Yeni Üyelik
20.
Bölüm

♧Canımdan Can♧

@nghn__

Herkese merhaba, kitapla ilgili sorularınızı yorumlara bırakabilirsiniz. Yorumsuz bırakılan bölümlere şöyle bir dönüp bakılması yorumlar yapılması ricamdır. Yalnız bırakmayan okuyuculara teşekkür ederim, iyi okumalar.

****************

İnsanlar ölmek için dünyaya gelmişti. Herkes doğar, büyür ve ölürdü. Yaşanacak hayatlar sona erdiğinde bütün faniler ölümle buluşacaktı. Geride bırakılacak onlarca kişi, gözü yaşlı aile hiçbir şey engel olamazdı. Hasret derinden kendini hissettiriyordu, amansız bir hastalık gibiydi.

 

Dünyam karanlığa boyanmıştı, her yer siyaha itaat etmiş gibiydi. Karanlık girdap gibi bedenimi içine çekiyordu. Gözlerim açılmak için isyan ediyordu fakat bedenim bu girdapta savruluyordu. Duyduğum sesler birbirine karışmış daha sonra kendini sükuta emanet etmişti. Oğlum... Onun sesini duymuştum. Mirza'nın yakarışı kulaklarımda çınlıyordu, yalvarışlarını duyuyordum. Gözlerim açılmamaya yemin etmişti. Vücudumdaki sızı kendini hissettirirken bilincim yavaş yavaş bulanıklaşıyordu. Dipsiz bir kuyuda esir kalmış gibiydim. Oysa daha oğlumu koklayacaktım, öpecektim. Yaşanacak günlerimiz vardı, Mirza'm geride kalmamalıydı. Gözlerimi açmalıydım, ruhum gözlerimi açmam için çırpınıyordu...

 

Sessizlik katlanılmazdı, kulaklarıma dolan uğultuların netlik kazanmasını beklemek işkencenin kendisiydi. Özlem içimi bir kurt misali kemiriyordu, katlanamıyordum. Mirza'nın sesi kulaklarıma dolduğunda kalbim kafesine sığmayacak kadar çarptı. Sesine, kokusuna, varlığına hasrettim. Gözlerimi açabilme umuduyla sözlerine odaklandım. Avuç içini avucumda hissettiğimde bedenimdeki filiz tekrar salındı.

 

 

"Buğlem, oğlumuz doğdu... Onun sana ihtiyacı var. Hemşireler çok güzel olduğunu söylüyor, sen görmeden görmek istemedim. Buğlem uyanman lazım bizim sana ihtiyacımız var."

 

 

 

Parmaklarıma dolanan parmaklarını hissediyordum. Bana güç vermeye çalışır gibi tutunmuştu ellerime, bırakmıyordu.

 

 

"Aç gözlerini Aşeka, oğlumuzu da beni de bekletme..."

 

 

Alnımda hissettiğim dudaklarla huzura kavuşmuştum. Oğlumun bana ihtiyacı vardı, Mirza'nın ihtiyacı vardı. Uyanmak zorundaydım, ben Mirza'nın karısıydım... Yıkılmayan karısı, her zorluğa göğüs geren karısıydım. Tüm gücümü kullanarak bir kez daha bedenimi zorladım. Kirpiklerim birbirine yapışmışçasına kilitlenmişti fakat azda olsa aralamayı başarmıştım.

 

Yüzüme yerleşen tebessüme engel olamazken ellerimi ellerine mesken eden adama dönmeye çalıştım. Bedenimdeki ağrı dayanılmaz değildi, mücadele edebilirdim. Uzun süredir konuşmadığımdan dolayı çatlamış sesimle fısıltımı dudaklarımdan serbest bıraktım.

 

 

"Mirza..."

 

 

Sesimle kafası hızla yerinden kalkmış yeşil gözlerini yarı açık gözlerim ile buluşturmuştu. Yerinden hızla kalkıp yatağın yanındaki düğmeye basmıştı. Dudağından dökülen şükür nidaları ile bir kez daha anlımdan öpmüştü. Odaya dolan doktorlar ya da onların sorduğu sorulardan ziyade gözümün gördüğü, kulağımın duyduğu tek şey Mirza'ydı. Sesi hayata bağlanma sebebimdi, benliğimdi...

 

****************

 

Masumiyet tanımlanması kesin olmayan bir kelimeydi, karşılığı kesin değildi. Nereden karşınıza çıkacağı belli olmayan fakat çıktığında sizi tüm benliği ile sarmalayan bir duyduydu. Kollarımın arasında tuttuğum, daha yeni yeni alıştığım bedendi. Hızlı nefes alışverişleri sırasında parmağımı kavrayan ellerini seyrederken dünyanın en mutlu insanıydım. Küçücüktü fakat kendinden kat kat büyük mutluluğun içimize doğmasını sağlamıştı.

 

Herkes büyülenmişçesine kollarımdaki bebeğime bakıyordu. Henüz yeni gelmişti, hemşireler her şeyi anlatmış birazdan geleceklerini söyleyerek gitmişlerdi. Annelik çok ağır bir yüktü fakat kollarıma geldiği anda sanki her şey toz bulutu olup uçmuştu. Gözlerimi bebeğimden ayıran odanın kapı sesi olmuştu. Giray ağabey neşeyle odaya girerken bana göz kırpıp odanın içindeki kalabalığa döndü.

 

 

"Neşenizi anlıyorum Alaz ailesi fakat annemiz yorucu bir işten çıktı. Sizden ricam bir an önce odayı boşaltmanız aksi takdirde taze babamız sizi kapı dışarı edecek."

 

 

Sözleri ardından kahkahası odayı doldururken Mirza korkutucu derecede sakinlikle Giray ağabeye döndü.

 

 

"Büyüdün, doktor oldun, nişanlandın. Lan evleneceksin, hala zevzeksin."

 

 

Giray ağabey yüzünden gülümsemesini silmeden boşalttığı odanın içine girdi ve kapıyı kapattı.

 

 

"Azıcık halden anla ağabey, Mahinur gelecek utanıyor ne yapayım?"

 

 

Mirza'nın yüzüne nadir yerleşen ve genelde dalga geçen gülüşü gözlerimize sunulurken kapı yavaşça aralandı. Giray ağabey kapıya büyük bir mutlulukla döndüğünde Mirza saçlarımdan öperek ayağı kalktı.

 

 

"Hoş geldin canım, içeri gelsene."

 

 

Beyaz teni utanmanın verdiği kırmızılık ile süslenmişti. Mavi gözleri önce Giray ağabeye sonra da bize dönerken gülümsedi.

 

 

"Hoş buldum Buğlem abla, gözünüz aydın. Allah anneli babalı büyütsün."

 

 

Bir süre sonra odada yalnızca Mirza ve ben kalmıştık. Mirza odadaki dolabı açıp elinde bir kutu ile bize doğru gelmeye başladı. Yeşil gözleri o kadar mutlu bakıyordu ki sanki bütün dünyaya sahipti. Oğlumuza doğru uzanıp kollarına alarak saçlarını öptü. Gözlerini kapatarak derin bir nefes alıp onun için konulan yatağa usulca bırakarak gülen gözlerini bana çevirdi.

 

 

"En başından itibaren biliyordum. Bana böyle bir hayat vereceğine adımın Mirza olduğu kadar emindim. Ben hep seni yanımda hayal ettim Buğlem ama bu kadarına gücüm yetmezdi."

 

 

Yerimde doğrulduğumda elleri yüzümü kavrayarak devam etti.

 

 

"Sen benim canıma can kattın, bana dünyada sahip olabileceğim bütün her şeyi verdin. Gözlerinin gözlerime baktığı her saniye sana olan sevdam sahada büyüyor."

 

 

Dolan gözlerimle yüzüne baktım. Saçlarımı geriye atarak kutudan çıkardığı kolyeyi boynuma taktı.

 

 

"Bu oğlumu bana verdiğin için... Hayatımızı bu sarmaşık gibi birbirine bağladın. Senin boynunda yer aldığı sürece dahada bağlanacağız. Onu hiçbir zaman çıkarma, hep boynunda kalsın. Aramızdaki bağı boynunda taşı..."

 

****************

Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovalıyordu. Akreple yelkovanın amansız savaşı bizleride peşinde sürüklüyordu. Evdeki koşuşturma oğlumuz içindi. Havin anne lokmalar döktürmüş, bebek aşirete duyrulmuştu. Her şey adım adım birbirini tamamlayan bir yol gibiydi. Mirza giyinirken bende Azer Mir'i giydiriyordum. Herkes buradaydı. Ailem, Mirza'nın ailesi, arkadaşları, akrabaları... Konakta göz gözü görmüyordu. Kalabalık her yanı sarmıştı. Bu beni ürkütürken Mirza ve Azer Mir oldukça rahat görünüyordu. Henüz babası ismini kulağına okumamıştı, birazdan gerçekleşecekti.

 

 

"Hazır mısın Buğlem?"

 

 

Mirza'nın sesini duyunca ona doğru döndüm. Omuzlarıma indirdiğim şalı saçlarımın üzerine çekerek ayağı kalktım.

 

 

"Hazırım. Azer Mir'i giydiriyordum, olmuş mu?"

 

 

Mirza gülümseyerek alnımı öpüp oğlumuzu kucağına aldı.

 

 

"Aslanım benim, olmuş annesi. Oğlumda bana benzemiş hatun, ona da aşkı öğretmen gerekecek."

 

 

Kahkahamız odayı doldururken oğlumuzun elini öptüm.

 

 

"Bizim oğlumuz aşkı zaten biliyor. İleride hissedecek ve o zaman benim sana öğrettiğimi sen ona öğreteceksin. Bir kadını senin gibi sevmeyi öğrenmeli..."

 

 

Bir süre sonra kendimizi kalabalığın içinde bulmuştuk. Ben kadınların olduğu tarafa geçtiğimde Mirza oğlumuzla odanın ortasına geçmişti. Mehmet babaya bakarak müsade istemiş Azer Mir'in kulağına eğilmişti. O an sanki zaman durmuştu. Azda olsa sesini duyuyordum. Mirza ezan okurken gözlerimi ondan hiç ayırmadan bakıyordum. Sesi o kadar yakışıyordu ki bunun tarifi imkansızdı. Gözlerini kapatmış yalnızca yaptığı işe odaklanmıştı. Azer Mir'in gözleri babasıyla kapanmış sessiz bir şekilde onu dinliyordu. Ezanı bitirdiğinde derin bir nefes aldım. Gözlerini açarak gözlerimi buldu. Hafif bir tebessümle oğlumuzun kulağına ismini söyledi.

 

 

"Senin adın Azer Mir.... Senin adın Azer Mir... Senin adın Azer Mir..."

 

 

Bütün herkesin gözleri üzerimizdeydi. Mirza aşirete mensup olan herkesi çağırmış bir kerede tebrikleri kabul etmişti. İçlerinden biri yerinde dikleşerek konuşmaya başladı.

 

 

"Varisin doğmuştur Mirza Ağa, artık kimseye ihtiyacın yoktur. Ağalık oğluna kalmıştır. Boynuna borç veriyorsun oğlunun. Onu iyi kollayasın zira düşmanı çoktur."

 

 

Mirza yeşil gözlerini adama dikerek boğazını yavaşça temizledi. Sözleri ile kaşlarım çatılmıştı.

 

 

"Benim varisim Azer Mir doğru söylersin ama oğlumun boynuna borç değildir. Bu toprakların sahibi nefes aldığım sürece benim. Oğluma sakın ola gözünüzü dikmeyin. Onun kılına zarar gelirse sizin canınıza gelir ve beni bilirsin. Kim dokunduysa gözümü kırpmadan alırım canını!"

 

 

Adam gevşek bir şekilde güldü. Zihinlerinin karanlığına birkez daha şahit olmuştum. Daha tüyü bitmemiş bebeğe düşman bellemişlerdi. Bu topraklarda sahip olana göz dikilirdi ama Mirza hiçbirine izin vermezdi.

 

 

"Hemen celallenme ağam. Soyunuz büyüktür. Aşiretin nam salmıştır, elbet gözünü diken çıkacaktır. Her şeye gücün yetmez."

 

 

Mirza kucağındaki oğlumuzu bana vererek ayağı kalktı. Belindeki silahı ortadaki masaya koyarak gözlerini adama dikti.

 

 

"Karşımda duracak herkese gücüm yeter. Sen kafanı bunlara yormak yerine avucumun içini dolduramayacak soyunla ahkam kesmeye son veresin. Gün gelir, serseri bir kurşun bedene girer. Nerden gelir çözemezsin!"

 

 

Son sözlerinde ellerini masaya dayamış sert bir tını ile cümlesini bitirmişti. Açıkça Mirza'ya tehdit savurmaya çalışıyordu. Yeşil gözlerinde alevlerin dans ettiği Mirza'ya baktım. Öfke buram buram üzerinden yayılıyordu. Gözlerini adamdan hiç ayırmayarak silahını tekrar beline koyup doğruldu.

 

 

"Kiminle dans ettiğine dikkat edeceksin. Bir dahaki sefer sözünü değil nefesini keserim."

 

 

Belindeki elini serbest bırakarak benim belime sarıp kaldırdı. Yeşillerini köşede bizi dinleyen korumalarına odaklayarak sesini yükseltti.

 

 

"Ziyaretin kısası makbuldür. Beyleri çıkarın oğlum."

 

 

 

Loading...
0%