Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@nghn__

Merhaba! Bölümü nasıl buldunuz?

Hatalarım olabilir bundan dolayı okuyan güzel gözlerden özür diliyorum...


Karakterleri nasıl buldunuz? Henüz başındayız ama merak ediyorum.


Hepinizi çok seviyorum, iyi okumalar. Sağlıkla kalın...

♧♧♧♧♧

Bir insanın yolculuğu ilk olarak anne karnında başlardı. Küçük bir zarın içinde nefes alan o beden dünyaya geldiği an ne yapacağını şaşırırdı. Annesi içinde küçücük alanda aldığı nefesi koca dünyada alamazdı. Dünya onu içine alır bir savaşın içine sokardı, daha ilk dakikadan ağlatırdı. Gözyaşı ile başlayan yaşamı düşe kalka tamamlamaya çalışırdı. Kimi rahatça yaşamını sürdürür kimiyse rahat yaşam sürdürülsün diye kendini feda ederdi.


Sedyede kanlar içinde yatan adam gidip gelen bilinciyle bunları düşünüyordu. Beyninde yankılanan sesler uğultu halini almıştı. Hayatı gözlerinin önünden geçerken annesinin ona uzattığı eli tutmak istedi. Annesi ona el uzatmayı çok önceden bırakmıştı ama bir umut belki o günlerdeki gibi hissetmek istedi.


Tüm bedenini zorlayarak kendisinden bir hareket bekledi ama imkansıza oynuyordu, bedeni çoktan kontrolünü kaybetmişti. Oysa bedenine söz geçirse, o eli tutsa bütün yaraları dinerdi. Canı yanmazdı, bundan emindi. Elini uzatmak için çabalarken karanlık onu içine çekti. Birden her şey yok olmuştu, karanlık onu hapsetmişti. Kulaklarına birkaç saniyeliğine çığlık çığlığa öten bir ses gelmiş daha sonra her şey bitmişti. Canı artık yanmıyordu, karanlık kendisi ile birlikte bütün acısını da çekmişti. Annesinin elini tutmuş olsaydı üşümezdi fakat vücudu bütün kanı çekilmişçesine üşüyordu. Ruhunda sert rüzgarlar eserken bu kadar diye düşündü... Dünya onu ait olduğu yere, toprağa gönderiyordu.

Helikopterin sesini bastırmaya yemin etmişçesine öten makinelerin acı çığlığı kulakları tırmalıyordu. Kendini teslim eden bedeni izleyen mavi gözlerde ise adeta bir tipi esiyordu. Buz gibi bakıyordu, soğuktu. Birkaç derin nefesle kendini dizginlemeye çalışıyordu. Onu sokaktan çekip alan, elinden tutup bu şerefli mesleği yapmasını sağlayan adamın kalbi durmuştu. İçinde fırtınalar kopuyor, rüzgarları mavi gözlerinde bir tipi estiriyordu.


Uğursuz ses kulaklarını tırmalarken elinden bir şey gelmemesi mavi gözlerin canını sıkıyordu. Komutanına yapılan kalp masajları işe yaramıyor, geri dönmüyordu. Hayatında örnek aldığı adamı yaşatmak için uğraşan askeri doktora baktı. Hızlıca bir karar vermesi gerekiyordu muhtemelen ifşa olduğu için ceza alacaktı. Ceza alacak olması zerre umurunda değildi ona el uzatan bu adamı orada bırakmadığı için kendiyle gurur duyuyordu. Birazdan yapacakları için ceza alacaksa bile onu ırgalamıyordu. Elinde sıkıca kavradığı tüfeği ambulansın zeminine koyarak komutanının başında kalp masajı yapan genç komutanı omzundan tutup geriye çekti.


"Çekil kenara, kalp masajını ben yaparım! Siz başka ne gerekiyorsa yapın, bu adam yaşayacak anladınız mı?!"


Kalp masajına devam ederken ellerine bulaşan kanı gözleri görmüyordu. Göğsüne bastırdığı her seferinde kanın akışı daha da artıyordu. Kaç tampon değiştirildi sayamıyordu. Bütün bilgileri resetlenmiş gibiydi, lanet olası beyni çalışmıyordu. Ambulans yetkilisi genç askeri uyarmak için harekete geçti. Burada olan burada kalırdı belki ama göz yumduğu için kendisi de ceza alırdı. Şu an yaşam savaşı veren asker önemli bir komutandı.


"Bunu yapmaya yetkiniz yok. Hastayı tehlikeye atıyorsunuz."


Mavi Kurt gözlerini adama çevirdi ve keskin bir sesle konuştu. Kendisi söylemese teğmen olduğu belli dahi olmuyordu. Saçı sakalına karışmış üstünde tozla kaplı birkaç kıyafet vardı. Helikoptere binerken kendini tanıtmıştı. Şu an ne rütbesini görüyordu gözleri ne de dediklerini umursuyordu. Kasırga ölüyordu. Ağzından keskin bir cümle döküldü.


"Sana onu yaşat dedim."


Kaç dakikadır kalp masajı yaptığını bilmiyordu. Artık beynine kan gidiyor mu habersizdi ama bırakmayacaktı, dönmesi gerekiyordu. Ambulanstaki görevli bir kez daha durdurmak istedi. Ne kadar güçlü olursan ol ölüm senden daha güçlüydü. Bu haberi vermek her ne kadar zor olsa da söylemeliydi.


"Teğmen? O öldü. Kalbi altı dakikadır atmıyor. Son iki dakikadır beynine kan gitmiyor. Hasta ex, onu bırakmalısınız."


Duydukları ile sinir vücudunu ele geçirirken elleri kendinden bağımsız bir şekilde sertçe komutanın göğsüne bastı. Yaşamak zorundaydı. Bu adam yaşamak zorundaydı çünkü ölürse mahvolacağını biliyordu. Tüm bu düşünceler aklından geçerken monitöre baktı. Birkaç saniye sonra elleri masaj yapmayı bırakmış, pes etmişti. Geri çekilerek arkasına yaslandı.


Özel kuvvetlerin en deli adamı benzi solmuş ve kanlar içinde sedyede yatıyordu. Kritik her görevi en iyi şekilde yerine getiren komutanı için bu ölüm basitti, kabul etmek istemiyordu. Helikopter ambulansın sesi artık komutanının öldüğünü haykıran monitör sesine karışırken görevlinin hareketi ile gerçek yüzüne tokat gibi çarptı.


Ambulans görevlisi beyaz örtüyü eline alarak yüzüne doğru çekmeye başladı. Dev gibi adam bir örtünün altında kaybolmuştu. Genç subayın gözleri son bir kez görevlinin kapatmak üzere olduğu adamın yüzüne baktığında gözyaşlarına engel olamamıştı. Kulakları uğulduyordu, sinir krizi geçirmesi an meselesiydi. Derin bir nefes alarak ortama kendini soyutladı, özel kuvvetlerde aldığı eğitimi adım adım uyguladı. Tüm hisleri dinerken nefes sesleri düzelmişti, artık yabancıydı. Ne sedyede yatan adam ne duyduğu sesler onu etkilemiyordu.


Kasırganın üzerinden aldığı telsiz ile karargahta operasyonu yöneten komutanlarına bilgi geçecekti. Komutanına karşı son görevini yerine getirecekti. Telsizi eline alarak anons geçmek için mandala bastı. Telsiz kodunu söyleyerek kendini tanıtıp kuruyan dudaklarını ıslattı.


"Ben Mavi Kurt. Kasırga Tanrı Dağı'na yük-.."


Cızırdayan telsizde geçtiği anonsu tamamlayamadan monitör tekrar ötmeye başladı. Sözlerini bir bıçak gibi kesen komutanının tekrar atmaya başlayan kalbiydi, yaşıyordu. Emin olmak adına telsizden gelen sesleri duymazdan gelerek monitöre baktı, bu çizgiler yaşadığı anlamına geliyordu. Harekete geçen doktora gözleri takılırken usulca izledi.


Telsizin karşı tarafından gelen sesle yuvanın anonsu duyduğunu anladı. Mandala basarak müjdeyi vermek için gülümsedi. Gülüşü az önce yaptığı meditasyondan gözlerine ulaşmazken boğazını hafifçe temizleyerek konuşmak için hazırlandı. Karşı tarafı dinledi.


"Mavi Kurt burası Bürküt Yuva. Durum bilgisi ver!"


Biraz daha bekletirse karşıda bekleyen adamların bütün umudu sönecekti. Komutanı yaşamını hala devam ettirirken oluşan mucizeye bir şükür göndererek karargaha odaklandı. Telsiz mandalına basarak cevap verdi.


"Mavi Kurt'tan tüm Bürküt Yuva’ya, Kasırga geri döndü."


***************


İnsanlar zamanı ölçmek için saatleri, dakikaları ve bunun gibi gittikçe anlamı küçülen terimleri kullanırdı. Zaman herkes için aynı mıydı? Doğacak çocuğunu kollarına almak isteyen anne içinde bu terimler anlamını koruyor muydu? Ölmek için gün sayan birisi için yeterince uzun muydu zaman?


Genç kadın günlerdir yaşatmaya çalıştığı adamın başında bekliyordu. Üst birimlerinden emir gelmişti. Sedyede yatan adamın yaşaması için elinden gelenin fazlasını yapmasını istemişlerdi. Zeran için bu adam görevden fazlası olmaya başlamıştı. Nedenini bilmediği bir şekilde sürekli kendini bu odada onunla konuşurken buluyordu. Başlarda görevini en iyi şekilde yaptığı yalanıyla kendini kandırıyor, gözlem yapması gerektiğini savunuyordu. Her gün bu odaya gelip ona hayatını anlatıyordu, cevap almasa bile bundan vazgeçemiyordu.


Hastasıyla böyle bir ilişki içine girmenin yanlış olduğunu ve görevini suistimal ettiğini haykıran beynine inat ellerini sedyede yatan adamın saçlarına götürdü. Tam üç gündür bunu yapıyordu. Saçlarını okşarken gözleri adamın yüzünü inceledi. Kalın ve gür kaşları vardı, kirpikleri çok uzundu. Yüzü o kadar sert duruyordu ki bilinçsiz yatarken bile bu sertlik kırılmıyordu. Uzun boyuyla orantılı olarak vücudu oldukça heybetliydi. Önemli bir asker olduğunu biliyordu. Kapıda birçok güvenlik önlemi vardı. Ailesinin sahibi olduğu özel bir hastaneye getirmişlerdi. Şansına sivil hayatında kendisi bu hastanede çalışıyordu. Ailesi günlerdir yoğun bakımın önünü mesken tutmuştu, Zeran’ın dudakları arasından çıkacak en ufak olumlu kelime için can atıyorlardı. Kardeşi genel cerrahinin en gözde uzman doktorlarından biriydi, Zeran ile birlikte sık sık ağabeyini kontrol etmeye geliyordu.

Zeran’ın kafasından birbirinden bağımsız binlerce düşünce geçerken tekrar yavaşça adama yaklaştı. Titreşen göz kapaklarından onu duyduğuna emindi. Bu kez gözlerini açmasını umarak saçlarını okşadı ve tekrar kulağına fısıldadı. Ona hayata dönmesi için bir umut ışığı yakıyordu.


Bilincini henüz kazanan adam için zaman belirsizdi. Kulağına gelen fısıltılar vardı. Birisi çok çok uzaktan onu çağırıyordu. Saçlarında dolaşan parmakları hissediyordu. Gözlerini açmaya yeltenirken sesler daha belirgindi fakat bu defa zihnini farklı bir şey bulandırıyordu.


Bu kokuyu daha önce hiç almadığına yemin edebilirdi ama koku bunu inkar edercesine tanıdık hissi veriyordu. Yüzünde bir şey hissediyordu, kokuyu derin derin solumasına engel olacak bir şey vardı. Zihnindeki bulanıklığın izin verdiği ölçüde düşünmeye çabaladı. Ölmüştü ve bu cennetin kokusu olabilirdi. O kadar sıcak o kadar uhreviydi ki gözlerini açmak ve kokunun sahibini görmek için çabaladı. Kulağına fısıldanan kelimeleri daha net duymaya başlamıştı.


"Aç gözlerini Baran... Henüz gitmek için çok erken, aç gözlerini..."


Loading...
0%