Yeni Üyelik
29.
Bölüm

Bölüm 28: Mutfak Gecesi

@nickinci

Ortadaydım... Ben yine her zamanki gibi ortadaydım. Bir tarafım annemin intikamı için tutuşurken bir tarafım sevdiklerimi koruma arzusuyla doluydu. Annem mi? Sevdiklerim mi? İntikam planlarımı devreye sokabilirdim ya da buradan çok uzaklara gidip kimsenin bizi tanımadığı bir yerde yeni bir başlangıç yapabilirdim. Mantığım ayrı bir şey söylüyordu kalbim ayrı. O halde asıl soru şuydu... Ben aklımı mı seçecektim yoksa kalbimi mi?

 

Derin bir nefes alıp başımı yasladığım camdan çekip bakışlarımı kucağımda birleştirdiğim ellerime kilitledim. Ne yapacaktım? Sadece 1 saat öncesine kadar çoktan Anıl'ı öldürme planları yaparken şimdi daha da sakinleşmiş biraz daha durulmuştum. Acele ediyordum. Ne kadar her bir hamlemde dikkatli olacağımı bilsem de korkuyordum. Yanlış bir şey yapmaktan, sevdiklerime zarar vermekten... onları üzmekten korkuyordum. Fedakarlık yapılmadan savaş kazanılmazdı. Kimseyi feda edemezdim. Kimsenin hayatını mahvetmeye hakkım yoktu. Ama kendim... bu intikam için canımı ortaya koymaya hazır mıydım?

 

Derin bir nefes alıp başımı kaldırdım. Ne zaman durduğunu bilmediğim arabadan dışarı bakarken çoktan eve geldiğimizi fark ettim. İkimizde yol boyunca sessizdik. Ne o tek bir kelime etmişti ne de ben. Aklı tartışmamızda kalmıştı biliyordum. Benim aklım ise her şeyde...

 

Yavaşça yutkunup çantamın kulbunu kavradım. Ona kırgın değildim. Artık o adamın ne istediğini ve ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordum. O ise bunu benden önce de biliyordu ve tehlikenin farkındaydı. Tamam belki fazla tepki vermişti ama bunu dert etmedim. Her zaman fazla tepki veren benken onunkini görmezden gelebilirdim.

 

Başımı çevirip yüzüne baktım. Sokak ışığı yüzünün yarısını aydınlatırken benim tarafımdaki yarısında sadece bazı hatları belli oluyordu. Tekrar derin bir nefes alıp kapının kulbunu kavradım.

 

"İyi geceler." Ağlamaktan kısılmış olan sesim zar zor duyulurken arabadan indim. Yoksa halâ bana kızgın mıydı? Annesinin dediği gibi bir şeyler yapmaya çabalıyordum. Ayrıca fikrimden caymış değilim sadece tehlikenin biraz daha farkındayım.

 

"Hazal...?" Bahçe kapısından gireceğim sırada adımın seslenilmesiyle olduğum yerde kalıp gözlerimi kapattım. Derin bir nefes alırken yüzümde hafif bir tebessüm belirdi. Ben de bunu bekliyordum. Sesi katı, sert değil aksine yumuşak hatta biraz çekingendi. Bunu beklemiyordum işte. Topuklarımın üzerinde arkamı dönüp başını hafif yan yatırmış surat ifadesini inceledim. Yüzü yine ifadesizdi ama çoğu zaman donuk bakan gözlerinde bu sefer duygularını saklamıyordu. O... üzgündü. Ağzım hafif şaşkınlıkla aralanırken derin, titrek bir nefes aldım.

 

Fark ettim ki bunu sadece bana yapıyordu. Geçirdiğimiz özel anlar dışında Ela gözleri her zaman matlığını koruyor ardındaki duyguya dair en ufak bir belirti vermiyordu. Bunu sadece bana yapması ise kendimi özel hissettiriyordu. Savaş kolay kolay sevdiğini söyleyecek bir çocuk değildi biliyordum ama zaten söylemesine gerek yoktu. O... sevdiğini hissettiriyordu.

 

Daha fazla bekletmemek adına birkaç adımda karşısında durdum. Peki o ne için üzgündü? Anıl'la buluşacak olduğum için mi? Kabullenmiş miydi? Tamam... beklediğimden hızlı olmuştu.

 

"Efendim?" Birden ellerimi tutup dudaklarına götürürken derin bir nefes aldı ve gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadı. Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalkarken nefesimi tutup elimde sıcaklığını hissettim. Ohh... siktir!

 

"Özür dilerim." Erimek lafı benim için hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. Ağzımdan küçük bir şaşkınlık nidası dökülürken pörtlemiş gözlerimi bir saniye bile kırpmadım. Nasıl kırpacaktım ki zaten adeta beni kendisine kilitlemişti.

 

Ellerimi aşağıya indirdikten sonra bırakmadı. Boğazını temizlediğini duydum. Ama... ne hareket ediyordum ne de bir tepki veriyordum.

 

"Nefes al." Bu iki küçük kelimeyi bile sisli zihnimde zar zor birleştirip bir anlam kurmaya çalıştım. Nefes almak? Sahi nasıl yapılıyordu o? Sonrasında gözlerini kaçırmasıyla tüm gerçekliğiyle zihnimde yerini bulan dünyama dönüp kendime geldim. Nefes almalıydım... evet.

 

Temiz havayı derince içime çekip gözlerimi başımı hareket ettirmeden çevrede gezdirdim. Ne demeliydim? Kalbim az önceki olayın etkisiyle hızla çarparken bakışlarımı halâ ellerimi tutan ellerinde sabitledim. İki kelimeyi bir araya getirip konuşabilir miydim bilmiyorum. Dilim adeta lal olmuştu.

 

Dudaklarımı hafifçe ıslatıp konuşabilmenin umuduyla bakışlarımı gözlerine çıkardım. Küçük taneli yağan kar arada kirpiklerime düşüyor anlık olarak bulanık görmeme neden olsa da anında eriyip kayboluyordu. Konuşmak için dudaklarımı araladım ama onlar titrerken nasıl olacaktı bu bilmiyorum.

 

"Ne-" hızlıca yutkunup tekrar konuştum. "Neden?" Parmağıyla okşadığı elimi düşünmemeye çalıştım. Bu hiç kolay değildi. Hem de hiç...

 

"Sana bağırdım..." beni kırdığını sanıyordu... Gerçekten beni bu kadar ince mi düşünüyordu? Benim için küçük bir tartışmayken o bunu kendine dert edinmişti. Başımı hızlıca iki yana sallarken gülümsedim.

 

"Bende sana bağırdım." Kurduğum cümlenin ardından zihnime düşen şüpheyle gülümsemem anında soldu. O... ona bağırmış olmama kırılmış olabilir miydi?

 

"Sakın...!" Aklımdan geçen düşünceyi okumuş gibi birden sırtını dikleştirip başını bana doğru eğdi.

 

"Sakın o güzel aklını benim zihnimden geçebileceğini düşündüklerinle doldurma. Sana kırılmam, darılmam... Düşünecek daha önemli önceliklerin varken beni düşünme." Hafifçe tebessüm ettim. Ne diyordu bu? Sanki benden istediğini yapabilecekmişim gibi birde ciddi ifadesini takınmıştı.

 

"Senin düşünmemek... nasıl olacakmış o?" Alnımı alnına yapıştırırken derin bir nefes aldım.

 

"Sen yapabiliyor musun...? Beni düşünmeden?" Sonrasında sorduğum soruya vereceği cevabı korkarak bekledim. Ya... evet derse?

 

"Ben..." aldığı hırıltılı nefesler eşliğinde dudaklarını yanağıma sürterek kulağıma ulaştı. Siktir! Bu his de neyin nesiydi böyle?

 

Devamında yapacaklarını kaldırabilir miydim bilmiyorum. Tek istediğim koşarak odama çıkıp yorganımın altına girip sessiz çığlıklar atmaktı. Çaktırmadan derin nefesler alırken bunu bana nasıl yaptığını düşündüm. Tamam bu zamana kadar yanıma hiç erkek yaklaştırmamış olabilirim ama bir başkası olsa bile böyle hissettirebilir miydi? Beni böylesine etkisi altına alabilir miydi? Hiç sanmıyorum.

 

"Sen farkında değilsin belki ama ben..." kulağıma çok yakın bir yere küçük bir buse kondurup aşağıya doğru ateşten bir yol aldı ta ki çeneme gelene kadar. Baygınlık geçirmemek için titreyen bacaklarımla zar zor ayakta kalmaya çalışırken gözlerime kilitlediği gözlerine baygın gözlerle baktım. Birazdan sökülüp yerinden çıkacak olan kalbimi aklıma dahi getirmemeye çalışıyordum.

 

"Seni düşünmeden 1 saniye bile geçiremiyorum." Tamam... bu kadarı bünyeme fazlaydı. Ben bunlara alışık bir kız değildim. Karşısında ne tepki vereceğimi dahi bilmiyordum. Söyleyecek herhangi bir söz dahi aklıma gelmezken doğal olmayı seçtim. Her zaman olduğum gibi.

 

Tuttuğu elimi iki avcumun arasına alıp yukarıya çıkarırken gözlerimi bir saniye bile gözlerinden ayırmadım. Elini kalbimin tam üzerine koyup sıkı sıkı bastırırken sık sık nefesler almaya başlamıştım.

 

"Şu yaptığına bak...!" Gülerek bakışlarımı yere indirirken gözlerimi üst üste kırpıştırdım.

 

"Biliyorsun heyecan bana gelmiyor." Söylediklerimin doğruluğunu bilse de kendisini frenlemedi. Boşta kalan eliyle çenemi havaya kaldırırken ona bakmama fırsat vermeden çoktan kızarmış olan burnuma küçük bir öpücük kondurdu.

 

"İlacını aksatma." Sanki bana bu yaptığı çok takdire şayan bir şeymiş gibi otuz iki diş sırıtarak geri çekildi. Huhh...! yine öptü değil mi? Hem de kanayan yerimden...

 

Gözlerimi birkaç saniye kapatıp kendimde kalmaya çalışırken titreyen vücudumu sakin tutmaya çalıştım. Artık gitmeliydi yoksa... ben kalpten gidecektim.

 

Birden ortamı dolduran yüksek sesli melodiyle hafifçe yerimde sıçrasam da beni bu durumdan kurtardığından arayan her kimse içimden ona minnet ettim. O telefonunu cebinden çıkarırken tuttuğum elini yavaşça bıraktım. Bunu fırsat bilip ruh sağlığım için acilen gitmeliydim. Geriye doğru adım attığım sırada omzuma taktığım çanta birden kayıp onu tutmama fırsat vermeden çoktan yerle bütünleşmişti. Gözlerimi devirip eğilip tam alacağım sırada bana fırsat vermeden o eğilip aldı. Hafif şaşkınlıkla kalkışını izlerken aynı zamanda her hareketinden etkilendiğim için ve bunu belli ettiğim için içimden kendime lanet ettim. Ona karşı nasıl bu kadar zayıf olabiliyordum mantığım almıyordu.

 

Çantamı elinden alıp telefonla görüşmesini fırsat bilerek kaçacağım sırada bileğimden tutup beni durdurdu. Başımı hafif yana eğip artık beni bırakması için yüzüne yalvarırcasına baktım. Biraz daha yanında kalırsam buradan sağ çıkamayacaktım.

 

Telefondaki kişinin sesini fısıltı halinde duyarken Savaş'ın hiç konuşmayışı dikkatimi çekti. Bakışlarımı gözlerine çıkarınca göz göze geldik. Ya sadece dinliyordu ya da dinliyormuş gibi yapıyordu. İkinci seçenek bana daha yakın geldi. Şu an başka bir şeyle ilgileniyordu... benimle.

 

Dudaklarını oynatıp iyi geceler dediğinde kendime gelip yüzünü incelemekten vazgeçtim. Tamam... onun bana yaptıklarından sonra bende bunu yapabilirdim. Ayağımı sürterek bir adım ileri gittim. Dudaklarımı yanağına uzatırken bir elimi de diğer yanağına götürüp hafifçe okşadım. Yanağına küçük bir buse kondurup geri çekilirken aynı onun gibi dudaklarımı oynattım. İyi geceler...

 

Sonunda eve doğru adımlarken halâ arkamdan baktığını hissediyordum. Kapının önüne geldiğimde çantamdan anahtarı arama bahanesiyle hafifçe başımı çevirip omzumun üzerinden arkama baktım. Sonunda gidiyordu. Hızlıca eve girip kapıyı kapatırken çoktan dizlerimin bağı çözülmüş yere çökmüştüm bile. Elim kalbime giderken derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştım. Az önce yaşananlar gerçekti değil mi?

 

Yüzümde kocaman bir gülümseme belirirken ellerime suratımı kapattım. Her bir saniyesi gerçekti, özeldi ve her bir saniyesini asla unutmayacaktım. Sanki dakikalardır koşuyormuşum gibi nefes nefese yutkunurken dizlerimin dibinde biten bir çift ayakkabının sahibine baktım.

 

"Neden yerdesin?" Öykü elinde tuttuğu ve buharı hala üstünde tüten kupadan bir yudum aldı.

 

"Ben... ben yeni geldim?" Duvara monteli olan ayakkabı dolabından tutunarak ayağa kalktım. Off! Öykü bu tarz şeylerde profesyonel gibi bir şeydi anlayacaktı hemen bir şeyler olduğunu.

 

"Yanakların kızarmış." Gülerek kahvesinden bir yudum daha aldı.

 

"Sorayım mı?" Derin bir nefes alırken beremi başımdan sıyırdım. Konuşacak halim yoktu sadece başımı sallamakla yetindim. Şu an sadece kendimle kalıp sakinleşmeliydim. Sanırım ellerimi yıkamayacaktım... bir de yüzümü.

 

Merdivenleri dikkatli bir şekilde tırmanırken omzumdan tekrar kayan çantam merdivenlerden yuvarlanıp arkamdan bakan Öykü'nün ayaklarının dibinde durdu. İçinden birkaç eşya etrafa saçılırken tıpkı Öykü gibi benimde dikkatim yalnızca içinde annemin bana bıraktığı mektup olan zarftaydı. Sakin adımlarla merdivenleri inerken gözümü zarftan bir saniye bile ayırmıyordum.

 

Dikkat çekmemek adına sanki önemsiz bir şeymiş gibi önce etrafa saçılanları çantama yerleştirip en son kapalı zarfa uzandım. Tam alacağım sırada pembe tüylü terliğinin ucuyla zarfın köşesine basıp beni durdurdu. Şimdi olmazdı. Önce tüm bunları tek başıma sindirip sonrasında açıklamalıydım. Sakince yutkunup başımı yukarı kaldırırken havaya kalkan tek kaşı dikkatimi çekti. Eğer bu hareketi Öykü yapıyorsa bu şimdi konuşacağımız anlamına geliyordu.

 

Zarfı iyice kendi önüne çekip eğilip aldı. Bende onunla aynı anda kalkarken göz temasından kaçınıyordum. Zarfın arkasını çevirip el yazısıyla yazılmış ismime daha çok şaşırmış gibiydi.

 

"Hazal...?" Boğazımı temizledim.

 

"Efendim?" Bakışlarını zarftan ayırmadan konuştu.

 

"Sen nereden geliyorsun?"

 

"Ben-"

 

"Gözlerini kaçırmadan konuşur musun?" Dudaklarımı ıslatıp derin bir nefes aldım. Yapabilirdim...

 

"Sen ağlamışsın!?" Daha konuşamadan başını bana iyice yaklaştırıp gözlerimi ve çevresini inceledi.

 

"Hayır..."

 

"Evet öyle! Tanıyorum seni, ağlamaya alışık olmadığın için göz çevren çabuk şişiyor!"

 

"Ağlamış mı?" Merdivenlerden inen İdil'in de sesini duyduğumda bu işten artık kaçışım olmadığını anlamıştım. Peki öyleyse...

 

"Neden?" Bakışlarımı zarftan çekip koluma dokunan İdil'e baktım.

 

"Mutfak gecesi?" Hafifçe sırıtıp elimi belime koydum. Eğer halâ gülebiliyorsam bu hayata karşı halâ umudum var demek miydi?

 

 

"Demek bir abin var..." İdil dudağını hafifçe büzüp tırnağının kenarını soymaya başladı. Pabucunun dama atılacağını düşünüyordu herhalde. Gülerek başımı iki yana salladım. Tabii ki de öyle bir şey olmayacaktı.

 

"İdil! Böyle bir durumda kendini düşünüp durma." Öykü ve İdil kendi aralarında didişirken başımı omzuma yasladım.

 

Bir abim vardı ve beni arıyordu. Nasıl biriydi acaba? Tıpkı benim gibi karanlık işlere bulaşmış mıydı? Yaşı oldukça büyüktü belki de... bir aile kurmuştur kendine.

 

"Kendimi düşünmüyorum, sadece... o benim ablam." Derin bir nefes alıp saçlarımı elimle arkaya doğru taradım.

 

"Evet senin ablanım ve hep senin ablan olacağım. Bir abim olabilir ama nasıl biri bilmiyorum, beni sahiplenir mi kendine kardeş yapar mı bilmiyorum o istese bile ben onu ister miyim onu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey benim kardeşimin sen olduğun İdil." Benim gibi gözleri dolarken başını yavaşça salladı.

 

"Peki... sen tüm bunlara rağmen nasıl hissediyorsun?"

 

Derin bir nefes alıp avcumun içiyle yanağımı sildim. Bildiğim tüm gerçekleri onlara anlatmıştım. Anıl'ı, annemi, abimi...

 

"Herkesin hayatının bensiz daha iyi olacağını düşünmeye başladım... bu... bomboş bir hiçlik gibi hissettiriyor." Benim yüzümden ailem dağılmıştı, İdil zehirlenmişti, zamanında evden çıkamasaydı belki Öykü şu an aramızda olamayacaktı... ve Savaş'ın abisi. Acaba o... bunu biliyor muydu? Yani o gece adamların onların evine benim yüzümden geldiğini. O kadar çok sorum vardı ki tüm bunlara yanıt bulabilecek miydim bilmiyorum.

 

"Üzgünüm ama bu konuda sana katılmıyorum." İdil'e baktım. Sanırım aklı başında değildi.

 

"Benim yüzümden zehirlendin."

 

"Küçük bir şeydi."

 

"Hayır ölümcüldü." Derin bir nefes alıp masaya uzattığım ellerimi tuttu.

 

"Eğer bugün buradaysam senin sayende. Belki sen farkında değilsin ama ben yetimhanede bile seni ablam olarak görüyordum. Senin sayende bende kaçtım ve aileme kavuştum. Şuna bir bak..." eliyle çevreyi gösterdi.

 

"Evimiz var, arabamız var... paramız var. Biz bugün birçok kişinin hayalini kurduğu konumdayız. Sen olmasaydın ben bunlara sahip olamazdım. Benim... senin sayende bir ailem oldu. Tamam... belki kısa sürdü ama ben senin sayende ailenin ne demek olduğunu öğrendim, hissettim..." Gerçekten böyle mi düşünüyordu? Tüm bu başımıza sardığım belalara rağmen yine de dimdik arkamda duruyorsa eğer biz ikimiz gerçekten aile olmayı becermişiz demektir.

 

"Siz çok güzelsiniz ya! Valla bakın ciddi söylüyorum iyi ki sizi tanımışım." Gülerek tek elimi de Öykü'ye uzattım.

 

"Kimse kımıldamasın! Masada ki hüzün henüz dağılmamışken bozmayın ve beni bekleyin." İdil koşarak mutfaktan çıkarken arkasından bu ani değişimine baka kalmıştım.

 

"Nereye gidiyor bu şimdi?" Öykü tek eliyle yüzünü kapatırken sessiz bir küfür savurduğunu duydum. Öykü ve küfür? Tamam... anlaşılan gerçekten sinirlenmişti.

 

"Kızacaksın. Kesinlikle kızacaksın." Neye? Kaşlarım hafif çatık beklerken ne döndüğünü anlamaya çalışıyordum. Cidden yine ne karıştırmıştı bunlar?

 

"Ta daa!" İdil kapı pervazında durmuş elinde ki iki şişeyi de havada sallıyordu. O ne be?

 

"İyi halt ettin hepsini çöpe atacak şimdi. Hani yalnız kaldığımızda içecektik!?" İçmek? Ağzım şaşkınlıkla açılırken ayağa kalktım. İçki miydi onlar?

 

"Onları sana nasıl verdiler?" Yaşı tutmuyordu ve eğer yakalansaydı... gerisini düşünmek dahi istemedim. Şirince gülümseyip iki şişeyi de masaya bıraktı.

 

"Senin kartınla sipariş ettim ve..." çıkardığı üç bardağı da masaya bırakırken yüzüme baktı.

 

"Uçuyo- şey içiyoruz değil mi?" İkisi de meraklı gözlerle ağzımın içinden çıkacak cevabı bekliyordu. Böyle bir durumda cevabım belliydi.

 

"Tabii ki de... hayır!" Uzanıp şişeleri masadan aldım.

 

"Bu durumdayken birde sizinle uğraşamam."

İdil tekrar şirince gülümseyip sinsi sinsi yanıma yaklaştı.

 

"Canım benim... bu gece rolleri değişiyoruz. Sen kafanı dağıtacaksın ben sana sahip çıkacağım." Bu cazip teklif karşısında biraz düşündüm. Tadı iğrençti bunu yeterince deneyimlemiştim. Ama kafa dağıtmak? Tek istediğim uyuyup tüm olanları kısa bir sürede olsa unutmaktı. Ama... bu kadar dolu bir kafayla nasıl uyunurdu bilmiyorum.

 

Halâ kararsız bir şekilde şişenin birini masaya koydum. Öykü tam uzanıp alacağı sırada kendime doğru çektim.

 

"Sadece ben." İkisi de birbirine bakıp sinsice gülümserken tek kaşımı kaldırdım.

 

"Söz mü?"

 

"Söz."

 

"İdil?"

 

"Söz." Ne kadar söz verseler de bu konuda İdil'le güvenmiyordum yine de fazla uzatmamayı tercih ettim. Gerçekten kafamın dağılmasına ihtiyacım vardı.

 

"Siz yine de bütün kapıları kilitleyin ve anahtarları benim bilmediğim bir yere saklayın." Öykü koşarak dış kapıyı kilitlerken İdil'de mutfak kapısını kilitlemişti.

 

"Merak etme benim gözetimim altındasın." Güven verici bir ses tonuyla konuşup başımı okşadı.

 

"Ya iyice kendimden geçip size güç uygularsam." İdil'in kahkahası bütün mutfağı doldururken Öykü'de gelmişti çoktan.

 

"Sarhoş olacaksın ne gücünden bahsediyorsun...?" Kalktığım yere gülerek geri oturup şişenin kapağını açtım. Bardağa az bir şey doldururken kızlarda pür dikkat beni izliyordu.

 

Önce küçük bir yudum aldım. Anında yüzümü buruştururken bardağı kendimden uzaklaştırdım.

 

"Imm... fena yakıyor." Birkaç defa art arda öksürürken sürahiden kendime koca bir bardak su doldurdum.

 

"Hey...!" İdil su dolu bardağı anında elimden alırken içki dolu bardağı önüme itti.

 

"Mideni suyla şişirme!"

 

"Ama tadı çok kötü..."

 

"Bir şey olmaz. Zaten alışık değilsin iki bardağa devrilirsin." Devrilmek? Okey. Beni küçümsemesi iyice hırslanmama neden olmuştu. Tamam alışık olmayabilirdim ama iradem güçlüdür benim.

 

Yarım doldurduğum bardağı tek seferde kafama dikerken doğrulduğumda ağzım açık kalmıştı. Yanıyordum... çok fena yanıyordum!

 

"Su! Ne olur su!" Öykü başını iki yana sallayıp tekrar yarısına kadar doldurduğu bardağı önüme itti.

 

"Yanması geçmeden hemen şunu da iç hissetmezsin bir şey sonra söz su vereceğim." Öykü'de keçi inadı olduğunu bildiğimden hiç uzatmadan önümdeki bardağı da kafama diktim. Siktir! Artık midemde yanıyordu.

 

Bardağı uzatmasını beklemeden sürahiyi avuçlayıp kafama diktim. Bu iyi gelmişti işte. Yarısı boynumdan aşağıya dökülürken yarısını mideme indirmiştim.

 

"Yavaş be buna yer kalmadı!" Yüzümü buruşturarak geri çekilirken elimi öne doğru uzatıp elindeki bardağı uzaklaştırdım kendimden.

 

"İstemiyorum, vazgeçtim! İğrenç bir tadı var. Sahte olmadığına emin misin?" Gözlerini devirirken sanki çok anlıyormuş gibi bardağı kokladı.

 

"Saçmalama en kalitesini aldım. Hadi son bir bardak yeter sana." Tereddüt etsem de amacım uğruna uzanıp aldım bardağı. Tek elimle burnumu kapatırken içimden bunun acısız olması için yalvardım. Ve öyle de oldu. Sanırım alışmıştım. Derin bir nefes alırken gözlerimi açıp ikisinin de gülen yüzüne baktım.

 

Midemde bir şeyler altüst olurken masanın köşesini tuttum. Tamam... bu kadar hızlı olacağını beklemiyordum.

 

"Nasıl hissediyorsun?" Tekrar derin bir nefes alıp gözlerimi açıp kapattım.

 

"Bir şeyler oluyor ama... hâlâ kendimde gibiyim." İdil gözlerini devirip tekrar bardağı doldurdu. Bu sefer resmen ağzına kadar doldurmuştu.

 

"Hayır hayır istemiyorum bu kadar yeterli."

 

"Mızıkçılık yapma bu son." Tereddütle uzanıp elinden bardağı alırken gözlerimle ikisini de süzdüm.

 

"Siz ne çeviriyorsunuz?" Bardaktan büyük bir yudum alırken arkama yaslandım. Üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi rahatlamıştım.

 

"Hâlâ bizi düşünüyorsun. Bitir artık şunu!" Bardaktan peş peşe büyük yudumlar alırken çoktan yarıyı geçmiştim.

 

"Beni iyi dinleyin..." sesim sarhoşlar gibi uyuşuk çıkınca kendi kendime güldüm.

 

"Birazdan beni odama çıkarıp uyuyana kadar yanımdan ayrılmayacaksınız."

 

"Tamaaam." Gözümü birkaç defa açıp kapattığımda İdil'i ayakta gördüm. Ya da oturuyordu bilmiyorum. Bir şeyler hareket ediyordu ama ne? Ben mi? İdil mi? Yoksa ev mi?

 

Elimde ki boş bardağı masaya bırakırken ayağa kalkmaya çalıştım. Kalktığım gibi anında geri otururken başımı geriye attım. Off! Odama çıkıp uyumak istiyordum.

 

"Hazal?"

 

Duyduğum sesle başımı kaldırmak istedim ama yapamadım. Sanırım boynum kopacaktı. Birkaç denemem sonucu kalkamayınca başımı yana çevirip yere baktım. Kendimi yere atsam nasıl olurdu?

 

Bacağımı tam boşluğa sarkıttığım sırada birisinin başımı tutup kaldırmasıyla kendime geldim.

 

"Gerizekalı." İdil dirseğini masaya dayayıp başını eline yaslamıştı.

 

"Ablanım ben senin! Benimle böyle konuşamazsın!" Elimi hızla masaya vurup öne doğru eğildim.

 

"İdil! Sus delirtme kızı."

 

"Sende kulağımın dibinde bağırıp durma be!" Sinirle bağırıp oturduğum yerden kalkarken Öykü'yü geriye doğru iteklemiştim.

 

"Ben ne yaptım şimdi?" Öykü'nün hayretler içinde ki ifadesine karşılık İdil hunharca gülüyordu.

 

"Her neyse. Şimdi sana bir soru soracağım ama doğru cevap vereceksin?" Omuzlarımdan tutup yavaşça sarstı beni.

 

"Sor ne soracaksan maçım var geç kaldım." O gözlerini mi devirmişti yoksa ben mi onun gözlerini hareket halinde hayal ediyordum? Sanırım dünyam tersine dönmüştü.

 

"Savaş'a aşık mısın?" Güldüm. Sanki bilmiyorlardı.

 

"Evet..." buzdolabına yasladığım vücudum kayarak yerle bütünleşti. Savaş... hayatıma girip bütün düzenimin içine etmesi çok ani olmamış mıydı? Daha düne kadar ondan nefret ederken bugün ne kadar yanında kalırsam kârdı benim için.

 

"Yaşasın sarhoş olmuş hadi içelim." Öykü sevinç çığlıkları atarken İdil çoktan diğer iki bardağı doldurmuştu bile. Ağzım kulaklarıma varırken çekmecelerden tutunup ayağa kalkamaya çalıştım.

 

"Siz çok fenasınız! Beni kandırdınız ha!" Zar zor ayağa kalkıp sandalyeye otururken yarısını içtiğim şişeyi elime aldım. Beni pek fazla takmıyor gibiydiler.

 

"Öykü boğazın alışana kadar üst üste iç tamam mı?"

 

"Tamam. Geçen sefer ki gibi olmayacak." Bardağı tam kafasına dikeceği sırada birden durup bağırdı.

 

"Hii! Telefonumu kapatmayı unuttum. Neler yapabileceğimi bilmiyorum. Bence sende kapat." İkisi de telefonuna bir şey yaparken şişeyi kafama dikip onları izledim. Telefonu kapatmak? Önemli bir şey miydi? Böyle durumalar da kapatılır mıydı? Neden?

 

"Benimkini de yapın." Beni duydular mı hiçbir fikrim yoktu. Derin bir nefes alıp şişeden birkaç yudum daha aldım. Tat almıyordum ama kendimi içmek zorundaymış gibi hissediyordum.

 

"Öğk! Dediği kadar varmış cidden." Kendimden emin bir şekilde gülümsedim. Ben her zaman doğru konuşurdum. İdil gözlerini devirirken bardakları tekrar doldurdu.

 

"Aynı anda tamam mı? Hazal 3'e kadar say içeceğiz." Keyifle dirseklerimi masaya yaslayıp gülümsedim.

 

"Tamam başlıyorum." İkisi de hazır bir şekilde bardağı eline alıp pür dikkat beni beklediler.

 

"1... 2... 5! Şaka!" Oturduğum yerde kahkahalarımda boğulurken tükürüğümün boğazıma kaçmasıyla az daha gerçekten boğulacaktım. Öykü'nün yardımıyla yerimde dikleşirken kendime geldiğimde kahkahalarıma kaldığım yerden devam ettim.

 

"Nasıl kandırdım ama! nasıldı?" Yavaş yavaş gülmeyi bırakırken İdil ve Öykü'nün bana boş gözlerle baktığını gördüm. Bunların şakadan anladığı yoktu.

 

"Ne?" Elimdeki şişenin dibini görürken pat diye masaya bıraktım.

 

"Bak şimdi bir oyun oynayacağız. Ben başını kaldır diyene kadar yere bakıyorsun eğer ben demeden başını kaldırırsan kaybedersin tamam mı?" Hızlıca başımı sallayıp yere bakmaya başladım.

 

"Ben kazanacağım." Baktım... Baktım... Baktım...

 

Ne kadar süredir boşluğa bakıyordum bilmiyorum ama canım sıkılıp bir şeyler yapmak için başımı kaldırdığımda Öykü'yü masanın altında görmüştüm.

 

Eğilip başımı masanın altına soktum.

 

"Ne yapıyorsun orada?" Endişeli bir şekilde etrafına bakıp elini başının üzerine koydu.

 

"Deprem oluyor!" Ne? Deprem mi!? Korkuyla bende masanın altına girerken etrafıma bakındım.

 

"Avize hareket ediyor bak!" Masanın altından avizeye baktım. Işık gözümü alırken kısık gözlerle bakmaya devam ettim. Dizlerimin üzerinde kalkıp elimi gözüme siper ederken birden yana doğru düşüp başımı masanın köşesine çarptım.

 

"Çok kötü sarstı hissettin mi?" Öykü gibi elimi başımın üstüne koyarken yerde bağdaş kurdum. Etrafıma bakınırken İdil'i görememiştim.

 

"İdil nerede?"

 

"O buzdolabına girdi." Göz göze geldiğimizde bir süre birbirimize baktık ama dayanamayınca kahkahayı basmıştık. Buzdolabı mı? Kendine çok uygun bir yer seçmişti.

 

Masanın altından çıkıp emekleyerek dolabın önüne kadar geldim. Zorlukla ayağa kalkmayı başarınca buzdolabının kapağını açtım. İdil gerçekten de dolaba girmişti. Bazı rafları yerinden sökmüş bazılarını kırmıştı ve kendine uygun yer açınca girmişti. Şaşkınlıkla ona bakarken bembeyaz olmuş teniyle ve kızarık gözleriyle bana baktı. Kalan son çilekli hüptiriği emerken onu yakasından çekip yere düşürdüm.

 

"Ahh başım!"

 

"Ne işin var orada aptal." Yere düşen sağlam yumurtalardan birini alıp bacağıma fırlattı.

 

"Acıktım." Pantolonumdan yere doğru akan yumurtanın sarısına bakarken istemsizce bende yere doğru eğiliyordum. Başım dönüp yere düştüğümde bir süre öyle kaldım.

 

'Seni düşünmeden 1 saniye bile geçiremiyorum' içimden bende seni aşkım diye bağırmak gelmişti. Gözlerimi baygın baygın kırpıştırırken yüzünü gözümün önüne getirdim. Çok yakışıklıydı nasıl benim sevgilim olmuştu halâ inanamıyordum.

 

Soğuk parke vücudumu titretirken yerden kalkıp yavaşça doğruldum. Bu iki beyinsiz ne halt ediyordu? Öykü masanın üzerine çıkmış boş şişeyi kendine mikrofon yaparken kulağımı tırmalayan iğrenç sesiyle bağıra bağıra Tarkan - Hepsi Senin Mi? söylüyordu. İdil ise ona ayak uydurup dans hareketlerini yapıyordu. Onları arkamda bırakıp mutfaktan çıktım. Merdivenleri çıkarken tek istediğim uyumaktı. Uyuyacaktım da zaten ama önce sevgilimi arayacaktım. Ona güzel dileklerde bulunup öyle uyumalıydım. Eminim aradığımda sevinecekti.

 

Dengesiz adımlarla odama girip kirli pantolonumu değiştirdikten sonra kendimi yüzüstü yatağıma bıraktım. Kenara attığım çantamdan telefonu ararken Minik sırtıma çıkıp debelenmeye başladı.

 

"Miniik! Rahat bırak beni!" Mızmız çocuklar gibi mırıldanırken onu sırtımdan almaya çalıştım.

 

"Git uyu saat geç oldu." Sırtüstü dönünce çantamda ki her şey yüzüme dökülürken burnumun üzerine pat diye yapışan telefonu elime aldım. Minik sonunda yatağına girmişti.

 

Telefonu açtığımda ışığı gözümü alırken yazılanları doğru düzgün okuyamıyordum bile. Harfler yer değiştirirken sonunda onun ismini bulup tıkladım üzerine. Sonuna kadar çaldırdığım halde açmamıştı. Tekrar tekrar denedim. Açana kadar arayacaktım onunla konuşmam lazımdı. Neden bilmiyorum ama konuşmalıydım.

 

Sonunda birkaç hışırtılı sesten sonra onun sesini almıştım.

 

Bukalemun?" Derin bir nefes alıp konuştum.

 

"Savaş?" Sesi biraz şaşkın geliyordu. Sanırım saat gecenin 2'si olduğu içindi. Duvarda ki saate baktım. Akrep 2'nin mi üzerindeydi yoksa 3'ün mü? Ne fark eder geceydi işte.

 

"Ne oldu? İyi misin sen?" Telefonu hoparlöre verirken başımı yatağa koyup elimi başımla yatağın arasına yerleştirdim. Başım acıyordu biraz.

 

"Ben... ben sarhoş oldum." Kendimi tutamayıp kıkırdarken elimi ağzıma götürdüm.

 

Derin iç çekişini duyduğumda yanında olmak istedim. Kokusunu içime çekmek istedim. Off! O çok güzel kokuyordu... Ne kadar çekingen davransam da sürekli bana sarılsın istiyordum bu sayede daha çok kokusunu içime çekebiliyordum.

 

"Ne olur bana evde olduğunu söyle?" Güldüm.

 

"Evdeyim."

 

"O zaman sakın evden çıkıyım deme. Geliyorum yanına." Utançla kızaran yüzümü kapattım. Onu eve atmamı istiyordu.

 

"Olmaz. Her yeri kilitledik. Anahtarlar nerede bilmiyorum." Sessizce yine kıkırdadım.

 

"Yani seni içeri alamam." Hafifçe güldüğünü duydum.

 

"Ne kadar içtin?" Biraz düşündüm. Ah tabi ya!

 

"Imm... Sanırım 1 şişe." Tekrar derin iç çekişini duydum. Ne diye sürekli derin nefesler alıyordu bu?

 

"Neden bu kadar içtin?"

 

"Uyuyabilmek için ama..." biraz bekledim.

 

"Hiç uykum gelmiyor çünkü durduk yere aklıma geliyorsun."

 

"Öyle mi?"

 

"Evet öyle." Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Onunla konuşmak iyi gelmişti. Yavaştan uykum gelirken tekrar konuştum.

 

"Savaş?"

 

"Hmm?"

 

"Sen neden beni seviyorsun?" Bu sorunun cevabı önemliydi.

 

"O nasıl soru öyle-"

 

"Bu zamana kadar sert, somurtkan, laftan anlamaz, tek bildiği dövüşmek olan, kavgacı, dengesiz, hırçın, uslanmaz, çirkin-" özelliklerimi sayarken birden lafımı kesti.

 

"Yeter güzelim! Yeter." Güzelim mi? Güzel miydim gerçekten? Onun güzeli miydim?

 

"Yani beni sevebilecek birinin karşıma çıkma ihtimaline dahi ihtimal vermiyordum. Gerçi halâ öyle. Sen beni bir gözden geçirsen mi?" Onun iyiliğini istiyordum. Ben önemli değildim benim için önemli olan onun ne hissettiğiydi. Beni sevmese de olurdu çünkü sevmediği biriyle birlikte olursa mutsuz olurdu. Onun mutsuz olmasını istemiyordum.

 

"Hazal...?"

 

"Efendim?"

 

"Seni seviyorum." Gözlerim kapalı derin bir iç çekerken başımı yatağa gömdüm. Sarhoşken bile beni utandırabiliyordu.

 

"Biliyor musun...? Annemde beni seviyormuş." Kapalı gözümden akan yaşlar elimi ıslatırken akan burnumu çektim. Bir şey demedi. Ne diyecekti ki zaten. Annem ölmüştü... hiçbir şey onu geri getiremezdi, hiçbir teselli fayda etmezdi. Sanırım bunu söylemek için aramıştım onu. Bunu bilmek, hissetmek ve dile getirmek beni rahatlatmıştı.

 

"Yarın yanına geleceğim..." tekrar burnumu çekerken dizlerimi karnıma kadar çektim.

 

"Hayır...! Gelme."

 

"O neden?"

 

"Çünkü ağladım... Öykü ağlayınca gözlerimin şiştiğini söylüyor." Güldüğünü duydum.

 

"Ne olmuş yani?" Gerçekten bu kadar aptal mıydı? Sabah kalktığımda bakılacak bir tipim olmayacaktı.

 

"Savaş... gelme işte. Hem baş ağrısı çekeceğim biliyorsun."

 

"İyi ya işte gelmişken masaj da yaparım." Gülen yüzümü sanki o görüyormuş gibi elimle kapattım. Yine utanmıştım.

 

"Bende seni seviyorum." Elimi tekrar yanağımın altına koyarken gözlerimi bir daha açmamak üzere kapattım. Gerçekten gelir miydi?

 

Soğuk bütün vücudumu dolaşırken iyice kendimi topladım. Birkaç bir şey daha söylüyordu ama anlamıyordum. Her zaman olduğu gibi puslu zihnimde yolumu ararken artık elimde bir ışık vardı. Seni seviyorum... bu cümle zihnimde sayısız defa yankılanırken yolumu bulmakta çok zorlanmadım. Her yolumun sonunda o vardı. Hep o olacaktı.

Loading...
0%