmiyordu. Hangi engel için beni yok ettiğini düşündükçe zihnim yoruluyordu. Mirza ALAZ sevgiyi bulmuştu, benliğine beni kabul etmişti fakat beni de bitirmişti. Yeşil gözlerindeki beklenti ben buradayım dercesine kendini belli ediyordu.

 

''Sen benliğine beni aldın, aşkı ve sevdayı kalbine kabul ettin ama ben bittim Mirza... Seni kazandım ama benliğimi kaybettim. İkimize de geçmiş olsun. Sen sevdayı buldun ama benliğimi kaybediyorsun. Yoruldum Mirza, ben çok yoruldum...''

 

Dudaklarımdan dökülen tüm sözler gerçekti. Mirza'nın gözlerinde gördüklerim içimi sızlatırken yüzümü kavrayan elleriyle derin bir iç çekerek sessizce bekledim. Sol gözümden düşen bir damla yaşla dudaklarını gözyaşını takip ederek yakalamıştı.

 

''Dökme incilerini Aşeka... Seni yordum biliyorum ama beraber atlatacağız. Sen benim kadınımsın, gücünü yitirme. Bugün bizim miladımız ve hiçbir şey için geç değil. Bu günden sonra beni gölgene kabul etmeni bekleyeceğim. Aşeka'nın gölgesi beni benliğine kabul edene kadar bekleyeceğim.''

 

Sözcükler dilimin ucuna kadar gelirken kendimi durdurarak tek kelime bile etmedim. Gözlerinde gördüğüm o güven tohumları içime serpilmeye hazırdı fakat ben onları alacak kadar hazır değildim. Toparlanacak anılar ve yaşanacaklar birikmişti. Hangi birini düzelteceğini bilmiyordum ama Mirza'nın bunu başarabileceğine emindim. O çözülmesi imkansız bir adamdı ve yapacakları tahmin edilemezdi. Dibi görünmeyen ıssız bir kuyudan farksızdı ve sırları her zaman bilinmezliğin içinde saklanıyordu.

 

Düşüncelerim aralanan kapı ile bir toz bulutu misali dağılmıştı. Yerimden kalkıp kapıya yöneldiğimde Miran ağabeyi görmüştüm. Yüzünün birkaç yerinde kızarıklık ve morluklar, kaşının üzerinde ise bir bant vardı. Yüzündeki acı çeken ifadeyi incelemeyi bırakarak konuşmasını bekledim.

 

''Rahatız etmek istemezdim ama daha fazla duramadım.''

 

Sesimin iyi çıkmasına özen göstererek cevap verdiğimde Mirza çoktan kimin geldiğini anlamış çağırmıştı.

 

''Estağfurullah ağabey, siz rahatça konuşun. Ben dışarıdayım.''

 

Mirza eliyle kalmamı istercesine beni duraklattı.

 

''Her şeyi anlatmak istiyorum, dinlemek istersen burada kal fakat istemezsen seni zorlamayacağım.''

 

Derin nefeslerim hızlanırken yalnızca gözlerine baktım. Beni sakinleştiren yegane varlıkların sahibiydi. Başımla onaylayarak odadaki tekli koltuğa geçtim. İkisine de uzaktan bakıyordum. İki dost, ikisi de yaralı... Birisi sevdiğini kaybetmiş diğeriyse sevmekten geçmiş...

 

*************

Zihnim bir girdabın içinde savrulurken dikkatim ne odada konuşan ikilide ne de içinde bulunduğum zamandaydı. Aklımda dönüp duran tek şey Mirza'nın sözleriydi. Engellerinin, nefretinin, yaptıklarının ve yaşattıklarının hesabını verecekti. Gözlerim odada gezinirken Mirza'nın gözleri üzerime odaklanmış kaşları çatılmıştı. Midemdeki çalkalanma ile elim direkt ağzıma giderken gözlerimi kapatarak bulantının durmasını bekledim.

 

''Buğlem, iyi misin?''

 

Gözlerimi açarak Mirza'ya cevap vermeyi ummuştum fakat gelen bulantı ile hızla odadaki lavaboya girmiştim. İçimdekileri boşaltırken arkamdan bağıran Mirza'yı duyuyordum.

 

''Buğlem, kendini sıkma güzelim!''

 

Hissettiğim safra tadıyla bir kez daha kasılan midem beni zorlarken dediğini yapmaya çalıştım. Gözlerimden zorlanmam üzerine yaşlar akarken içimde ne varsa boşaltmıştım. İçeriden Mirza'yı engelleyen Miran ağabeyi duyduğumda bulantılarım son bulmuştu. Zorlukla yerimden kalkıp elimi yüzümü yıkayarak aynaya baktım. Göz altlarım çökmüş, yüzüm beyazlamıştı. Elim karnımı bulurken sessizce mırıldandım.

 

''Babana birde sen eklenme ufaklık, baban anneni yeterince tüketiyor...''

 

Bir kez daha yüzümü yıkayıp kurulayarak içeriye geçtiğimde Mirza'nın gözleri hemen yüzümü bulmuştu. Endişeli bakışları yüzümde dolaşırken Miran ağabey olanlara anlam vermeye çalışıyordu. Koltuğa oturduğumda Mirza ve Miran ağabeyin soruları sırasıyla geliyor ve cevaplarını buluyordu. Mirza iyi olduğuma kanaat getirdiğinde Miran ağabeye açıklama yapmış ve tebriklerini kabul etmişti.

 

Odada yalnızca ikimiz kaldığımızda Mirza'ya bakarak anlatmasını bekledim. Mirza ise gözlerini karşı duvara dikmiş düşünüyordu. Kaşları her zamanki sertliği ile çatılmış hatları keskinleşmişti. Kemikli yüzünü incelerken sesi kulaklarıma dolmuştu.

 

''Ben yoğun bakımdayken toplanan aşirette karşına dikilen adam, Şiyar BERDAN... Ezel'i seviyormuş fakat karşılık bulamamış. Ezel ona Miran'ı sevdiğini söylediğinde gözünü bize dikmişti. Önce Ezel'i Miran'dan aldı sonraysa sürekli yolumuza taş koydu.''

 

Kaşlarım çatılırken söylediklerini algılamaya çalışıyordum. Mirza yüzünü buruşturarak kesik bir nefes aldı.

 

''Miranla ne olursa olsun beraber olacağımızı bütün Mardin biliyordu. Şiyar Ezel'den sonra intikamını bizden almak istedi. Miran'a zarar vermeye çalıştıkça engel oldum. Öfkesi beni de hedefine almıştı ve yapabileceklerinin sınırı yoktu.''

 

Eli yarasına giderken yerimden kalkmaya yeltendiğimde durdurdu.

 

''İyiyim... Ben seni hiç unutmadım Buğlem, o küçük kızı hep hatırladım. Aklıma kazınan gözlerini gördüğümde anımsadım. Benim seni bildiğimi Şiyar'da biliyordu. Her adımımızı takip edebiliyordu... Evleneceğimi duyduğunda bir adamımı yaralayarak mesajını verdi.''

 

Gözlerim şaşkınlıkla açılırken dilimden dökülenlere engel olamamıştım.

 

''Sen... Engel olmalıydın, bunu yapabilirdin.''

 

Kafasını olumsuz anlamda salladı. Yüzüme bakmıyordu, gözleri hala duvardaydı. Şiyar'a engel olabilirdi, bunu biliyordum.

 

''Denedim. Her şeyden, herkesten çok denedim ama olamadım... Adamımın ceketinde bir not vardı, üzerinde 'Onu da elinden alacağım.' yazıyordu. Kına gecenin olduğu gün, Şiyar evinin önündeydi. Şaşırdığını biliyorum ama inan tek amacım seni korumaktı. O gece boyunca evinin önüne ve çevresine adam diktim, Şiyar'ın ne yapacağını bilmiyordum.''

 

Duyduklarımın doğruluğu bedenimi titretmişti. Nasıl bir belaya bulaştığımızın farkına varıyorken olabilecekler beni korkutuyordu. Kalbim çaresizce çırpınırken Mirza sözlerine devam etti.

 

''Sana senden nefret ettiğimi söylediğimde yıkıldığını biliyorum. O gün... O akşam Şiyar'ı bulmaya gittik. Bana bağlanmanı sağlarsam gittiğimde kendini toparlayamazdın. Sen akıllı bir kadınsın Buğlem, seni o odaya kapatmasaydım peşimden gelirdin. Ne yapar eder oradan çıkardın...''

 

Kafamı onaylayarak salladığımda gözlerim dolmuştu. O günün anıları zihnime dolarken kafamı ellerimin arasına alıp Mirza'yı dinlemeye devam ettim. Ağzından çıkan her cümlede şaşkınlığım daha fazlalaşırken Mirza'ya olan güvenim ve inancım artıyordu.

 

''Geri döneceğimin garantisi olmayan bir günde sana sorduğum sorunun cevabını biliyordum. Vurulmadan önce bana söylediklerini tahmin etmiştim. O gün ya biz ya Şiyar bitecekti, başka çaresi yoktu. Şiyar'ı göreceğimizi beklerken adamlarını göndermişti. Karanlıkta adamlar beni Miran zannedip sıkmaya başladılar... İlk mermi boşa gittiğinde Miran müdahale etmeye çalıştı ama bize oranla daha fazla adam vardı. İkinci mermi bana denk geldiğinde Miran'a yardım edemedim. Aklımda olan tek şey dönüp her şeyi anlatmaktı. Engellerimi, yasaklarımı, nefret sebeplerimi... Ecel her karşıma çıktığında direndim. Senin için, oğlum için...''

 

Son sözünde kafamı hızla kaldırıp Mirza'ya baktım. Gözümden düşen yaşlara aldırmadan titreyen sesimle düşüncelerimi dile getirdim.

 

''Oğlun mu?''

 

Gözleri beni bulurken kafasını onaylayarak salladı. Gözleri karnıma kaydığında gülümsedi.

 

''Evet, oğlumuz... Senin elinden tutuyordu, ilk kez konuştuğumuz tepedeydik. Sen ağlıyordun, elini bırakarak yanıma geldi. Yeşil gözlerinde kendimi gördüm, ağzından çıkan tek söz gitme baba oldu sonra senin sesini duydum... Gözlerimi açmam için söylediklerini duyarken yüzüme düşen gözyaşını hissettim. Sen ağlarken kalbimde oluşan sızı sendin, sana aitti... Ben seni hissettim Buğlem, uyanmam gerektiğini o an anladım.''

 

Gözyaşlarım sicim gibi akarken Mirza'ya yaklaştım. Eli yüzümdeki yaşları sildiğinde anlımdan öpüp bekledi.

 

''Kalbimi saran laneti yıkan kadın, seni seviyorum. Sevdamın adı, kalbimin sahibi... seni seviyorum. Sende beni sev. Mardin gibi sev Aşeka, Mardin gibi kusurlarımı örtüp güzelliği sar önüme. Gölgende sakla bütün kötülüklerimi. Sen beni Mardin gibi sev, Mardin gibi...''

 

Mardin gibi sevilebilseydi destan olur muydu dillere her karış toprağı? Her adımda bir sevgiyi haykıran topraklar kadar kudretli olurdu o zaman sevgiler, dillere destan olmaz dağlara taşlara yazılırdı. Yer gök o aşkı haykırırdı...

 

Gözlerimiz birbirine kilitlenmişti yine bilmediğimiz bir dil konuşuyordu. Yeşillerine serpilmiş kahverengi tutamlarda saklıydım. Kendimi görüyordum, kendini görüyordu. Aşk bir vücutta iki bedeni taşımaktı. Biri olmadan diğeri yaşayamazdı, eksik kalırdı. Biz gözlerimize dalmışken açılan kapı ile kendimize gelmiştik. Beyaz önlüklü birkaç doktor içeriye girdiğinde Mirza'nın yanından kalkarak koltuğa geçmiştim. Mirza önce bana daha sonra doktorların arasındaki Giray ağabeye bakıp sırtını yatağa dayayıp yutkundu.

 

''Geçmiş olsun Mirza Bey, nasıl hissediyorsunuz? Ağrınız var mı?''

 

Mirza yerinde biraz hareket etmeye çalışsa da ağrı yüzünde pes edip boğazını temizleyerek cevap verdi.

 

''Sağ olun doktor bey iyiyim. Biraz ağrım var, onun dışında bir sıkıntı yok.''

 

Doktor kafasını onaylayarak sallayıp birkaç dosyaya baktıktan sonra gözlerini üzerimizde dolaştırdı.

 

''Ameliyatınız iyi geçti, beklediğimizden de güçlüsünüz. Hanım kızımızda çok gözyaşı döktü senin için, onu böyle ağlatmayın. Dikişler alınana kadar kendinizi zorlamayın mümkün olduğunca az hareket edin...''

 

Doktor dikkat etmemiz gerekenleri sıralarken Mirza'yı kontrol etmişti. Bu defa da gözlerini arkadaki öğrencilere çevirdi.

 

''Göğüsten silahlı yaralanma vakası. Ameliyatta herhangi bir komplikasyon oluşmadan kalbe yakın olan kurşun çıkarıldı. Hastanın durumu stabil ve konunuz bu çocuklar, bu konu hakkındaki her ayrıntıyı istiyorum. Bakım, iyileşme süreci, herhangi bir komplikasyona karşı alınabilecek önlem aklınıza ne gelirse... Tekrardan geçmiş olsun Mirza Bey.''

 

Doktorlar sırasıyla dışarı çıkarken Mirza sıkıntıyla başını duvara yasladı. Doktor daha bir hafta burada kalağını söylediğinden itibaren suratını asmıştı, bunun üzerine öğrencilerde eklenince memnuniyetsizliği artıyordu. Giray ağabey gülerek ağabeyine baktığında Mirza kaşlarını çatarak ona döndü.

 

''Ne oldu, neye gülüyorsun? Ne yapacaksan yap sonra çık odadan Giray, karşımda sırıtıp durma!''

 

Giray ağabey küçük çaplı bir kahkaha atarak odanın içindeki malzeme dolabından birkaç şey alarak hareketli sandalyeye oturup yatağa yaklaştı ve işini yapmaya başladı.

 

''Pansumanını yapacağım, o zamana kadar serum biter öğrencilerden birisi gelip değiştirecek. Senden ricam sabırlı olman, daha yeni öğreniyorlar ve çoğu hasta stajyer oldukları için kendilerine yaklaşmasına izin vermiyor. Bu yüzden hastaları biz seçip öğrenmelerini sağlıyoruz. Büyük ihtimalle ilk girişte damar yolunu bulamayacak, tekrar denemesine izin ver.''

 

Mirza her söylediğini onaylarken birden yüzünü buruşturarak Giray ağabeyi durdurdu.

 

''Yavaş olsana oğlum, gücünü mü deniyorsun?''

 

Giray ağabey yarayı kapatarak eldivenlerini çıkardı. Mirza tekrar kafasını duvara yaslayarak bekledi.

 

''Özür dilerim ağabey, dalmışım. Serumun bitti, ben öğrenciyi çağırayım.''

 

Cebinden çıkardığı telefondan birkaç tuşa basarak tekrar bize döndü.

 

''Bu arada uzun süre böyle oturma ağabey dikişlerini açabilirsin. Sen nasılsın Buğlem?''

 

Gözlerimi Mirza'dan çekip Giray ağabeye baktım. Gözlerim ona baksa da aklım Mirza'daydı. Onu kaybetme korkusu hala benimde hükmünü sürdürüyordu.

 

''Ben iyiyim, bir sorun yok ağabey.''

 

Beni onaylarken Mirza lafa girmişti.

 

''İyi falan değil, Miran buradayken kustu. Yanına gidemedim ama geldiğinde halsizdi hala da öyle, değişen bir şey olmadı. Bunun bir çaresi yok mu, sürekli böyle mi olacak?''

 

Giray ağabey bana dönüp baştan ayağı kontrol edercesine baktığında ben Mirza'ya dönüp kaşlarımı çatmıştım. Ölümden dönen o, endişe yapacağı kişi benmişim gibiydi.

 

''Hamileliğin ilk dönemlerinde bulantı ve kusma normaldir ağabey endişelenecek bir şey yok merak etmeyin. Beslenmene dikkat et kontrollerini de aksatma yeterli.''

 

Giray ağabey sözlerini bitirmiş birkaç konuya daha değinirken içeriye giren yirmili yaşlarının başında esmer bir kız ile konu dağılmıştı. Üzerinde doktor önlüğü vardı, az önceki öğrencilerden olmalıydı.

 

''Merhaba Hocam, geçmiş olsun Mirza Bey nasılsınız?''

 

Mirza sabırla cevap verirken Giray kıza ne yapacağını söylemiş benim yanıma geçerek izlemeye başlamıştı. Serumu değiştirirken elleri titriyordu. Kendi öğrenci halim aklıma gelirken üzerime bir durgunluk çökmüştü. Projelerim, derecelerim, hayallerim hepsi geride kalmıştı fakat yeniden başlayabilirdi. Bu konuyu en kısa zamanda Mirza ile konuşacaktım. Mimar olmak için tek bir sınavım kalmıştı ve ben buna aylardır çalışmıştım. Proje teslimimi uçağa binmeden önce yapmış fakat sonuçlarına bakmamıştım, bakamamıştım. Şimdilerde beklide mezun olmuş ve mesleğime bir adım atmıştım fakat bunun garantisini verecek bilgim yoktu.

 

Düşüncelerim dağıldığında Giray ağabey ve adının Gülüm olduğunu duyduğum doktor odadan çıkarken geçmiş olsun demişlerdi. Yine yalnız kalmıştık, birbirimizi dinleme zamanımız gelmişti. Yorgunluklarımızı toparlayacağımız yarınlara adım atacaktık ve beklide zaman bizi hiç bilmediğimiz bir yere savuracaktı.

 

*************

Gün doğarken yanında yeni umutlar getirirdi. Küçücük umut tohumları her kalbe ilmek ilmek işlenip onu büyütmeyi beklerdi... Ve zaman bu tohumları büyütecek yegane şeydi. Zaman her derdin devasıydı ve zaman koca bir geçmişin merhemi olabilirdi.

 

Gelip geçen insanlar, çalan telefonlar, insan sesleri kulaklarımı dolduran seslerden yalnızca birkaç tanesiydi. Yorgunluk tüm bedenimde varlığını hissettirirken derin nefes sesleriyle gözlerimi açmıştım. Yerimden doğrulup Mirza'ya döndüğümde derin nefes seslerinin kaynağını bulmuştum. Hızla solurken bir şeyler mırıldanıyordu. Yanına ulaştığımda terlediğini fark edip yüzünü sildim ve ne dediğini anlamak için yavaşça yaklaştım. Anlaşılmaz mırıltılar ile kaşları çatıldığında uyandırmak için yavaşça saçlarına dokunup elimle geriye doğru taradım.

 

''Mirza... Uyan, rüya görüyorsun.'' Gözleri aniden açıldığında nerede olduğunu anlamak için bir süre anlamsızca etrafa bakmış daha sonra derin bir nefes alarak kafasını yastığa bastırmıştı.

 

''Günaydın.'' Kafasını bana çevirip yutkunduktan sonra çatallı sesiyle konuştu. Gözlerinin rengi uyku mahmurluğu ile açılmıştı.

 

''Günaydın hatun, günaydın.'' Bir süre sessizce bekledikten sonra Mirza'ya yüzünü temizlemesi için yardım etmiş daha sonra ben kendime çeki düzen vererek odaya dönmüştüm. Kısa sürede odanın kapısı aralanmış rutin kontroller başlamıştı. Mirza her seferinde evde bakımı kabul ettirmeye çalışsa da doktor birkaç gün daha tutmakta kararlıydı.

 

Gün ortasına doğru hastane yemekleri gelmeye başlamıştı. İçeriye giren hafif tombul orta yaşlardaki kadın geçmiş olsun dileklerini sunarak yemeği bıraktığında teşekkür ederek hazırlarken annem neşeyle içeriye girmişti.

 

''Günaydın benim yavrularıma, nasılsınız? Çok iyi gördüm sizi daha önceden gelecektim ama baban izin vermedi, bende kaçtım da geldim.''İkimizde gülümseyerek ona bakarken neşesi ikimize de geçmişti. Mirza annesine bakarak güven verircesine gülümsedi.

 

''İyiyiz anne merak etme, sen nasılsın?'' Havin anne çantasını koltuğa koyarak Mirza'ya yaklaşıp saçlarını okşadı.

 

''İyiyim çocuğum ben iyiyim de, özledim sizi be evladım. Çabucak iyileş de gelin artık oğlum. Evde daha iyi bakarım ben sana, hastane köşelerinde dikkat edemezler.'' Mirza annesini desteklercesine bana bakarken sohbete dahil olmuştum.

 

''Mirza da senin gibi düşünüyor anne ama doktorlar biraz daha kalmasının daha iyi olduğunu söyledi. Sen şöyle otur istersen bende Mirza'ya yemeğini verecektim o sırada sohbet ederiz. Sen de bir şey ister misin?'' Annem elini havada sallayarak konuştu.

 

''Yok kızım ben bir şey istemem. Gelirken Giray'ı gördüm işlem mi neymiş onlar için sen lazımmışsın. Danışmaya uğrasın dedi sen git ben buradayım merak etme.'' Havin neyi onaylayarak son kez Mirza'ya bakıp dışarı çıktım. Koridor boyunca sıralanan odaları geçerken aklımdaki düşünceler artıyordu. Düşündükçe bir çıkmazın içine giriyordum. Bundan sonra ne olacağını kestiremiyordum.

 

Kısa sürede işleri halledip odaya döndüğümde karşılaştığım manzara görülmeye değerdi. Havin anne elinde kaşık Mirza'nın ağzını açması için dil döküyordu. Mirza ise karşısındaki yemeğe kaşlarını çatarak bakıyor ve yemeği yememek için ağzını açmıyordu.

 

''Oğlum çocuk musun sen? Aç ağzını da al şunu!'' Mirza annesine bakarak önündeki yemeği işaret etti.

 

''Ben bu tatsız tuzsuz şeyi yemem anne boşuna uğraşma.'' Gülümsememe engel olamazken sesimi duyduklarında bana dönmüşlerdi. Havin anne şikayet edercesine elindeki kaşığı bırakarak bana döndü.

 

''Yok kızım ben kocanla baş edemiyorum, tutturdu yemeyeceğim diye. Sen hallet artık. Kıyafet getirmiştim size çantanın içinde geç oldu gideyim ben hadi Allah'a emanet olun.'' Havin anneyi yolcu edip Mirza'nın yanına geçmiştim.

 

''Neden yemiyorsun?'' Mirza önündeki yemeğe nefretle bakarken gözleri beni buldu.

 

''Güzelim bu yemeği imkanı yok yiyemem, tadı çok kötü. Başka bir şey yesek olmaz mı? Gönder sen bunu, Efken'i ararız getirir.'' Kafamı olumsuz anlamda sallarken yatakta açtığı yere oturup elime kaşığı alarak yemekten biraz alıp Mirza'ya uzattım.

 

''Yemek zorundasın Mirza Ağa, başka seçeneğin yok.'' Mirza yüzünü buruşturarak son bir kez şansını denese de reddedip kaşığı uzatmıştım. Ağzını yavaşça açarak aldığında yüzünü buruşturup yutmaya çalışmıştı.

 

''Su ver Allah aşkına, kim yapıyor bu yemekleri? Bunu yiyeceğime acı yerim daha iyi o kadar söylüyorum sana, işkence gibi yemin ederim.'' Mirza şikayetlerine devam ederken zorlada olsa yemeğin hepsini yedirmiştim. O ilaçların etkisi ile uyuya kalırken bense koltuğa geçmiştim. Gözlerim kalbimin sahibinde ellerim verdiği parçadaydı. Hayat'ın bana verdiklerini düşünüyordum.

 

Sahip olduğum nimetlerin yanında kaybettiklerim vardı. Sevdiğim adamı kazanmış kalbine aşkımı dolamıştım, bağımızı güçlendirecek küçük bir bedeni taşıyordum. Hayatta umutsuzluğa yer yoktu, umut her zaman vardı. Bize yalnızca bulması kalıyordu ve beklide umut içinde bulunduğun zamanda gizliydi. Sevgiyi dolarken yorulan bedenim umudunu ararcasına zamana tutunuyordu ve aradığını bulacaktı çünkü pes etmeyecekti. Aşk pes ederse biterdi. Aşk biterse bizde biterdik...

Loading...
0%