@nghn__
|
Sevgili okuyucularım! Yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum, iyi okumalar... ************** İnsanlar yaşam savaşı verenlerdir. Monoton ve durağan hayata bırakılmış kuklalardır.Sınırları çizilen bir oyun sahneleri vardır. Hayat insanların oyun sahnesidir. Alın yazısı ise onların senaryosu olacaktır. Seçimlerin ile şekillenecek ve bir yol belirlemeye yardım edecektir. Hayatımız bu dünyadaki yol göstericidir.Aklımız ve kalbimiz arasındaki çaresiz çırpınışlardır.İkisi arasında savrulup duran bedenin yorulur, yıpranır ya da pes eder. Bunların olacağını bile bile yaşardık. Sonunu bildiğimiz bir oyunda farklı yollar ile sona ulaşmaya çalışan ruh topluluğuyduk. Düşüncelerim beynimi uyarıp sona yaklaştığımı söylerken kalbim bir bebeğin kalp atışları kadar hızlıydı. Aklım oyunun bittiğini savunurken kalbim daha yeni başlatıyorum dercesine çarpıyordu. Uykunun kollarından sıyrılmaya çalışırken oluşan düşüncelerim bilincimin açılması ile son bulmuştu. Vücudumun çevresinde hissettiğim kolların sahibine bakmak için kafamı kaldırmama gerek yoktu.Gece olanlar aklıma geldiğinde buruk bir tebessüm dudaklarıma yerleşti. Dün gece sürekli uyanıp durduğum için pes edip avluya indim. Mardin'in en güzel yüzünü izlerken yanıma oturan bedene kafamı çevirdim.Işığım gözlerini yıldızlara dikmiş öylece bakıyordu. Derin bir nefes sesinden sonra gözlerini gözlerime kilitledi. Mavi gözlerine yıldız ışıkları vuruyordu. Gecenin güzel örtüsü gözlerine inmiş laciverte dönmüş gözlerini yüzümde dolaştırıyordu. " Neden uyumuyorsun güzel gözlüm? " Bulunduğum durumda bunu birçok kez bende sorgulamıştım. Konağa geldiğimde herkes burada bıraktığım yerdeydi. Tek bir kişi hariç, Cihan ağabeyim... Hala bulamamışlardı. Beyhan ile kaçmış ve kendilerini çok iyi saklamışlardı. Her iki aşiret onları arıyordu ve bulunmaları çok yakındı. Mirza her köşeye bakıyordu.Mardini karış karış aratıyordu... Belki birbirimize çok yakın değildik ama Cihan ağabeyim her zaman benim gözümde değerliydi. Şimdi yokluğunu hissediyordum. Değer verdiğim insanın sıcacık tebessümüne hasrettim. " Çok özledim Işığım... Çok hasret kaldım. Yanımızda olmasını çok özledim. " Bana doğru yaklaşıp yanında küçücük kalan bedenimi kollarının arasına aldı. " Biliyorum can parçam... Biliyorum güzel gözlüm. Az kaldı bulacağız." Sonlara doğru kısılan sesinin nedeni bendim. Bulundukları anda aşiret toplanıp kararı verecekti. Aşiretin başında Mirza duruyordu. Beyhan onun herşeyiydi. Onun ölümüne asla göz yummaz, izin vermezdi. Mecburen berdeli kabul edeceklerdi, edecektim. Sıraç ağabeyim hafif bir şekilde boğazını temizledi ve konuştu. " Haydi güzel gözlüm artık uyu. Hava sert bu aralar, hasta olacaksın. " Sözlerini bitirdiğinde saçlarımın üzerini öpmüş ve bedenimdeki kollarını gevşetmişti. Ayağı kalkarak beni kucağına aldı ve odama doğru ilerlemeye başladı. Kollarımı boynuna sardığımda yüzüme bakıp gülümsedi. Yatağın üzerine yavaşça bıraktıktan sonra üzerimi örtecekken onu durdurdum. Gözlerime bakarak ne olduğunu anlamaya çalıştı. Kısa bir süre sonra yavaşça yanıma uzanarak örtüyü üzerimize çekti. Kafamı koluna koyduğumda rahat bir pozisyon bulup bana doğru döndü. " Yine aynı bakıyorsun. Her seferinde bunu yapardın. Akşam 'uyuyamıyorum ağabey' diye yanıma gelip hep böyle bakardın güzel gözlüm. Yatağına yatırdığımda ise aynı bakışlarını sürdürür bana o masalı anlattırırdın. O masalı istiyorsun... Gözlerin böyle söylüyor. " Dolan gözlerimle yüzüne bakıp gülümsedim. Küçükken hep böyle olurdu.Uyanıp bir daha uyuyamazsam yanına giderdim. Sonunda ise o masalı dinleyerek uykuya dalardım. Kafamı göğsüne yaslayıp bedenini aşağıya kaydırarak anlatmaya başladı. "Bundan birkaç sene önce Mezopotamya olarak bilinen yere bir melek gelmiş. Kahverengi saçları, toprak renginde gözleri olan güzeller güzeli bu meleği bütün herkes çok severmiş. İnsanlar melek gelmeden önce çok sefil yaşıyorlarmış. Aç yatıp, fakirlik çeker her türlü işkenceye maruz kalırlarmış. Tarlaları kurak olur ve hasat zamanı geldiğinde bütün malları çürürmüş. Melek yeryüzüne geldiği anda kuruyan hasatlar tekrar yeşermiş, ağaçlar meyve vermiş, insanlar sefaletten kurtarmışlar. Melek onlara cenneti müjdelemiş. Onlara rahat ve huzurlu bir hayat vermiş. Mezopotamya halkı ona cenneti müjdeleyen melek ismini vermişler. Güzeller güzeli meleğin ismi artık Buğlem olmuş. Bir anda hayatlarına giren ve cenneti müjdeleyen melek..." Anlatmayı bitirdiğinde uyumak üzereydim. Alnımda hissettiğim dudaklarıyla kendimi uykunun karanlık dünyasına bıraktım. Sıraç ağbeyimin kolları yavaşça gevşediğinde uyandığını anlamıştım. Kafamı göğsünden kaldırdığımda mavi gözleri uyku mahmurluğu ile renk değiştirmiş ve açılmıştı. Birkaç kez kapatıp açtığında gözlerini gözlerimle buluşturdu. "Günün aydın olsun can parçam." Yüzüne buruk bir tebessüm yerleştirerek dağılmış saçlarımı okşadı.Gözlerini odada gezdirirken sıkıntılı bir nefes aldı. "İnşallah güzel gözlüm, inşallah. Seninde günün aydın olsun." Gülümseyip yanağını öptüm ve yataktan kalktım.Odamın içindeki lavaboya ilerlerken ağabeyimde yataktan çıkıyordu. Lavaboda işlerimi hallettikten sonra aynaya baktım. Saçlarım doğal bir görünüşte dağılmıştı. Gözlerim düne göre daha iyi görünüyordu. Derin bir nefes alıp içimdeki hissin geçmesini bekledim. İçimdeki his bugün beni yakacak ve sonra küllerimden yeniden doğmamı sağlayacak cinstendi. ******************************************************************************************************************************************** Esen rüzgâr saçlarımda dans ediyordu. Binlerce el tarafından dokunulan ama incitmeyen bir his veriyordu. Avluda oluşan sessizliğin verdiği gürültü çok fazla geliyordu. Ruhum bu gürültülerden sıyrılmak için benliğimle savaş açıyordu. Zihnimdeki düşüncelerimin savaşını bölen sesle irkilmiştim. " Buğlem kahvaltını yap, haydi kızım. " Annemin sözleriyle bakışlarımı tabağıma çevirdim. Tabak hala boş bir şekilde önümde duruyordu. Aç olduğumu hissediyordum fakat yiyemiyordum. Tabağı önümden uzaklaştırdım. " Yemeyeceğim annem. Size afiyet olsun." Sözlerimin ardından kahvaltı boyunca hiç kafasını kaldırmayan ağabeyim bana döndü. Gözlerini tabağa kaydırıp yüzüme baktı. "Kahvaltını yap gülüm." Ağabeyim gözlerini bana dikerek bir şeyler almamı bekledi.Kafamı olumsuz anlamda sallayarak sırtımı sandalyeye dayadım. Ağabeyimde derin bir nefes alıp tabağıma uzandı. Sofradaki kahvaltılıklardan koyarak önüme tekrar bıraktı. Yüzüme bakıp tabağı işaret ettikten sonra kendi tabağına döndü. Henüz bir şey yiyemeden telefonunun melodisi tüm avluda yayıldı. Elindeki çatalı tabağına bırakıp telefonunu cebinden çıkardı. Babam, annem ve ben odak noktamızı ona çevirmiş olacakları bekliyorduk. Ağabeyim ekrana baktıktan sonra kaşlarını çattı. Zaman kaybetmeden telefonu yanıtlamıştı. "Söyle Azad! " Azad ağabeyimin en yakın adamlarından biriydi. Genellikle olan biteni ağabeyime anlatır ve ağabeyimle beraber hareket ederlerdi. Karşı tarafından gelen haber ağabeyimin kaşlarını iyice çatmasına neden oldu. "Geliyorum Azad. Ben gelene kadar sakın bir yere ayrılma! Sürekli tetikte ol ve ona bir şey olmasına izin verme. Anladın mı? " Azad ağabeyimle biraz daha konuştuğunda ağabeyim hiddetle sandalyeden kalktı. Anlamıştım... Bulmuşlardı işte. Cihan Ağa sevgisinin esaretine düşmüştü. "Ne demek aldı lan! Ben seni niye oraya diktim Azad? Adamları toparla, seninle sonra görüşeceğim Azad! Alazlara doğru yola çıkın çabuk. " Ağabeyim telefonu kapatıp derin bir nefes aldı. Ellerini beline koyup kafasını göğe kaldırarak gözlerini sımsıkı kapattı. İşte o an içim yandı. Kalbim acıyla burkulurken gözlerimde bekleyen çağlayana söz geçirmeye çalışıyordum. Babam korkuyla ağabeyime baktı. "Ne oluyor Sıraç? Yoksa..." Ağabeyim babama dönmeden kafasını eğdi. Gözleri yerle buluşurken yorgunca fısıldadı. "Cihan'ı bulmuşlar. " O saatten sonra dünya durmuştu. İçimdeki yangın beni kavururken özgürce aldığım son nefesler canımı yakmaya başlıyordu. Annemin acı çığlığından sonra gözümden gelen yaşla ayağı kalktım. Ağabeyim annemin alnından öpmüş yüzünü silmişti. Babamla avludan çıkacaklarken onları durdurdum. "Sıraç Ağa, bende geleceğim!" Sözlerimle olduğu yerde çakılı kalırken yavaşça bana döndü. Yüzünde acı çeken bir ifade vardı. Gözlerini gözlerime kilitleyip yalvarırcasına bana baktı. "Olmaz Buğlem! Burada kalacaksın." Kafamı olumsuzca sallayıp ileri atıldım. Oraya gitmeliydim. Konağın taştan duvarları teker teker üzerime geliyordu. Ruhum sessiz feryatlarıyla ayakta kalmaya çalışıyordu. Ben o konağa gidecektim, başka çaresi yoktu. "Ağabey, ne olur bende geleyim!" Kararlılıkla arkasını dönüp kapıdaki adamların yanına gitti. Giderken söyledikleri beni biraz daha daraltırken buradan bir an önce çıkmayı hedefliyordum. Adamlarla bir şeyler konuşup en son bana baktı ve kapıdan çıkarak gözden kayboldu. Hızla yukarıdaki odaya çıkarken zihnimde yankılanan sözlerini çiğnediğim için pişmanlık duymuyordum. "Gelmeyeceksin dedim Buğlem.Burada kal!" Ağabeyimin odasına girip çekmeceleri aramaya başladım. Üniversiteye gitmeden bana aldığı arabanın anahtarlarını ona vermiştim. Arabanın anahtarlarını çekmecesinde bulduğumda alıp aynı hızla aşağıya indim. Merdivenler hiç bitmeyecek gibi gelirken daha da hızlanarak aşağıya indim. Avluya indiğimde annem elimdeki anahtarlara bakıp önüme geçti. "Kızım, güzelim benim gitme." Önüme uzattığı elini alıp öptüm. Kollarımı yorgun bedenine sararken bir yandan da yüzünü öpüyordum. Eğer burada kalırsam daha kötü olacaktım. Biliyordum işte... Bizim hep bir arada olmamız gerekiyordu. Yanlarında olmalıydım. Ne olacağı umrumda bile değildi. Sadece onlarla olmalıydım. "Gitmem lazım annem. Biliyorsun duramam ben burada. Üzerime geliyor konak, bırak beni." Kolları yavaşça aşağıya inerken önümden çekildi. Ona son kez bakıp kapıya doğru gittim. Konağın demirden kapısı açar açmaz adamlar önüme siper olmuştu. "Çekilin önümden." Diğerine göre daha uzun boylu olan koruma biraz daha öne geldi. "Olmaz Buğlem Ağam. Sıraç Ağamın kesin emri var, çıkamazsınız." Bunu yaptığını biliyordum. Eğer oraya gidersem ne olacağını bilmiyordu. Bu yüzden engel koyuyordu. Hiçbir zaman karşımdaki insanlara sert davranmazdım fakat şimdi durum farklıydı. Kaybettiğim her saniyede ağabeyimden uzaklaşmış gibi hissediyordum. "Sana çekil önümden dedim Mehmet!" Son kez karşımda durup itiraz edecekken ondan önce davrandım ve sesimi yükselterek konuştum. Bunu yaptığım için kendime kızacağımı biliyordum ama mecburdum. "Mehmet, çekil kapıdan dedim sana! Son kez söylüyorum, çekil!" El mecbur kafasını eğerek önümden çekildi. Arabanın anahtarını daha sıkı kavrayarak araçlara doğru gittim. Arabanın kapısını açtığımda korumalarda bir araçla takip etmek için harekete geçtiler. "Arkamdan gelmeyin." Arabaya binip çalıştırdığımda son hızla Mardin'in dar sokaklarında ilerliyordum. Özlediğim yarıma gidiyordum. Hızımı biraz daha arttırdım. Yol hiç bitmeyecek kadar uzuyordu ama ben gidiyordum... Mecbur olduğuma gidiyordum, ihtiyacıma gidiyordum. Kavuşmak için gidiyordum. Konağa vardığımda arabayı rastgele durdurup aşağı indim. Konağın kapısındaki adamlar beni görünce kapıyı açtılar. İçeriye girdiğim an tüm sesler kulağıma dolmuştu. Ağlayan bir annenin feryadını duymuştum. Kızı için ağlıyordu... Aklıma gelen şeyle gözlerimi acıyla yumdum. Ne olur geç kalmış olmayayım, ne olur. Seslerin geldiği yere doğru yönelip yürümeye başladım. Hızlanan adımlarım gördüğümle yerimde çakılı kalmamı sağladı. Ruhum çırpınışını bitirmişti. Ruhum yorgundu, acı çekiyordu. Tİtreyen bacaklarıma aldırmadan ona doğru koştum. Beni durdurmaya çalışan adamlara ya da ağabeyime aldırmıyordum. Büyük bir özlemle kollarımı Cihan ağabeyime sardığımda dudaklarımdan acı firar etti. "Ağabey!" Anında kollarını belime sarıp bir elini saçlarıma götürdü. Yavaşça saçlarımda gezinen elleri beni daha da kendisine çekti. Gözyaşlarım beyaz gömleğini ıslatırken sesi kulaklarımda çınladı. "Yapma Buğlem, ağlama. Sil gözlerini iyiyim ben." Dudaklarımdan çıkan hıçkırığa engel olamazken özlemle kavrulan bedenim kendini bulmuştu. Ağlayışım sessiz iç çekişlere dönene kadar Sıraç ağabeyim bize yaklaşmaya çalışan herkese engel olmuştu. Cihan ağabeyimin arkasındaki adam elindeki silahını ağabeyime ve sevdiği kadına doğrultmuşdu. Ağabeyimden yavaşça ayrılarak arkasındaki adama baktım.Bomboş gözlerinden hiçbir duygu geçmiyordu. Damarlarımda kaynayan sinire engel olamadım. Bütün vücudumu ele geçiren sinirle sesim avluda yankılandı. "İndir silahını!" Bütün gözler şaşkınlıkla bana dönerken kimseye aldırmıyordum. Ben Buğlem DAĞLI'ylıdım. Benim canımın yarısına silah çekeni mahvederdim. Benim parçamın canını yakanın canını yakardım. Adam sözlerimle gözlerini bana çevirip tekrar önüne döndü. Gözlerinde kısa süren şaşkınlığı görmüştüm. Silahını hala indirmediğini görünce biraz daha alevlenen sinirimle bana doğru yaklaşan adamın belindeki silahı hızla çektim ve arkadaki adama yaklaşarak kafasına doğrulttum. "Sana indir silahını dedim." Adam bana hiç bakmadan hala aynı şekilde duruyordu. Sıraç ağabeyim beni durdurmak için çabalarken onu duymuyordum bile... Cihan ağabeyim şaşkınlıkla beni izliyordu. Bütün avlu keskin gözlerini üzerimize dikmişti. Adamın kafasına biraz daha baskı uygularken son kez tekrar ettim. Adam yavaşça silahını indirecekken avluda duyulan sesle bakışlarım karşıya takıldı. Mirza elindeki silahı havaya doğrultup bir el ateş etmişti. Silahını indiren adama dönüp ateş saçan gözlerini üzerine dikti. "Silahını indirmeyeceksin!" Adam anında silahını eski pozisyonuna getirmişti. Gözlerindeki ateşi söndürmeden bu defa bana baktı. "Sen kimsin! Hangi cesaretle benim adamıma silah doğrultuyorsun? İndir o silahı!" Elimdeki silahı daha da kavrarken biraz öne çıktım. Sözlerini duymamazlıktan gelerek ona doğru yaklaştım. Silahın namlusunu bana doğru çevirerek beni hedef aldığı an bende ona çevirmiştim. Sevdiğim adama silah çekiyordum... Gözlerimiz birbirine meydan okurken adamlarıda bana silah doğrulttuğu anda Sıraç ağabeyim ve adamları silahlarını karşı tarafa doğrulttular. Bütün nefesler tutulmuş iki aşirette birbirine silah çekmişti. Mirza ateşiyle kavuruken kimse pes etmiyordu. Keskin bakışlar birbirini parçalara ayırıyordu. Ruhum çırpınıyordu. Damarlarımda çağlayan kanın sesi, kafamda dönen çarklara eşlik ederken asla pes etmiyordum. Kanlı bıçaklı bir savaşta gibi görünüyorduk. Aşiret ağalarının önünde iki büyük aşiretin çocukları birbirine silah doğrultmuştu. Aşiretin başı bize yaklaşıp Mirza ve benim oratamda durdu. "İkinizde indirin silahlarınızı! Bu konakta kan dökülmeyecek, kan birleşecek. Berdel olacak Hamit Ağa, hazırlanın yarın akşam kızınızı istemeye geleceğiz." Duyduklarıma kendimi önceden hazırlamıştım. Yıkılmayacaktı hani bedenim? Neden şimdi acı çekmiştim? Ruhum neden kan ağlıyordu, ölüm bu muydu? Elimdeki silahı yavaşça indirip yere attım. Ben indirdiğimde Mirza ve adamlarıda silahını indirmişti. Sıraç ağabeyim gözlerini sımsıkı yumup adamlarına işaret vererek silahını indirdi. Bütün avlu uğulduyordu. Sesler birbirine karışıyordu. Mirza ve babasını arkamda bırakıp Cihan ağabeyime dödüm. Yıkılmış bir ifade ile bana bakıyordu. Sıraç ağabeyime dönemiyordum bile... Hissediyordum ikisinide, yüreğim paramparça oluyordu. Ağabeyime sarılarak kokusunu içime çektim. Elleri beni güçsüzce kavrarken yorgun sesiyle mırıldandı. "Özür dilerim. Seni koruyamadım, yapamadım. Benim için kendini feda ettin. Affet beni Buğlem, ne olur affet beni. Ben sana kıyamazken... Hakkını helal et, meleğim. Sen-..." Daha fazla konuşmasına izin vermeden ondan ayrıldım ve yüzüme buruk bir tebessüm yerleştirdim. "Ben sana darılmam ağabey. Özür dileme benden, mahcup hissetme kendini. Benim sende hakkım varsa helal olsun ama senin bende özür dileyecek hatan yok. Asıl sen hakkını helal et." Beni kendine çekip hiç bırakmayacak gibi sarıldı. Saçlarımın üzerine bir öpücük koyarkan acı sesiyle veda eder gibi konuştu. "Helal olsun,meleğim..." **************** |
0% |