Yeni Üyelik
28.
Bölüm

Bölüm 27: Mektup

@nickinci

Oturduğum yerde rahatsızca kımıldandım. Ya bu koltuklar çok rahatsızdı ya da ben sıkıntımdan dolayı böyle hissediyordum. Levent amca bu habersiz ziyaretimin sebebini öğrenmek için gözlerime bakarken konuşmaya nasıl başlayacağımı düşündüm. Nasıl konuşurdum, nasıl anlatırdım bilmiyorum. Ama bu konuyu ancak onun yardımıyla halledebilirdim.

 

"Şöyle ki..." kelimelerimi doğru seçmeye çalışıyordum. Belki Savaş bu yaptığıma ispiyonculuk diyecekti ama bu onun iyiliği içindi.

 

"Ben senin doktorunum bana her şeyi anlatabilirsin." Derin bir nefes aldım. Hastalığımla ilgili olduğunu düşünüyordu.

 

"Öncelikle buraya geldiğimden kimsenin haberi yok ve böyle kalırsa..."

 

"Tabii ki de doktor hasta gizliliği denen bir şey var." Tekrar derin bir nefes aldım.

 

"Buraya doktorum olduğunuz için değil Savaş'ın babası olduğunuz için geldim." Kaşları hafifçe çatıldı.

 

"Oğluma bir şey mi oldu!?" Panikle öne eğildim biraz. Yanlış anlaşılmak istemiyordum.

 

"Hayır! Hayır o iyi." Yerinden kalkıp karşımda ki tekli koltuğa oturdu. İşin ciddiyetini anlamaya başlıyordu.

 

"Neler oluyor?" Tekrar tekrar derin bir nefes aldım.

 

"Sorun şu ki... Savaş Anıl'a çok öfkeli. Onunla ilgili en ufak bir haber aldığında uçup gidiyor resmen. Onu geçtim adını dahi duyduğunda kaskatı kesiliyor." Derin bir nefes alıp arkasına yaslandı ve elini burun kemerine götürdü.

 

"Neden böyle? Anıl size ne yaptı!?"

 

"Bunu senden saklamayacağım. O şerefsizle ilgili her şeyi bilmeyi hak ediyorsun." Devam etmesi için başımı salladım. Bunun bir nedeni olmalıydı. Derin bir nefes alıp sıkıntıyla verdi ve ellerini dizlerinin üzerine koydu.

 

"Anıl... yıllar önce bir akşam günü evimize sürpriz bir ziyarette bulundu." Şaşkınlıkla kaşlarımı havaya kaldırdım.

 

"Di...dinliyorum."

 

"Özel bir geceydi. Sadece biz vardık. Ailem ve ben. Anlıyorsun değil mi?" Kaşlarım çatık pek fazla anlamadığımı belli ediyordum.

 

"Koruma yok... sadece ailem." Bu... bu pek hoş bir ziyaret değildi anlaşılan. Devam etmesi için başımı hafifçe salladım.

 

"Ben o gün oğlumu kaybettim Savaş'ta abisini." O gün... o gün müydü?

 

"Savaş bahsetmişti abisinden." Yavaşça başını salladı. Gözleri biraz kızarmıştı. Onu üzmek istememiştim...

 

"Oğluma ateş eden adam Anıl'ın emriyle hareket ediyordu. Yani anlayacağın oğlumun katili Anıl!" Şaşkınlıkla elimi ağzıma götürdüm. Abisinin katili... Anıl. O yüzden ona bu kadar öfkeli. İntikam almak istiyor. ONU ÖLDÜRMEK İSTİYOR!

 

"Bu yüzden..."

 

"Bu yüzden onu yakalayana kadar peşini bırakmayacak. Bu işi bana bırakmasını söyledim. Onu tüm bunlardan uzak tutmak istedim... ne kadar çabaladıysam hepsi boşa gitti..." yerinden kalkıp kendine bir bardak su doldurdu.

 

"Bir oğlumu kaybettim birini daha kaybedemem." O adam... çok tehlikeliydi. Savaş her ne yapıyorsa bunu tek başına yapamazdı.

 

"Bende onu kaybedemem!" Yerimden kalkıp karşısına dikildim.

 

"Bu yüzden buradayım. Bu işi bitirmek için yardımınıza ihtiyacım var." Suyu tam içeceği sırada durdu. Bardağı yavaşça indirirken başını ağır hareketlerle bana doğru çevirdi.

 

"Ne demek bu?"

 

"Anıl'la görüşmek istiyorum!" Plastik bardağı avucunun içinde sıkınca su tamamen eline dökülmüştü. Elinde ki cam bardak olsa onu da kıracağından emindim. Sakince yutkundum ya da... yutkunmaya çalıştım. Sakin ol. Sakin ol.

 

"Hayır!" Resmen tıslamıştı. Yerine geçerken yüzüme bile bakmadı.

 

"Levent amca... bunu bir tek siz ayarlayabilirsiniz. Eminim ona ulaşabilirsiniz. Lütfen! Benim onunla konuşmam gerekiyor. Peşimizi bırakması için tam olarak ne istediğini öğrenmeliyim."

 

"Olmaz!"

 

"Lütfen... Savaş için. Bakın işin ciddiyetinin farkındayım ve sevdiklerimi korumak istiyorum. Bir an önce bu işi bitirmezsek en çok o zarar görecek."

 

"Hayır kızım... en çok zararı o görmeyecek." Gözlerime baktı. Tamam... belki ben görecektim ama eminim kaldırabilirdim. Her şeyin üstesinden geldiğim gibi bunu da başaracaktım.

 

"Yalvarırım size. Yüz yüze olmak zorunda değil telefonda da olur onunla konuşmalıyım." Derin bir nefes aldı. Haklı olduğumu biliyordu. Anıl her ne istiyorsa buna benim sayemde ulaşacaktı o da fırsatı geri çevirmeyip benimle görüşmek isteyecekti.

 

"Bakın bir yolunu bulup yine onunla görüşebilirim-"

 

"Sakın diyeyim! Seni neredeyse 1 yıldır aralıksız gözetliyorum kafanın dikine gitmekte üstüne yok!" Hafifçe sırıttım. Evet... biraz öyleydi sanırım.

 

"Madem onunla görüşmekte bu kadar kararlısın o halde bu benim gözetimim altında olacak."

 

"Olacak yani!?" Sevinçle şakıdım.

 

"Bak bunun berbat bir fikir olduğunu bil! Tabii siz gençlere laf geçirmek kadar zor bir şey de yok en azından bana biraz zaman ver şu işin oluruna bir bakıyım. Bu arada o şerefsizle öyle ya da böyle görüşeceksen bilmen gereken bazı şeyler var." Bazı şeyler? Daha bilmediğim ne vardı ki?

 

"Ne bilmem gerekiyor?" Gergince yerime oturdum.

 

"Meryem anlatsa daha iyi olacak." Derin bir nefes alıp alnını kaşıyarak camın önüne gitti.

 

"Meryem...?" hatırlamak için biraz hafızamı zorladım. Bu isim bir yerden tanıdık geliyordu. Meryem... Meryem!

 

"Savaşın annesi mi?" Başını salladı. O Tanem'le yani annemle... arkadaştı değil mi?

 

"Onunla mı görüşeceğim?" Savaş pek annesinden behsetmezdi... hatta hiç. Nerede olduğunu dahi bilmiyordum. Annesiyle görüşmeme nasıl tepki verirdi bilmiyorum.

 

 

Vayy be! Bir köşk? Bir saray? Ya da bir... kale. Altın rengi kalın ve boyumun bilmem kaç katı uzunluğundaki demir kapılar açılırken Levent amca yavaşça ileriye doğru ilerleyip evin büyük kapısının önünde durdu. Şaşkınlıkla arabadan inerken sayamadığım kadar korumaya göz gezdirdim. Neredeyse her adım başı korumaydı. Girişte, köşelerde, süs havuzunun başında... her yerde. Burası korunaklı bir kale gibiydi.

 

"Burası... da neresi?" Levent amcaya baktım. Gözlerini bana dikmiş her hareketimi dikkatle inceliyordu.

 

"Evimize hoş geldin." Eliyle kapıyı gösterdi. Kendime gelip kısa basamakları çıktım. Zili çaldığında kapı genç bir kadın tarafından anında açılırken Levent amca sırtımdan ilerleterek beni içeriye soktu.

 

Büyük girişte bir süre etrafıma bakındım. Burası çok büyüktü.

 

"Alıyım efendim." Kadın bana doğru hamle yapınca hemen montumu çıkartıp eline verdim.

 

"Teşekkür ederim."

 

"Ayşin mutfağa söyle misafirimiz var sofraya fazladan bir tabak koysunlar."

 

"Aslında ben-"

 

"İtiraz istemiyorum." Gülerek karşılık verdim.

 

Önümdeki uzun merdivenlerden gürültüyle birileri inerken küçük bir kız sesi duydum.

 

"Hayır! Sana güvenmiyorum kötülükler lordu bırak beni!" Savaş önüne bakmadan merdivenlerden inerken kucağındaki küçük kıza odaklanmıştı. Kardeşi olmalıydı.

 

"Seni kimse benden kurtarama-" beni gördüğünde son basamağı inemeden donup kalmıştı. Büyük ihtimalle benim neden burada olduğumu sorguluyordu. Evet... varlığından dahi haberim olmayan bu yere gelmek benimde planlarım arasında yoktu.

 

Kucağındaki çocuğu yavaşça yere bırakırken bakışlarını benden ayırmıyordu.

 

"Abii! Oyunu bozdun ama!" Kollarını önünde bağlayıp tek ayağıyla ritim tutan küçük kız abisinin bakışlarını takip ederek beni gördü. Önce biraz şaşırdı sonra küçük birkaç adımda meraklı gözlerle ayaklarımın dibinde bitti.

 

"Uzun zamandır evimize yabancı gelmemişti. Sen kimsin?" Açıkçası bu soruyu beklemiyordum. Daha doğrusu küçük kızın benimle konuşmasını beklemiyordum. Güzel soru ben... kimim?

 

"Ben..."

 

"O çok özel bir misafir." Bu sefer bakışlarımız merdiven başında tek elini merdivenin korkuluğuna dayamış, sırtı dik tüm asaletiyle duran kadına kaydı. Yoksa bu... annesi miydi? Gözlerimi kırpıştırarak kadını inceledim. Mavi renginin bu kadar yakıştığı başka bir insan görmemiştim. Özellikle başına sardığı o beyaz şal... bu kadın daha önce görmediğim bir güzelliğe sahipti. Kumral teni, biraz kalın koyu kahveye kaçan kaşları ve hafif hafif belli olan çilleriyle güzelliğin kitabını yazabilirdi. Ve anlaşılan Savaş gözleri hariç her detayıyla annesine benziyordu. Kadın gözleriyle pür dikkat beni incelerken merdivenlerden indi ve tam önümde durdu.

 

"Tıpkı annene benziyorsun..." Gözlerimi kırpıştırdım. Annem mi? Bu kelime içimde bir yerlerde bir şeylerin kopmasına neden oluyordu. Her anne kelimesini duyduğumda... büyük bir boşluğa düşüyordum. Benim bir annem vardı. Sevim annem... beni çok seviyordu hissediyordum ama her zaman bir şeyler eksikti biliyordum. İçimde bir türlü dolmayan bu boşluğu kapatamıyordum. Hep üstünü örtüyordum... belki de dolmayan boşluğum gerçek annemdi.

 

"Anne? Sen Hazal'ı nereden tanıyorsun?" Savaş'ın aklı çok karışıktı biliyorum. Levent amcanın bana anlattıklarını ona anlatmamıştım anlaşılan başka kimse de anlatmamıştı.

 

Annesinin gözleri o kadar canlı o kadar doluydu ki bakışlarımı bir türlü alamıyordum. Gözlerinin ardı doluydu. Yaşanmışlıklar... Bana anlatmak istiyordu hissediyordum. Bu yoğunluk adeta beni içine çekmiş çıkamama izin vermiyordu.

 

"Annesini tanıyordum..." Gözleri kızardı ağlayacak mıydı yoksa? Derin bir nefes aldım. Annemi çok seviyor olmalıydı. Kendine gelip hafifçe burnunu çekti ve gözlerini benden kaçırıp boğazını temizledi.

 

"Konuşacak çok şeyimiz var ama önce yemek."

 

Levent amca eşine destek olurcasına elini sırtına koydu ve büyük beyaz kapıdan içeri girdiler. Savaş iki adımda tepemde biterken saçlarımı kulak arkası yaptım.

 

"Neler oluyor?" Buraya gelmemden pek hoşlanmamış olabilirdi. Ya da bilmiyorum. Sadece şaşırdığı için böyle duruyordu.

 

"Bilmiyorum..." hoşuna gitmeyen bir şey olduğunda her zaman yaptığı gibi başını hafif yana yatırıp gözlerini kıstı.

 

"Benden bir şeyler saklıyorsun." Derin bir nefes alıp gözlerine baktım. Bir şeyler saklayan tek kişi ben değildim.

 

"Belki..." içeriye doğru adımlarken kafasının iyice karıştığından emindim. Böyle bir tepki beklemediğini biliyordum. Ama o beni nasıl şüphede bırakıp gidiyorsa bende aynısını ona yapacaktım. Ne hissettiğimi anlamalıydı. Salondan içeri girerken kısık sesle homurdanmasını duydum.

 

"Belki mi? Belki de ne be!" Gülümsememi bastırarak üzeri çeşit çeşit yemeklerle dolu masaya yaklaştım.

 

"Lütfen çekinme... istediğin yere oturabilirsin." Hafifçe tebessüm edip masada küçük kızın karşısına oturdum. Savaş'ta annesinin karşısına yani yanıma oturdu. Levent amca ise masanın başında oturuyordu. Sırayla servisler yapılırken kardeşiyle göz göze geldim. Onun bakışları pekiyi değildi. Hatta hiç iyi değildi. Masadakilere kahküllerinin altından bakıp bakışları en son beni buldu. İşaret parmağını boğazına sürtüp kaşlarını yukarı kaldırıp indirmişti. Bu neydi şimdi? Ne yaptım ben? Artık küçük çocuklar tarafından da tehdit edilir olmuştum.

 

Herkes yemeğe başlayınca önüme koyulan çorbayı yavaşça yudumladım. Çok gergindim ve elimdeki çorba kaşığı titriyordu. Savaş bunu anlamış olacak ki sandalyenin kenarında tuttuğum elimi nazikçe kavradı. Açıkçası bu daha da heyecanlandırmıştı. Masada resmen ölüm sessizliği vardı. Kimse konuşmuyor sadece tabakalara çarpan kaşık çatalların sesi duyuluyordu.

 

Acaba Savaş'ın annesi de bizi biliyor muydu? Sık sık bakışlarını bir bana bir Savaş'a diktiğine göre biliyordu anlaşılan.

 

"Hazal Savaş'ın resim çizdiğini biliyor muydun?" Şaşkınlıkla başımı yana çevirip ona baktım. Bir insan nasıl her konuda yetenekli olabilirdi?

 

"Annee!"

 

"Bu yeteneğini saklamana gerek yok oğlum." Pislik olsun diye çenemi kaşıyıp hafifçe ona doğru döndüm.

 

"Aslında... bir ara çizimlerini görmek isterim." Bu sırrını açık ettiği için boş gözlerle annesine bakıyordu. Ne vardı bunda? Benden saklamasına gerek yoktu ki er ya da geç öğrenecektim zaten.

 

"Gösteririm."

 

"Hazalcım..." boğazımı temizleyip Meryem hanıma döndüm.

 

"Efendim?"

 

"Duyduğuma göre sende piyano çalabiliyormuşsun?" Konuşmak için açtığım ağzım şaşkınlıkla hafif aralık kaldı. Bunu nereden biliyorlardı?

 

"Ben... çalabiliyorum... ama amatörce." Belki daha da kötü. Annemle babamın sakin bir çocuk olmamı istediği zamanlarda kısa bir dönem kursa gitmiştim. Kursda ki başka bir çocuğa sinirlendiğimde ise piyanonun tuşlarını parçalamamla bu maceram da sona etmişti.

 

"Aslında... bir gün dinlemek isterim." Elimi tutan elini sıkıp kimseye belli etmeden bir hışımla çektim elimi. Pislik! Göz ucuyla sırıtan suratına bakıp önüme döndüm.

 

"Olur."

 

"Bende piyano öğrenmek istiyorum!" Küçük kız ellerini önünde bağlayıp kaşları çatık, bir annesine bir babasına baktı.

 

"Tanemcim..." Tanem mi? Kızına annemin adını mı koymuştu? Bir saniye göz göze geldik. Annemle araları gerçekten iyi olmalıydı.

 

"İstiyorum!" Hafifçe Savaş'a yaklaşıp kulağına fısıldadım.

 

"Kardeşin beni kıskanıyor."

 

"O bana yakın olan herkesi kıskanır." Derin bir nefes alıp önüme döndüm. Kardeşi bana dik dik bakıyordu. Şirin gözükmek için gülümsedim ama karşılık olarak o bana dil çıkartmıştı. Tamam... anlaşılan bu kızla işim vardı.

 

Sofradan kalktığımızda ellerimi yıkamak için banyoya çıkmıştım. Bu küçük yolculuğumda ise bana Tanem hanım eşlik etmişti.

 

"8 yaşında olabilirim ama annem bana büyümüş de küçülmüş der. Ayrıca abimi paylaşmayı sevmem!" Bu kız bana kök söktürecekti anlaşılan.

 

"Ama ben..." lafımı bitiremeden Savaş gelmişti.

 

"Prenses? Ne yapıyorsun burada?" Abisi gelir gelmez hemen cici kız rolüne bürünmüştü. İnanmıyorum aynı benim küçüklüğümdü.

 

"Bana yardımcı oluyordu." Abisinin yanında bir şey yapamayacağı için sakince başını okşadım. Seni küçük seni.

 

"Babam seni aşağıya çağırıyor git bir bak bakalım." Tanem koşarak merdivenlerden inerken bakışlarımı Savaş'a diktim.

 

"Neden gönderdin çocuğu?"

 

"Şu... belki meselesi biraz aklımı kurcaladı. Açıklığa mı kavuştursak ha ne dersin?" Gülerek bir adım yaklaştı ve elini arkamdaki duvara yasladı. Bu sahne bana bir yerden tanıdık geliyordu.

 

"Ne işler çeviriyorsun?"

 

"Henüz bir şey yapmadım ama bu planlarım olmadığı anlamına gelmez." Derin bir nefes aldı.

 

"Şu planlarından da biraz bahsetmek ister misin peki? Sen yanlış bir şey yapmadan sana engel olmam için." Saçımı kulak arkası yapıp iyice kulağına yaklaştım.

 

"Sen sabah nereye gittiğinden bahsetmek ister misin peki? Yanlış bir şey yapmadan önce sana engel olmam için."

 

"Benimle oynamaya iyi alıştın sen." Elini duvardan çekip bir adım geriledi.

 

"Nasılsa bir şekilde öğreniyorum."

 

"Yani sende anlatmayacaksın?" Tehditvari bir şekilde tek kaşımı kaldırdım.

 

"Anlatırsam anlatacak mısın?"

 

"Belki..."

 

"Hazaal!" Gülerek kollarımı önümde bağlayıp tek dizimi hafifçe kırdım.

 

"Tamam tamam. Anlat dinliyorum."

 

"Önce sen anlat."

 

"Savaaş! Anlat dedim." Derin bir nefes aldı. Bana anlattırıp kendi anlatmayacaktı. Benimde alnımda enayi yazıyordu zaten.

 

"Anıl için gittim." Gözlerimi devirdim.

 

"Onu biliyorum. Ne öğrendin de gittin?"

 

"Radarıma takıldı diyelim."

 

"Onu buldun mu!?" Ciddiyetle dikleştim.

 

"Kendisi yoktu sadece adamı vardı onu da elimizden kaçırdık zeten." Sıkıntıyla alnını kaşıdı.

 

"Sıra sende?"

 

"Anıl'la buluşacağım." Sakince tepkisini bekledim. Tamam... sanırım şoka girmişti.

 

"Baban ayarlayacak." Dudaklarımı yalayıp tatlı olduğunu düşündüğüm şekilde sırıttım. Tepki vermiyordu ve ben... korkmaya başlıyordum. Bir şey söylemeliydi. Ne düşündüğünü merak ediyordum. Allahım... bu gerginlik bir an önce bitebilir miydi? Sırıtmam suratımdan silinirken boynumu kaşıdım.

 

"Ne?" Sesi şaşkınlık doluydu.

 

"Buluşma?" Kaşları hızla çatılırken yavaşça arkamda ki duvara sindim.

 

"Ne buluşması lan!?" Annesigil aşağıda otururken burada kavga edemezdik en azından koridorun ortasında olmazdı.

 

"Hazal..." bağırmaya başlayınca elimle ağzını kapattım.

 

"Sessiz ol!" Elimi anında iterken dediğimi yapıp sessiz sessiz bağırmaya başladı.

 

"Sen ne istediğinin farkında mısın!?" Böyle bir şey istiyorsam sonuçlarına katlanacaktım herhalde. Hem ne vardı bunda herkes olumsuz tepki veriyordu sayemde hem onun ne istediğini öğrenecektim hem de ona göre strateji belirleyebilecektik.

 

"Biliyorum! Çok düşündüm..."

 

"Çok düşünmüş...! Aklından neler geçti de bu sonuca vardın!?" Sinirle bir adım yaklaştım ona. Aklımdan neler geçti öyle mi?

 

"Geçtiğimiz son 2 ayı düşündüm tamam mı!? Yaşadıklarımı! O adam benim kardeşimi zehirledi! Onu hastaneye zamanında götüremeseydim ölecekti! Gecenin bir yarısı beni ne halt döndüğünü bilmediğim bir depoya yolladı ve sen arkamdan ateş ettin!"

 

"Sen olduğunu bilmiyordum biliyorsun!"

 

"Demek istediğim Savaş... ben hayatımda daha önce hiç silah görmemişken birden bire hedef tahtası haline geldim. Bu zamana kadar sadece ringde karşıma çıkan insanların kanlar içinde yerde yattığını görüyordum şimdi beynindeki delikten sıvı akan insanlar görmeye başladım. Hayatımda bir tek İdil varken şimdi Öykü de geldi ve sen varsın ve diğerleri..." dolan gözlerimi kaçırdım.

 

"Eğer her şeyin kilit noktası bensem hepinizin sorumluluğu bende demektir."

 

"Bunu tek başına üstlenemezsin... kimse bunun altından kalkamaz-"

 

"Ben kalkmak zorundayım!"

 

"Ama tek başına değil!" Dudaklarını ısırıp arkasını döndü. Sakin kalmaya çalışıyordu... ben de.

 

"Onunla buluşmuyorsun!" Başımı arkamda ki duvara yasladım.

 

"Evet buluşuyorum!"

 

"Hayır!"

 

"Evet dedim!"

 

"Buluşunca ne olacağını sanıyorsun? Tekrar eve dönebilecek misin? Bana bunun garantisini verebilir misin?"

 

"Evet..." başka ne olacaktı?

 

"O da seni bırakacaktı zaten. Senin peşinde değilmiş gibi, seni kaçırmaya çalışmıyormuş gibi gitmene izin verecekti!" Derin bir nefes aldım. Büyük bir riske girecektim biliyordum. Ama bir şey olmayacaktı. Levent amca yanımda olacaktı.

 

"Bana bir şey yapmayacak."

 

"Anlamıyorsun!" Derin bir nefes aldığım sırada gelen ses ikimizi de susturmuştu.

 

"Asıl sen anlamıyorsun! Görmüyor musun bir şeyler yapmaya çabalıyor?" Annesi benim tarafımı mı tutuyordu yani? Yaklaşıp Savaş'la arama geçti.

 

"Her şeyi duydum. Hazal haklı." İçimden bir oh çektim. Başından beri desteğe ihtiyacım vardı.

 

"Ne yani gitmesine izin mi verelim!?"

 

"Sadece konuşmak istiyorum!" Tam konuşacağı sırada annesi lafı ağzına tıktı.

 

"Her ne olmuş olursa olsun Anıl Hazal'ın babası." Tabii birde böyle bir gerçek vardı. Parmaklarını saçlarının arasından geçirip karıştırdı.

 

"Tehlikenin farkında olan tek kişi benim miyim!? Anne en iyi sen tanıyorsun o adamı, ne kadar tehlikeli olduğunu ve ne yaptığını en iyi sen biliyorsun..."

 

"Biliyorum..." omzunun üzerinden bana baktı.

 

"Kararına karışamam ama öncesinde beni dinlemelisin sonra ne istiyorsan onu yaparsın biz hep yanında olacağız." Başımı salladım. Bence de olması gereken buydu ama malesef kıt beyinli Savaş bunu anlamıyordu. Anca bağırıp çağırmasını, azarlamasını biliyordu.

 

"Anne..."

 

"Ben ne dediysem o! Benim Hazal'la konuşacaklarım var sen bizi aşağıda bekle." Annesi odalardan birine yönelirken gözümden akmaya hazır yaşları sildim.

 

"Hazal..." yanından geçerken tutmaya çalıştığı kolumu anında çekip yüzüne bile bakmadan odaya girdim. Benimle böyle konuşamazdı! Nasıl bu kadar anlayışsız olabiliyordu aklım almıyordu. Belki de sadece... Anıl söz konusu olduğunda böyleydi.

 

Girdiğim odaya göz gezdirdim. Sade renklerle döşenmiş iç açıcı bir odaydı. Mobilyaları bayağı eski gözüküyordu. Daha doğrusu hepsi eski tip mobilyalardı bazı köşeleri aşınmış cilası kalkmıştı.

 

"Burası annenin odasıydı." Olduğum yerde kaldım. Anne... bu kelime beni fena etkiliyordu.

 

"Annemin mi?" Oturduğu yatağın bir köşesine de ben oturdum.

 

"Bize geldiğinde burada kalırdı. Hiçbir eşyaya dokunmadım. Kıyafetlerine bile."

 

"Sürekli ondan bahsediyorsunuz..."

 

"Olmayan kız kardeşim gibiydi." Derin bir nefes aldım.

 

"O... nasıl biriydi?" Bu soruyu bekliyormuş gibi heyecanla nefes alıp gözlerini kapattı.

 

"Tanem... çok neşeliydi. Neşesiyle yıllardır somurtkan duran babamı bile güldürürdü. Tatlı dilliydi bir gün bile kavga ettiğini hatırlamam her şeyi konuşarak çözerdi. Hatta bazen... sakinliğiyle beni bile çileden çıkarırdı." Güldü. Bu yönden ona çekmediğim kesindi.

 

"O... çok güzeldi. Üniversiteyi beraber yurtdışında okuduk. Peşinde sayısızca erkek dolanırdı da birine bile yüz vermezdi. Çalışkandı, zekiydi... Babam bile her zaman söylerdi. Tanem'de ki zeka kimsede yoktu. Zaten zekasıyla hayatta kalıyordu." Kaşlarım anlamadığımı belli edercesine hafifçe çattım.

 

"Ne demek bu?"

 

"Anlayacaksın." Gözleri kapalı yine güldü.

 

"Üniversiteden döndüğümüzde Levent'le sözlendik. Tanem artık ona daha az zaman ayırdığım için beni Levent'ten kıskanıyordu. Bende onu babamın ortaklarından birinin oğluyla tanıştırdım. Anıl'la..." yavaşça yutkundu.

 

Anıl eskiden böyle biri değildi... ya da biz öyle sanıyorduk. Önce biz evlendik babamdan kalan bu eve yerleştik. Tanem de arada bizimle kalırdı ama yeni evli olduğumuz için eskisi gibi yanımda kalmaya çekinirdi. Kendine bir ev tuttu. Hiçbir zaman maddi yardımımı istemezdi. Güçlüydü. Kendi ayaklarının üzerinde durmayı bilirdi."

 

"Ne iş yapıyordu?"

 

"İç mimardı. Güzel bir mesleği vardı. Çizmeyi severdi bazı çizimleri elimde birazdan göstereceğim. Bir akşam ağlayarak kapıma geldi. Başta anlatmadı saatlerce omzumda ağladı. Sakinleştiğinde ise anlatmaya başladı. Bir önce ki gece Anıl'la dışarı çıkmışlar. Dediğine göre içeceğine ilaç atmış. Sabah kalktığında..." derin bir nefes alıp gözlerimi kaçırdım.

 

"Anladım." Devam etmesini istemedim. O adam... anneme tecavüz etmişti.

 

"Hamile kaldı. Apar topar evlendiler. Fakat... geçinemiyorlardı. Ben başta anlamadım her evlilikte fikir ayrılıkları olur diyordum. Fakat... düşük yaptığında anladım. İşin içinde şiddet vardı." Elimi enseme götürdüm. Terliyordum, kasıklarıma ağrılar giriyor ve beni sıkıştırıyordu. Sanırım pekiyi hissetmiyordum.

 

"Çoğu kez engel olmaya çalıştım ona. Boşanması için ikna etmeye çalıştım. Fakat Anıl Tanem'i iyi korkutmuştu. Tanem'in köyde baktığı bir ailesi vardı. Anıl onlara para gönderiyordu karşılığında da Tanem'i yanında tutuyordu."

 

"Hala yaşıyorlar mı?" Olumsuz anlamda başını salladı.

 

"Peki sonra...?"

 

"Sonra aradan yıllar geçti. Tanem'i kendi işleri için kullanmaya başladı. Onun zekasına ihtiyacı vardı. Sayesinde bütün iş toplantılarını bağlıyor ve milyonlarca para kazanıyordu. Gözünü iyice karartmıştı. Çok hırslıydı gözü paradan başka bir şey görmüyordu. Sonra ipler ansızın gerildi... Anıl hasta olduğunu öğrendi. Böbrek nakli gerekiyordu. Tüm imkanlarına rağmen yine de kendine uygun böbreği bulamadı. Yurtdışından getirdikleri bir doktor tek çarenin çocuk olduğunu söyledi. Bu da bir ihtimaldi tabii. Plan şöyleydi önce çocuk yapacaklar sonra o çocuk büyüyünce de kendisi için kullanacaktı. Çocuk Anıl'ın umurunda bile değildi sadece kendisini düşünüyordu. Tanem bunu anladığında da ipler kopmuştu."

 

"O çocuk ben oluyorum o zaman." Güldü.

 

"Annen böyle bir şeye asla izin vermezdi vermedi de. Yıllarca çocuk için uğraştılar. Bu sırada Anıl'ın hastalığı da kötüleşti ve onu başka yönlerden de etkilemeye başladı. Anıl'ın çocuğu olmuyordu." Durdu biraz.

 

"Lütfen devam edin."

 

"Sonra... arkadaşım hayatında ilk defa aşık oldu." Ellerini hafifçe iki yana açıp tebessüm etti. Şaşkınlıkla kaşlarımı havaya kalkarken saçlarımı kulak arkası yaptım.

 

"Anıl'a mı?"

 

"Hayır tabii ki de o mahluk Tanem'in sevgisini bir gram bile hak etmiyor. Tanem zamanında reddettiği bir arkadaşıyla konuşmaya başlamıştı." Söylemekte kararsız kalır gibi bekledi.

 

"Buradan sonra anlatacaklarımı bir ben biliyorum bir de sen bileceksin. Levent'e bile anlatmadım." Başımı salladım.

 

"Tanem'i çok uyardım. Anıl bunu öğrenirse onu yaşatmazdı. Fakat beni dinlemedi. O adamla... Hakan'la görüşmeye başladı. Zaten Anıl'ın işi başından aşkındı o yüzden Tanem rahattı. Fakat bir akşam bize geldiklerinde her şeyi bana anlattı. Hakan'la kaçacaklarmış. Ne kadar riskli olduğunu bilsem de ona yardım ettim. Tanem'in Anıl'dan kurtulması gerekiyordu. Fakat işler yolunda gitmedi. Tanem Hakan'dan hamile kalmıştı. Plansızca evden kaçtı. Anıl çocuğu kendinden sanacaktı eğer gerçeği öğrenirse de Tanem'i öldürecekti..." gözleri dolmuştu. Biraz yakınlaşıp omzuna dokundum.

 

"Sizin elinizden geleni yaptığınıza eminim ağlamayın lütfen." Başını salladı. Annem için mücadele etmişti ama yine de onu kurtaramamıştı.

 

"Anıl o sıralar kötü işlere bulaşmıştı bunu bahane ederek onu kaçırdıklarını söyledim. Bir süre onu sakladım. Anıl onu bulmak üzereydi doğum yaptıktan sonra çocuğuna sadece 3 ay bakabildi."

 

"Benim bir kardeşim var öyle mi?" Yutkunarak gözyaşlarımı sildim.

 

"Evet." Gözyaşlarıyla ıslanan dudakları birden güldü.

 

"Bir abin var." Elimi kalbime götürdüm. Tüm bunlar gerçek miydi? Hayatım boyunca hep ailemi düşünmüştüm ve benim şimdi... bir abim vardı.

 

"Sonra ne oldu?"

 

"Çocuğu Hakan'a verdi. Anıl artık bazı şeylerden şüphelenmeye başlamıştı. Ne kadar psikopat olsa da annene aşıktı. 1 yıl boyunca peşini bırakmadı. Önce Tanem'i bir depoya götürdük. Kaçırılmış süsü verdik. İşe yaradı da. Anıl onu buldu ve bırakmadı. Artık daha da ev hapsine mahkum kalmıştı. Haftada bir kere dışarı çıkardı oğlunu görmek için. Bu şekilde aradan tam 10 yıl geçti. Hakan artık Tanem'in orada kalmasını istemiyordu. Bir yerde haklıydı tabii. Bu sefer kesin kaçacaklardı. Kaçtılar da. Fakat tek sorun... bu seferde Tanem Anıl'dan hamileydi. Hakan başta kabullenmedi ama sen doğunca... çok sevdi seni babalık yaptı sana." Güldüm. Demek sevilmiştim.

 

"Peki durumlar nasıl bu noktaya geldi?"

 

"Anıl başta Tanem'in gitmesine sinirlense de zamanla kabullendi ama sonra nasıl olduysa öğrendi seni. 3 yıl sonra Tanem'in karşısına çıktı. Tehditler savurdu, seni alacağını söyledi. İyileştiğini duymuştuk ama yalanmış. O yüzden seni istiyormuş hala da öyle." Yıllardır nasıl hayattaydı bu adam?

 

"Tanem için artık yolun sonu gelmişti. Sizi korumanın en iyi yolunu dışarıda buldu. Abinle seni yetimhaneye bırakmış. Fakat abin kısa zamanda yeni ailesine teslim edilmişti. Sana da ben sahip çıkacaktım ama en çok benim yanımda tehlikede olurdun. Anıl seni eliyle koymuş gibi bulurdu. Tabi seni bulabilseydim. Yemin ederim seni çok aradım bir yıl öncesine kadar nerede olduğunu nasıl bir hayat sürdüğünü dahi bilmiyordum. Tanem bana mektup bırakmıştı. Bir gün mektubu açtığımda içine gizlediği mesajı buldum. Tanem'di bu yıllarca kendime kızdım defalarca mektubu okumama rağmen nasıl bunu akıl edemedim diye. Tabii ki de bana mesaj bırakacaktı." Yerinden kalkıp dolabın içinden küçük bir sandık çıkardı. İçinde katlanmış bir sürü kağıt vardı. En üsttekini alıp bana uzattı.

 

"Bu bana yazdığı mektup." Elim titreyerek mektubu açtım.

 

"Meryem'im canım arkadaşım. Can dostum. Tek kardeşim. Sözlerim seni ağlatmasın. Mahvolmanı, benim için daha fazla gözyaşı dökmene dayanamıyorum. Bilmeni isterim ki sen her zaman benim biricik kardeşim olarak kalacaksın. Gemi birazdan kalkacak. Sonunda gidiyoruz buradan. Kaktüsü buldum, çocukluğumuzdan kalanı. Onu yanıma alıyorum senden hatıra olarak hem belki Hazal kendine oyuncak yapar. Anıl bizi bulmak üzere. Kerem korkuyor, Hazal ise sürekli ağlıyor. Gideceğimiz yerde bizi karşılayacaklar. Yerimizi şimdilik gizli tutuyoruz ama en kısa zamanda sana ulaşmaya çalışacağım. Bana bir şey olursa çocuklarım sana emanet.

Tanem..."

 

Yazıdan da anlaşılacağı üzere çok acele yazılmış bir mektuptu bu. Ama ben... mesajı görmemiştim.

 

"Mesaj nerede?" Güldü.

 

"Buraya kadar her cümlenin ilk hecesini birleştir." İçimden gösterdiği yere kadar tekrar ettim. Mer-can-tek-söz-mah-bil-ge-so-kak şaşkınlıkla gözlerim açıldı.

 

"Mercan Teksöz mahallesi, Bilge sokak! Bu benim kaldığım yetimhanenin adresi!" Gülerek başını salladı.

 

"Ne yazık ki seni zamanında bulamadım. Levent'te bende seni çok aradık. Yerini öğrendiğimde ise çoktan gitmiştin."

 

"Peki bizi bıraktıktan sonra anneme ne oldu?"

 

"Anıl'ın bana bir şekilde ulaşacağını biliyordu. Ona mektubu gösterdim. Dikkatini başka yöne çektik. Ortada gemi falan yoktu hepsi düzmeceydi." Aklım giderek karışıyordu.

 

"Nasıl yani?"

 

"Mektupta bahsedilen kaktüs aslında bende. Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anladım. Anıl Gemileri didik didik ararken Tanem zaman kazandı ve sizi güvenli bir yere yerleştirdi. Bu şehirden kaçışı olmayacağını biliyordu. Sonunda Anıl onları buldu. Gözlerinin yaşına bakmadı Hakan'ı da Tanem'i de tek kurşunla öldürdü. Haberlere çıkmıştı esrarengiz cinayet diye orada gördüm. Sonrasını hatırlamıyorum bile hastanede gözlerimi açtım. Anıl seni bulana kadar bizi hiç rahat bakmadı. Hatta... oğlumu benden aldı." Derin bir nefes alıp elimle yüzümü kapattım. Beni bulmak için Savaş'ın abisi ölmüştü.

 

"Benim yüzümden..." kollarını anında bana sardı.

 

"Hayır tatlım senin hiçbir suçun yok. Sen bu hikayenin masumusun ve ben senin zarar görmene izin vermeyeceğim. Sen bana kardeşimin emanetisin." Derin bir nefes aldım. Anıl'ı... o şerefsizi öldürmek istiyordum. O adam benden hayatımı çalmıştı. O benden annemi, babamı, abimi tüm ailemi çalmıştı. Onun yüzünden ben yıllarca zorluklar çekmiştim onun yüzünden küçük yaşta hayat mücadelesi vermiştim. Her şey onun yüzündendi ve ben... ondan tüm bunların hesabını soracaktım.

 

"Bu sana." Uzattığı zarfa baktım. Bana da mı mektup yazmıştı. Gözyaşlarım görmemi engellerken gözlerimi birkaç defa kırpıştırdım. Mektubun üzerinde adım yazıyordu. Titrek ellerimle açtım zarfı. İçinden bir fotoğraf ve iki sayfa kağıt çıkmıştı. Fotoğrafın arkasında tarih yazılıydı. 04.09.2000

 

"Sen doğduğunda hastanede çekilmiş." Fotoğrafın ön tarafını çevirdim. Yatakta yatan bir kadın kucağında ben, başucunda bir adam, ayaklarının dibinde ise küçük bir çocuk.

 

"Onlar senin ailen..." titrek bir nefes alırken elimi fotoğrafın üzerinde gezdirdim. Birkaç gözyaşım fotoğrafın üzerine düşmüştü.

 

"Çok güzel..." güldüğünü duydum.

 

"Güzelliğini annenden almışsın." Kuruyan dudaklarımı ıslatırken parmağımı hepsinin üzerinde gezdirdim. Çok mutluyduk... yıllardır istediğim şeye zaten sahipmişim ama bu benden çok erken yaşta alınmıştı. Nefretim gittikçe büyürken yumruğumu sıktım. O adamın ölümü benim elimden olacaktı.

 

Hızlı hareketlerle mektubu açtım. İlk sayfada karakalemle çizilmiş bebek yüzü vardı. Ben miydim yoksa?

 

"Evet... o sensin." Şaşkınlıkla kaşlarım havaya kalktı. Beni çizmiş hem de kusursuz bir biçimde. Güldüm. Annem beni seviyordu. Diğer kağıdı aldım elime. Bana yazılmış uzunca bir mektup.

 

"Hazal'ım sevgili kızım... bir tanem. Seni çok seviyorum canım kızım. Sana iyi bir anne olmadım affet beni. Tek istediğim seni her şeyden korumaktı ama babandan koruyabilir miyim bilmiyorum. Bu mektubu eline aldığında kaç yaşında olacaksın bilmiyorum. Hayatta olur musun onu bile bilmiyorum. Tek istediğim yaşaman, güzel bir hayat sürmen. Eğer Anıl bir gün seni bulursa ona sakın güvenme. Sana sevgiyle yaklaşmaya çalışacak, seni önemsediğini gösterecek ama bunların hepsi yalan. Onun kalbi kara bir delik gibidir kızım. Kimi isterse kendi karanlığına çekip, hapsediyor ve öylece bırakıyor. Senide sadece hastalığı için kullanmak istiyor işi bitince umurunda bile olmayacaksın. Onun için tedaviden başka bir şey değilsin. Bu satırları yazmak çok zor... eğer bu mektup eline geçerse güvendesin demektir. Anıl hala seni bulamamıştır ve büyük ihtimalle ben ölmüşümdür. Şunu sakın unutma güzel kızım, her şey affedilir ama asla unutulmaz... sen affetme. Ben zamanında babana defalarca şans verdim, sen verme. Ama sakın üzülme. Ben üzülmüyorum. Sizi o adamdan kurtarıyorum. Eğer bunu başarabilirsem sakın bana kızma. Sizi bıraktığım için bana küsme çünkü başka çarem yoktu. Umarım abinle berabersindir. Umarım birbirinize sahip çıkıyorsunuzdur. Tek temennim iyi bir hayatınızın olması. Benim yokluğumda Meryem teyzen sana sahip çıkacaktır. Onu bul ve yanından ayrılma. O seni korur, sana anne olur...

 

Seni çok seven annen Tanem..."

 

Gözlerimi son kez önceden ıslanıp dağılan mürekkeplerde gezdirdim. Bu gözyaşları benim değil annemindi. Bu mektubu yazarken ağlamıştı tıpkı benim şimdi ağladığım gibi. Ben hıçkırıklarımda boğulurken Meryem teyze bana kocaman sarıldı. Çoktan kırılmış ruhum tuzla buz olmuştu. Annem... beni seviyordu. Ailem beni seviyordu, hayatım boyunca istediğim tek şey mutluluktu... ona bile sahiptim ama Anıl tüm bunları benim elimden almıştı. Onu öldürecektim. Onu öldürecektim. Onu öldürecektim. Anıl'ı öldüreceğim. Bu kelimeyi her bir hücreme kazımak istercesine içimden defalarca tekrar ettim. Çok büyük hayal kırıklığı yaşatacaktım ona. Her şeye sahip olduğunu sandığı anda ölümcül darbeyi vuracaktım. Ama hayır... hemen ölmeyecekti. Bana çektirdiklerini misliyle çektirecektim ona. Yaşadığım her bir acıyı, her bir yarayı tek tek özenle işleyecektim vücuduna... ruhuna. Ölmek için yalvaracaktı, ayaklarıma kapanacaktı da ona yine istediğini vermeyecektim. Ne zaman eşitlenirsek işte o zaman canını alacaktım onun. Yavaş yavaş ruhunu çekecektim, gözlerimin içine bakarken ise fısıldayacaktım annem için...

 

Meryem teyze kutudan birkaç şey daha çıkartırken ıslak yanaklarımı kazağımın ucuyla kuruttum.

 

"Bu mektubu nereden buldunuz?"

 

"Yetimhaneyi bulduğumda seni soruşturdum. Annen sizi bıraktığında valizin içine koymuş. Sen kaçınca eşyalarını diğer çocuklara dağıtmışlar bir tek bu kalmış. Başta atacaklarmış ama sonunda okumaya karar vermişler. Tehlikenin farkına varınca da bir gün gelirsin diye saklamışlar." Başımı salladım. Bir tane de abimde olmalıydı.

 

"Abim nasıl?" Sıkıntılı bir nefes aldı.

 

"Abin... sosyeteden bir aile tarafından evlatlık edinildi. Az çok tanırım iyi bir ailedir. Ailesi durumun farkında abin... Kerem'de her şeyi biliyor. Uzun zamandır ondan haber alamıyorum ama en son seni aradığını duymuştum. O da ailesinin intikamını almak istiyor." Yetimhaneye bırakıldığımızda o... 13 yaşındaydı. Her şeyin farkındaydı... her şeyi hatırlıyor olmalıydı. O adam bizden çocukluğumuzu almıştı. O lanet olsun ki bizden her şeyimizi almıştı

 

"Bunlar... annenin bazı çizimleri." Uzattığı onlarca sayfa plana baktım. Ondan kalan tek şey bu olmalıydı.

 

"Çocukluğumuzdan kalma eski bir ağaç evimiz vardı. Orada buldum onları. Ne olduklarına dair hiçbir fikrim yok. Anıl'dan saklandığı zamanlar orada buluşurduk hep. Ne zaman bıraktı neden bıraktı bilmiyorum belki de orada unuttu ama anlayamadığım tek şey Tanem hiçbir zaman oraya iş getirmezdi. Levent'e gösterdim o da bunların ne olduğunu anlayamadı. Önemsiz olmalılar ama yine de sakladım. Bu oda ve içindekiler ondan kalan tek şeyler. Hiçbirini atmaya kıyamadım." Güldüm. O gerçekten iyi bir arkadaştı.

 

"Ve... bu." Gülerek uzun altın kolyeyi gözümün önünde salladı.

 

"Bu...?"

 

"Bu annene kendi annesinden kalan kolye. Bir kızı olursa ona bırakacağını söylerdi hep. Yani bu senin oluyor." Elime aldım kolyeyi. Öyle çok abartılı bir şey değildi ucunda küçücük bir inci vardı.

 

"Takmak istiyorum." Saçlarımı arkadan toplarken Meryem teyze kolyeyi takmıştı. Ucundaki küçük inciyi öpüp kazağımın içine sarkıttım. Soğukluğu tüylerimi diken diken etmişti. Farklı bir maneviyat hissi etrafımı sararken derin bir nefes aldım. Kalbim deli gibi atmaya başlamıştı. Elimi kalbimin üzerine koydum. Çarpıntım başlamıştı.

 

"İyi misin?" Başımı salladım.

 

"Arada oluyor böyle. Heyecanlandığım zaman."

 

"Benim anlatacaklarım bu kadar şimdi hala o adamla buluşmak istiyor musun düşün biraz." Başımı sallayıp saçlarımı parmaklarımla geriye doğru tararken Meryem teyze odadan çıktı.

 

Derin derin nefesler aldım. Belki de 5 dakika boyunca bunu tekrar ettim. Kendime gelmeliydim. Zihnim açılmalıydı. Düşünmem gerekiyordu plan yapmalıydım. Ama öyle nefretle alınmış hızlı kararlarla değil. Uzunca düşünecektim. Yapacağım her hareketi her sonucu en ayrıntısına kadar hesaplamalıydım. Tıpkı bir satranç oyunu gibi. Attığım her adımın karşılığını bilerek oynamalıydım. Eğer bilmem gerekirse üç hamle ötesinden rakibimin hamlesini bilecektim. Önemli olan fazla taş kazanmak değil doğru hamle yapmaktı. Yanımdaki bütün taşlarım önemliydi benim için ama bir noktaya kadar. Etrafımdakileri zamanı gelince kendi ellerimle oyun dışı bırakıp, sadece ikimiz kaldığında... beni yeneceğini sandığı sırada şahımı çekip çırpınışını izleyeceğim sonrasında ise mat edip onu devirecektim. Aynen böyle olacaktı. Eğer bu hikayenin baş karakteri bensem hikayenin gidişatını ben belirleyecektim. Ve benim hikayem de verdiğim savaşta... düşmanım haricinde kimse zarar görmeyecekti.

Loading...
0%