Yeni Üyelik
9.
Bölüm

Bölüm 9: Hayal Kırıklığı

@nickinci

Beyaz ışık evet evet yanlış görmüyorum beyaz ışık. Oha öldüm mü? Gerçi oldum olası şu beyaz ışığı hep merak etmişimdir. Ama olsun daha çok gençtim be. İdil'de yalnız kaldı. Daha gençliğimin baharına yeni girmiştim. Daha o pis delikten kurutulup hayatımı yaşayacaktım ben. İdil şimdi bensiz ne yapacak tek başına. Nasıl baş edecek tüm bu zorluklarla. Daha fazla zamana ihtiyacım vardı. Bari azıcık daha yaşasaydım.

 

"Daha ne kadar tavanla bakışacaksın?"

 

"Ne?" Başımı yana çevirip sesin kaynağına baktım. İlk başta bulanık gözükse de görüntü yavaş yavaş netleşmeye başlamıştı.

 

Ölmemiştim. Beyaz ışık diye ampule bakıyordum. Savaş'a bakıp gülmeye başladım. Tabii gülerken her tarafım sızlıyordu.

 

"Bu halinle mutlu musun gerçekten?"

 

"Evet mutluyum çünkü ölmedim."

 

"Bir kaç gün ölmekten beter olacaksın ama farkındasın değil mi?" O kadar kötü müydüm ya? Vücudum ağrıyordu ama abartılacak kadar değildi.

 

Yavaşça yattığım yerden doğruldum ve Savaş'ın ne demek istediğini çok iyi anladım. Başımı öne doğru eğerek yüzümü ekşittim. Bu hareketimi görmemesini umuyordum güçsüz olduğunu düşünmesini istemezdim. Gerçi karşısında kaç saat baygın kaldığımı unutmamak gerekirdi.

 

Tişörtümü biraz yukarı kaldırıp karnıma baktım. Küçük küçük morluklar oluşmuştu. Karnımı örtüp ona baktım. Geniş tekli koltuğa yayılmış ve başını arkasına yaslamış bir şekilde bana bakıyordu.

 

"Burası neresi?"

 

"Benim odam."

 

"Kaç tane evin var?" En son hatırladığıma göre Savaş'ın odası böyle değildi.

 

Suratımda ki şaşkın ifadeye mi gülüyordu o?

 

"Yeraltındayız." Haa. Patronun oğluydu sonuçta burada odası olması gayet normaldi.

 

"Kaç saat baygın kaldım?" Lütfen gün demesin. Lütfen gün demesin.

 

Kolundaki saate baktı. "Yarım saat olmak üzere." Ohh. Çok fazla baygın kalmamışım.

 

"Kardeşini aramak ister-"

 

Aklıma İdil gelince karnımın ağrısını umursamadan ayağa fırladım. Beni izlemişti o kim bilir ne kadar endişelenmiştir.

 

"Ne oldu?"

 

"İdil nerede?"

 

"İdil mi?"

 

"Evet o da gelmişti yanımda."

 

"Maç sırasında binada olduğuna emin misin? Eğer orada olsaydı bizim çocuklar bulurdu onu."

 

"Orada olması lazımdı. Köşede beni izleyecekti." Maç sırasında ona bakınmıştım ama görememiştim. Nereye gidecekti ki.

 

Elimi başıma koyup odada bir ileri bir geri gitmeye başladım. Bir yere gidecek olsa kesinlikle bir şekilde haber verirdi.

 

Artık İdil'i çok iyi anlıyordum. Benim için endişelendiği zamanlarda nasıl hissediyorsa bende öyle hissediyordum. Bu kadar korkunç bir his olduğunu tahmin etmemiştim.

 

Aklıma gelen düşünce ile dehşete düşmüştüm. Ya telefondaki adam İdil'i kaçırdıysa ya ona bir şey yaptıysa ya onu öldürdüyse. Elimi kalbime koyup derin derin nefesler almaya başladım. Tekrar panik atak geçiremezdim.

 

"Sakin ol biraz."

 

"Başımızda bu kadar büyük bir bela varken nasıl sakin olabilirim!" Deli gibi bir o tarafa bir bu tarafa gidiyordum. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki sanki yerinden çıkacaktı.

 

"Hazal! Sakin ol ve bana bak!" Omuzlarımdan tutmuş ve başını benimle aynı hizaya getirmişti.

 

"Beni duyuyor musun?" Sesi boğuk geliyordu. Sanki uzaktan biri seslenirmiş gibiydi ama anlıyordum.

 

"Evet."

 

"Yavaş yavaş nefes al şimdi." O diyene kadar nefes almadığımı fark etmemiştim. Dediğini yapmaya çalıştım. Kalbim eskisi kadar hızlı atmıyordu artık.

 

"İyi misin?"

 

"Kardeşimi istiyorum."

 

"Tamam bulacağız onu. Ama önce senin iyi olman lazım."

 

"İyiyim ben. Bulalım onu lütfen."

 

"Yardımcı olmamı istiyorsan önce başınızda ki o büyük belayı anlat bana." Off bir ağzımı tutamamıştım. Giderek işlerimize onlarda karışıyordu. Ama bu bir tek benim yüzümden değildi. Onlarda bilerek karışıyorlardı, sorguluyorlardı. Umursamayıp kendi işlerine de bakabilirlerdi. Bir işler çevirdiklerinin farkındaydım ama şimdi bunu sormanın sırası değildi. Önceliğim İdil'di.

 

"Burası zaten başlı başına büyük bir bela! Daha ne olacak."

 

"Daha öncede söylemiştim yalan söylemeyi beceremiyorsun. Anlat şimdi kardeşinin başına bir şey gelmeden." Tamam. İdil'in iyiliği için ona söyleyebilirdim. Konuşma tarzı ve ses tonu biraz güven vermişti. Onu bulmamda yardım edeceğini de söylemişti.

 

"Kim olduğunu bilmiyorum ama birisi İdil'i zehirleyerek öldürmeye kalktı. Tekrar arayacağını söyledi ama o günden beri hiç aramadı. Onlar İdil'e bir şey yapmış olabilirler." Tek nefeste anlatmıştım.

 

"Çaldığınız dosya ile bir ilgisi olabilir mi?"

 

"Sanmıyorum. O çok farklı bir konu."

 

"Düşmanınız var mı?"

 

"Burada çok var ama dışarıda bildiğim kadarıyla hiç kimse yok."

 

"Tamam."

 

"Ne tamam. Nasıl bulacağız İdil'i?" Arkasını dönüp kapıya doğru yürüdü.

 

"Nereye gidiyorsun!? Savaş!" Kapıyı kapattı ve gitti. Bu neydi şimdi? Arkasından çıkmak için harekete geçmiştim ki onun ardından içeri İdil girdi. O kaşları çatık bir şekilde bakarken ben şaşkınlıkla ona bakıyordum. Buradaydı. İyi gözüküyordu.

 

"Sen... nasıl?"

 

"Ne nasıl Hazal? İyi misin sen? Ne işi var onun burada! İçeride doktor var sanıyordum!"

 

"Ben iyiyim asıl sen iyi misin?" Hızlıca yanına gidip sıkı sıkı sarıldım ona.

 

"Bana neden soruyorsun ki? İki kişiye karşı dövüşen sensin."

 

"Ama az önce... O senin dışarıda olduğunu biliyordu! Kandırdı beni!" Oyun oynamıştı bana. Yardım edecek sanmıştım, en önemlisi güvenmiştim. Beni konuşturmak için İdil'i kullanmıştı. Kesinlikle iyi birisi değildi.

 

Şaşkındım. Böyle bir şey yapacağını düşünmemiştim. Boğazım düğümlenince başımı öne doğru eğdim. Gözlerim kızarıyordu İdil'in görmesini istemiyordum.

 

"Tatlım iyi misin? Nasıl hissediyorsun?" Elini sırtıma koyup başını omzuma yasladı.

 

"Hayal kırıklığı. Kandırdı beni İdil." Başımı kaldırıp ona baktım. "Sana bir şey oldu sandım çok korktum. Yardım edeceğini söyledi güvendim, anlattım ona. Dosya olayını zehirlenme olayını her şeyi biliyor. Burada olduğumuzu biliyor yukarıda bizi tanıyor. Kim olduğumuzu biliyor İdil benim yüzümden."

 

"Hazal! Kimmişiz biz söylesene bana? Yanlış olan ne yaptık biz? Söyleyeyim ben hiçbir şey yapmadık. Yetimhaneden kaçtığımda 4 yaşındaydım. Yetim kalmamız bizim suçumuz mu? Bu bizi kötü birisi mi yapar? Kendimizi korumak için dövüş kursuna gittik kendimizi koruyabilmemiz bizi kötü biri mi yapıyor? İstemeden burada ki pisliğe bulaşık bu bizim suçumuz değildi. Şu zamana kadar yaşadığımız her şey bizi ayakta tuttu. Bütün bu sırları, acıları biz istemedik. Bizim hayatımız cam kırıkları üzerine kurulmuş kızım kanaya kanaya hayatta kalıyoruz biz. Kötü değil güçlüyüz. Diğer kızlar aşk acısı çekerken biz burada hayatta kalmak için acı çekiyoruz. Onlar sevgililerinin elinden tutarken biz birbirimizi tutup yerden kaldırıyoruz. Güçlüyüz kızım biz bu bizim ilk hayal kırıklığımız değil. Tutacaksın şimdi elimden çıkacağız şu kapıdan güçlü olduğumuzu hepsi görecek." Sıkı sıkı ona sarıldım hiç bırakmak istemezcesine. "Biz bir oldukça kimse bizi yıkamaz değil mi?"

 

"Yıkamaz tabi. Hepsinin yüzüne bir gülümseme yapıştırırız." 32 diş sırıtarak yüzüne baktım. "Alıntı yapmayı bırak." Birbirimize tekrar sıkı sıkı sarıldık. O kadar çok seviyordum ki...

 

"Çıkalım mı artık?" Kafamı sallayıp elinden tuttum. Burada 1 saniye bile kalmak istemiyordum. Ondan ve ona ait olan her şeyden her yerden nefret ediyordum. "Gösterelim şunlara Yeraltı kızlarını." Büyük bir heyecanla ayağa kalkıp kapıyı sert bir şekilde açmıştım. Şovumuz buraya kadardı çünkü bomboş bir koridora çıkmıştık. İdil'le birbirimize bakıp somurttuk. "Havalı bir şey bekliyordum." Başımı salladım. Bende öyle bir şey bekliyordum.

 

Dümdüz koridordan ilerlemeye başladık. Bazıları patlamış bazıları da patlamak üzere olan habire sönüp duran sarı loş ışıklı bir koridordu. "Neresi burası?"

 

"Bilmiyorum. Beni de Bora getirdi buraya fazlasıyla karışık bir yoldan geldik geri dönüşü biraz zor olacak."

 

"Maç sırasında neredeydin sen? Göremedim seni."

 

"Bir köşede Doruk'la uğraşıyordum. Yanıma gelmiş 'İrem bono o horokoto nosol yopton onlotsono boroz?' Şeytan diyor yapıştır bir tane daha bir daha gelebiliyor mu bakalım." Kıs kıs gülüp önüme döndüm.

 

"Gülme! Hiç komik değil."

 

"Tamam gülmem. Benim asıl merak ettiğim Bora?"

 

"Bora mı? Ne olmuş ona?" Birden ciddileşip kollarını önünde bağladı.

 

"Sen söyle ne olduğunu?"

 

"Ne demek istiyorsun?" Anlamamazlıktan geliyordu öyle olsun. Konuşturmasını bilirdim.

 

"Borayla sen bir şekilde hep yan yana geliyorsunuz okulda ki kaçamak bakışlarını da yakalıyorum. Sevgilisi kızmasın."

 

"Ben Bora'yı çoktan stalkladım bir kere. Profiline girdim 53 tane kızı takip ediyor. Bunlardan 28 tanesi esmer onları eledim çünkü o benim gibi güzel sarışınlardan hoşlanıyor. Geriye 25 kişi kalıyor onlardan bazıları küçük onları da çıkarınca 13 kız kalıyor 8 tanesinin sevgilisi var diğer 5 tanesi de okuldan hepsini köşeye sıkıştırdım yan gözle bile bakamıyorlar. Yani sevgilisi yok." Ağzım açık şaşkın bir şekilde İdil'e baka kaldım.

 

"OHA! Bunu gerçekten de yaptın mı?"

 

"Evet." Bir süre konuşamadım. Önüme dönüp yavaş yavaş yürümeye başladım.

 

"Gerçekten-"

 

"Evet yaptım."

 

"Neden peki?"

 

"Çünkü... çünkü insan düşmanını tanımalı."

 

"Senin ki tanıma değil. Hoşlanıyor musun yoksa ondan?"

 

"Evet. Yani hayır! Hoş çocuk ama hoşlanmıyorum."

 

"İdil!" Kolundan tutup onu durdurdum.

 

"Efen.. efendim?"

 

"Bana bak, gözlerini kaçırma."

 

"Bakıyorum."

 

"Yine mi aşık oldun?" Kolunu benden kurtarıp hızlı hızlı yürümeye başladı.

 

"Daha neler! Yok öyle bir şey. Ne var yani biraz araştırdıysam."

 

"Salaksın sen çabuk kanarsın bak." Bana gözlerini devirip yürümeye devam etti.

 

"Dedim ya yok öyle bir şey. Çıkalım artık şuradan bunaldım." İdil ve Bora olmazdı. Olamazdı. Olmamalıydı. Off kesin olacaktı. İdil'in dediği gibi bende bunalmıştım. Çıksak iyi olacaktı.

 

Dar koridorun bir sağa bir sola kıvrılması sonucuna büyük kapıya ulaşmıştık. Allahtan Savaş Bey bizim burada olduğumuzu unutup kapıyı üstümüze kilitlememişti.

 

Geldiğimiz sokağı incelediğimde daha önce buraya hiç gelmediğimi fark etim. Burası kocaman ve bomboş bir sokaktı. Bir sürü boş dükkan vardı. Aslında benim bildiğim Yeraltı şehrinin hiç bir köşesi boş kalmazdı. Her yer dolu olurdu. Her yerde bar olurdu. Ama sanki burası terk edilmiş gibiydi. Belki de onun özel alanıydı.

 

Biraz daha ilerleyince yol ikiye ayrılıyordu. İdil'e baktım. "Ne taraftan?"

 

Biraz düşündü. "Imm. Şey. Şu taraftan." Kafadan salladığı çok belliydi.

 

"Emin misin?"

 

"Aslında.. sol tarafta olabilir."

 

"Taş, kağıt, makas?" Kazanırsam sağ taraftan gidecektim. İçime orası doğmuştu.

 

"1, 2, 3! Taş, kağıt, makas!" Ben taş yapmıştım İdil ise makas. Kazanmıştım!

 

"Sağ taraftan gidiyorum ben. Hangimiz ana caddeye çıkarsa kapıdan geçip diğerini beklesin tamam mı?"

 

"Tamam."

 

"Dikkatli ol." Küçük bir sarılmanın ardından yollarımız ayrılmıştı.

 

Sarı loş ışıkları olan dar sokakta yaklaşık 3 dakikalık bir yürüyüşün ardından ileride bir kaç kişi görmeye başlamıştım.

 

Zafer edasıyla gülüp yoluma devam ederken biraz daha ilerleyince yüzümde ki gülümseme yavaşça silindi. İleride gördüğüm insanlar 5 kişilik gruptan oluşan sarhoş takımıydı.

 

Amacım çok fazla yaklaşmamışken geri dönmekti ama arkamı dönüp daha bir adım atmıştım ki ayağım önümde ki küçük taşa çarptı. Taş yanda ki metal çöp konteynerına çarpıp ince tiz bir ses çıkardı.

 

Kendi kendime küfredip hemen yere yattım. Biraz uzaktaydım ve etraf hafif karanlık olduğu için beni görmeleri zordu.

 

Uzaktan kendi kendilerine bağrışma sesleri geliyordu. Başımı yan çevirip arkaya doğru baktım. 5'i birden bu tarafa doğru geliyordu. Bir umut arkalarına dönüp gitmelerini bekledim ama gelmeye devam ettiler.

 

"Hey! Seni küçük burada ne işin var. Gel bize katıl."

 

Yerde oturup bir süre buraya gelişlerini izledim. Her seferinde başıma bir iş açmama mı sinirlensem, Savaş'a mı öfkelensem yoksa canımın yanmasına mı lanet etsem... o kadar öfkeliydim ki... kendime hakim olamayıp güçlü bir çığlık attım. Belki korkup kaçarlardı ama tabi ki de öyle bir şey olmamıştı. Sadece aralarından biri başka bir yola sapmıştı o kadar.

 

Kendime gelip tek elimle karnımı tutup yavaşça ayağa kalktım. Bu halde koşamazdım yakalarlardı beni. Enerjimi boşa harcamak yerine kendimi savunmayı seçtim. Duvarın dibine gidip adamları bekledim. Sarhoş oldukları için çok zor olmayacaktı.

 

En öndeki ağzının açmış gülerek buraya doğru koşuyordu. Koşarken ayağı takılıp yere düştü ve elindeki şişe önümde parçalara ayrıldı. Gerizekalı.

 

Bir kişi eksilmesi işime gelirdi. Geriye 3 kişi kalmıştı. Yerdeki cam kırıklarından büyük bir parça aldım. "Gelin hadi aptal herifler!"

 

Adamlarla aramda 4-5 metre kalmıştı ki birisi cam tuttuğum elimi aşağı doğru eğdi. "Bırak o elinde ki şeyi bukalemun. Çok vahşisin."

 

Önüme geçip adamların önünde durdu ve onlarla konuşmaya başladı. Sonunda adamlar gitmişti. Elinde cam parçası olan birinden değil de bunun konuşmasından korkup gitmişlerdi. Gerçi patronun oğluydu kim olsa korkardı. Ben dahil.

 

"Ee bukalemun kaç oldu bu? 4 mü?"

 

"Bana bak! Sana hiçbir şey borçlu değilim tamam mı? Aksine senden nefret ediyorum. İntikam almak istiyorum!"

 

Kaşlarını çatıp bir süre bana baktı. Sonra elime baktı. Cam hala elimdeydi.

 

"Her seferinde senin hayatını kurtarıyorum ve sen intikamdan mı bahsediyorsun?" Birden yaklaşıp bileğimden tuttu.

 

"Bana bak!"

 

"Asıl sen bana bak patronun oğlu. Senden korkmuyorum tamam mı!? Bir daha sakın ama sakın yanıma yaklaşma!" Derin derin nefesler alıp verdim. Onu karşımda görünce resmen öfkeden deliye dönmüştüm. Bileğimi tutmasaydı elimde ki camla çok kötü şeyler yapabilirdim. Ama şimdi sırası değildi. Bu kadar güçsüzken olmazdı.

 

"Gerçekten sana yardım edeceğimi mi düşündün? Bu kadar aptal mısın? Beni tanımıyorsun bile." Evet düşündüm. Lanet olsun ki öyle düşündüm. Başımı öne eğip bir süre bekledim. Gözlerim kızarmıştı ve bunu görmesini istemiyordum.

 

"Bırak kolumu!" Sesim titremişti ama ağlayacağımdan değil öfkemden.

 

"Kime bulaştığına dikkat et bukalemun! Gözüm hala üzerinde." Bileğimi bıraktı ve bir kaç adım geriye gitti.

 

"Git şimdi buradan." Bir şey demedim. Diyemedim. Aptaldım. Arkamı döndüm ve yürümeye başladım. Aptal aptal yürüdüm.

 

Neyse ki öfkem kırgınlığımdan çok daha büyüktü. Ve ben ondan intikamı mı alacaktım. Bedeli ne olursa olsun.

 

 

Gözlerimi açtığımda beyaz ışık gördüm. Bu sefer başka bir beyaz ışık faciası yaşamamak için direkt etrafıma baktım. Odamdayım. Saate baktım 11'e geliyordu. Bu saatten sonra okula gidilmezdi. Yataktan kalktım ve üstüme düzgün bir şeyler geçirip aşağı indim.

 

İdil'i ortalıkta göremeyince okula gittiğini anladım. Yine de aramaya karar verdim.

 

Çalıyor çalıyor açmıyordu. Büyük ihtimalle dersteydi herhalde görünce arardı. Mutfağa gidip kahvaltı yapmaya karar verdim. Ama hiç hazırlayacak halim yoktu. Bende bir kahve yaptım.

 

Madem bu gün okula gitmiyorum o zaman araştırmalarıma devam etmeliydim. Okulda bir çocuk bulmuştum. Birkaç kişiye de sorduğuma göre bu hackerlik işinde gayet başarılıymış. İdil'de hackerlikte iyiydi ama ona bu konuda bir şey söylemeyecektim. Çocuk okula çok gelmediği için benim yerime bir başkası ulaşacaktı. Aslında kendi işimi bir başkasına yaptırmam ama bu konuda mecburen birilerine güvenmeliydim. Büyük ihtimalle Savaş her hareketimizi izliyordu.

 

Çocuktan CD'nin tamamını bulmasını isteyecektim. Böylelikle artık gerçek ortaya çıkacaktı. Telefonumun melodisini duyunca arayana baktım. İdil'di.

 

"Günayyydınnnn." Tebessüm edip karşılık verdim.

 

"Sana da günaydın. Beni neden uyandırmadın?"

 

"O halde okula gelmeyi planlamıyordun herhalde. Seni yalnız bırakmak istemezdim ama müdür aradı."

 

"Ee ne dedi. Önemli mi?"

 

"Devamsızlık konusunda uyarmak istemiş. Blah blah blah. Rüşvet verdim." Kendi kendime gülüp konuştum.

 

"İyi yapmışsın."

 

"Geleyim mi yanına? İyi misin?"

 

"İyiyim ben merak etme. Gelmene gerek yok."

 

"Tamam. Kapatıyorum o zaman hoca geldi hadi bay." Sonlara doğru fısıldayarak konuştu ve kapattı. İdil telefonu kapatır kapatmaz farklı bir numaradan mesaj geldi.

 

Gönderen: 0535.......

"Fazla vaktim yok. CD al ve okulun aşağısında ki parka gel."

 

Heyy ne çabuk. Bu kadar erken olacağını düşünmemiştim. Hemen CD yi sakladığım dolaptan aldım ve direkt dışarıya çıktım. Park biraz uzakta olduğu için arabamla gitmeye karar verdim.

 

Sonunda parkın yakınına geldiğimde arabamı kenara park ettim ve ileride ki bankta, tarife uyan kıvırcık saçlı çocuğa doğru ilerledim. Yanına gidince banka oturdum. İkimiz de birbirimize bakmıyorduk. Dümdüz önümüzdeki denize bakıyorduk. O baksa bende bakardım ama bakmıyordu. Bu işler böyle oluyordu sanırım. Çocuk hiçbir şey yokmuş gibi ileriye bakarken konuşmaya başladı.

 

"Hazal?"

 

Bende ileri baksa bile yine de anlayabileceği bir şekilde kafamı aşağı yukarı salladım.

 

Elimdeki CD'yi bankın üzerine koyarak yavaşça ona doğru ittim. O da direkt alarak sırt çantasının içine attı.

 

"Bir aksilik çıkmazsa 5 gün içinde hallederim." dedi ve banktan kalkarak uzaklaştı. Daha ismini bile bilmediğim çocuğa canım pahasına girdiğim emniyetten çaldığım CD'yi verdim. Güvenmekten başka çarem yoktu. Kıvırcık gidince biraz daha deniz kenarında oturdum. Saatlerce denize bakıp düşünmek iyi gelmişti.

 

Neyi mi düşündüm?

 

Ailemi. Gerçek ailemi. Beni yetimhaneye bırakan ailemi. Madem bakmayacaksın ne diye doğurursun ki. Bana bu hayatı bu acıları yaşatmaya ne hakları vardı. 5 yaşımda başlayan kâbuslarımı hala görüyordum. Bazen tanımadığım bir kadına beni yetimhaneye bırakmaması için yalvarıyordum. Bazense yetimhanedeyken yaşadığım o işkenceleri görüyordum. Hayatım hiç kolay olmamıştı hala da öyle devam ediyordu. Ama bu zorluk beni hayatta tutmuştu. Ya da hayattan nefret etmemi sağlamıştı. Gözlerimi kapatıp bir süre denizi dinledim. Huzur veriyordu.

 

Saate baktığımda 1'e geliyordu İdil gelmeden eve gitsem iyi olacaktı. Çünkü eğer sorarsa doğruyu söyleyemezdim ama ona yalan söylemeyi de sevmiyordum. Oturduğum yerden kalktım ve arabama doğru yürüdüm. Arabama tam binecektim ki karşı kaldırımda karşıdan karşıya geçmek için bekleyen küçük kızı gördüm. Yola doğru bir adım attığı sırada kızın üstüne doğru hızlı bir şekilde kamyon geliyordu. Küçük kız kamyonu görmediği için yavaş ve aksak adımlarla yola devam etti. Kamyonda hala yavaşlamamıştı. Kıza kamyonun çarpmaması için hiç düşünmeden karşı yola doğru koşmaya başladım. Yaptığım çok yanlıştı kendi hayatımı tehlikeye atıyordum. Kendimi kızın üstüne attım ve kaldırıma doğru yuvarlandık. Eğer bir kaç saniye daha geç kalsaydım belki ikimize de kamyon çarpacaktı ve ölecektik. Ben hala bu anın etkisinden yeni yeni çıkarken küçük kızda kendine gelmişti. O kadar çok korkmuş ki gözyaşları bir türlü durmuyordu.

 

"Şşt. Korkma geçti artık." Elimi yanağına götürüp gözyaşlarını silecektim ki dokunmama izin vermeden geri geri gitti. Ayağa kalktı ve ağzından sadece iki kelime çıktı.

 

"Neden yaptın bunu?" dedi ve arkasını dönerek koşmaya başladı. Ben hala küçük kızın arkasından bakıyordum ama o çoktan gözden kaybolmuştu. Ne yani bilerek mi yola çıkmıştı? En fazla 10 yaşındaydı. Bu yaşta...

 

Yaşıtları okula giderken o kendini kamyonun önüne atıyordu. Hala yerde oturmuş bir şekilde gözden kayboluşuna bakıyordum. Teyzenin birinin beni dürtmesiyle kendime geldim.

 

"Evladım iyi misin? Kalksana yolun ortasından." insanların daha fazla şaşkın ve sinirli bakışlarına maruz kalmamak için kalktım ve arabama gidip oturdum. Kafamı direksiyona yasladım sakinleşmek için.

 

Torpidoda ki paketten bir sigara çıkardım ve yaktım.

 

İyi değildim.

Loading...
0%