@nickinci
|
Büyük, sonu gözükmeyen karanlığımda nokta kadar da olsa beyaz ışığımı aradım. Kalbim çok hızlı atıyordu. Ne olduğunu bilmediğim bir sebepten dolayı korkuyordum. Hem de çok...
Önümü göremiyorum ama yine de ileri doğru bir adım attım. Sonra bir adım daha ve bir adım daha...
Yürüdüğüm yol bitmiyordu. Koşmaya başladım. Sonunda nokta kadar olan ışığımı görmüştüm. Koşmaya devam ettim. Yaklaştıkça ışık büyüyordu. Artık nerede olduğunu görebiliyorum ama neresi olduğunu bilmiyordum.
Yolun sonuna yaklaştıkça istemsizce gülümseyen suratım yavaş yavaş solmuştu. Burası bir... uçurumdu. Nasıl gelmiştim buraya? Hiçbir şey hatırlamıyordum.
Uçurumun sınırına kadar yaklaştım. Ayağımın ucundaki küçük taşlar aşağı düşüyordu. Yavaşça öne doğru eğilip aşağı baktım. Su? Bir göl? Başımı yavaşça kaldırıp karşıya baktım. Uçsuz bucaksız bir okyanusa benziyordu. Burada ne işim vardı?
Arkama baktım. Karanlıktı. Hiçbir şey görünmüyordu. Önümde ise gökyüzünün okyanusa yansımış duru maviliği beni içine çekiyordu.
Neydi bu? Ölümle yaşam arasında mıydım? Karanlığa adım atsam korkudan, okyanusa atlasam boğulmaktan ölecektim çünkü yüzme bilmiyordum
Bir çeşit kabus görüyor olabilir miydim? En son hatırladığım şey... Hiçbir şey.
Ne yapmalıydım? Atlamalı mı yoksa geri mi dönmeliydim?
Huzuru bulmak istiyordum. Buradan kurtulmak istiyordum. Bunun için ise atlamalıydım. Evet... kesinlikle atlamalıydım. Ama... o zamanda boğulacaktım. Belki çırpınırsam ya da filmlerde gördüğüm gibi yüzmeye çalışırsam hayatta kalabilirdim. Evet evet öyle yapacaktım.
Ayağımı ileri doğru uzatıp kollarımı iki yana açtım. Gözlerim ise kendiliğinden kapanmıştı. Tek yapmam gereken kendimi boşluğa bırakmaktı ve bu hiç zor olmamıştı. Tereddüt etmeden ileri doğru bıraktım kendimi. Kısa bir süre havada asılı kaldıktan sonra soğuk su bütün vücudumu sarmıştı.
Hissettiğim acı ile gözlerimi sonuna kadar açıp ne olduğunu anlamaya çalıştım. Aslında gözlerimi tam açamamıştım. Gözlerimin içi yanıyordu.
Birkaç göz kırpmadan sonra tamamen açabilmiştim gözlerimi. İçeriye yansıyan güneş ışığı gözlerimi sızlatıyordu. Kısık gözlerle etrafı inceledim.
Küçük bomboş bir depodaydım sanırım. Tam ortada tahta bir sandalyede ellerim arkadan bağlı bir şekilde duruyordum. Önümde ise boş bir sandalye vardı.
"Heyy!" Sesim içeride yankılanmıştı.
"Savaş!?" En son beni bayıltmıştı o pislik.
Gelen küçük cızırtı sesi ile arkamdaki duvara baktım. Yukarıda hareket eden bir kamera vardı. Nereye getirmişti o beni böyle? Sıkı sıkı bağlanmış olan ellerimi oynatmaya çalıştım. Pislik herif bileğimi koparmak istiyordu herhalde. Aklıma gelen fikirle hafifçe gülümsedim. Buradan kurtulabilirdim. Tahta sandalyeye baktım bayağı bir eski duruyordu. Güzel. Sert bir şekilde arkaya doğru düşersem eğer sandalye kırılırdı ve... beraberinde kolumda kırılırdı herhalde. Umutsuzca etrafa bakarken büyük, metal kapıdan ses gelince hemen önüme döndüm. İçeri Doruk girmişti.
"Doruk! Beni! Hemen! Çöz!" Gülerek karşımdaki sandalyeye oturdu.
"Bu şu an için pek mümkün değil gibi Hazalcım." Kaşlarım çatık bir şekilde ona baktım. Gözlerini kaçırıp ıslık çalarak etrafa bakmaya başladı.
"Yaa ne yapabilirim ki sana?"
"Arkadaşında en son böyle dediğinde kendimi yerde acı içinde kıvranırken bulmuştum. Bir daha asla böyle bir hata yapmam." Gözlerimi kapatıp bir süre sakinleşmeye çalıştım.
"Bileğin nasıl?" dedi kaşlarıyla göstererek.
Bileğimi tamamen unutmuştum. Garip bir şekilde herhangi bir sızı hissetmiyordum. Eğilip baktım. Sargı ile sarılmıştı.
"İyi. Kim yaptı?"
"Ben." dedi gururlu bir şekilde.
"Anneanem hemşireydi. Kaptık işte bir şeyler." Başımı salladım.
"Teşekkür ederim." Gülerek bakmaya devam etti.
"Ee!" Madem beni çözemeyecekti ne diye gelmişti buraya.
"Konuşmaya geldim." İfadesi birden sertleşmişti.
"Dökül bakalım ne işin vardı gecenin bir yarısı dışarıda. Özelliklede senin gibi başına bela açmadan duramayan kızlar için çok tehlikeli Hazalcım. Daha dikkatli olmalı ve yakalanmamalısın." İlk başta sert çıkan sesi sonlara doğru yumuşamıştı.
"Bunu söylemek için mi geldin buraya?"
"Hayır..." bir süre hatırlamak istercesine havaya baktı. Neden geldiğini mi unutmuştu o?
Gülerek başımı öne eğdim. Aptal!
"Ee İdil nasıl hala bana kızgın mı?" Sabır dilenircesine yukarı baktım.
"İdil gayet iyi." dedim dişlerimi sıkarak. İdil demişken saat kaçtı. Uyandığında beni bulamazsa büyük sıkıntı çıkarırdı.
"Saat kaç?" Kolundaki saate baktı.
"8 olmak üzere." Güzel. Normalde 12'den aşağı kalkmazdı zaten ilacın bunu birazcık daha uzatacağını düşünürsek en geç saat 2 de evde olmalıydım.
"Haa bu arada gelmişken şunu da söyleyeyim eğer o Yiğit iti bir daha seni rahatsız ederse hemen bana söyle. Onun hakkından bir tek ben gelirim." Gözlerimi devirdim.
"Neden beni rahatsız etsin ki?"
"Geçen gün beraber oturuyordunuz?" Gözlerini kısarak öne doğru eğildi. "Neden yanındaydı? Ne konuştunuz!?" Aslında cevap vermezdim ama bir an önce onun gidip yerine Savaş'ın gelmesi için konuşmaya başladım.
"Özür dilemeye gelmiş."
"Neden?"
"Fark etmediysen diye söylüyorum sizin o yumruk yumruğa girdiğiniz kavgada bende büyük bir hasar aldım!" Şaşırarak baktı. Gerçekten haberi yok muydu?
"O şerefsiz sana vurdu mu?"
"Öyle oldu biraz." dedim bakışlarımı başka bir noktaya kilitleyerek.
"Sizin aranızda ne var?" Hep o mu soracaktı?
Yüzü birden düşmüştü. Aralarında şu Yiğit'in kardeşinin ölüm mevzusu geçmişti. Yüz ifadesine bakılırsa gerçekten üzücü bir olaydı.
"Her neyse. Beni ilgilendirmez zaten." Boğazımı temizleyip etrafa bakmaya başladım.
Metal kapıdan ses gelince hızla başımı kaldırıp gelene baktım. Bora. Hadi bakalım! Sırayla geliyorlardı anlaşılan.
"Ulan yarım saattir içeridesin konuyla alakalı tek bir kelime söylemedin!"
"Sohbet ediyorduk ne güzel. Değil mi?" Başımı iki yana salladım.
Bora onu kapıdan yaka paça çıkarırken hala konuşuyordu.
"Dediklerimi unutma Hazal! O yanına gelirse-" metal kapı suratına büyük bir gürültüyle kapanmıştı.
Bora'nın da saçmalamaması için içimden dua ederken o elinde ki kağıtlarla beraber karşıma oturdu.
"Sıkıntılı bir durum değil mi?"
"Öyle." Bakışlarımı kaçırıp etrafı izledim. Direkt konuya girmişti.
Dışarıdan araba sesi gelince bir tık korkmuştum. Bu Savaş olabilirdi. En başından beri burada onun olmasını istiyordum ama nedense şu an burada olma düşüncesi beni rahatsız etmişti. Daha doğrusu korkutmuştu.
"Anlat bakalım?" Elindeki kağıtları bir süre inceledi.
"Ne duymak istersin?" Anlatacak bir şeyim yoktu ki. Kim olduğunu bilmediğim bir adam bunları yapmaya zorluyor desem inanacaklarını sanmıyordum.
"Gerçekleri. Seni bırakmamız için geçerli bir neden?"
"Bak-" Büyük metal kapı tekrar gürültüyle açılmıştı. İçeri bir adet sinirli bir Savaş ve gülen bir Doruk girmişti. Şu an ki durum için biraz daha sakin olsa iyi olurdu çünkü saçma bulacağı gerçekleri biraz sonra teker teker anlatacaktım.
"Neden bağlı?" Bora yerinden kalkıp Doruk'a kötü kötü baktı.
"Kızdan korkuyor." Doruk hemen bir adım ileri atıldı.
"Unuttuğunuzu varsayıyorum ve hatırlatıyorum! Okula geldikleri ilk gün o İrem denen kız beni iki seksen yere sermişti! Ve-"
"İrem değil İdil." Bora başını gömdüğü kağıtlardan çıkartıp Doruk'a cevap vermişti. Bırak arkadaşımın peşini! Savaş'ta ona benimki gibi sinirli bir bakış atınca tekrar ilgilendiği kağıtlara döndü.
"Ve bu kız ise kafes dövüşü yapıyor kafes! Anlıyorsunuz değil mi? Geçen geceki dövüşü tek ben izlemedim herhalde kız iki adamı da haşat etti kim bilir bize ne yapar!?" Derin bir nefes alıp verdim. Bir şey yapmayacaksam bile artık yapasım gelmişti.
Savaş cebinden çıkarttığı bıçakla üstüme doğru gelince gözlerimi kocaman açıp iyice sandalyeye gömüldüm.
"Savaş yapma!" Doruk deponun en köşesine gidip eline küçük bir taş aldı. Anlaşılan belinde duran silahı unutmuştu.
Sonunda Savaş iplerimi kesip kollarımı özgür bıraktı. Rahatlayan kollarımı dizlerimin üstüne koydum. İp sıkı olduğu için iz yapmıştı kimse görmeden kazağımın kollarını iyice ellerime kadar çektim.
Şimdi hesaplaşma vaktiydi. Hadi bakalım kendime inandırabilecek miydim onları? Eğer bana inanmazlarsa... çok kötü şeyler olacağından emindim.
Savaş Bora'nın elindeki kağıtları alıp karşıma oturdu. Tam konuşacaktı ki gelen sesle hepimiz Doruk'a dönmüştük.
Bora canından bezmiş bir şekilde yanına gidip düşürdüğü silahı yerden aldı ve ensesinden tutarak kapıya doğru yürümeye başladı.
"Siz devam edin biz dışarıdayız." Onlar gittikten sonra Savaş'la baş başa kalmıştık. Bir süre yüz ifademe baktı.
"Neye bakıyorsun?"
"Yüzündeki korkuya." Gözlerimi kapatıp biraz daha sakin kalmaya çalıştım. Kalbim çok hızlı atıyordu.
"Eğleniyor musun bari?"
"Çook." dedi. O tekrar önüne dönerken bende gözlerimi devirdim.
"Gizli numaradan arayan yaşlı bir adam. Öyle mi?" Şaşkın bir şekilde ona baktım. O... bunu nereden biliyordu. Yoksa baygın kaldığım süre zarfında sayıklamış mıydım?
"Nereden biliyorsun?" Elindeki kağıtları gösterdi.
"O adamla yaptığın bütün arama kayıtları ve konuşmalar."
"Ama gizli numaradan aramıştı nasıl bulabildin onları?"
"Bunlar kolay iş. Biz asıl meseleye gelelim."
"Madem her şeyi biliyorsun o zaman benim suçsuz olduğumu da biliyorsundur." Neden buradaydım peki.
"Suçsuz olman seni bu işten kurtarmıyor." Eğilip başımı ellerimin arasına aldım. Artık yorulmuştum.
"Ne istiyorsun benden?"
"Hiçbir şey."
"Ben... anlamıyorum?" Gerçekten anlamıyordum.
"Anlaman gereken tek şey ortak bir düşmanımızın olduğu bukalemun." Evet... mantıklıydı. Bu daha önce aklıma gelmemişti.
"Şüphelendiğin biri var mı? Daha önce bulaştığın birisi? Başına bela olabilecek birisi?" gülerek ona baktım.
"Bulaştığım ve başıma bela olan tek bir yer var sende oranın veliahtısın!" Kollarımı çiçek yapıp arkama yaslandım.
"Ciddil ol biraz." dedi gözlerini kısarak.
"Ciddiyim zaten." Ne? Başıma bela olan tek şey Yeraltı'ydı.
"O alacağınız dosyalarla ilgili birisi olabilir. Neydi onlar?"
"Dosyalarla ilgili olduğu kesin."
"Ne olacak şimdi?" Ne yapacaktık bundan sonra.
"Bundan sonra birlikteyiz." Nasıl... Ne demek birlikteyiz. Hangi anlamda birlikteydik. Aklımı karıştırmasında üstüne yoktu.
"Ne demek bu?"
"Şu demek." Yerinden kalkıp yavaş yavaş üstüme doğru yürümeye başladı.
"Bundan sonra o adam seni her aradığında bana geliyorsun. Senden bir şey istediği zaman da bana geliyorsun. Her türlü bana geliyorsun." Tam önümde durduğunda başımı yukarı kaldırıp bakmak zorunda kalmıştım.
"Şimdi evinizin önündeki adamı halletmemiz gerekiyor." Duyduğum şeyle hemen ayağa kalkmıştım ama bileğimi unuttuğum için öne doğru düşüyordum ki düşememiştim çünkü önümde o vardı ve ben... ellerimle onun omuzlarından tutunuyordum. Lanet olsun. Bir kerede onun önünde rezil olmasam ne olurdu sanki.
Başımı yavaşça yapıştığı yerden yani göğüsünden çektim. Yanaklarımın elma gibi olduğuna emindim.
İki elimi de ondan çekip yüzüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına attım. Gözlerimi Ela gözlerinden kaçırdım. Anlaşılan Doruk sarmaktan başka bir şey yapmamıştı.
"Afedersin." dedim tek elimi sandalyeye koyarken. O bir adım geri gidince tuttuğum nefesimi belli etmeden bıraktım.
"N-ne adamı?" Asıl konumuz buydu. Az önceki şey bir konu değildi. Her neyse.
Elindeki kağıtların arasından bir fotoğraf çıkardı ve bana doğru uzattı. Evimizin karşısında siyah bir araba duruyordu.
"Orada durması evimi gözetlediği anlamına gelmiyor." Normal, sıradan bir arabaydı sadece.
"Tabii ki de orada durması evini gözetlediği anlamına gelmiyor. Ama her saat başı arabadan inip evin pencerelerinden içeri bakması onu büyük bir şüpheli yapıyor." Gözlerimi kocaman açıp elimi ağzıma götürdüm. Bu çok... korkunçtu. İdil'in uyanıp bu adamı gördüğünü düşünmek bile istemiyordum.
"O zaman İdil uyanmadan hemen halledelim!" Biraz yüksek çıkan endişeli sesim depoda yankılanmıştı.
"İdil evde mi!?" Onun sert çıkan sesi beni daha da endişelendirmişti.
"E-evet." dedim kekeleyerek.
Kolumdan tutup beni de kendisiyle hızlı bir şekilde yürütmeye başladı. Ayağımın acısını boş verip ona ayak uydurdum. O adam İdil'e bir şey yapmazdı değil mi?
"Ne yapacağız!?" Depodan çıkınca Doruk ve Bora hemen yanımıza gelmişti.
"Ne oluyor?" Doruk ne olduğunu anlamak istercesine ikimize de bakıyordu.
"Kız evdeymiş." Savaş iki kelime ile durumu açıklamıştı.
"Hangi kız?" Doruk'a gözlerimi devirdim.
"Hangi kız olacak. İdil!"
Doruk hızla beni Savaş'tan alıp arabanın arka koltuğuna oturttururken kendisi de yanıma oturmuştu. Savaş ve Bora ise öne oturmuştu.
"Savaş hızlı ol lütfen! Kötü bir şey olmadan yetişelim!"
"Sakin ol biraz!" Nasıl sakin olabilirdim ki. İdil evde tek başına savunmasız bir şekildeydi. O adam eve girmeye çalışsa ve bunu başarsa... elimi kalbime koyup arkama yaslandım. Panik atak geçirmek istemiyordum.
O adamın dediği her şeyi yapmıştım neden hala evimin önünde adam vardı ki. Daha ne istiyordu benden.
"Hazal." Doruk'un omzuma dokunmasıyla camdan dışarı bakmayı bırakıp ona doğru döndüm.
"Merak etme bizim de evin çevresinde bir kaç adamımız var. Biz gidene kadar bir şey olmaz. Bak Bora tembihliyor adamları." Başımı sallayıp önüme döndüm. Yüzüm biraz gülmüş içim ise rahatlamıştı.
"Telefonum nerede? Adam aramış olabilir." Belki de bana ulaşamadığı için adam yollamıştı.
Savaş ceketinin cebinden telefonumu çıkartıp uzattı. "Sen baygınken 2 kere aradı." dedi Bora.
Tekrar aramasını beklemekten başka çarem yoktu.
"Aradığında yakalandığını söylersin." Şaşkın bir şekilde Savaş'a baktım. O ne dediğinin farkında mıydı?
"Sence bir daha bana güvenir mi?" Bunu söylerken öne doğru eğilmiştim.
"Sana güvenmesini mi istiyorsun?" İstemsizce tek kaşım havaya kalkmıştı. Aynadan birbirimize bakarken konuşmaya başladım.
"Eğer bana güvenmezse benimle işi bitti demektir bu. Ve eğer benimle işi biterse ben öldüm demektir!" Bunu anlamak zor değildi. Tabi o bu işte sadece kendisini düşünüp beni hiçe sayarsa bunu anlamasını beklemek aptallıktı.
Savaş beni takmayıp normal bir şekilde arabayı sürmeye devam etti. Kaşlarımı çatıp arkama yaslandım. Yan tarafımdan Doruk'un sessiz sessiz gülme sesleri geliyordu. Bu sinirlerimi iyice bozarken gözlerimi kapatıp sakin kalmaya çalıştım. Sakin olmalıydım.
Araba yavaş bir şekilde durunca etrafa baktım. Sonunda gelmiştik. Araba hâlâ evin karşısında duruyordu adam ise arabaya yaslanmış bir şekilde bekliyordu.
"Bizim çocukları arıyorum." Bora bahsettiği kişileri ararken bende biraz adamı inceledim. Takım elbiseliydi. Bir tür koruma görevi yapıyor olabilirdi. Belinde ki silah dikkatimi çekmişti. Onu kullanmak gibi bir hata yapmamasını diledim.
"Gece değişim yapmışlar. Sadece pencereden bakıp geri dönüyorlarmış." Amaçları neydi tam olarak anlamamıştım.
"Daha ne kadar bekleyeceğiz?" İdil'in sağı solu belli olmazdı. Şu an bile kalkmış olabilirdi. Ve kalktığında ilk işi bahçeye çıkıp çiçekleri sulamak olacaktı. Sonra adamı fark ederdi hatta fark etmesine gerek kalmadan adam soluğu onun yanında alabilirdi.
"Ben gidiyorum!" Kapıyı açmamla kapanması bir olmuştu. Doruk hemen kolumdan çekip arabada kalmamı sağlamıştı.
Savaş her zamanki çatık kaşlarıyla arkasına döndü. "Hazal! Otur oturduğun yerde!" Öne doğru yaklaştığımda neredeyse burun buruna gelmiştik.
"Neden? Birinin gidip adamla konuşması gerekiyor!"
Adam arabadan ayrılıp eve doğru yürümeye başlayınca bütün dikkatimi oraya vermiştim. Hepimiz pür dikkat adama bakıyorduk. Adam bahçe kapısından girip verandanın merdivenlerini tırmandı. Salona bakan büyük pencerenin dibine kadar yaklaşıp ellerini cama dayadı ve içeri bakmaya başladı.
"Adamın amacını anladığımdan emin değilim." Doruk'u onaylar bir şekilde başımı salladım.
"Parmak izi alabiliriz." Hayretler içinde Bora'ya baktım. Kırk yıl düşünsem aklıma böyle bir şey gelmezdi.
"Ne yapıyor o?" Gözlerimi kısıp anlamaya çalıştım. Anladığımda ise panik içinde bağırdım.
"Pencereyi açmaya çalışıyor!" Hiçbirinin dediklerini umursamadan arabadan inmeye çalıştım ama kapı kilitliydi.
"Savaş aç şu kapıyı! Bak çok ciddi-" sözümü bitiremememin sebebi gördüğüm başka bir şeydi.
"Öykü?" Öykü sokağın başında elinde valiziyle eve doğru geliyordu. Gelecek başka bir gün bulamamış mıydı?
"Kim?"
"He-hemen kapıyı açmak zorundasın!" O beni dinlemeyip telefonundan birisini aradı.
"Açsana şu lanet kapıyı!" Ellerimi saçlarımdan geçirip dehşet içinde birazdan olacakları izledim.
Öykü evin önüne geldiğinde adam hala onu fark etmemişti. Kapıda bekleyip bir süre adama baktı. Valizini kaldırımda bırakıp yavaşça bahçe kapısından içeri girdi. Öykü tam bir deliydi. Şu an her şeyi yapabilirdi. Aklımdan binbir türlü senaryo geçiyordu ve nedense hepsinin sonu kötü bitiyordu.
Merdivenleri de çıktıktan sonra ağaçlardan dolayı artık onu göremiyordum.
Birazdan olacakları izlemeye hiç niyetim yoktu. Ne olursa olsun bu arabadan çıkmalıydım. Gözüm Doruk'un belinde ki silaha kaydı. Derin bir nefes aldım. Bunu yapabilirdim.
O dışarı bakmakla meşgulken hızlı bir şekilde uzanıp silahı aldım ve kafasına dayadım.
"Savaş! Hemen şu kapıyı aç! Bir daha söylemeyeceğim!" Bora ve Savaş aynı anda arkalarını dönünce ikisi de küçük bir şok yaşadı. Benden böyle bir şey beklemedikleri açıkça belliydi.
"Ne yapıyorsun? İndir şunu!"
"Kapıyı! Aç!"
"Oğlum açsana kapıyı görüyor musun kafama silah dayadı? Korkuyorum diye dalga geçiyordunuz birde!"
"Yapamazsın!" Anlaşılan beni hafife alıyorlardı. Tamam o zaman. Filmlerden öğrendiğim gibi silahın emniyetini açınca hepsinin suratı düşmüştü. Adını bilmediğim yukarıdaki şeyi de aşağı doğru indirmiştim. Şimdi sıkıyorsa açmasın. Parmağım ise tetikteydi. O kadar riskli bir şey yapıyordum ki... Parmağımı birazcık bile kaydırırsam silah ateşlenebilirdi.
Aklımda bunu yapmak yoktu aslında. Silahı elimde görürse ciddi olduğumu anlayıp kapıyı açar diye ummuştum. Ama beni bunu yaptırmaya kendileri zorlamıştı. Aç dediğim zaman açacaktı.
"Saçmalıyorsun. İndir şunu." Bir şey demeden sadece baktım. Söyleyeceğimi söylemiştim zaten. Gözlerim bir Öykü'ye birde Savaş'a kayıyordu. Geç olmadan açmalıydı artık. Biraz daha bekledikten sonra tık diye ses gelmişti. Zafer edasıyla gülümseyip silahla Doruğun başını ittirdim.
"İn!" Sözümü ikiletmeden arabadan inince hemen arkasından bende indim. Bu sırada Savaş ve Bora'da inmişti.
"Artık beni bıraksan diyorum!"
"Biraz daha bekle ve yürü!" Bileğimden dolayı yavaş yürüyordum. Onlardan biraz uzaklaşınca silahı indirdim ve göğüsüne dayayıp uzaklaştım ondan.
"Kusura bakma ama yapmak zorundaydım." Doruk bir elinde silahı tutarken diğer elini de kalbine koydu.
"Kalbime iniyordu!" Ona mahçup bir şekilde bakıp eve koştum daha doğrusu koşmaya çalıştım. Her şey için çok geç olabilirdi. Bahçenin kapısından girdiğimde adamla Öykü'yü gülerek konuşurken gördüm. Nasıl... o adam yaptığı şeyi nasıl açıklamış olabilirdi ki?
"Öykü!" dedim nefes nefese kalmış bir şekilde. İkisi birden bana dönerken hızla yanlarına gittim.
"Neler oluyor? Siz kimsiniz!?" Koruyucu bir şekilde Öykü'nün önüne geçtim.
"Hazal sakin olur musun? Beyefendi sana kargo getirmiş."
"Kargo mu?" Kargo mu?
"Evet. Önemli bir şey olduğu söylendi bana. Bir süre bekledim ama gelen olmayınca pencerenin arasından içeriye attım." Adam sakin bir şekilde durumu kıvırmıştı. Takım elbiseli kargocu öylemi. Neyse ki Öykü'de bunu fark edecek kadar zeka yoktu.
"Yan komşuya bıraksaydınız!" Öykü arkamda durmayı bırakıp yanıma geçmişti. Dirseğiyle beni ittirirken küçük bir tebessüm etti.
"Önemli bir şey olduğu için başkasına teslim etmek istemedim."
"Bende beyefendiyi pencerenin önünde o şekilde görünce hırsız sanmıştım." Öykü bunu dedikten sonra adamla ikisi gülmeye başladı.
Öykü kahkahaları arasında kulağıma eğilip fısıldamaya başladı. "Şöyle davranmayı kes! Kaçıracaksın şimdi adamı." Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.
"Eve kahve içmeye mi davet edecektin!?"
"Neden olmasın!" Gözlerimi devirip adama merdivenleri gösterdim.
"Biz sizi daha fazla oyalamayalım." Öykü bana kötü kötü bakarken adam yanımızdan geçip gitti.
"Neden böyle bir şey yaptın!? Yıllardır beyaz atlı prensimi arıyorum ben!"
"Beyaz atlı prensin kargocu değil Öykü!"
"Off!" Öykü merdivenlerden inip kaldırımda ki valizini alırken bende bu sırada arka cebimde duran anahtarı çıkarıp hemen içeri girdim ve camın önüne koştum. Gerçekten de yerde beyaz bir kağıt vardı. Öykü içeriye girmeden önce hemen yanımda duran çekmeceyi açıp kağıdı içine attım.
"Neymiş bu kadar önemli olan şey?"
"Önemli değil okulla ilgili bir şey."
"Senin burada ne işin var?" Bir valize bir de Öykü'ye baktım. Sahiden ne işi vardı burada.
"Off. Uzun hikaye." Koltuğa oturunca bende yanına oturdum.
"Kötü bir şey yok değil mi? Sanem teyzeler iyi mi?"
"Yok yok. Babamın işi işte. Bodrum'da ki otelin yöneticiliğiyle ilgili bir toplantı mı ne varmış. Babamı biliyorsun çapkının tekidir. Annemi de biliyorsun anlatmaya gerek yok. Bir süreliğine Bodrum'a gittiler. Gitmişken tatilde yapalım dediler. Okulumdan dolayı götürmediler beni. Anlayacağın en az 1 ay buradayım." Ahh Erdem amcanın çapkınlığını bilmeyen mi vardı?
"Bizim aileyi biliyorsun herkes birbiriyle kavgalı. Gidecek tek yerim burasıydı."
"Tabii ki de buraya geleceksin! Başka yere gitseydin gebertirdim seni." Bir süre kucaklaştıktan sonra beni ittirerek geri çekildi.
"Yeter bu kadar saçım bozulacak!" O elleriyle saçlarını düzeltirken bende gülerek arkama yaslandım.
"Peki okulu ne yapacaksın. Buraya çok uzak."
"Kaydımı aldırabilirsem bir süre sizinkine devam edeyim diyorum. Olmazsa mecbur buradan gidip geleceğim."
"Sen o işi İdil'e bırak ve oldu bil."
"Sahiden o nerede?"
"Yukarıda. Uyuyor."
"Ee bi ziyaret edeyim o zaman geldiğim belli olsun." Öykü sinsi sinsi yukarı çıkarken rahat bir şekilde arkama yaslandım. Evimi ve o iki çatlağı seviyordum.
Bu zorlu süreç içerisinde kendime ve onlara zarar gelmemesi için elimden gelen her şeyi yapacaktım. Artık Savaş'ta yanımdaydı. Bu sefer ona güveniyordum ve güvenimi boşa çıkarmayacağını da biliyordum. Hissediyordum. Belki de tam bir aptaldım. Beni hayal kırıklığına uğrattığı halde ona nasıl güveniyordum?
Hissettiğim bir diğer şey ise güçtü. Güçlü olduğumu hissediyordum. O adamı yenecektim. |
0% |