Yeni Üyelik
19.
Bölüm

Bölüm 19: Kalp

@nickinci

Yatakta sağa doğru dönerken göz kapaklarımı yavaşça oynattım. Güneş ışığı bütün odayı aydınlatmış ve tek işi beni uyandırmakmış gibi göz kapaklarımı delmek istiyordu. Mutsuz bir şekilde yorganı üzerimden atıp ayağa kalktım. Sandalyenin üzerinde ki kalın hırkayı üzerime geçirirken camın önüne gelmiştim. Günlerdir aralıksız kar yağıyordu. Günlerdir hiçbir şey yapmamıştık. Herkes çok suskundu. Bir şey olduğu belliydi ama kimse hiçbir şey anlatmıyordu. Doruk'un dediği tek şey bizimle ilgili olmadığıydı.

 

Camın önünden ayrılıp banyoya girdim. Yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladıktan sonra gardıropun kapağını araladım. Bu yepyeni temiz kıyafetler kime aitti bilmiyordum ve sorgulayacak durumda da değildim. Üzerime bir pantolon bir de kazak geçirdikten sonra odadan çıktım.

 

Bizim için iki oda ayırmışlardı ve Öykü kolunu çizdiğim için benimle değil İdil'le kalmaya karar vermişti. Hemen karşı odada kalıyorlardı kapıyı çalma gereği duymadan açıp içeri girdim.

 

"Uyandı-" uyanmamışlardı. Birbirlerine sırtlarını dönmüşler ve soğuktan bacaklarını karınlarına kadar çekmişlerdi. Yavru kedi gibi duruyorlardı. Üşüyorlardı çünkü camın arası açık kalmıştı. Hemen gidip tahta pencereyi örttüm ve güneşin içeriyi ısıtması için perdeleri açtım.

 

Gözüm duvarda ki saate ilişti. Saat neredeyse 9 olmuştu. Bu üçümüz içinde erken bir saatti ama ben nedense artık erken kalkmaya başlamıştım. Sessizce odadan çıkıp kendi odama geçtim. Evin içinde hiç ses yoktu. Anlaşılan daha kimse uyanmamıştı. Dolabı açıp beyaz şişme montu giydim. 3 kapaklı dolabın son kapağı ayakkabı doluydu. Kenarda duran siyah botları giyip odadan çıktım. 4 gün sonra ilk defa dışarıya çıkacaktım.

 

Gıcırdayan merdivenlerden çok ses olmasın diye yavaş yavaş indim. Gördüğüm manzarayla elimi dudaklarıma bastırarak sessizce güldüm. Doruk tekli koltukta bir bacağını yandan sarkıtmış ağızı açık bir şekilde uyuyordu. Sessizce yanına gidip yarısı yere düşmüş battaniyeyi üzerine örttüm. Gözlerini anlık açıp başını yana çevirdi.

 

"Saol kanka." Uykulu bir şekilde mırıldanıp uyumaya devam etti. Büyük ihtimalle uyandığında bel ağrısı çekecekti. Başımı yerden kaldırdığımda ortadaki sehpanın üzerinde duran sigara paketini ve çakmağı gördüm. Onların yanında da silah duruyordu. Bence bu çocuğun eline silah vermemeliydiler. Paketi ve çakmağı cebime atıp salondan çıktım.

 

Sonunda evden çıkıp dışarıya ilk adımımı atmıştım. Hava gerçekten soğuktu. Uzun verandada bir kişi hemen aşağıda ise iki kişi duruyordu. Bunun dışında evin arkasında da iki kişi duruyordu. O gün dediği gibi korumaların yarısından çoğu gitmişti.

 

Normal adımlarla yürüyüp evin arkasına yöneldim. Orada ağaç daha çoktu kimse görmeden bir tane sigara içebilirdim. Evin arkasına geldiğimde korumanın biri başıyla selam verince bende hafifçe başımı sallayarak selamını aldım. Ne kadar burada bizi korumak için bulunsalar da biraz korkuyordum onlardan. Adamı geçip birkaç adım atmıştım ki arkamdan seslendiğini duydum.

 

"Hanımefendi çok fazla uzaklaşmayın!" Arkamı dönüp adamla göz göze geldim.

 

"Tamam. Buralardayım." Evden yaklaşık 20-25 metre uzaklaşıp bir ağaca yaslandım. Hava o kadar temizdi ki... ve ben birazdan onu sigara dumanı ile kirletecektim.

 

Paketten bir tane çıkarıp paketi tekrar montumun cebine koydum. Artık bu paketin yeni sahibi bendim. Sigarayı yaktığımda ilk bir kaç çekişi ciğerlerime hapsetmek istercesine çektim. En son içeli 4 gün olmuştu normalde böyle bir durumda en az 1 paketi bitirmem gerekiyordu ama gidip istemeye utanmıştım ve bugüne kadar iyi dayanmıştım.

 

Elimi öne doğru uzatıp kar tanelerinin elime düşüşünü izledim. Normalde sevmezdim kış mevsimini. Sonbahar kızıydım ben. Hafif serinlik, yerdeki kuru yapraklar, küçük küçük çiseleyen yağmur. Bir nevi bana huzuru andırıyordu. Ama bu an beni büyülemişti. Sık ağaçlardan dolayı güneş ışığı yaprakların izin verdiği aralardan çizgi çizgi elimin üzerine düşüyordu. Bu sırada havada süzülen kar taneleri güneş ışığını takip edip elimin üzerinde eriyordu. Her şey ağır çekimde gerçekleşiyor gibiy-

 

Aldığım darbe ile afallayarak bir kaç adım öne doğru gitmiştim. Elimdeki sigara yere düşerken arkamı döndüm. Şaşkındım. Elimi saçıma götürdüm. Birisi bana kartopu atmıştı. Hem de KAFAMA! Kendime gelip etrafıma bakındım.

 

"Kim var orada!" İlerideki bir ağacın orada karartı görünce temkinli adımlarla o tarafa doğru yürümeye başladım.

 

"Kim var orada dedim-" yüzüme yediğim kartopu ile şaşkınlıkla olduğum yerde kaldım. Ne oluyordu be! Şaşkınlığımı üzerimden atıp öfkeli adımlarla hızlı bir şekilde o tarafa doğru yürümeye başladım.

 

"Yüzüme oynamaktan vazgeç." Bir kaç metre ötemdeki ağacın oradan siyah montlu birisi önüme çıkmıştı. Kim olduğuna bakamadan yüzüme bir kartopu daha yemiştim. Öfkeyle olduğum yerde kalıp yüzümdeki karı tek elimle sildim. Bu her kim ise tek kelimeyle BİTMİŞTİ!

 

Saçlarım biraz önüme dökülmüş kaşlarımın altından ona bakıyordum. Şu an Samara gibi göründüğüme emindim.

 

"Bukalemun? Fazla öfkeli duruyorsun." Evet çok öfkeliydim o ise bu durumdan fazlasıyla keyif alıyor gibi gözüküyordu.

 

"Yüzüme atma dediğimi duymadın mı?" Dişlerimin arasından tıslamıştım resmen.

 

"Duydum." Duydun!

 

"Yine de attın?" Beni tanıdığını sanıyorsun ama kesinlikle tanımıyorsun SAVAŞ KILIÇOĞLU!

 

"Daha önce de söylediğim gibi seni sinir etmek hoşuma gidiyor." Bu lafının üzerine bir kartopu daha atmıştı. Anlımda parçalanan kartopunun yarısı yere dökülürken yarısı saçlarımda kalmıştı.

 

"Sen birde öfkeli halimi gör!"

 

"Bence sende eğlenme-" cümlesini bitirememişti çünkü olduğum yerden adeta Flash gibi hareket edip üzerine atlamıştım. O kadar öfkeliydim ki suratına yumruğumu geçirmek için elimi çoktan hazırlamıştım bile. Büyük ihtimalle benim iki katım olan bu koca cüssesini yere yapıştırmam imkansızdı ama şans benden yanaydı. Üzerine atlayınca bir kaç adım geriye doğru gidip ayağı kayınca sırt üstü yere yapışmıştı. O kendine gelmeden başımı göğüsünden kaldırıp yumruğumu havaya kaldırdım. Tam suratına indirecektim ki son anda kolumu tutmuştu. Kolumu tuttuğu gibi beni yana yatırıp bu sefer üzerime o çıkmıştı.

 

"Bence fazla tepki veriyorsun." Öfkeyle soluyup bir şey demeden sağdaki elimle yerdeki karı suratına çarpıp onu yana doğru ittim ama istediğim şey olmamıştı. Aşağı doğru yuvarlandığımızı anlamam çok uzun sürmedi. Neyse ki yuvarlanmamız da çok uzun sürmemişti. Bir an için çizgifilmler de ki gibi kocaman bir kartopuna dönüşeceğimizi düşündüm. Her neyse sonuç olarak üstte olan bendim.

 

Başımı yavaşça boynu ile omzu arasındaki yerden kaldırdım. Çok fazla kaldıramamıştım çünkü ellerimi başının altına koymuştum. Ve bu mesafe... hiç iyi değildi. Ahh! Bu insanları koruma içgüdüm yok mu olur olmadık yerde ortaya çıkıyordu. Saçlarım ikimizin de yüzüne saçılmıştı. Bacaklarımı hareket ettirmek istedim ama başarılı olamadım. Yuvarlanırken ona sarmış olmalıydım. Yapabildiğim tek şey göz göze gelmekten kaçınmaktı. Ve bu o pür dikkat bakarken çok zordu. Sıcak nefesi dudaklarıma vurup sıcaklığını kaybediyordu. Aynı şeyin ona da olduğuna emindim ve bu durumun ikimiz içinde sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Sonunda göz göze geldiğimizde bir şeyler söyleme ihtiyacı duydum.

 

"Sanırım kilitlendim." Sesim o kadar masum çıkmıştı ki... Ne kadar aptladım! Bağırıp çağırmam gerekiyordu. Bunu söyleyince aklıma Sherlock'da ki Irene Adler gelmişti. O da telefonunun şifresini Sher yapmıştı ve şifreyi girdiğinde Sher'e kilitlendim yazıyordu. Tabi bizim durumumuz biraz daha farklıydı. Ben gerçek anlamda kilitlenmiştim. Aslında bu olayın bizim durumumuzla uzaktan yakından alakası yoktu nereden aklıma geldiyse. Kesinlikle Savaş'a kilitlenmemiştim.

 

"Yer değiştirelim o zaman." Tek çözüm yolu bu gibi görünüyordu. O hareket edene kadar onunda bana sarıldığını fark etmemiştim. Yer değiştirdiğimiz bu saniyelik an bana 1 dakika gibi gelmişti. Ellerimi yavaşça başından çekip bacaklarımı üzerinden çektim. Üzerimden kalktığında ona çaktırmadan derin bir nefes alıp bende ayağa kalktım. Bir an önce üste çıkıp burayı terk etmem gerekiyordu.

 

"Beğendin mi yaptığını!? Üstüm başım sırılsıklam oldu!" Kaşları hafifçe havaya kalkarken yüzüne bakmamak için yalandan pantolonumu çırpıyormuş gibi yaptım. Bizi bu duruma getiren kişi kesinlikle bendim.

 

Ona kötü kötü bakıp 'kesinlikle gözlerine bakamıyordum.' arkamı döndüm ve eve doğru yürümeye başladım.

 

"Bukalemun."

 

Omzumun üstünden arkama baktım. Lütfen utandırma, lütfen utandırma.

 

"Ev o tarafta değil." Rezil olacağıma utansaydım daha iyiydi. yine de yüz ifademi korudum. Başım dik burnum havada yere sert sert basa basa sol tarafa yöneldim. Bana gülmesinden nefret ediyordum!

 

 

Derin bir nefes alıp kapının kulbunu kavradım. Garip hareketlerime bir son verip aşağı milletin yanına inmeliydim. Büyük ihtimalle Savaş'ta oradaydı. Sanki elimi bir şey yakmış gibi kapının kulbundan çekip odanın içinde tur atmaya başladım.

 

Sabah ki olayın etkisinden bir türlü kurtulamıyordum. Çok aç olmama rağmen kahvaltı masasından bile bir kaç lokma atıştırıp odama çıkmıştım ve sabahtan beri odamdaydım. Sabah yaşanan şeyden beri etrafımı bir utanç sarmıştı. Bora bile dahil olmak üzere herkes sırayla yanıma gelip iyi olup olmadığımı sormuştu. O hariç.

 

Az önce de Öykü gelip mal gibi davrandığımı ve bir an önce aşağı inip ortama karışmamı söylemişti. Cesaretimi toplayıp kapının kulbunu kavradığım gibi aşağı indirip odadan çıktım. Belki de fazla abartıyordum. Hem aşağıdan sürekli kahkaha sesleri geliyordu. Çok iyi kaynaşmış gibi gözüküyorlardı bu ortam bana da iyi gelebilirdi.

 

Bileğimdeki tokayla saçımı tepeden topuz yapıp özgüvenli bir şekilde merdivenlerden indim. Gördüğüm ilk şey Öykü ve Bora'nın televizyonun önüne kocaman minderler çekip playstation oynadıklarıydı. Öykü çok narin bir kız gibi gözükebilirdi ama canavar gibi oyun oynardı birde yarış oyunuysa kendisine rakip tanımazdı.

 

Onları geçip mutfak kapısına yakın olan masada karşılıklı oturan İdil ve Doruk'un yanına oturdum. Bilek güreşi yapıyorlardı. Bir türlü bitmemişti güç gösterileri. Masadaki temiz duran bardaklardan birine meyve suyu doldurup bir yudum aldım.

 

Bir an için İdil yenecek gibi olsa da Doruk bir anda İdil'in elini masaya yapıştırmıştı.

 

"Yes be!" İdil sinirli bir şekilde Doruk'a bakarken Doruk oturduğu yerden kalkıp küçük bir dans şovu yapmıştı.

 

"Hile yaptığına eminim!"

 

"Kaybettin kabul et bitsin."

 

"Beni yenmenin imkanı yok! Hazal sen gördün söyle." İkisi de bana döndüğünde meyve suyu az daha boğazımda kalıyordu. Hafifçe öksürüp bardağı masaya bıraktım.

 

"Söyle hadi! Hile yaptı değil mi?"

 

"Hazalcım doğruyu söyle." Derin bir nefes alıp arkama yaslandım.

 

"Üzgünüm İdil." Doruk dans şovunu tekrarlarken İdil de önündeki kaseden etrafa saçarak bir avuç çekirdek aldı.

 

"İdil ikinci bir darbe atmak istemem ama her çekirdek yediğinde kilo aldığını ve sivilce çıkardığını söyleyip ağlıyorsun. Sadece hatırlatmak istedim." Bir süre yüzüme bakıp sinirle avucundaki çekirdeği bırakıp Öykü ve Bora'nın yanına gitti.

 

"Kanka var mısın bir tura?" Alaylı bir şekilde gülüp öne doğru eğildim.

 

"Ben İdil'e benzemem." Dudağı yavaşça yukarı doğru kıvrılırken dirseğini masanın üstüne koydu. Karşılık verip elini tuttum.

 

"Hala vazgeçebilirsin."

 

"Bence kendini fazla büyütüyorsun." Bileğime yüklenince karşılık vermeye başladım. Onu biraz zorlayacaktım.

 

"Neden bana kafes güzeli dediklerini biliyor musun?"

 

"Bence artistlik olsun diye kafese giriyorsun." Kaşlarımı şaşkınca yukarı kaldırdım.

 

"Gerçekten artistlik olsun diye mi canımı tehlikeye attığımı düşünüyorsun?"

 

"Başka neden olabilir ki? Şov yapıyorsun işte." Bileğimi biraz gevşetip hafifçe yana yatırmasına izin verdim. Kazanacağına o kadar emindi ki. Yüzünde ki o sinsi mutluluğun yerini birazdan alacak olan ifadeyi o kadar merak ediyordum ki... Kesinlikle kötü biri değildim.

 

"Diğer herkesten daha iyi olduğum için yani..." Bileğime son gücümle yüklenip elini masaya yapıştırdım.

 

"Kesinlikle şov olsun diye değil." Kollarımı önümde bağlayıp arkama yaslandım. Aşağı inmek iyi gelmişti.

 

"Bu şovdu ama!"

 

"Kabul et her konuda senden daha iyiyim." Doruk bozulmuş bir şekilde bana bakarken gözleri yavaşça yukarıya doğru çıktı. Kimin geldiğine bakma ihtiyacı duymuyordum çünkü hissetmiştim. Zaten ortalıkta yoktu illaki gelecekti bi ara.

 

"Emin misin?"

 

"Evet."

 

"O zaman kartopu oynayalım." Gülümsemem yavaşça solarken yerimde dikleştim. Sabah olanları anlatmış mıydı? Bu tür şeyleri kızlar birbirine anlatıyor sanıyordum ki ben kızlara daha anlatmamıştım.

 

"Kartopu mu?"

 

"Bahse varım benim kadar hızlı değilsindir."

 

"Hızlıyımdır."

 

"Hızlı." Kızarma. Kızarma. Kızarma. Lanet olsun!

 

"O konuda da çok hızlı." Sussana sen! omzumun üstünden ona bakıp geri önüme döndüm.

 

"Görelim o zaman." Doruk bıyık altından gülümseyip yerinden kalktı.

 

"Biz kartopu oynamaya çıkıyoruz!" O kapıya doğru yönelip montunu giyerken yerimden kalkıp arkamı döndüm.

 

"Ne anlattın ona!?"

 

"Hiçbir şey."

 

"Hiçbir şey?" Yalan söyleyip söylemediğini anlamak için gözlerimi kısarak inceledim onu. Bir açık vermiyordu. Doğruyu söylüyor olabilir miydi? Sabah dışarı çıkarken Doruk yarı uyanık gibiydi o zaman kalkıp peşimden gelmiş ve bizi görüp yanlış anlamış olabilirdi.

 

"İyi." Arkamı dönüp kapıya doğru yürüyüp montumu astığım yerden aldım ve giydim. Diğerleri çoktan dışarı çıkmış oynamaya başlamışlardı bile.

 

Omzumun üstünden ona baktım. Hala masanın başında dikiliyordu. "Gelecek misin?"

 

"Geleyim mi?" Yüzüme küçük ama sinsi bir gülümseme yerleştirdim.

 

"Gelirsen intikamımı alırım. Tabii..." önüme dönüp botlarımı giydim.

 

"Korkarsan başka." Cevap vermesini beklemeden evden çıktım. Geleceğinden emindim çünkü bana karşı başka seçeneği yoktu.

 

Önümdeki birkaç basamağı inip bizimkilerin arasına karıştım. İlk işim hemen bir kartopu yapıp Öykü'nün saçına atmaktı.

 

"Öykü!"

 

"Efen-" bana döndüğü anda kartopunu yüzüne yapıştırmıştım. Nereden bulduğunu bilmediğim kırmızı deri eldiveniyle yüzünü sıyırdı. Aslında amacım saçına atmaktı ama neyse. Bu şekilde de sinirlendiği belli oluyordu. Hafifçe yutkunup bir adım geri gittim. Öykü'nün tersi iyi değildi.

 

Üzerime doğru ağır adımlarla gelmeye başlayınca gülümsemem yavaşça soldu.

 

"Kartopu oynuyoruz sonuçta." Yanıma geldiğinde yavaşça etrafımda bir tur attı.

 

"Farkındaysan beyaz atlı prensimle kartopu oynuyordum hatta biraz yakınlaşmıştık ve sen bunu bozdun!"

 

"Yak-yakınlaşmak derken?"

 

"Saçlarımın çok güzel olduğunu söyledi!" Bunu söylerken kimsenin duymamasına dikkat ederek sessizce söyledi ama sesindeki heyecan ve sevinç göz ardı edilemeyecek kadar fazlaydı. Doruk hakkında ciddi miydi o?

 

"Sen gerçekten-"

 

"Ben gerçekten aşık oldum Hazal!" Öykü'nün bu zamana kadar hiç ciddi bir ilişkisi olmamıştı. Doruk içinde anlık bir heves olduğunu düşünüyordum ama... ne diyebilirdim ki? Yarın bir gün bu iş bittiğinde ne olacaktı peki?

 

"Öykü..."

 

"Bir şey deme." Sesi ve hareketleri beni tersler gibiydi. Derin bir nefes aldım.

 

"Sadece karışmayacağımı söyleyecektim." Bu zamana kadar ikisini de yeterince uyarmıştım. Olacaklar ve bunların sonuçları her iki taraf içinde olumsuz sonuçlar doğuracaktı bu bariz belliydi ve ikisi de bunu biliyordu. Ben elimden geleni yaptım asıl kararı kendileri verecekti. Ve bu kararın sonuçlarına katlanmak zorundaydılar.

 

"Teşekkür ederim." Bu bakış minnet duygulu bir bakıştı. Arkasını dönüp diğerlerine doğru birkaç adım atmıştı ki çok uzaklaşmadan geri döndü.

 

"Anın tadını çıkarmaya çalış. Bu sana iyi gelecek." Gülümseyip arkasından gidişini izledim. Haklı olabilirdi. Ayrıca kapanmamış bir hesabım vardı. Hatta iki hesabım vardı. Asıl önemli olanı sona bırakmaya karar verdim. O biraz zaman alabilirdi ve aceleye gelsin istemiyordum.

 

Temkinli adımlarla Doruk'a doğru yürüyüp arkasında bir yerde durdum. Benimle kapışacağını unutmuştu aptal. Eğilip yerden biraz kar alıp kartopu yaptım. Bu gözüme çok küçük gelmişti. Kartopunu büyültebildiğim kadar büyültmeye çalıştım. Sonuç olarak kafam kadar bir şey ortaya çıkmıştı.

 

Kartopunu tek elle kaldırmak biraz zordu o yüzden iki elimi de kullanmak zorunda kalmıştım. Sinsi sinsi gülerek dibine kadar geldim. Kendini o kadar kaptırmıştı ki yere hazırladığı 10-15 tane kartopunu bir saniye bile durmadan fırlatıyordu. Tam arkasına gelince hazırladığım büyük kartopunu yukarıya kadar kaldırıp tam başının üstünde tuttum.

 

"Her zaman senden daha iyiyim!" Sesimi duyunca arkasını döndü ama kaçmasına izin vermeden kartopunu bıraktım. İşte bu! Ağırlığı karşısında yere düşmüştü. Gülerek kollarımı önümde bağladım ve tepeden dik bir şekilde ona bakmaya başladım.

 

"Bu konuda hala iddialıyım!"

 

Tek kaşımı kaldırıp bakmaya devam ettim. "Ne yapabilirsin ki?"

 

Oturduğu yerden ayaklarıma tekme atınca kendimi sırt üstü yerde buldum. Diğerlerinin gülme sesleri kulağımda yankılanıyordu. Yattığım yerde başımı ona doğru çevirip kaşlarımı çattım.

 

"Bu kural dışı bir hareketti."

 

"Hızlıydım sonuçta." Koluma küçük bir kartopu attı ve bir tane daha sonra bir tane daha. Sanırım az önce yerde biriktirdiği kartoplarıydı bu. 1 saniye aralıklarla yenisini yapacak kadar hızlı olamazdı.

 

"Kes şunu!"

 

"Hala senden hızlıyım."

 

"Bir tane daha atacak olursan-" attığı karlar arada ağzıma da giriyordu ve konuşamıyordum.

 

"Doruk!"

 

"Hızlı olduğumu kabul et!" Yattığım yerden kalkıp dizlerimin üstünde oturdum. Elini arkasına götürüp bir kartopu daha aldı ve yüzüme attı.

 

"Ne oldu sinirlendin mi? Kabul et bitsin." Ve bir kar topuda boynuma geldi. Çatık kaşlarımı yavaşça düzelttim. Yaklaşık 15 saniye kadar bakıştık. Daha fazla ifadesiz duramadım ve birden gülmeye başladım.

 

"Tamam kabul." Şaşırmıştı. Yenilgiyi kabul ettiğim için bende kendime şaşırmıştım.

 

"Ciddi misin?" Yüz ifadesi komikti.

 

"Evet. Sen kazandın." Uzatmaya gerek yoktu. Önemli olan... anın tadını çıkarmaktı.

 

"Millet! Bugünü tarihe geçirin. Bugün Kızıltoprak ailesini yendiğim gün." Başımı iki yana sallayıp gülerek ayağa kalktım. Aptal.

 

"Hile yaptığın konusunda ısrarcıyım!" Uzaktan İdil'in bağırışı duyulmuştu. Arkamı dönüp onlara baktığımda evin arkasına doğru gittiklerini gördüm. Tekrar Doruk'a döndüğümde telefonuyla ilgileniyordu.

 

"Telefon çekiyor mu burada?"

 

"Daha ne kadar yerde oturmayı düşünüyorsun?" Donana kadar.

 

Soruma cevap vermediği için gözlerimi devirdim. Bu evde sorularıma cevap veren bir kişi bile yoktu. Yerden bir kartopu alıp göbeğine attım. Gördüğüm şeyle kaşlarım hafifçe yukarı kalktı. O neydi be.

 

"Cebinde bir şey parlıyor." Bir cebine bir bana bakıp sinsice gülümsedi. Yine o kurnaz aklından ne geçiyordu acaba.

 

"Bir yarışa daha var mısın?"

 

"Ne?" Elini montunun cebine götürüp renkli ışıklar saçan şeyi çıkardı. Top muydu o? Daha da önemlisi bu oyuncağın onda ne işi vardı? Bu çocuk bana hiç mantıklı gelmiyordu.

 

"Şimdi bunu uzağa fırlatacağım ve koşacağız hızlı olan topu kapar. 3'e kadar sayacağım ve başlayacağız."

 

Elimi kara bastırarak kalkmaya yeltenmiştim ki saymadan direkt 3 demiş ve koşmaya başlamıştı. Gerçekten tam bir hilekardı. Neyse ki hızlı refleksim sayesinde o bir adım atamadan bacağına tutunmuştum böylelikle daha başlayamayan yüz üstü yere yapışmıştı. Anlaşılan Doruk'la beraberken kural denen bir şey ortada kalmıyordu.

 

O yere düşünce diz kapaklarımın üzerinde yanından geçtim. Hava rüzgarlı olduğu için top fazla uzağa gitmemişti. Neredeyse 1 metre uzağımda duran topa bakıp hafifçe gülümsedim. Bunu ben kazanacaktım. Bir adım ilerleyince dönüp Doruk'a baktım. Bakmamla kolunun bana doğru uzandığını gördüm. Tam kaçacaktım ki ayak bileğimden tutup ilerlememe izin vermedi. Bir yandan ayağımı ondan kurtarmaya çalışırken bir yandan da topa uzanmaya çalışıyordum. Parmaklarımın ucundaydı bu kadar yaklaşmışken topu ona kaptıramazdım. Sonunda bileğimi bırakıp yanıma doğru atıldı bir elimle topa uzanmaya çalışırken diğer elimle de savunmaya geçtim. Onun kolu benden daha uzundu ve uzatırsa rahatlıkla topu alabilirdi. Sol elimle topa uzanırken sağ elimle hemen yanımda duran kafasını kara gömdüm. Yakaladığım bu boşluktan yararlanıp kendimi biraz öne doğru itecektim ki aynı şeyi Doruk'ta bana yapmıştı.

 

Başımı çevirip ona baktım. İkimizin de yüzünde hedefe ulaşmanın verdiği ciddiyet vardı. O benden biraz daha gerideydi ama kolu uzun olduğu için ellerimiz aynı hizadaydı. Yüzüme alaylı bir gülümseme yerleştirip tam öne atılacağım sırada top ortadan kaybolmuştu. Daha doğrusu kaybolmamıştı birisi üzerine basmıştı.

 

Hızlıca başımı kaldırıp basan kişiye baktım. Kimdi bu terbiye- Savaş? Daha çok İdil'den böyle bir hareket bekliyordum.

 

"Çocuk musunuz siz?" Dışarı çıkmıştı. Zaten çıkacağını biliyordum ne diye şaşırdıysam.

 

Haklıydı. Ama sürekli bir şeylerde en iyi olma sürekli kazanma arzum tüm duygularıma ağır basıyordu. Birde Doruk kışkırtınca sonuç buydu işte. Ben yerde iki seksen uzanırken o bana tepeden bakıyordu.

 

Bacağımı bir şey sıkınca hemen Doruk'a baktım. Şu çocuğu az çok tanımasam hemen sapık damgasını yapıştırırdım.

 

"Bacak mı çalışıyorsun sen? Benimkilerden daha sıkı!" Şimdi de bunda beni geçmeye çalışacaktı. Kafamı iki yana sallayıp bacağımı ondan kurtardım. Başımı hafif kaldırdığımda hemen önümde ki eli gördüm. Bir ona bir ele baktım ve tutmakta zorlandığım gülümsemem küçük bir tebessüm şeklinde yüzümde belirdi. Bu centilmence bir hareketti o yüzden alacağım intikamı biraz hafifletebilirdim. Elim karın üzerinde ileri doğru gidip tam elini tutmak için havalanacaktı ki birisi o eli tutmakta benden önce davranmıştı.

 

"Sağ ol bro." Başımı öne eğip göremeyecekleri bir şekilde gözlerimi devirip kendim ayağa kalktım. Yerde tepinmekten vücudum ısısını çok kaybetmemişti ama şimdi donmak üzereydim. Neyse ki soğukla aram iyiydi.

 

"Ee şimdi ne yapıyoruz?" Ne yapmak istersin diye sormamak için kendimi zor tuttum. Saat gecenin bilmem kaçıydı ne yapabiliriz ki. Savaş'la benim boş bakışlarımı fark etmiş olacak ki o da bize boş bir bakış atıp eve doğru yürüdü.

 

"Sen girmiyor musun?" Aslında aklımda başka bir şey vardı.

 

"Gireceğim ama önce bir işim var onu hallettikten sonra." Tek kaşı hafif yukarı kalkar gibi oldu. Gece yarısı ormanın ortasında ne işim olabilir diye düşündüğüne emindim. Kim olsa merak ederdi tabi.

 

"İş?"

 

"Evet ama öyle çok önemli bir şey değil hemen 5 dakika da..." gülerek elimle geçiştirir gibi yaptım.

 

"Tek başına halledeceğin bir iş mi?" Yanımda mı gelmek istiyordu o yoksa bana mı öyle geliyordu?

 

"Genelde tek olmayı tercih ediyorum ama..." Kaşları yukarı kalkıp gözleri biraz büyüdü yüz ifadesine bakılırsa sanırım sonu pekiyi bir yere gitmiyordu. Ne dedim ki şimdi?

 

"Sende gelsene?" O aklından ne geçiyordu bilmiyorum ama yüz ifadesine bakılacak olursa pekte hoş bir şey değildi.

 

"Sigara içeceğim! Sadece sigara." Yüz ifadesi yavaşça düzelirken bende rahat bir nefes verdim. Ne geçirmişti o aklından öyle?

 

"Sen ne düşündün ki?" Arka bahçeye doğru ilerlerken bir yandan da aklına ne geldiğini düşünüyordum ama aklıma öyle kötü bir şey gelmiyordu.

 

"Bende sigara içeceğini düşünmüştüm zaten." Göz ucuyla bakıp hafifçe tebessüm ettim. Yalancı.

 

Arka bahçede ki ağaçlıklara geldiğimizde bir ağacın dibinde durup cebimde ki paketi çıkardım. O da kendi paketini çıkardı.

 

"Fazla içmiyorsun değil mi bukalemun?" Cevap vermek yerine başımı iki yana salladım. Sadece günde 2 tane. Belki 3. Maksimum 4.

 

"Ama sen fazla içiyorsun." Başımı ağacın kabuğuna yaslayıp ona baktım. Onu sürekli olarak dışarıda görüyordum ve çoğunda da parmaklarının arasında sigara oluyordu.

 

"Beni mi gözlüyorsun?" Gözlerimi devirdim. Lafı başka yerlere çekmekte üstüne yoktu. Şu intikam olayını bir kez daha düşünmeliydim.

 

Gözlerimi ondan kaçırıp etrafı izlerken uzun zamandır aklımı kurcalayan bir soru gelmişti. Ona sormaktan biraz çekiniyordum. Çünkü sorunun onunla ilgili olması ve vereceği tepki beni biraz geriyordu. Alacağım cevap karşısında ise nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum. Belki daha sonra sormalıydım.

 

"Ne düşünüyorsun?" Belki de şimdi sormalıydım.

 

"Bir süredir aklımı kurcalayan bir soru var?"

 

"Sor?"

 

"Ama dürüst olacaksın."

 

"Soruya bağlı." Gülerek arkasındaki ağaca yaslandı.

 

"Pekala. Gerçekte kaç yaşındasın?" Oh be. Resmen rahatlamıştım. Gerçekten bu sorunun cevabını çok merak ediyordum. Yaşıtlarına göre birazcık daha yapılı olması ve sakalları onu büyük gösteriyordu. Ve bence büyüktü de. Bu karşımda duran adam kesinlikle 17 yaşında olamazdı.

 

"Neden gülüyorsun? Ciddi olarak sordum." Yoksa sinirlendi de sinirinden mi gülüyordu. Erkeklerin yaşı takıntı haline getirdiklerini pek sanmıyordum ama...

 

"Gerçekten bunu mu düşündün?"

 

"Evet. Sen kesinlikle lise son sınıf öğrencisi değilsin." Aslında düşünmem gereken daha önemli konular vardı ama ben onun gerçek yaşını, ailesini, arkadaşlarını ve kız arkadaşlarını düşünüyordum. Ben hiçbir zaman insanları merak etmezdim. Gittikçe değişiyordum ve bu şey hiç hoşuma gitmiyordu.

 

"Söyleyecek misin?" Kendimi daha fazla gülünç duruma düşürmemek için sesimi biraz sertleştirdim.

 

"Daha soruna cevap bile vermedim yine neye sinirlendin sen?" Biten sigarasını yere atıp birkaç adım bana doğru geldi ve tam önümde durdu. Bu sefer ona değil kendime sinirlenmiştim. Sürekli kendimi onun karşısında gülünç duruma düşürüyordum. Farkında olmadan çattığım kaşlarımı ben düzeltemeden önceden yaptığı gibi işaret parmağıyla iki kaşımın ortasına dokunup düzeltti. Bu küçük dokunuşuyla tüylerim hemen diken diken olmuştu. Bence bana dokunmamalıydı.

 

"Her neyse boş ver. Saçma bir soruydu." Derin bir nefes alıp ondan uzaklaşmak için birkaç adım geriye gidecektim ama arkamdaki ağaç buna müsade etmedi. Yana kayarsam yanlış anlayabilirdi. Ona takılı kalmak yerine bir şey yapmalıydım ve çareyi sigarada buldum. Parmaklarımın arasında ki sigarayı son bir kez içime çekip dumanını yavaşça üfledim ama rüzgar dumanı alıp onun suratına çarpmıştı. Bu yaptığım sayesinde aramızda ki hava artık daha yoğun bir hal almıştı. Ne ben sinirli bakıyordum ne de o gülüyordu artık. Bende böyle bakmasından korkuyordum işte. Bakışları beni anlamlandıramadığım bir şekilde derinden etkiliyordu. Ellerim titriyor, neden ve nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde içimden karnıma doğru sıcak bir şey akıyordu. Kalbimin atışı hızlanmış ve sesi kulaklarımda yankılanıyordu. Nefes almam zorlaşırken havada kalan elimdeki sigara parmaklarım arasından kayıp yere düştü. Bu farklı bir şeydi. Bana bir şeyler oluyordu ve ben pekiyi hissetmiyordum. Boşlukta sallanan elim tutunmak istercesine öne doğru gitti.

 

"Bukalemun?" Bacaklarım beni taşıyamaz duruma gelip gözlerim kararınca yana doğru düşüşümü hissettim. Parmak uçlarıma değen karları ve boynuma çarpan soğuk rüzgarı hissedebiliyordum. Hissettiğim bir diğer şey ise beni saran kollarıydı.

 

"Haz..Hazal?" Parmaklarını boynumdan yanağıma doğru çıkartıp yüzümü gıdıklayan saçlarımı kenara çekti. Göz kapaklarım ağır gelse de bir süre sonra gücümü toplayıp gözlerimi aralayabilmiştim. Birden bire ne olmuştu böyle?

 

"İyiyim." Kaşları hafif çatılmıştı kızgın duruyordu ama aynı zamanda şaşkınlığı da yaşıyordu. Yüzümü ne kadar uyuşuk hissetsem de parmaklarını dudağımın üzerinde gezdirdiğini hissedebiliyordum.

 

"Değilsin!" Karın üzerine düşen elimi kaldırıp yüzüme doğru getirdim ve elinin üzerine koydum. Geri kaldırdığımda gördüğüm kan beni ne kadar korkutsa da şaşırtmamıştı.

 

"Sen... hastasın. Doktora gittin mi?" Yavaş yavaş kendime geliyordum. Gözlerimi onun elalarından kaçırdım. Daha önce yapmam gereken önemli bir şeyi yapmamıştım. Eğer hastaysam bile bir şeyler için geç kalmış olabilirdim.

 

"İyiyim ben Savaş." Kalkmaya yeltendiğimde başımı kaldırınca sanki bir kuvvet beni geri itmiş gibi başım arkaya düşmüştü. Başımı bile kaldıracak gücüm yoktu. Derin bir nefes alıp sakince yutkundum. Güçsüz kalmaktan nefret ediyordum.

 

"Gittin mi!?" Kuruyan dudaklarımı yalayıp ona baktım.

 

"Biraz dinlenirsem iyi olacağım." Çatık kaşları normale dönerken sanki karşısında salak varmış gibi boş gözlerle bakmaya başladı.

 

"Gitmedin değil mi?"

 

"Vaktim yoktu. Benim... ev ödevlerim vardı." Güzel bahane. Gerçekten neden gitmemiştim ki doktora. O an zihnimde hastanede panik atak geçirdiğim zaman hemşirenin söylediği sözler yankılandı. 'Heyecan ve korkudan uzak dur.' demişti. Az önce kalbimin sesini duyacak kadar heyecanlanmıştım. O halde bu hale gelmemin sebebi o muydu yoksa ben miydim?

Loading...
0%