@nickinci
|
Şiddetli bir baş ağrısı ile gözlerimi kırpıştırarak açtım. İlk başta nerede olduğumu idrak edemesem de son yaşananlar her ayrıntısına kadar gözlerimin önünden geçti. Başımı hızlıca iki yana sallayıp o görüntülerden, zihnimde yankılanan seslerden kurtulmak istedim. Kalbim acıyordu... Yıllar sonra gerçek ailemden izlere rastlamak canımı acıtıyordu. Benim babam vardı... Beni öldürmek isteyen bir baba... Bu... ne kadar doğru olabilirdi ki? Kim evladını öldürmek ister ki? Neden? Neyin doğru neyin yanlış olduğu nereden bilecektim?
Tüm bunlar şaka gibiydi. Her şeyin bu kadar kısa sürede gelişmesi. Şimdi ne yapacaktım ben? Kime güvenecektim?
Soluma baktım. Sana güvenebilir miydim? Gözleri kapalıyken o kadar... o kadar güzeldi ki. Gözleri açıkken de güzledi tabi. Ama bu şekildeyken ne o sert bakışlardan ne de kaşları çatık sinirli bakışlardan eser vardı. Sadece... o.
Bu öğrendiklerimi o biliyor muydu peki? Bu zamana kadar benden saklamış mıydı? Belki de bilmiyordur. Bilseydi söylerdi. Söyler miydi? Ne düşüneceğim bilmiyordum. Elimi başımı ovalamak için kaldırmak istediğimde ilk başta yorgunluktan yapmadım sandım ama sonradan elimi tutan elini hissettim. Hafifçe gülerken kalbim tekledi. Bence benden bir şey saklamazdı. Bilseydi eminim anlatırdı.
Derin bir nefes alıp ona doğru döndüm. Merak ediyordum. Ona karşı merakım birden başlamıştı. Ansızın... bu biraz korkunç bir merak gibiydi. Onu tanımak, tanıdıkça bağlanmak... Her şeyini her anını bilmek istiyordum. Ne düşündüğünü bilmek istiyordum. Her şey ansızın oldu... ansızın başlayan hoşlantım ansızın dönüşüverdi... Aşka.
Gözlerim kocaman açılırken önüme dönüp elimi hemen ondan çektim. Aşk mı dedim ben az önce? Yok yok dememişimdir. Dilim sürtmüştür kesin. Kalbim deli gibi atarken bu ihtimale ihtimal vermemeye çalıştım. Bu mümkün olamazdı ki... 1 ayın içinde birine aşık olmak. Ben aşkı nereden bilecektim hem... Aşk yok! Hele Savaş'a karşı asla!
"Uyanmışsın." Gözlerim hala kocaman açıkken tavana bakıyordum. Bazen istemsizce sesli düşünebiliyordum. Ağzımdan bir şey kaçırmış mıydım acaba?
"Yeni uyandım." Gözlerimi odada gezdirdim. Hastane odasında olduğumuzu ve elime bağlı serumu yeni fark etmiştim.
"Nasıl hissediyorsun?" Meraklı gözlerle biraz yaklaştı. Hafifçe güldüm. Benim için endişelenmişti... ŞAPŞALLAŞMA!
"İ-iyiyim." Kekeleyince boğazımı temizleyip önüme döndüm. kendime gelmeliydim. Az önce düşündüklerimi unutup âna odaklanmalıyım. Kendimde kalmalıyım!
"Ne oldu bana?" Elimi ağrıyan başıma götürüp hafifçe ovuşturdum.
"Hatırlamıyor musun?" Konuşulanları hatırlıyordum ama sonrası... bayılmış mıydım?
"Hatırlıyorum. Mutfaktaydım-"
"Ne söyledi sana?" Kaşlarımı hafifçe çatıp yavaşça kalktım ve oturur vaziyete geldim.
"Kim?" Soracağını biliyordum ama bu konuyu konuşmak istemiyordum. En azından şimdi değil.
"Babam." Başımı öne eğip biraz bekledim. Bir şeyleri hatırlamaya çalışıyormuş gibi rol yapıyordum.
"Babanla konuşmadık..."
"Hazal... yapma!" Saçımı kulağımın arkasına aldım.
"Ne yapmayım?" Derin bir nefes alıp elini saçlarının arasından geçirdi.
"Yalan söylüyorsun?" Gözlerimi kapattım başımı yukarı kaldırdım. Bu şey... Nasıl söylenir ki?
"Savaş... ben..." ona baktım. Söyleyemem...
"Kuruntu yapıyorsun sana bir şey olmadığını söylemiştim." Sinirlendiği zaman dişlerini sıkıyordu ve çenesi şu an bayağı bir... sıkıydı.
"Bana güvenmiyor musun?" Ne? Şaşkınlıkla ona döndüm. Nasıl böyle bir şey düşünebilirdi? Ona güvenmesem yanında ne işim vardı.
"Güveniyorum tabii ki de Savaş! Bununla bir alakası yok."
"Ne o zaman!?" Derin bir nefes alıp serumun iğnesini hızlıca çekip ayağa kalktım.
"Onun bitmesi gerekiyordu."
"Biliyorum... ama sevmiyorum."
"Senin sevip sevmemen önemli değil! Bir kez olsun kendini önemsesene!" Off! Çok sinirliydi. Onunla kavga etmek istemiyordum.
"Gel buraya takacağım."
"İstemi-"
"Gel!" Yüz ifadesine sadece birkaç saniye bakabildim. Onu ilk defa bu kadar sinirli görüyordum.
Yanına gidip yavaşça yatağa oturdum. Bir yandan iğneyi takarken bir yandan da cevap bekliyordu. Anlatsa mıydım acaba?
Eli sıcacık ve yumuşacıktı. İğneyi takarken o kadar nazik davranıyordu ki... gözlerimi kapatıp birkaç saniye bekledim. Bundan bile etkileniyordum. Serumu taktıktan sonra yüzüme baktı. Benden bir cevap bekliyordu. Tek omzumu kaldırıp indirdim. Bir şey diyemedim. Elimi bırakıp kapıyı çarparak odadan çıktı.
Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Ağlamak yok. Ağlamak yok. Uzun zamandır düşündüğüm planımı artık uygulamalıydım. Bunu ona nasıl açıklarım bilmiyorum ama bir şekilde yapmalıydım. Ondan tamamen ayrılıp kendime yeni bir yol çizmeliyim. Onlardan uzak mümkün olduğunca kızlardan da uzak bir yol bulup bu işi kendi başıma halletmeliydim. Daha fazla başkalarının kanatları altında saklanıp onların canını tehlikeye atamazdım. Benim yüzümden arkadaşlarımın başına en ufak bir şey gelse bunu kaldıramazdım ki bu başımda ki bela küçümsenecek bir bela değildi. Kimsenin canı yanmadan kurtulmalıydım.
Aradan geçen dakikalar sonunda serumum çoktan bitmiş ve Savaş sonunda odaya gelmişti.
"Serum bitti." Yaklaşıp iğneyi yavaşça çıkardı.
"Neredeydin?" Askıda duran montumu alıp kucağıma koydu. Benimle konuşmuyordu...
"Seninle konuşmam gerekiyor." Beni duymuyormuş gibi kendi montunu da askıdan alıp giydi. Kapıya doğru yürüyüp tam çıkacağı sırada onu durduracak cümleyi kurdum.
"Gidiyorum." Eli kapının kulbunda bir süre asılı kaldı. Sakince aralık kapıyı kapatıp yavaşça arkasını döndü ve başını hafif yana yatırdı.
"Ne demek gidiyorum?"
⚫
Zifiri karanlık yolda ilerlerken yolda kimsenin olmaması biraz ürkütmüştü. Sakince eve varmayı beklerken gözümü yoldan ayırmıyordum. Ona bakmak istedim ama cesaretim yoktu. Direksiyonu tutuşundan konuşmamam gerektiğini anlıyordum. Elinin üzerindeki damarlar şaha kalkmış gibiydi. Ne o konuşuyordu ne ben. Radyo bile açık değildi. Duyulan tek şey ikimizin de derin nefes alışverişleriydi. Can sıkıntısıyla emniyet kemerinin kenarını eşeleyip fırtına öncesi sessizliğin hiç bitmemesini umdum. Korkuyordum. Gitmemi istemiyordu ve ben... bu süreçte birbirimizin kalbini kırmaktan korkuyordum. Onu incitmek istemiyordum ama o da beni incitmesin istiyordum. Sessiz sakince ayrılabilirdik bence. Ya da abartıyor muydum onun bana karşı olan tavırlarını. Belki de biraz gitmek için ısrar ettikten sonra beni bırakacaktı.
Onu özler miydim? Başta biraz zorlanabilirdim sonuçta son 1 ayımız hep bir geçmişti hele son 1 hafta aynı evin içinde sürekli birbirimizi görerek, konuşarak... Birde omzunda uyumuştum... tam 5 saat... derin bir nefes alıp camdan dışarıya bakmaya devam ettim. Zorlanacaktım ama zamanla alışacaktım da. Hem zaten boş durmayacaktım ki aklım sürekli meşgul olacaktı unuturdum bence.
Arabanın ani firen yapmasıyla biraz öne doğru gidip kendimi hızlıca geriye çektim ve arkama yaslandım. Sanırım fırtına kopmak üzereydi.
Oturduğum yerden sakince soluma dönüp bekledim. Önüne bakıyordu. Direksiyonu tuttuğu elinin parmakları sıkmaktan beyazlaşmıştı. Aklında çok fazla soru vardı biliyordum. Sakin kalmak için kendini zor tutuyordu bunu fark etmemek imkansızdı. Bir şey ne kadar üstü kapalı anlatılabilirse öyle anlatmıştım. Herkes her şeyin nedenini bilmek isterdi. Benim için yaptıklarından sonra bir açıklamayı kesinlikle hak ediyordu da... işte ben nasıl açıklayacağım bilmiyorum.
Sakince bana doğru dönüp gözlerini gözlerime kilitledi. Bir süre baktı dudakları hafif oynuyordu bir şey söyleyecek gibi olup tekrar kapanıyordu. Ama konuşmadı. Biraz daha bakıp başını olumsuz anlamda iki yana sallayıp kapıyı çarparak arabadan indi. Of... off!
Benim için daha zordu. Ben onu seviyordum. Bir daha onu göremeyecek olmam... ama yapmak zorundaydım. Koruyabildiğim herkesi korumalıydım onları bu işten uzak tutmak zorundaydım.
Derin bir nefes alıp emniyet kemerini çözüp arabadan indim.
"Savaş..." Arkası dönüktü. Yanına gidip karşısına geçtim. Onu ikna etmeliydim. Gözleri kapalı başını hafif yukarıya kaldırmıştı. Daha önce yapmaya cesaret edemediklerimi aramıza koyduğum mesafeleri hepsini bir kenara attım. Sadece onu hissetmek istiyordum. O ne hissediyordu bilmek istiyordum.
Ayakkabılarımızın uçları birbirine değene kadar yaklaştım. Elimi yanağına koyup parmak uçlarımda yükselip yanağına küçük bir öpücük kondurdum.
"Seni kaybetmek istemiyorum." Yavaşça geri çekilirken fısıltılı sesim sonlara doğru iyice kısıldı. Cesaretim buraya kadardı. Başım öne eğik geri çekilirken saçlarımı kulak arkası yaptım. İçimden ne geliyorsa ne hissettiysem onu söylemiştim ama... kendi kendime işleri zorlaştırıyordum.
"Gitme o zaman." Sesinde ki... çaresizlik miydi? Neden? Şaşkınca ona baktım. Gitmeyeyim mi? Art arda sık sık nefesler alırken dudaklarım birkaç kez aralanıp kapandı. Niye böyle oldu ki şimdi?
"Eğer kalırsam..." sesim titreyince biraz bekledim. Her an ağlayabilirdim.
"Eğer kalırsam sana zarar vereceklerini biliyorum." Gözümden akan birkaç damla yaşı elimin tersiyle sildim.
"Ben bunu kaldıramam tamam mı!? Eğer sevdiğim insanlar benim yüzümden zarar görürse dayanamam..." ağlamamalıyım! Ağlamamalıyım!
"Hazal kimse bana bir şey yapamaz tamam mı? Ben varken kimse sana dokunamaz!"
"Beni anlamak zorundasın!" Derin nefesler alırken sakin kalmaya çalıştım. Onu ikna etmeliydim.
"Bir şey anlatmazsan seni nasıl anlayacağım." Dudaklarımı ısırıp bir süre bekledim. Tamam.
"Anlatacağım. Ama bir şartla?" Merakla bir adım yaklaştı.
"Evde anlatacağım daha sakin olduğumuzda ama..."
"Ama?"
"Anlattıktan sonra gideceğim-" konuşacağı sırada susturmak için avcumla ağızını kapattım. Neden böyle bir şey yaptım en ufak bir fikrim yoktu.
"Her şeyi anlatacağım ve kızlarla ben hayatınızdan tamamen çıkıp gideceğiz. Ne sen ne de diğerleri buna engel olacak." Hızlıca konuşup elimi ağzından çektim. Sırtımı dikleştirip tek elimle saçımı arkaya attım. Hafifçe güldü. Ne dedim ben şimdi!
"Bence seni ikna ederim." Tek kaşımı hafifçe kaldırıp bende güldüm.
"Gideceğim." Yaklaşıp parmağımı göğüsüne bastırdım.
"Buna engel olamazsın!" Yanından yürüyüp arabaya bindim. Kararım kesindi gidecektim.
⚫
"Dinliyorum." Belimi şifonyere dayayıp kollarımı önümde bağladım. Baştan aşağı onu süzerken bir yandan da verdiğim kararın doğruluğunu sorguluyordum. Bence bilmeye hakkı vardı. Benim için yaptıklarından sonra...
"Şöyle ki..." cümlemi toparlamak için birkaç saniye bekledim.
"O adam dedi ki... baban seni öldürmeye gelecek." Kaşlarını çatıp oturduğu yerden kalktı. Gözlerinde şaşkınlıkta vardı. Normal.
"Baban?" Başımı hafifçe aşağı yukarı salladım.
"Evet bir babam var ve beni öldürmek istiyor."
"Neden?"
"Bilmiyorum." Bir adım yaklaşıp aramızda ki mesafeyi kapattı.
"Kim olduğunu biliyor musun?" Yüzüme burukça bir gülümseme yerleştirdim.
"Babam... Anıl olabilirmiş. Baban söyledi." Gözleri şaşkınlıkla büyürken çenesini kaşıdığı eli dondu. Şok olmuştu neyse ki donmakla kaldı ben şoktan bayılmıştım.
"Anıl mı?" Başımı onaylarcasına salladım.
"Kesin mi?" Derin bir nefes alıp verdim.
"Bilmiyorum. Annem Anıl'la evliymiş ama aynı zamanda başka bir adamla daha ilişkisi varmış. Her şey o kadar karışık ki..." Elimi alnıma dayayıp bir süre bekledim.
"Bu gerçeklerle yüzleşmek zor... kaldırabilir miyim bilmiyorum."
"Tabii ki de kaldırabilirsin! Sen tanıdığım en güçlü insansın. Bende varım-" Kendimi geri çekip uzaklaştım.
"Hayır yoksun! Kimse olmayacak! Siz farkında değilsiniz ama ben burada ölümden bahsediyorum. Ben artık kimsenin daha fazla benim için tehlikede olmasını istemiyorum!" Gözlerimi sinirle kısıp işaret parmağımı kaldırıp gözüne kadar soktum.
"Bu yolda yalnız ilerleyeceğim!" Derin bir nefes verip birden üzerime doğru yürümeye başladı. Durmayınca yavaş yavaş geriye gitmeye başladım. Bi- bir şey oluyordu.
"Ne yapıyorsun?" Belim aynalığın soğuk çekmecesine çarpınca durdum ama Savaş durmadı. Ellerini iki yanımdan çekmeceye dayayıp hareket etmeme olanak vermedi. Üzerime de eğilmişti biraz. Amacı neydi bunun? Tüm bunlara karşı yine de metanetli kalmaya çalışıp dik durdum. Asla ama asla salakça davranmamalıydım. Birazdan uzaklaşacaktı ve bende nefes almaya devam edecektim. Sahi nefesimi ne ara tutmuştum?
"Üzgünüm bukalemun ama gitmene izin veremem." Tuttuğum nefesimi yavaşça bıraktım.
"İzin almadım zaten!"
"Gidemezsin." Sinirle dudaklarımı yalayıp dik dik baktım.
"Neden!?"
"Çünkü..." gözlerime her zamanki gibi bakmıyordu. Şu nadir olan bakıştan, elimi ayağımı titreten cinstendi.
"Çünkü ne?" Sesim o kadar titrek çıkmıştı ki... Çünkü ne? Ne diyecekti. Seni seviyorum? Kardeşim gibisin? Ne? Kardeş mi? İçimden kendime göz devirdiğimi hayal ettim. Bana bu kadar yakın olduğu zamanlar saçmalıyordum. Kardeş... hayır tabii ki de! Demez değil mi?
"Sana alıştım." Ne? Alıştım derken? Bu... beklediğim bir cevap değildi. Aklım zaten karışıktı daha fazla karışmadan gitmeliydim. Onu hiç dinlememeliyim.
Alıştım... bende ona alışmıştım yani bu aynı hisleri hissettiğimiz anlamına mı geliyordu? Yani o da bana mı... aklım yeni yeni basmaya başlıyordu. O... o da beni mi seviyordu?
"Ne?" Bu fena afallatmıştı.
"Sabahları seni görmeye, seninle konuşmaya, sigara içmeye... bunu yapmaya-" hafif bir tebessümle parmağıyla çatık kaşlarıma dokunup düzeltti.
"Alıştım." Beni görmeye mi?
"Ben alışkanlıklarına bağlı bir insanımdır. Kolay kolay vazgeçmem." Beni görmekten vazgeçmek istemiyor muydu yani? Bir saniye şimdi ben doğru mu anladım? Beni her sabah görmek mi istiyordu? Nefesim hızlanırken biraz daha eğildiğini hissettim.
"Ama-" başımı kaldırıp göz göze geldiğimizde dudaklarımız birbirine değecek sandım. İlk defa bu kadar yakındık. Ve ben... ölecek gibi hissediyordum. Nefesimde dahil bütün bedenimin titrediğini hissediyordum.
"Ya bu kötü bir alışkanlıksa ve sana zarar verecekse... sonunda bırakman gerekir."
"Kötü değil... Masum." titrek bir nefes daha alıp yavaşça bıraktım. Kalbim! Çıkacaktı! Beni aşırı zorluyordu. Hiç böyle bir tepki vereceğini tahmin etmemiştim. Ne yapmam gerekiyordu? İtekleyip çıkmalı mıydım? Yoksa olacakları beklemeli mi? Ne olacaktı ki? Ya da asıl soru şuydu; Ne olmasını isterdim?
Tek elini yanağıma sürtüp yapışan birkaç tel saçımı arkaya itekledi oradan da çeneme gelip başparmağıyla yavaşça okşadı. Lütfen dokunma...
"Yapma..." elinin altında yavaşça erirken son kelimelerimi sarf ettim.
"Ne yapmayım?" Beni mi taklit ediyordu o?
Gözleri arada dudaklarıma kayıyor sonra tekrar gözlerimi buluyordu tıpkı benim gibi. Yavaşça yutkunup derin bir nefes aldım.
"Ne istiyorsun benden?" Verdiğim sıcak nefes dudaklarımız arasında gidip geliyor karıncalanan dudaklarımı yakıp kavuruyordu. Artık gitmeliydim. Çarpıntı bana iyi gelmiyordu.
"Alışkanlıktan daha fazlası olmanı." Kaşlarım hafifçe yukarı kalkarken cevabımı beklemeden çenemi biraz yukarı kaldırıp dudaklarını dudaklarımın üzerine örttü. Öptü... beni öptü!
Şaşkınlığımı üzerimden atamazken ne yapacağımı bilemedim. BENİ ÖPTÜ! Dudakları dudaklarımın üzerinde yumuşakça hareket edip biraz durdu.
Boğazımdan mideme ılık bir şeyler akarken karnıma ağrılar girmiş, tüylerim diken diken olmuştu. Kalbim öyle bir çarpıyordu ki... sanki yerinden sökülecek ama onun avuçları arasında yeniden can bulacak gibiydi.
Ne yapacağımı bilmiyordum ama ne istediğimi artık çok iyi biliyordum. Bu zamana kadar kalbimin mantığıma karşı mağlup gelmesine izin vermiştim ama bugün kalbim için zafer günüydü. Onu istiyordum. Artık kendimi kendimden saklayamıyordun. Elimi göğüsünde sürtüp yakasını avuçladım ve onu iyice kendime çektim. Dudaklarımı aralayıp ona karşılık verirken tek düşündüğüm oydu. İlk defa birini öpüyordum ve bu... mükemmel bir histi. Ya da mükemmel olan oydu.
Nefes almakta zorlanıyordum ama bu umrumda bile değildi. Şu an hiçbir şey umrumda değildi. Ne Anıl ne de diğer tüm düşünceler. Umurum bile umurumda değildi. Elini belimde gezdirip sıkıca kavradı ve beni iyice kendisine bastırdı. İstemsizce boşta kalan elimi ensesine götürüp yavaşça saçlarını okşadım. Her zaman dokunmak istediğim saçları artık elimin altındaydı. Artık kokusunu daha iyi alıyordum Beni sıkıca sarsın ve içinde bir yerlere yerleştirsin istiyordum. Sıcaklığında kendimden geçip derin bir uykuya dalıp orada yaşamak istiyordum. Beni... büyük etkisi altına almıştı ve artık çıkmam mümkün değildi.
Nefes nefese dudaklarımızı ayırdığımızda birbirimizi bırakmamıştık. Tamam. Sakin olmalıydım. Bir şey söylemeli miydim? Sadece normal davranmasam yeterdi. Ulan adam beni öptü be ne normali! Bende öptüm... Kesin kekelerdim şimdi. Tamam bu hayatımda yaşadığım en ama en mükemmel şey olabilirdi ama aslında olmamalıydı. Ben böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Bütün hislerim gibi bu da ansızın gerçekleşmişti. Bütün dengem altüst olmuştu.
Elimi ensesinden çekip göğüsüne sürterek aşağıya indirdim. Dudaklarımız arasında milim fark varken konuştu ve bu... sürtünmelerine! engel! değildi!
"Gitme..." baygın gözlerle bakarken kaşlarım hafifçe yukarıya kalktı. Bu kadar itiraf bana fazlaydı. Bu kadar heyecan bana fazlaydı. Bu saatten sonra nasıl gidecektim ki zaten. Sakince boğazımı temizledim. Cevap vermeliydim. Düzgün ve anlamlı bir cevap olmalıydı bu.
"Tamam..." cidden mi? Sadece tamam mı diyebilmiştim gerçekten? Ahh bu ben!
Kendime gelip hemen buradan çıkmalıydım. Olayın şokunu yeni yeni üzerimden atarken yanaklarım çoktan kızarmaya başlamıştı bile.
"Ben..." tekrar konuştuğumda dudaklarım tekrar onunkilere sürtmüştü. Titrek bir nefes alıp yavaşça geriye gittim. Beynim gitmem için acil sinyaller veriyordu.
"Gidiyim." Bakışlarımı kaçırırken hâlâ yakasını tutan elimi sonunda serbest bıraktım. Neyse ki bana engel olacak herhangi bir harekette bulunmadı. Sakince yana kayarken göz temasından kaçınıyordum. Sanırım hareketlerime biraz gülüyordu ama bu alaycı bir gülümseme değildi hissediyordum. Saçımı kulağımın arkasına atıp çıkmadan son bir kez yüzüne baktım. Resmen! Gözleri! Parlıyordu! Pörtlek gözlerle aceleyle odadan çıkıp hemen koridorun sonunda ki odama girdim. Benimde gözlerim parlıyor muydu?
Yatağıma uzanmış kızlara aldırmadan hemen aynanın karşısına geçtim. Parlıyordum! Bende parlıyordum! Bu iyi bir şey olmalıydı değil mi? Az önce yaşananların küçük bir etkisini üzerimden atmış bir halde kendimi kızların arasına yatağa attım. Elim karıncalanan karnıma giderken diğer elimde dudaklarıma gitti. Öpüşmüştük... yüzümde sersem bir gülümseme oluşurken kalp çarpıntım biraz daha yavaşlamış ama hala kendini belli edecek derecedeydi.
"Ne oluyor sana be! Bu ruh hallerin beni korkutuyor. Bir gülüyorsun bir bayılıyorsun."
"Öpüştük..."
"Ne!"
"Oha!" kızlar cırlayarak başlarını yastıktan kaldırırken boşalan yastığın birini alıp hemen yüzüme bastırdım. Utanıyordum ama mutluydum. Gerçekten... mutlu olmayalı uzun zaman olmuştu.
İdil sıkıca tuttuğum yastığı zorla çekiştirip yere attı. "Boğulacaksın gerizekalı!"
"Ayy anlatsana nasıldı?" Öykü dirseğini büküp başını eline yasladı. Kaşları yukarıya kalkmış leyla gibi bakıyordu. Yavaşça kikirdeyip elimi yüzüme kapattım.
"Utanıyorum!"
"Edepsiz söylenir mi böyle ben hiç anlatıyor mu-" gözlerim kocaman açılırken yattığım yerden kalktım.
"İdil? Sen..."
"S-sürekli yaptığım bir şey değil yemin ederim! Sadece 2 kere oldu... belki 3." Elimi şaşkınlıkla ağzıma götürdüm. Tamam. Bunu beklemiyordum. İdil flörtü severdi ama... sonuçta birini öpmek özel bir şeydi.
"Biri yanlışlıkla oldu zaten o sayılmaz aslında."
"Yanlışlıkla derken?" İnsan nasıl birini yanlışlıkla öper ki.
"Sarhoş olduğumuz gece beni Bora bırakmıştı ya hani. O zaman." Kaşlarım çatılırken İdil biraz daha panik olmuştu. Tamam sevgililiğe karşı değildim ama sonuçta o da daha 17 yaşındaydı. Daha benim küçük kardeşimdi o.
"Sarhoş olmana rağmen buna izin mi verdi?" Alt dudağını ısırarak hafifçe sırıttı.
"Aslında tam olarak öyle değil. Ahah... Yarım yamalak hatırlıyorum zaten... Evin içinde onu öpmek için kovalıyordum." Gözlerimi devirip başımı öne eğdim. MAL!
Omzumun üstünden Öykü'ye baktım. "Sen?" Ellerini teslim olurmuş gibi kaldırıp sırtını yatağın başlığına yasladı.
"Ben daha önce hiç yapmadım. Evleneceğim kişiye saklıyorum."
"O zaman bu zevki hiç tadamayacaksın desene." İdil zafer edasıyla gülerek arkasına yaslanırken Öykü gözlerini kısıp başını hafifçe yana eğdi.
"Hain!"
"Heyy tamam sakin olun! Bana odaklanın! Bundan sonra ne halt edeceğimi bilmiyorum!" Heyecandan kalbim çıkacak gibiydi. Artık eskisi gibi olmayacağımız için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.
"Şimdi sorularımıza cevap veriyorsun." Hızlıca başımı sallayıp sırtımı dikleştirdim. İdil ve Öykü bakışıp birbirlerini onayladılar. Bunların arasında asla çözemeyeceğim bir ilişki vardı.
"İlk olarak önce kim öptü?" Gülerek cevap verdim.
"O!"
"Güzel. Peki nasıl çıkma teklifi etti." Çıkma mı?
"Etmedi ki." Sevgili değil miydik yoksa. Neydik o zaman?
"Nasıl yani. Kendini kuru kuraya mı öptürdün? Hiç güzel, romantik sözde mi yok?" Biraz düşündüm. O an aklım başımda değildi ki doğru düzgün hatırlayamıyordum bile.
"Aslında..." dedim ve biraz bekledim. Alışkanlıktan daha fazlası olmanı... bu söz her şey için yeterli gibiydi.
"Evet?" Öykü heyecanla eğilip elimi tuttu.
"Her gününü benimle geçirmeye alışmış o yüzden alışkanlıktan daha fazlası olmamı istedi. Bu iyi mi?"
"Ee resmen sevgilim ol demiş iste." Bencede!
"Bana niye kimse böyle şeyler söylemiyor!" Öykü yüzünü asıp arkasına yaslandı.
"Ağlayacağım şimdi. Sizin var benim niye yok. Bende sevgilim olsun istiyorum." Bu haline gülmemek için kendimi zor tuttum.
"Ben beğenmedim." Gözlerimi devirip arkama yaslandım.
"Bora seni öperken ne dedi canım kardeşim!?"
"Öncelikle..." ağzı bir şey söylemek için açılıyor ama konuşmadan geri kapanıyordu.
"Dinliyoruz!" Öykü saçını yanda toplayıp sinsi sinsi bakmaya başladı.
"Bora beni hiç öpmedi..." derin bir nefes alıp verdi. "Sarhoş olduğum gece ben öpmüştüm onu... zorla... ama!" dedi ve kendini ileri doğru attı.
"Bu beni öpmek istemediği anlamına gelmesin! İstiyor ama ben izin vermiyorum." Gülerek başımı iki yana salladım. Konuya bak!
"Peki nasıl davranmam gerekiyor!"
"Canım kardeşim! Ben seni pek bi istekli gördüm ya. Sabah çok farklı konuşuyordun. Yok efendim Ben kendi yoluma gideceğim, ben ona aşık değilim..." beni taklit edip elinde ki yastığı yüzüme attı.
"Öy- öyleydi aslında... ama... öpünce..." derin ve titrek bir nefes alıp arkama yaslandım.
"Aşık olduğunu anladın değil mi?"
Aşık olmuş olabilir miydim? Tamam... bir zamandan sonra onu sürekli görmek istemiş olabilirim. Gördüğümde elim ayağıma dolaşıyor olabilir. Kalbim deli gibi atıp terliyor da olabilirim. Onun... bana bakarken göz bebekleri büyüyünce benimkilerde büyüyor olabilir... kokusunu seviyor olabilirim... bana dokunuşlarından da hoşlanıyor olabilirim... arada bir özlediğim de gerçek. Yani ben... aşık olmuş olabilirim.
Aşık olmak planlarımda yoktu. Bu ise artık yapmış olduğum bütün planları yıkıp geçiyordu.
"Bu gece beraber uyuyalım mı?" Öykü dertli bir şekilde başını omzuma koydu.
"Olur ama ortada ben yatmam." güldüm.
⚫
"Bu halin ne senin!" Bıkkınca bir nefes verip bir türlü açılmayan saçlarıma daha da asıldım.
"Ne varmış halimde?" Öykü yanıma gelip göz hizama kadar eğildi.
"Gözaltların morarmış! SKANDAL!" Biraz öne eğilip aynadan dikkatlice baktım. Gece hiç uymamıştım ki. Daha doğrusu uyuyamamıştım.
"Artık senin sevgilin var farkındasın değil mi? Karşısına böyle mi çıkacaktın." Aynada kendi kendime gülümsedim. Doğru sevgilim vardı.
"Off! Hazal sersemleştin yine. Dön bana kapatalım şunları." Öykü beni kremlerken İdil'in etrafta olmayışı dikkatimi çekti.
"İdil nerede?"
"Aşağıda çocuklarla kahvaltı hazırlıyor." Birazdan kahvaltı masasında Savaş'ı görecektim. Şimdiden heyecanlanmıştım.
"Şimdi sana birkaç Öykü tavsiyesi iyi dinle. 1- Sakın ama sakın somurtma. Güler yüzlü ol. 2- Sakin kal. Yerine göre saf yerine göre zeki olacaksın. Erkekler saf ama aynı zamanda zeki kızları sever. 3- Ve en önemlisi sorularını belirsiz bırak kaçamak cevaplar ver. Kaçan kovalanır derler." Şaşkınlıkla söylediklerini dinledim.
"Sen bunları nereden biliyorsun?" Ayağı kalkıp eliyle baştan aşağı kendini gösterdi.
"Tecrübe..." burukça tebessüm edip kırmızı ruju dudaklarına sürmeye başladı.
"Siz nasılsınız... yani Doruk'la sen?" Ruju yavaşça yerine bırakıp oturduğum pufun kenarına oturdu. Uzun zamandır onunla ilgilenememiştim böyle zamanlarda ona ablalık etmemi seviyordu. Buna ihtiyaç duyuyordu.
"Bitti." Kolumu omzuna atıp kendime çektim onu.
"Ne oldu?"
"Kendini benden çekti. Başta ilgiliydi ya da ben öyle sandım şimdi benden kaçıyor. Konuşmuyor sanki ona bir şey yapmışım gibi yüzüme bile bakmıyor. Ne oldu bilmiyorum. Ama canım çok yanıyor. O böyle yaptıkça kendimi kötü hissediyorum... Hazal ben ona hiçbir şey yapmadım..." yavaşça iç çekip yüzünü boynuma gömdü. Ne olmuştu birden böyle. Doruk neden böyle yapıyordu ki.
"Belki... başkası vardır." Kafasını salladı.
"Yok dedi. Boşuna kendi kendimi umutlandırmadım ben. Yok dedi ya da yalan söyledi." Derin bir nefes alıp sarıldım ona. Doruk'la konuşmalıydım.
"Neyse boş ver beni... moralini benimle bozma." Benim hayatımda onlardan daha değerli bir şey yoktu ki. Önceliğim hep onlar olacaktı tabii ki de.
"Bana bak." Yüzünü avuçlarımın arasına aldım.
"Burada kalmak zorunda değiliz biliyorsun değil mi? Onu görmek sana acı veriyorsa gideriz."
"İşler ne olacak?"
"Sadece gerektiğinde bir araya geliriz. Sen görüşmek zorunda bile değilsin." Biraz düşündü.
"Onu görmek ne kadar acı verse de... yine de görmek istiyorum." Güldü.
"Biz kızlar böyleyiz... kim canımızı yakarsa ona koşarız." Gözlerimi kapatıp bir süre bekledim. Aşk böyle bir şey miydi? Acı verse de sevmek... Ama aşkın güzel bir şey olması gerekmiyor muydu? Gerçi güzel giden her şey bir gün son bulurdu. Bizde mi öyle olacaktık?
"Ne düşünüyorsun?" Gözlerimi açıp Öykü'nün yaşlı gözlerini sildim.
"Sen iyi ol tamam mı? Artık burada kalmak istemezsen anlarım. Gideriz sorun değil. Bende düşünüyordum bunu böyle artık aynı evin içinde biraz zor. İdil'le de konuşacağım yakın zamanda gideceğiz tamam mı?" Başını yavaşça sallayıp ayağa kalktı.
"Hadi daha fazla bekletmeyelim." Güldüm.
"Sen in geliyorum hemen." Öykü odadan çıktıktan sonra saçlarımı hızlıca düzeltip yandan ayırdım. Odadan çıkarken biraz aceleci davranıyordum. Bir yere son gitmekten pek hoşlanmazdım. Dikkatleri çekmeyi sevmezdim. Odadan çıkıp kapıyı arkamdan kapatırken Savaş'ta odasından çıkıyordu. Bir an durdum. Göz göze geldik. Kalbim hızlanmaya başlarken nefeslerimi kontrol ettim. Gözlerini benden hiç ayırmadan sakin adımlarla merdivenin başına geldi. Yine kitlenmiştim. Kendime gelip gözlerimi kaçırdım. Tuttuğum kapının kulbunu bırakıp yanına doğru yürüdüm. Yaklaştıkça nefesim sıklaşırken sakin olmak için gözlerimi tekrar kaçırdım. Yanında durduğumda ise ne yapacağımı bilmiyordum.
Saçımı kulak arkası yapmak için elimi kaldırdığımda benden önce davrandı. Yumuşak dokunuşuyla yanağımı okşayıp saçımı geriye doğru attı. Gözlerimi gözlerine çıkartıp derin bir nefes aldım. Bana her dokunuşunda içim gidiyordu.
"Günaydın." dedi kısık bir sesle. Yüzümde ne zaman oluştuğunu bilmediğim tebessümüm büyük bir gülümsemeye dönüştü.
"Günaydın." Elini yavaşça indirip cebine soktu. Merdivenlerden inerken konuşmadık. Gözlerini üzerimde hissedince kaçamak bir bakış attım. Gülme isteğimi durduramıyordum. Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı ona çevirdim.
"Ne oldu?" Önüne dönüp gülerek başını iki yana salladı. Ne olmuştu şimdi.
Masaya geldiğimizde Öykü çayları dolduruyordu. Kızların yanına geçerken Savaş'ta karşıma oturmuştu. Herkes suskundu. İdil ve Bora konuşmuyordu zaten. Öykü ve Doruk'ta birbirlerinin yüzlerine bakamıyordu. Masadaki dolu çaylardan birini alıp şekerini attım. Masada resmen ölüm sessizliği vardı. Duyulan tek şey Savaş ve benim çayımızı karıştırırken çıkan kaşığın bardağa çarpma sesiydi. Bu işlemi biraz kısa kesip kaşığı bıraktım. Savaş'ta bu gergin ortamı fark etmiş olacak ki herkese uzunca göz gezdirdi bana gelince de göz kırptı. Bu beklemediğim ani hareket karşısında içtiğim çay boğazıma kaçmıştı. Üst üste öksürürken İdil sırtıma tek seferde bir güzel geçirmişti.
"Yavaş be kızım boğulacaksın!"
"İ-iyiyim. İyiyim ben." Boğazımı temizleyip bir bardak suyu kafama diktim. Savaş gülerek önündeki tabağıyla ilgilenirken ben ona kötü bakışlarımı yolluyordum. Bir insana ilk günden bu yapılmazdı.
"Ee İremcim-" boğazını temizledi.
"Pardon İdilcim. Nasıl gidiyor?" İdil gözlerini kısarak Doruk'a baktı. Evet. Başlıyorduk işte.
"İyi. Senin?"
"İyi." Birbirlerine somurtup önlerine döndüler.
Bora İdil'e gözlerini kısarak bakıyordu. Anlaşılan İdil'in tribi bitmemişti.
"Ee Öykü sen nasılsın?" Bora elindeki çatalı bırakıp Öykü'ye döndü.
"Nasıl olayım bir kırgınlık var üzerimde." Göz ucuyla Doruk'a bakıp önüne döndü.
"Sen nasılsın?"
"Haksızlığa uğramış gibiyim."
"Hah! İyi bilirim o hissi. Günlerdir peşimi kovalıyor!" Masada büyük kıyamet kopup herkes bir ağızdan konuşurken gülerek önüme döndüm. Çayımı keyifle yudumlarken Savaş'la göz göze geldim. Benim gibi gülmese de anlıyordum ben gözleri gülüyordu onun.
"Dışarı çıkalım mı?" Masadaki gürültüye rağmen yine de sesini çok iyi almıştım. Hafif gülerek başımı salladım. Onunla bir şeyler yapacak olmak aşırı heyecanlanmama neden olmuştu. İkimizde kalkmaya yeltendiğimizde masada artık iyice yükselmişti. İdil'le Bora bir yandan didişiyor Öykü'yle Doruk bir yandan.
"Zaman istiyorum sadece!" Sesler iyice yükselince olaya müdahale etmem gerektiğini hissettim.
"Sakin-"
"Al bütün zamanın senin olsun ben artık yokum zaten!" Öykü masadan sert bir kalkış yapıp merdivenlere doğru yürüdü.
"N-ne demek yokum!? Öykü!?" Sinirle dudaklarını ısırıp arkasını döndü.
"Şu demek. Biz..." eliyle İdil'i ve beni gösterdi.
"Yarın buradan gidiyoruz demek. Kararımızı çoktan verdik!" Ahh... hayır! Olay ne ara buraya kadar gelmişti.
Öykü hızlıca odaya çıkarken Savaş'ta dahil diğer herkes şaşkınlıkla birbirine bakıyordu. İdil masadan sakince kalkıp Öykü'nün peşinden giderken geriye kalan herkesin gözleri benim üzerimde yoğunlaşmıştı.
Doruk masanın etrafından dolanıp yanıma geldi.
"Gidiyor musunuz gerçekten?" Ne diyeceğimi bilemedim. Öykü'ye istediğin zaman gideceğiz demiştim şimdi bu kararına karşı çıkamazdım. Sadece bu kadar erken beklemiyordum. Bir şey söylemek için ağzımı açtım ama konuşamadan geri kapattım. Savaş'a baktım. Ona kalacağımızı söylemiştim. Off ne yapmıştım ben.
Doruk sinirle montunu alıp çıkarken Bora'da onu takip etti. Savaş'la baş başa kalmıştım ve ben... ne diyeceğimi bilmiyordum. Derin bir nefes alıp sakince verdim. İlk günümüzde kavga etmek istemiyordum.
Oturduğu yerden sandalyeyi arkaya kaydırarak kalktı. Sandalyenin ayaklarının çıplak zemine sürtüşü kulaklarımı tırmalarken sakince ona doğru bir adım attım.
"Gitmeyecektin..." tekrar derin bir nefes alıp iyice yaklaştım ona.
"Senden gitmiyorum ki..." başını hafif yana eğip yüzümü inceledi. Açıkçası kendimi biraz mahcup hissediyordum. Söylediğimin arkasında durmamıştım.
"Sende gördün sürekli tartışma halindeler. Bu kadar yakın olmak onlara iyi gelmiyor." Beni dinliyor gibi gözükse de pek takmıyor gibiydi.
"Hem... aynı evde olmak şart değil ki." Gerçekten beni dinliyor muydu o?
"Sen beni duyuyor musun?" Kaşlarımı hafifçe çatıp saçımı geriye attım. Onun tek yaptığı ise yanağımı hafifçe okşayıp avcunun içine almak oldu. Çattığım kaşlarım hemen gevşerken nefesimi titrek bir şekilde verdim. Off... böyle her dokunduğunda kendimden geçecek gibi mi olacaktım ben?
"Benden uzakta olursan seni nasıl koruyacağım?" Tekrar kaşlarımı çatıp konuştum.
"Biliyorsun ben-"
"Kafes dövüşü yapıyorsun." Şaşkınlıkla ağzımı açıp bir adım geriye gidip ayrıldım ondan. Bu öyle küçümsenecek bir şey değildi.
"Bu zamana kadar kimlerle karşı karşıya geldim haberin var mı!? Kendimi gayette güzel koruyabilirim!" Kollarımı önümde birleştirip başımı yana çevirdim.
"Bukalemun?" Cevap vermedim. Derin bir nefes alıp omuzlarımı iki yandan tuttu.
"Kendini koruyabildiğini biliyorum. Gitmek istersen seni tutamam ama..." tek kaşımı kaldırıp cümlenin devamını bekledim. Ama ne?
"Korkuyorum." Şaşkınlıkla ona dönerken kollarım gevşemişti. Savaş Kılıçoğlu korkuyor! Tamam insandı korkabilir ama- bir saniye neyden korkuyordu bu?
"Neyden?" Söylemekte zorlansa da sonunda kendini serbest bıraktı.
"Zarar görmenden." Yine kitlenmiştim. Konuşmaları sürekli kalbime işliyordu ve bu da teklemesine sebep oluyordu. Bende korkuyordum çevremdekilerin zarar görmesinden. Başta o yüzden gitmek istemiştim ya zaten. Derin bir nefes alıp kollarımı boynuna sardım. Arada kalmaktan nefret ediyordum.
"Artık nasıl hissettiğimi anlıyorsun." Benim korkacak o kadar çok sevdiğim vardı ki. Tek tek hepsini düşünmek hepsini korumak zorundaydım. Yavaşça saçlarımı okşadı. Belki kızları bir şekilde uzak tutmayı başarabilirdim ama Savaş'ı asla. Her kararımda her adımımda yanımda olacaktı biliyordum.
"Ayrıca bir gün şu meşhur yumruklarının tadına bakmak isterim." Hafifçe güldüm. Güzel konu değişimi.
"Şaçmalama Savaş seni dövecek değilim." Cidden bunu düşünmüş müydü?
"Tabi isabet ettirebilirsen." Başımı geri çekip yüzüne baktım. Beni nasıl gaza getireceğini biliyordu.
"O zaman en kısa zamanda diyelim!" Kendin kaşındın Savaş bey. |
0% |