Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm 2: Cinayet

@nickinci

2 yıl sonra

Bu sabahta her zamanki gibi güneş ışınlarının yüzme vurmasıyla değil lanet alarmın çalmasıyla uyandım.

"Yeter be artık bu ne böyle her sabah her sabah alarm yeteeer!" İsyankar bir sesle kendi kendime konuşup uykuma devam ettim. Edeceğim. Etmeliyim. Ama edemiyorum. Çünkü üstümde bir hayvan tepiniyordu.

"N'oluyor be! İdil kalksana üstümden niye tepiniyorsun?"

"Hazal hadi kalk yaa okula geç kalacağız."

"Beni rahat bırak uyuyacağım ben." Mırıldanarak gözlerimi kapattım.

"Sen istedin yapacak bir şey yok artık."

Yine ne saçmalıyordu bu. Düşüncelerimi dile getirdim ve sordum. " Ne saçmalıy-" lafımın devamını getiremememin sebebi yüzüme dökülen suydu.

Böyle uyandırılmaktan nefret ederdim. Herkes nefret ederdi. Tek gözümü açıp İdil'e baktım. Yere yatmış karnını tutarak kahkaha atıyordu. Ama birazdan başına geleceklerden habersizdi zavallım. Ona kaşlarımı çatarak baktığımı görünce gülen ifadesi kayboldu ve birden ciddileşip ayağa kalktı. Sonunda susmuştu. Anlamıştı bir şey yapacağımı ve hızlı hızlı konuşmaya başladı.

"Hazal valla bardak elimden kaydı tutamadım yoksa bilirsin beni ben seni böyle uyandırır mıyım. Ben bilmiyor muyum eğer seni böyle uyandırırsam sen beni evin içinde kovalayıp sonra yakalayınca ağzıma... ahh! Bakma öyle n'olur."

En azından ona yapacaklarımı bilmesi güzel bir şeydi. Ama bilip de yapması ayrı bir saçmalıktı. Zaten bugün biraz halsizdim hiç uğraşasım yoktu.

"Ben bugün biraz halsizim kusura bakma artık bir daha ki sefere... anladın sen."

Yapmacık ifadesi bir anda kaybolup gitti ve hemen yatağa yanıma oturdu.

"Ne oldu neyin var? Ateşin mi var?" elini alnıma koyduktan sonra oradan yanağıma ve boynuma koydu. Derin bir nefes aldım. "Ateşinde yok. Hastaneye gidelim mi? Dur ben ambulansı arayayım." dedi ve telefonu eline aldı.

"Dur be salak ne yapıyorsun ne ambulans? Merak etme bir şeyim yok sadece biraz halsizim duşa gireyim çıkıyım geçer."

İdil böyleydi işte en küçük bir şeyde telaş yapan benim için endişelenen birisiydi. Annemizi ve babamızı kaybettiğimiz günden beri birbirimize daha sıkı bağlanmıştık. Artık bizim birbirimizden başka kimsemiz yoktu.

"iyisin bak demi istersen bugün okulu kıralım. Sende dinlenmiş olursun."

"İdil iyiyim ben endişelenmeye gerek yok hadi sen aşağıya in bende hazırlanıp geleyim okula gidelim." Önce yüzüme baktı sonra bana sıkı sıkı sarılıp aşağı indi. Biz böyleydik işte öz olmasa bile kardeştik biz. Biz o gün hastanede birbirimize söz vermiştik. Ne olursa olsun birbirimizi bırakmak yok diye.

Düşüncelerimden sıyrılıp ayağa kalktım ve duşa girdim. Çıkınca da üstüme okulun formasını giyip aşağı indim ve İdil'le beraber çıktık. Şimdi İdil'in saçmalıkları eşliğinde otobüs durağına doğru yürüyorduk. Özel kolej yerine devlet lisesinde okuyorduk. En azından buradakiler zengin züppelere göre daha az yapmacıktı. Okulda kimse bizim zengin olduğumuzu bilmiyordu. Daha fazla samimiyetsizlik istemediğimiz için İdil'le böyle bir karar almıştık. Herkes hayatını nasıl sürdürüyorsa bizde öyle sürdürüyorduk. Çok gerekmedikçe arabamızı kullanmazdık, gereksiz yere para harcamazdık... en azından ben öyleydim.

Okula geldiğimizde herkes bize bakıyordu ve bize yol açıyordu. Okulda popülerdik ama ben böyle olmasından nefret ediyordum. Bütün dikkatler üstümüzdeyken kendimi çok rahatsız hissederdim. Okula başladığımızda aldığımız diğer kararlardan biri de kesinlikle dikkat çekmemek ve ne olursa olsun kendimize hakim olmaktı. Fakat üçüncü günden okulun ortasında saç baş kavga etmemiz bu kurallara tamamen ters düşmüştü. Tabi sadece saç yolmakla kalmamıştı. Ahh! Berbat ve rezil bir gündü hatırlamak dahi istemiyordum. O günden beri herkes bize mesafeli durmaya başladı. Çok arkadaşımız yoktu. Benim hiç yoktu İdil'in ise konuştuğu fakat fazla yakınlık kurmadığı birkaç kişi vardı.

Sınıfa doğru yürürken kendini okulun kraliçesi sanan Leyla elindeki kahveyle bana doğru gelmeye başladı. İdil'e bakarak bıkkınlıkla bir nefes verdim.

"Of sabah sabah hiç çekilir baş ağrısı değil" İdil sessizce kıkırdadı.

"Ben çok eğleniyorum." Ve... Leyla geldi ve tam önümüzde durdu. Bir süre o iğrenç kendini üstün sanan yüz ifadesiyle baktı ve sırıtmaya başladı.

İdil "Yine ne var Leyla yolumuzun kesilmesinden hoşlanmayız biliyorsun umarım geçerli bir sebebin vardır." dedi tırnağı ile saçıyla oynarken.

Leyla ise hiç bozuntuya vermeden konuşmaya başladı. "kızlar duydum ki dün bir takım olaylar yaşamışsınız. Çok geçmiş olsun. İnanın çok üzüldüm. eğer bir ihtiyac-" derken yüzüne bir tokat geçirdim. Sakin ol. Sakin ol. Sakin ol. Kendime hakim olmalıydım.

Etrafımıza çoktan kalabalık dolmuştu ve herkes yanındakilerle fısıldaşmaya başlamıştı. O kız bunu en başından beri hak etmişti. Diğerlerinin de içinin yağlarının eridiğine emindim.

Şimdi her şey yerine oturmaya başlamıştı. Demek ki Leyla tutmuştu o adamları. Dün yaşadıklarımız kısaca gözümün önünden geçti. Dün okul çıkışı eve giderken niyetleri hiç iyi olmayan önden iki arkadan iki kişi yolumuzu kesmişti.

Ama hesaba katmadıkları bir şey vardı. Önce düşmanını tanımalıydı bir insan. Karşısındakinin kim olduğunu tanımayan bu adamlara kim olduğumuzu gayet iyi göstermiştik.

Tek eliyle kızarmış yanağını tutan Leyla'ya doğru bir adım yaklaştım ve kulağına fısıldadım. Hala şokta gibiydi.

"Bak...! anlaşılan laftan anlamayan birisisin. Dün yaptığın hareket çok şerefsizceydi bunu biliyorsun değil mi!? İstesem seni çoktan bitirmiştim ama inan bana uğraşmaya değecek birisi değilsin. Şimdi herkesin önünde bizden özür dilemeni istiyorum. Özür dile ki bu olay burada kapansın." Gergin çenemi gevşetip eski pozisyonumu aldım.

Etraftakiler kendi aralarında fısıldaşmaya başladı.

Leyla'yı fena bozmuştum bu yüz ifadesinden gayet net anlaşılıyordu. Sanırım kelimelerim ona fazla ağır gelmişti ki bir anlık cesaretle sabahtan beri elinde tutmuş olduğu kahveyi üstüme attı. Leyla'da bunu yaptığına inanamamış gibi korku dolu gözlerini benim koyu kahve gözlerime çıkardı. Ellerini teslim olurmuş gibi biraz yukarı kaldırdı ve bir iki adım geri gitti. Onu az hasarla kurtaracak tek şey kahvenin soğumuş olmasıydı. İdil'le beraber birbirimize baktık ve aynı anda ben sol taraftan o da sağ taraftan Leyla'nın saçını yakaladık. Avcumun içinin sabahtan beri kaşınması bu yüzdenmiş demek ki.

Yeter ama bu kaç oldu cidden artık saymayı bırakmıştım. Hayır anlamıyorum ne varmış yani üstüme kahve döken kızı İdil'le beraber önce saçlarından tutup zoraki bir şekilde sürükleyip okulun makine deposunda sandalyeye bağlayıp ilk önce saçlarını kesip sonra gözünü morarttıysak. Bir saniye sustum. Tamam biraz abartmış olabilirdim ama o kız bunu fazlasıyla hak etmişti. Zaten kahveyi bilerek üstüme dökmüştü. Bu bile onunla kavga etmem için yeterli bir sebepti. Müdür bizi odasına çağırdığında da okuldan atmasın diye rüşvette teklif etmiştim ama kabul etmemişti. Anlamamıştım filmlerde hep işe yarıyordu. Acaba parayı mı az bulmuştu?

İdil'le beraber okuldan çıkmış eve gidiyorduk. "İdil kovulmadığımız kaç lise kaldı." dedim umutsuzca. En fazla bir okulda 1 ay kalabiliyorduk. Bu bizim son yılarda vazgeçilmez hobimiz olmuştu. Her gittiğimiz okulda benzer vakalardan dolayı hep okuldan atılıyorduk. Gerçi ben müdür olsam bende bizi kovardım. Adam yaralamayı geçtim adam öldürmeye kadar gitmiştik çünkü. Acilen kendimize çeki düzen vermeliydik. Ya da ben kendime çeki düzen vermeliydim. Fazla saldırganlığım hep başıma bela açıyordu.

İdil bıkkın bir şekilde cevap verdi "son 1 tane kaldı." off deyip önüme döndüm. İdil'le beraber Otobüsten erken inip biraz yürüyüş yapalım dedik. Sahil kenarında yürürken arkadan birkaç ses geldi. Tamam İstanbul'un bu tarafları pek tekin değildi ama iki gün üst üste aynı olayı yaşamak biraz garipti.

"Şişştt yavrular nereye böyle?"

Hadi ama yine mi? Bıkkınca bir nefes verdim. Arkamı döndüğümde 3 kişinin ellerinde gazeteye sarılı şişeleri gördüm. Zaten uyuşuk uyuşuk konuşmalarından belliydi sarhoş oldukları. İki vursak hemen bayılırlardı. Adamlar bize doğru gelmeye başladılar ve tam önümüzde durdular.

"Küçük bir eğlenceye ne dersiniz?" dedi ortadaki. Cevabımız belliydi.

"Büyük bir zevkle." Adamların gözleri bir anda parladı. Bir tanesi İdil'in kolunu tutunca aynı anda adamlara saldırmaya başladık.

İdil kendisine dokunan adamı döverken bende diğer ikisiyle ilgileniyordum. Elimdeki çantayı direkt birinin kafasına geçirdim. Adamlar sarhoş olabilirdi ama bir türlü pes etmemişlerdi. Ben birine yumruklarımı sıralarken kendimi o kadar kaptırmıştım ki diğerini unutmuştum. İdil'in adımı haykırmasıyla hızla arkamı döndüm. Diğer adam bana bıçak çekmişti. Az önce dövdüğüm adama baktım yerde baygın yatıyordu. İdil'e baktığımda adamın karnını tekmeliyordu. Önümdeki adama döndüm ve yapacağı hareketi bekledim. Birkaç kez bıçağı boşa savurdu. Sonra birden hızla bıçağı karnımın hizasından geçirdi. O sırada İdil diğer adamı bayıltmış buraya doğru koşuyordu. Önümdeki adama baktım o da bu yaptığına şaşırmıştı. Etraftan birkaç kişinin bağırtısı gelince panikle etrafına bakıp koşmaya başladı.

Her şey çok hızlı gelişmişti adamın beni kesmesi İdil'in buraya doğru adamın ise başka yöne doğru koşması. Aslında abartılacak bir şey değildi ama uzun zamandır yaralanmamıştım ve bu çok farklı hissettirmişti. Mazoşist falan değildim ama... değişik işte. İdil hemen yanıma geldi ve yarama bakmaya başladı. Aynı zamanda da ağlıyordu.

"Ağlama... önemli bir şey değil." Abartılacak bir şey de değildi. Yüzüme baktı ve "kalkabilecek misin?" diye sordu. Kafamın salladım. Kolumdan tutarak beni ayağa kaldırdı ve yürümeye başladık. Yoldan geçen taksiyi durdurdu. İdil adama hastaneye gideceğimizi söyleyince hızla başımı ona çevirdim.

"İdil eve gidince sararız her zaman yaptığımız gibi gerek yok hastaneye gitmeye." dedim. Bana inanamıyormuş gibi baktı.

"Saçmalama yaralısın Hazal şimdi susuyorsun ve hastaneye gidiyoruz!" dedi. Tam ağzımı açıp itiraz edecektim ki taksi durdu ve İdil aşağıya inip benim tarafıma geçti.

Hastaneye girer girmez bağırmaya başladı. Ahh! Başlıyorduk.

"Yardım edin! Doktor yok mu ya!? Kardeşim ölüyor!" o sırada bir curcuna koptu. Ben daha ne olduğunu anlayamadan kendimi sedyede buldum. Bir elimden İdil tutmuş diğer tarafımdan doktorlar hızla sedyeyi itiyorlardı. İdil'e hayret eden gözlerle baktım o ise beni takmadan doktorlara olayın nasıl gerçekleştiğini anlatıyordu.

Beni bir odaya almışlardı. Doktor önce pansuman yapıp karnımı uyuşturmuştu. Şimdi ise dikiş atıyordu.

"Yeter artık niye çıkmıyor bu doktor!? Kardeşimi görmek istiyorum. Ya bırakın beni içeri gireceğim!"

İdil'in anırmasını duyuyorum. Biraz abartmıyor muydu küçücük bir sıyrıktı altı üstü? Tamam birazcık derin olabilirdi ama birazcık. Hem bu durumu defalarca yaşamıştık.

Doktorun işi bitince hastaneden çıkıp eve geldik şimdi ise İdil bana çorba içirmeye çalışıyordu. Sadece çalışıyor çünkü içmiyorum. Bu şeye çorba demeye bin şahit isterdi.

Bir haftadır evdeydim. İdil hanım beni dinlendiriyordu evde. Bu bir hafta içinde İdil yeni bir okula gitmiş ama İdil gitmeden önce namımız gitmiş ve müdürde korkup bizi okula almamış. Bu yüzden tek çare İdil'le beraber özel okula gitmekti. Biz de biraz araştırdık ve Özel Kılıç Kolejine yazıldık. Bari adam gibi bir şey olsa. Ve bu bir hafta içinde İdil iki kez yeraltına indi. Aslında tek gitmesine izin vermezdim ama bir şekilde beni kandırıp gitmişti işte.

Patron her gün beni soruyormuş İdil'de durumu anlatmış. Patron bize 2 hafta süre verdi. Bu süre sonunda yeraltına mutlaka inmem lazımdı. Aksi takdirde patrondan korksak iyi olurdu. Adam psikopattı. Yani öyle duymuştuk.

Oturduğum yerde başımı yana koyarak o lanet günü hatırladım. Yeraltına adımımızı attığımız ilk günü.

Yıllardır İdil'le beraber hep dövüş kurslarına giderdik. Hep bir şeylere öfkeliydik. Belki de yetim olduğumuzdan bilmiyorum. Bu kurslar kafa dağıtmaya iyi geliyordu.

Bir gün kurs çıkışı yine bize laf atanlar olmuştu. İstanbul... sen berbat bir şehirsin. Bizde o gün elimize fırsat geçmişken yeni öğrendiğimiz hareketleri uygulayalım diye düşünmüştük. Eğlenceli olacaktı. Ara caddelerin birinde sıradan bir sokak kavgasıydı. Adamlar 4 kişiydi. Dövüşe öyle bir konsantre olmuştum ki işimiz bittiğinde arkamızı dönmemle 40-45 yaşlarında bir adamla burun buruna gelmemiz bir olmuştu. Arkasında 8-10 tane koruma vardı ellerini beline koymuşlar silahlarını belli ediyorlardı. Nasıl fark etmedik anlamıyorum.

Ben ilk başta adam bizi öldürmek istiyor sanmıştım. Çünkü çok kötü bakıyordu hem silahı da vardı ve bunu görmemizi sağlıyordu. Saniyeler içinde düşünmeye başladım bu adam kim ve biz ona ne yaptık? Meğerse işin aslı adam tekniğimizi beğendiğini ve mekanında dövüşe çıkarmak istediğini söyledi. Benim pek içime sinmese de adamın ikna kabiliyeti çok yüksekti İdil'in de ağzından bir kere tamam lafı çıkmıştı. Sonrasında bir iki ortama bakarız dövüşürüz beğenmezsek bırakırız diye düşünmüştük. Ama istediğimiz gibi olmadı. Adam mafya çıkmıştı ve mekanım dediği yer yeraltıymış. Bildiğimiz yerin altında bir yer yani. Her neyse biz bir kaç kez ringe çıktık sonra işin pek sağlam olmadığını anlayınca ayrılmaya karar verdik.

Adam bize artık sizde bu işe bulaştınız gidemezsiniz eğer gidersiniz ikinizi de öldürürüz dedi. Hiç unutmuyorum. O gün korkudan kalbim duracak sanmıştım. Adam psikopattı yapar mı yapardı. Mecburen bir anlaşma yapmak zorunda kaldık. Hafta da bir kez ben bir kez İdil ringe çıkıyordu. Keşke hiç bulaşmasaydık ama olan olmuştu artık. 1 yıldır yeraltına inip çıkıyorduk. Artık orda bizi tanımayan yoktu. Yeraltında ki kimliğimizi gizli tutmamız lazımdı patron öyle istiyordu. Nedenini bilmiyordum ama bu bizim içinde iyiydi. İdil yeraltında pek tanınmaz ama beni herkes tanırdı. Namıdiğer Kafes güzeliydim. Neden böyle bir isim takmışlardı bana hiç bilmiyordum. Kafes dövüşü yapıyordum ama güzel olduğumdan pek emin değildim.

Garajdan gelen sesle İdil'in geldiğini anladım. Yeraltına garajda ki gizli kapaktan iniyorduk. İdil içeri kireç kesilmiş bir yüzle girdi. Yerimde dikleştim ve onu incelemeye başladım.

"Ne oldu ne bu halin? Psikopat bir şey mi yaptı yoksa? İdil konuşsana!"

Cümlenin sonuna doğru bağırmıştım çünkü beni korkutuyordu. Dikkatini bana verdi ve ağzından sadece şu kelimeler çıktı.

"Hazal... trafik kazası değilmiş. Cinayetmiş."

Loading...
0%