Yeni Üyelik
22.
Bölüm

Bölüm 22: Gece

@nickinci

Burnundan al ağzından ver. Burundan al ağzından ver. Daha kaç kez devam edeceğimi bilmediğim bu nefes egzersizini yaparken bir yandan da yastığımı yatağın başlığına dayayıp sırtımı yasladım. Uykuya her daldığımda o adamın yüzünü görüyordum. Ya o beni öldürüyordu ya da ben onu. Sonunda her yer kan olduğunda uykumdan sıçrıyordum. Bu yüzden uzun zamandır baş göstermeyen kalp çarpıntım bu gece beni rahat bırakmıyordu.

 

Kendimi güçlü sanırdım ama bugün gördüm ne kadar güçlü olduğumu. Herkes bir şeyler yapmaya çalışırken ben oturmuş ağlıyordum. ÇÜNKÜ ADAMIN ÖLDÜĞÜNÜ SANIYORDUM! Lanet olsun! Gözlerim tekrar dolarken artık düşünmemeye çalıştım. Olan oldu. Her şey geride kaldı. Ortada ölü bir adam yoktu. Ben katil değildim. Kendimi ne kadar sakinleştirsem de olayın etkisinden bir türlü çıkamıyordum. Bu 1 ay bende derin izler bırakmıştı ve bırakmaya da devam ediyordu. Derin bir nefes alıp telefondan saate baktım. Gece yarısını geçmişti çoktan.

 

Tepeden topladığım nemli saçlarımı açıp ağrıyan başıma masaj yapmaya başladım. Bir işe yaramıyordu ama... Kapım iki kere tıklanınca şaşkınlıkla başımı yasladığım duvardan kaldırdım.

 

"Evet?" Kapı gıcırdayarak açıldı ve yavaşça kapandı. Biraz tedirginlikle ayağa kalkıp gelene baktım.

 

"Savaş? Bir şey mi oldu?" Bu saatte odama gelmesinin nedeni ne olabilirdi ki? Korkmalı mıydım?

 

"Bir şey olmadı. İyi misin diye kontrole geldim... İyi misin?" Bana mı? Çarpıntım hızlanırken saçımı kulağımın arkasına aldım. Modum hemen değişmişti.

 

"Bu saatte mi?" Sanırım akşam ki göndermem yerine ulaşmıştı. Gülsem görmezdi ama yine de gülmemek için kendimi tuttum. Onun için değil kendim için. Şapşallaşma!

 

"Uyuyamazsın diye düşündüm." Gayet sakin sanki kelimelerini özenle seçiyormuş gibiydi ama aynı zamanda her zamanki gibiydi. Bunu nasıl yapıyordu anlamıyorum. Kafamı çok karıştırıyordu.

 

"Uyuyamıyorum."

 

"Düşünme-"

 

"Olmuyor. Bütün kötü düşünceler arka arkaya sıralanıp sıkıştırıyor, azıcık uykuya dalsam hemen sıçrıyorum-" elini omzuma koyup hafifçe sıktı. Beni dostu olarak mı görüyordu acaba?

 

"Sakin ol biraz." Ne kadar kötü ve aptal düşüncelerle boğuşsam da aradan hızla gelip bedenimi sinyale geçiren o düşünce her zamanki gibi bugünde beni yalnız bırakmadı. O eli oradan çeksen olmaz mıydı?

 

"Sa.. sakinim. Şu an sakinim." Kekelemezsem olmazdı tabi... aptal kafam.

 

Bir kaç saniye ikimizde sessiz kaldık. Elini omzumdan çekip cebine koydu. Gider miydi ki?

 

"O zaman-"

 

"Gitmesen?" Ahh hayır! Ne yapıyorum ben. Yanlış anlayacak şimdi. Boğazımı temizleyip konuşmaya başladım aynı zamanda arkamı dönüp yatağa doğru yürüdüm.

 

"Yani başka bir işin yoksa ve kalmak istersen diye söylüyorum. Belki senin de kafa dağıtmaya ihtiyacın vardır?" Yatağın kenarına oturup sırtımı başlığa dayadım ve yorganı bacaklarıma kadar çektim. Konuşmadığına göre şaşırmıştı. Aynısı bana yapılsa bende şaşırırdım. Soğuk ellerimi alev içinde kalan yanaklarıma ve boynuma bastırdım. Neyse ki bu hareketlerimi ve kendime şaşırdığım için pörtleyen gözlerimi görmüyordu.

 

"Tabi istersen... zorlama yok. Eğer gidersen kapıyı tam kapatmayı unutma sonra cereyan yapıyor." Gittikçe saçmalıyordum. Susup odadan gitmesini bekledim. Ve gidiyordu. Tam göremiyordum ama kapının kapanma sesini duydum. Ben bir gerizekalıydım.

 

"Kalsam iyi olacak gibi." Gözlerim kocaman açılırken elim başucumda ki abajure gitti. Sarı ışık odayı tamamen aydınltmasa da onu seçecek kadar görebiliyordum. Yatağın etrafını dolaştı ve diğer kenarına oturdu. Gider sanıyordum.

 

"Neden şaşkın şaşkın bakıyorsun gitme demedin mi?" Her gitme dediğimde kalır mıydı acaba? Kendime gelip önüme döndüm.

 

"Sandım ki..." cümlemi toparlayamıyordum. Gerçek düşüncelerimi nasıl aktarabilirdim bilmiyordum.

 

"Bu halde olduğunu bildiğim halde yine de gidip yatar uyur muydum?" Yavaşça başımı salladım.

 

"Benim yerimde olsaydın gider miydin?"

 

"Gitmezdim." Derin bir nefes alıp arkama yaslandım.

 

"Konuşmak... Başka konulardan konuşmak iyi gelir diye düşündüm."

 

"Sen ne istersen ondan konuşalım."

 

"Ne istersem mi?"

 

"Ne istersen." Hmm. Biraz düşündüm ama aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Tek bir şey hariç. Ama ona nasıl söylerdim o anlatır mıydı hiç bilmiyorum.

 

"Aslında şöyle yapsak... sen bana hakkımda merak ettiğin bir şey sor bende sana sorayım?"

 

Biraz düşündü. Soracağı şeyi mi düşünüyordu yoksa teklifimi kabul etmeyi mi?

 

"Ee ne diyorsun?"

 

"Pek emin değilim-"

 

"Neden? Merak ettiğin bir şey yok mu?" Hevesle ona doğru dönüp bağdaş kurdum.

 

"Hakkında öğrenmeyi istediğim ne kadar çok şey var tahmin bile edemezsin-" Sanki bu söylememesi gereken bir şey gibi birden sustu. Demek o da beni merak ediyordu. Bu sefer gülümsememi saklamadım. Bu sefer... gözlerini kaçıran ben değildim.

 

"Sor o zaman." Dudaklarını birbirine bastırıp yavaşça başını salladı. Biraz düşündü dudaklarının ucunda bir şey vardı ama... söylemeye çekiniyor gibiydi.

 

"O söyleyemediğin ne ise onu sor." Gözlerime baktı ve derin bir nefes aldı. Bu kadar zor ne olabilirdi ki.

 

"Bir keresinde laf arasında demiştin ki... dedin ki... Başka bir şey soracağım." Heyecanla uzanıp elini tuttum. Neden böyle bir şey yaptım en ufak bir fikrim yoktu.

 

"Hayır lütfen! Onu sor hadi?"

 

"Cevabı muhtemelen seni üzer."

 

"Sormadan bilemezsin."

 

"Peki..." eski yerime geri geldim.

 

"Bir keresinde yetimhaneden kaçtığını söylemiştin. Neden? Nasıl? Sonrası?" Gülerek başımı sallamama şaşırmış gibiydi. Merakla bana dönüp benim gibi bağdaş kurdu.

 

"Sana hayatımın en güzel günü diyebilirim. Yeni hayatımın başlangıcıydı." O günleri tekrar hatırlamak beni üzmezdi. O gün ki cesaretimden hep gurur duyardım.

 

"6 yaşımdaydım. Kaldığım yetimhane küçük bir yerdi. Çok az çocuk 2 öğretmen ve birde müdür vardı. O zamanlar küçücük bir şeydim. Cılız, kısa boylu." Gülerek yüzümü buruşturdum. Şimdi ki halime göre beni o halde düşünmek ona da komik gelmişti.

 

"Hepsinden nefret ediyordum. Abartısız söylüyorum bütün çocuklardan bütün çalışanlardan. Hepsinden."

 

"Neden?"

 

"Yemekler çoğu zaman tatsız tuzsuz olurdu bende iki lokma yer kalkardım. Çoğu gecemi aç geçirirdim. Öğretmenlerden az yemek dediğim için sürekli azar işitirdim. Az yediğim içinde hep zayıf ve kısa boyluydum. Bu yüzden de çocuklar benimle hep dalga geçerdi. Onlar benimle uğraştıkça sinirlenir onlara saldırırdım. Sonra yine azar işitir ceza alırdım. Hayatım sürekli bu döngü içindeydi."

 

"Küçükken de çabuk sinirlenirdin yani." Gülerek tek omzumu yukarı kaldırıp indirdim. Sanırım değişmeyen tek şey sinirimdi.

 

"Tesadüf ki yetimhanede 20 çocuk varsa bunların 7-8 tanesi aynı ayda doğmuştu. Buna bende dahildim. Yetimhanenin çok parası yoktu sanırım herkesin doğum günü kutlanmazdı. Bizi sıraya dizdiler normalde o ay kim daha akıllı durduysa onun doğduğu gün pasta kesilir ama mumlar hep beraber üflenirdi. O gün öyle olmadı." Merakla gözlerimin içine bakıyordu. Bunu onunla paylaşmak hoşuma gitmişti.

 

"Sırayla başarı puanlarımız açıklanmaya başladı. Benden birkaç yaş büyük bir çocuk vardı. Emre hıh! En çokta ondan nefret ederdim. Bizden büyük olduğu için çocuklar genelde onun sözünü dinlerdi. Onun yüzünden hep dışlanıyordum." O aptal çocuğun suratını hala unutmamıştım. Çoğu cezama hep o sebep oluyordu.

 

"Emre... şerefsiz Emre. O yaşta bu kelimeyi nereden öğrendiysem..." Gülerek başımı iki yana salladım.

 

"Genelde yüksek puanı hep Emre alırdı. Puanlar açıklandı yine Emre en yüksek puanı almıştı ama öğretmenler onu seçmedi."

 

"Kimi seçtiler?"

 

"Beni. Puanım -4'tü. Yine de beni seçtiler. Hatta öğretmenin dediği o cümleyi hiç unutmuyorum. 'Senden bugün bize bir söz vermeni istiyoruz. Artık yemekten kaçmak yok. Arkadaşlarına saldırmak yok. Eğer söz verirsen senin doğum gününde pasta keseriz. Söz mü?' Hemen söz verdim. Çünkü bu özel bir şeydi. İlk defa benim doğum günümde pasta kesilecekti. Doğum günüme kadar önüme ne yemek koydularsa hepsini yedim. Yine dışlandım ama kimseye saldırmadım. Eşyalarımı kaybetmedim. Ne istedilerse yaptım. Heyecanla o günü bekledim. Ve sonunda geldiğinde erkenden kalkıp en güzel kıyafetimi giydim. Eteğimin altına kedili çorabımı giydim. En sevdiğim çorabımdı. Çoğu zaman giymeye kıyamazdım. Biliyor musun o çorabı hala saklıyorum. Odamda dolabımda ki kutuda duruyor. Hala en sevdiğim çorabım o." Bakışlarını kaçırdı. Ne düşünüyordu acaba.

 

"Neyse gereksiz uzattım-"

 

"Böyle devam et. Lütfen." Hafifçe başımı salladım.

 

"Sonra ne oldu?"

 

"Sonra... o kadar erken uyanmıştım ki kahvaltı saatine kadar yatakta bekledim. Saatler sonra herkes uyanmış hep beraber kahvaltıya inmiştik. Sürekli öğretmenlere ne zaman pasta keseceğimizi sorup duruyordum. O kadar heyecanlıydım ki... Herkes dışarı oyun oynamaya çıktığında müdür de bizimle bahçeye çıkmıştı. O gün müdür bir değişikti. Sürekli peşinde dolaşıp duruyordum. Sonra bir ara arkaya bahçeye doğru yürüdü. Bizim oraya gitmemiz yasaktı bunu biliyordum ama yine de onu takip ettim. Uzaktan ne yaptığına baktım ama arkası dönüktü biraz daha yaklaştım ama aynı zamanda kızar diye de korkuyordum. Sonra bastığım kuru yaprak çıtırdayınca panikle arkasını döndü. Elinde sigara vardı. Burada içilmesi yasaktı. Beni görünce elindekini duvarın arka tarafına fırlatıp üstüme doğru yürüdü. 'Senin burada ne işin var!?' Dedi. Korkudan arkamı dönüp kaçacaktım ama ayaklarım birbirine dolanınca dizlerimin üzerine düştüm. Çorabım orada yırtılmıştı. O kadar üzülmüştüm ki korkudan değil üzüntüden ağlamaya başlamıştım. O sırada müdür yanıma gelip beni ayağa kaldırdı bir yandan da beni tembihliyordu. 'Sakın kimseye bir şey söyleme yoksa arka bahçeye geldiğin için ceza alırsın ve sana pasta kesmeyiz!' O anda tabi ikinci darbemi almıştım. Pasta kesmeyi çok istiyordum o yüzden gözyaşlarımı silip dediklerini yaptım. Hiçbir şey yokmuş gibi ön bahçeye gidip her zaman oturduğum taşın üzerine oturdum. İçimden çorabımın yasını tutuyordum."

 

"Şerefsiz müdür." Başımı sallayıp onu tekrar ettim.

 

"Şerefsiz müdür."

 

"Sonra... bahçe kapısı açıldı ve içeriye elinde kocaman kutu olan bir adam girdi. Sonunda pastam gelmişti. Hemen bir kalabalık oluştu daha nasıl tutulacağını bilmediğim kocaman bıçağı elime tutuşturdular ve kes dediler. Daha bıçağın ucu pastaya dokunur dokunmaz bir alkış koptu ve elimden bıçağı alıp pastayla beraber içeriye götürdüler. 10 saniyelik bir mutluluktu. Sonra bahçe kapısı tekrar açıldı ve içeriye bir aile girdi. Benim yaşlarımda küçük bir kız çocuğu vardı. Dikkatimi çeken ilk şey çiçek desenli çorabı oldu." Yorganı iyice bacaklarıma çekip ellerimi ovuşturdum.

 

"O gün evlat edinmeye gelmişler. O kadar mutluydum ki kesin beni seçecekler diyordum. Hem o gün benim doğum günümdü hem de benimde desenli çoraplarım vardı. İçimden yırtık ama olsun diyordum. O kadar emindim ki... ama Emre'yi seçtiler. Bende gidip hayal kırıklığımla her zaman ki taşın üzerine oturdum. Sonra o kız geldi yanıma. Çoraplarımı beğenmiş. Ona çoraplarını nereden aldığını sordum. Aynen şöyle dedi: 'Marketteeen. Gidiyorsun beğeniyorsun onu almak istediğini söylüyorsun ve alıyorsun.' dedi."

 

"Düşündüğüm şeyi mi yaptın?" Yavaşça başımı salladım.

 

"Bir çorap için kaçtım ben."

 

"Nasıl?" Şaşkındı.

 

"O akşam yemek saati herkes yemekhanedeyken gizlice dışarı çıktım. Bahçe kapısı kilitliydi ama bu beni durdurmadı. Kararlıydım. Gidip renkli çoraplar alacaktım. Kapıya tırmanmaya başladım karşı tarafa geçtiğimde kapıya tutunamayıp yere düştüm. Çorabım iyice yırtıldı ve çamura bulaştı. Hatta bak..." bacağımı açıp diz kapağımdaki yara izini gösterdim. Cebinden telefonunu çıkarıp ışığını bacağıma tuttu.

 

"Düşünce cam battı. İzi hala duruyor." İşaret parmağını üzerinde gezdirip çok değişik bir şeymiş gibi inceledi.

 

"Bende de aynı yerde iz var biliyor musun?" Heyecanla ona baktım.

 

"Senide mi cam kesti." Başını hafif yana eğip gözlerini kıstı.

 

"Benim ki daha çok... senin hoşlanmayacağın bir şekilde oldu." derin bir nefes alıp bacağımı önünden çektim ve yorganı üzerine örttüm.

 

"Kurşun izi değil mi?" Başımı iki yana sallayıp saçlarımı kulak arkası yaptım.

 

"Devam ediyorum. Sonuç olarak yetimhaneden kaçmıştım."

 

"Sonra ne yaptın?"

 

"Markete gittim hemen ama orada renkli çoraplar yoktu. Büyük hayal kırıklığına uğramıştım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Dışarıda yağmur da başlamıştı geri nasıl döneceğimi de bilmiyordum. Sonra yanıma market çalışanı geldi. Çorap istediğimi söyleyince bana karşıdaki markete gitmemi söyledi. Hava kararmak üzereydi koşarak karşı markete girdim. Girdiğim anda gördüğüm ilk şey yüzlerce renkli renkli farklı desenli çoraplar oldu. Cennete düşmüş gibiydim. Hangi tarafa koşacağımı bilmiyordum. Bir sağa gidiyor oradan çorap alıyor bir sola gidip oradan çorap alıyordum. Sonunda nefes nefese durdum. Kucağımda bir sürü çorap vardı. Sonra yanıma bir kadın geldi. Biraz sinirli duruyordu. Ellerini beline koymuş kaşları çatık tepeden bana bakıyordu. Dedim ki ona 'Ben bunları beğendim bunları alıyorum.' İlk önce güldü. Baştan aşağı süzdü beni. Arkamı dönüp tam çıkacaktım ki omzumdan tutup beni kendisine öyle bir döndürdü ki... elimde ki çoraplar etrafa saçıldı. Bana 'senin yerin burası değil! Şuna bak ya anaları doğurup doğurup dışarı atıyor.' Bir yandan konuşuyor bir yandan da beni kapıya sürüklüyordu. Yırtık ve çamurlu çoraplar dağınık saçlar... sanırım beni dilenci gibi bir şey sanmıştı. O zamanlar ne demek istediğini anlamamıştım büyüdükçe kavradım. Ama biliyor musun ben dışarda kimsesiz gördüğüm çocuklara öyle davranmıyorum. Onların ellerinden tutuyorum, yardım ediyorum." İstemsizce gözümden birkaç damla yaş aktı. Ortamın havası birden değişmişti. O başını başka yöne çevirdi ben başka yöne. Keşke burayı es geçseydim dedim içimden.

 

"O zaman şerefsiz kadın diyelim." Yanağımı avcumun içiyle silip tebessümle ona baktım.

 

"Şerefsiz kadın." Bir iki saniye soluklanıp devam ettim.

 

"Dükkandan çıkınca karşımda yağmurun altında İdil'i gördüm. Beni takip etmiş inanabiliyor musun? 4 yaşındaydı yaşıtlarına göre biraz daha yapılıydı ama sadece 4 yaşındaydı. Hala o kiloyla bahçe kapısını nasıl tırmandı nasıl atladı bilmiyorum ama oradaydı. Elini tuttum. Ne yapacağım hakkında en ufak fikrim yoktu. Gidecek bir yerimiz yoktu... bir parka gittik çok büyük bir parktı biraz parkta oynadık ama hiç konuşmadık sonra bir banka oturduk başını dizlerime koydu bacağım acıdı ama hiç sesimi çıkarmadım. Üşüyerek o geceyi orada geçirdik sabah kalktığımızda ise yeni ailemiz karşımızda dikiliyordu. 12 Eylül o gün yeni hayatımın ilk günüydü." Derin bir nefes alıp avuçlarımı öylesine yukarı kaldırdım.

 

"Bitti. Nasıl buldun?"

 

"Hayatımda duyduğum en güzel başarı hikâyesi desem."

 

"Ama çorap almayı başaramadım ki."

 

"Ama abla olmayı başardın. Küçük bir çocuk için abi ne demektir bilirim. Eğer sırtını yaslayacak bir abin varsa dünyada başka hiçbir şeye ihtiyacın yoktur. Eminim İdil de sen ona ablalık yapınca böyle hissetmiştir." Dediklerini nefesimi tutup dinledim. Gerçekten de öyle mi hissetmiştir? Bende bir abim ya da ablam olsun istedim. Şu an istediğim tek şey beklide sırtımı dayayacak birisiydi.

 

"Sence ben iyi bir abla mıyım?"

 

"Eğer kardeşini koruyorsan onun için her şeyi yapmayı göze alıyorsan... onun için ölmeyi bile göze alıyorsan sen iyi bir ablasın demektir."

 

"Senin abin iyi bir abi mi?" Yavaşça başını salladı.

 

"Çok iyi bir abiydi." Abiydi? Bir şey mi olmuştu ona?

 

"Hikayeni çok iyi anladım ama sen İdil'den büyüksen şimdi nasıl aynı yaştasınız?" Güldüm. Hikayemi bilen sınırlı sayıdaki kişilerin sorduğu ilk soru buydu.

 

"Ben aslında 19 yaşındayım. Ama annemle babam bizi evlat edinince doğum yıllarımızı aynı yazdırdılar. Çünkü okula başladığımızda bu durum yani evlatlık olma durumu belki arkadaşlarımız tarafından değişik karşılanabilirmiş. Birbirimize destek olmamızı istediler. Ve gerçekten de öyle oldu genelde kimseye söylemeyiz ama öğrenildiği zaman insanlar bize değişik bakıyor. Ve bize öğretildiği gibi biz hep birbirimize destek oluyoruz." Biraz soluklandım ama aklıma gelen soru ile tekrar heyecanla konuşmaya başladım.

 

"Hatırlarsan bende sana benzer bir soru sormuştum yaşınla ilgili?" Gülerek başını salladı.

 

"Hatırladım. Aslında lisede okumuyorum göstermelik bir süre gidip geliyordum. 20 yaşındayım bu yıl üniversiteyi dondurdum." Şaşkınlıkla başımı öne eğdim. Üniversite mi? Aslında şaşırılacak bir şey yoktu. Üniversiteli olması gayet normaldi.

 

"Demek üniversite... hangi-"

 

"Tıp" ağzım açık az daha yere değecekti. Tıp mı? Yuhh. Türkiye'de kaçıncı olmuştu acaba. Vay be.

 

"Her konuda babanın izinden gider misin?" Alayla gülerek kollarını önünde bağladı.

 

"Her neyse asıl sorum bunlar değildi biliyorsun değil mi?"

 

"Sor bakalım."

 

"Soracağım ama... çok özel bir soru olabilir o yüzden istersen başka soruda sorabilirim?"

 

"Hazal sor!" Peki...

 

Oturduğum yerden kayıp biraz daha ona yaklaştım ve derin bir nefes aldım.

 

"Bekliyorum hadi."

 

"O zaman... sen... ilk..."

 

"Sürekli böyle mi konuşacaksın?" Gözlerimi kapatıp tek seferde sordum.

 

"Sen ilk defa birini öldürdüğünde nasıl hissettin? Yani nasıl oldu? Yani... o an sen..."

 

"Anladım ne demek istediğini." Gözlerim hala kapalıydı. Haddimi aşmış gibi hissediyordum.

 

"Bunu soracağını tahmin etmiştim." Sesi gayet sakindi. Tek gözümü açtım. Yüzü biraz düşmüştü aslında.

 

"Gerçekten mi?" Başını salladı. Biraz rahatlayarak oturduğum yerde dikleştim.

 

"Senin başarı hikayenden sonra benim hayatım nasıl boka sardı öğrenmek üzeresin. Son kararın mı?" Merkala başımı salladım.

 

"Pek hoş bir hikaye değil-"

 

"Yani birisi ölmüş sonuçta nasıl hoş olsun-" ne dediğimin farkına varınca kendi kendime lanet ettim. Böyle bir şey pat diye söylenir miydi!

 

"Öyle demek istemedim..."

 

"Biliyorum. Eğer yarıda kesersem-"

 

"Israr etmem." Sorduğum soru zordu biliyorum.

 

"Bir akşam ailecek salonda akşam yemeği yiyorduk. Annem, babam, ben... abim." Biraz durup yutkundu.

 

"O gün abimin doğum gününü kutluyorduk. Herkes mutluydu... her zaman ki gibi. Annem günler sonra kız kardeşimi uyutmuş bizimle masaya oturabilmişti." Kız kardeş... demek kardeşi vardı.

 

"O güne özel abimin en sevdiği yemekler yapılmıştı. Abimin tatlıyla pek arası yoktu benim için o gün çikolatalı pasta istemişti. Ben seviyorum diye. Abim pastayı üflerken içeriden bir çığlık geldi-" elim ağzıma gitti.

 

"Kimin çığlığı!?" Sanırım merakıma gülüyordu.

 

"Kahyanın. Onun çığlığından sonra herkes ayaklandı ama daha ben masadan kalkamadan içeriye bir sürü adam girdi. O an korkuyla ne yapacağımı bilemeyip masanın altına girmiştim. Kimse beni görmemişti. Bende kimseyi görmüyordum sadece ne konuştuklarını duyuyordum. Adamın biri ileri geri konuşuyordu annem araya giriyordu babam arada konuşuyordu olayı bir türlü anlayamıyordum. Başımı hafifçe masa örtüsünden dışarı çıkardım. O konuşan adam annemi kolundan sürüklüyordu. Sonra araya babam ve abim girdi silahlar çekildi. Onlar sayıca çok fazla olduğundan babamı ve abimi yakalamışlardı. İkisini de diz çöktürdüler. Ellerini arkadan bağladılar. Adamın biri babamın silahını belinden alıp uzağa fırlattı. Tam benim önüme. Olacakları izlemeye başladım. Korkuyordum ne yapacağımı bilmiyordum. Annem ağlıyordu babamla abim hiçbir şey yapamıyordu. Ben bir şey yapmalıyım diye düşündüm. Silahı elime aldım. Onları korkutursam giderler diye düşündüm. Babam ve abim masanın yanında yerde oturuyorlardı. Onların arkasından çıktım masadan. Ayağa kalkıp silahı, annemi tutan adama doğrulttum. Kimse beni görmüyordu. Anneme baktım adam elindeki silahla sürekli annemin kafasını ittiriyor konuşmasını istiyordu." Bir anda nefesim kesildi. Ne yaşamıştı öyle.

 

"Annemi daha önce ağlarken görmemiştim. O an onun yerinde olmak istedim. O ağlamasın istedim. Adama baktım sanki bundan keyif alıyor gibiydi. 'Bırak annemi!' diye bağırdım. O kadar kararlıydım ki. Tek gözümü kapatıp adamı nişan aldım. 'Bırak dedim sana! Yoksa seni öldürürüm.' Güldü biliyor musun? Yapabileceğimi düşünmüyordu. Ama ateş ettim. İki kere göğüsüne ateş ettim. Sonra..." yutkunamadı. Sonrasında bir şey vardı. Kalbim deli gibi atarken söyleyeceklerini bekledim.

 

"Sonra adam geriye doğru devrilirken elindeki silahı bana doğrulttu ve ateş etti."

 

"Hih!" Refleks olarak yine elini tuttum.

 

"Yaralandın mı?" Başını iki yana salladı.

 

"Abim önüme geçti. O gün orada abimi kaybettim." Gözlerim akmaya hazır yaşlarla dolarken istemsizce tuttuğum elini sıktım. Bu nasıl bir hikayeydi. Bu nasıl bir acı... tüm bunlara şahit olmak... kendini suçlu hissediyor olmalıydı.

 

"Savaş ben... çok üzgünüm." Kendimi tutamadım ve gözyaşlarım birden boncuk gibi yanağımdan kayıp gitmeye başladı. Abisi ölmüştü. Ve o... boğazım düğüm düğüm olmuştu. Teselli edecek birkaç şey söylemek istedim ama yapamadım.

 

"Aslında o gün iki kişi öldürdüm. O gün ben 9 yaşındaydım bugün abimin öldüğü yaştayım." Bu yaşadığı çok ağır bir olaydı.

 

Derin bir nefes alıp iyice yanına yaklaştım ve ona sıkıca sarıldım.

 

"Abini sen öldürmedin." Başını okşayıp saçlarına küçük bir öpücük kondurdum. "Senin yüzünden değil." Kollarını sırtımda hissettiğimde daha sıkı sarıldım. Bence buna ihtiyacı vardı.

 

"Özür dilerim. Sana bunu sormamalıydım."

 

"Bence bir gün sana anlatacaktım." Ağlamama hafif bir tebessüm eklendi. Bazen kendimi özel hissettiriyordu.

 

"Anlatır mıydın gerçekten?" Ondan ayrılıp yanına oturdum. Gözlerimi hiçbir şekilde gözlerinden ayırmıyordum.

 

"Ağlamayacağının sözünü verirsen anlatırdım." Yüzümü avuçlayıp gülerek yanaklarımı sildi.

 

"Anlatacağın herkesten bu sözü alıyor musun?"

 

"Kimseye anlatmadım. Ailem dışında bir tek sen biliyorsun." Şaşkınlıkla dudaklarım hafifçe aralandı.

 

"Doruk ve Bora'ya bile mi?"

 

"Onlara bile." En yakınına anlatamadığını bir tek bana anlatmıştı. Bu iyi bir şey olabilirdi ama aklım hala abisindeydi.

 

Sırtımı onun gibi yatağın başlığına dayayıp konuşmadan bekledim. Kendini abisinin ölümünden suçlu hissetmemesi gerekiyordu. O annesini korumak istemişti. Böyle olacağını bilemezdi.

 

"Ne düşündüğünü tahmin edebiliyorum."

 

"Abimi öldürdüm dedin... deme. Onu sen öldürmedin. Senin suçun değil." Başımı omzuna yasladım.

 

"Sen anneni korumak isteyen küçük bir çocuktun. Hiçbiri senin suçun değil."

 

"Ama abim-"

 

"Eğer abinle rolleri değişmiş olsaydınız. Sen onun için kurşunun önüne atlar mıydın?"

 

"Hiç düşünmeden atlardım."

 

"Peki abin kendini bu sebepten suçlu hissetseydi." Derin bir nefes aldı. Gözlerimi kapatıp cevabını bekledim. Uzun bir süre cevap vermedi. Hatta o kadar zaman geçmişti ki uykum gelmiş uyumamak için son direnişlerimi veriyordum. Ama o konuşmuyordu. Bence ne demek istediğimi çok iyi anlamıştı.

 

Daha fazla ne konuşmaya ne de düşünmeye mecalim kalmıştı. Tek istediğim burada bu şekilde uyumaktı. Gitmesini istemiyordum ama bir ara gidecekti biliyorum.

 

"Özür dilerim..." son kelimelerimi mırıldanırken elim kolundan kayıp yatağa düştü. Bu özürüm hem bugün yaşadıklarımız için hem de ona bunu hatırlattığım içindi. O iyi biriydi ama bunun farkında değildi. Bir şeyler için kendini suçlamaya hazırdı. Böyle olmamalıydı bunu kendine yapmamalıydı. Bu gece aldığım kararımda kesindim. Onu bu suçluluk duygusundan kurtaracaktım.

Loading...
0%