Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@nicotesy

Selammm ben geldim, neredeyse bugün bölüm atamayacak gibiydim. Lakin her gün yb moduna sadık kalacağım diye saat on iki buçukta sert bir kahve içip bölümü yazmaya başladım.

Lütfen sizde yorumcuklar yapar mısınız? Çünkü neden olmasın, burası bir hayal dünya panosu ve sizlerin sözleri de bu hikayeyi tamamlayan en büyük unsur.

İyi okumalar :)

....

"Düşmüşüm bir çukura, canım yanıyor. Yaşasam mı, ölsem mi? Karar vermek zor."

...


Bölüm 10: Ya sondur bu acılar ya da sonumuzu buldururlar bu yakarışlar.

Susarak cevap verilmişti bazı soruların, sonların cevapları. Bu da öyle anlardan biriydi. Küle dönmüş, küle benzetilmiş çılgınlıklar eşliğinde en ağrıma giden bu olmuştu. Herkes silip süpürülen bir andayken, ben o anın bir kiriydim. Ruhunun ve dudaklarının kiri.

O saatten sonra benim ne utanan bir yüzüm vardı ya da utançla kızaracağını sandığım yüzüm. Ben sadece kendimi sıkıyordum diye, sözler beni oracıkta eziyor diye eğerek kaldırdığım kafam, birbirine girmiş ellerimin sıkıntısıyla okşanıyordu. Ona anlamsız, tiksinç gelen şey... benim dudaklarımın ilki, çeyiziydi. Değerliydi bu anlar. En özeli olması gerekendi, zannımca bana göre öyleydi.

Çünkü ben bu zamana kadar şu körpe gönle ne birini düşürdüm ne de zikrettirdim. Doğru insanı gözlerinden tanıyacağımı sandım. Onunla evleneceğimi ve beni doyasıya seveceğine. Sevilmek ne güne dursun, ben sıcak bir yatağın içinde sarılı dursam, nefesini hissetsem köhnemde yeterdi. İki kalbin aynı huzurla tokalaşması kadar değerli bir şey olabilir miydi?

Olabilirmiş. Ben bu dünyanın yorgan altında tek başına bırakılmış, değersizi oluvermiştim. Ben bu saatten sonra elinde sevgi anahtarı olmayan birine ne güvenirdim ne de ruhumdaki yaraların izlerini gösterirdim.

Her şey büyük bir sahtelikle ilerledi, benim gönlümü kıran şeyler salondaki iki kişi haricinde gülme krizine soktu. "Cidden yaptın bunu kanıtlamak için, Taehyung âşık olduğuna inandım. Evlenip ortamlardan çıkacağım derken dalga geçiyorsun sandım. Kimse inanmadı doğrusu buna. Omegan utancından kafasını bile kaldıramıyor. Ne kadar da sevimli birisi sahiden de." Hoseok bundan en çok keyif alan biriyken, gerçeği bacağımı sıkan Delta, benim karşımda oturan annesinin beni boğmak isteyen bakışlarıydı.

"Demiştim," diye mırıldandı Delta. Ona karşı kafa yormayı bıraktım. Fakat o konuştukça, parmak uçlarında sinir ve gerginlik benim tenime aksediyor ve ben bu defedici durumu, buradaki her şeyi yakamdan silkeleyerek atmayı ne çok istiyordum. "Artık bu işlerde olmayacağım. Babamın bana bıraktığı mirası üstlenip bu ailenin şerefini, onurunu sürdürmek istiyorum. Karşıma buna dair bir engel çıkacak olursa, biliyorsun beni. Yapabileceklerimi."

Hoseok son söylenenle kaşlarını çattı. Nedense bir anda yüzünün buz kestiğini hisseder gibi oldum. Aralarındaki gerilim uç safhadaydı. Beni ilgilendirmiyor olsa da kurdumun huzursuzluğu, mutsuzluğu, buradaki konumumla beni ilgilendirmez diyordum. Mental olarak yaşadığım çöküntünün içinde bu günleri atlatabilmeyi ummak dışında başka bir şey isteyemiyordum.

Herkesin arasında bir gerginlik oluşmuştu. Kızarık duran yüzüm, ağırlaşan nefesimle halen dudaklarımda tüyen ve tıpkı onun gibi silmeyi istediğim dudaklarımı ellerimle örterek sildim. Onun lekesiydim, o da benim lekemdi.

Eğer Delta ayağa kalkarak, "Hadi gidelim, bugün için yapacaklarımız var," demeseydi, ben sindirilmeye çalıştığım yerde durmaya devam edecektim. En azından artık arkasında duran sığıntı bedenim, onun beni yakan teninden uzaktı.

Ve o gidecekti. Gidiyor olması... beni huzura erdirmesini dilediğim şeylerden biriydi. Ancak değildi. Annesinin bunun yüzünden yine başıma bir felaket getirmesinden korkuyordum. Ama hangi bahaneye sığınarak kaçabilirdim. Bu dört duvar arasında benim kaçacak bir yerim bile yoktu üstelik.

Ailenin üyeleri Delta'nın telkiniyle harekete geçerken, Taehyun'da odadan çıkanlardan biriydi. Namjoon ise bana tuhaf bakışlar attı, ardından göz kırparak kardeşinin arkasından ilerledi. Hoseok ve babası arasında küçük bir bakışma ardından bakışların bana doğru gülümseyerek ilerliyor olması tuhaf göründüğünde, aynı şekilde karşılık vermeye çalıştım.

Neyse ki beni kızartmak isteyen annesi ile baş başa değildim. Bayan Jung halen onunla kalıyor, sohbet etmek isteyen bir tavırla onun annesine tanımadığım insanlar hakkında sorular soruyordu.

Rahatsızdım ve koltuğun yumuşak rayları diken olup bedenime batıyordu sanki. Annesi birden muhabbetin arasından sıyrılarak, "Canım, daha tam iyileşemedin. İstersen odana çık ve dinlen. İlacını da içmeyi de ihmal etme tatlım," dediğinde, sertçe yutkundum. O kadar garip bir andı ki, samimi dökülen sesi benim aldanışım olsaydı o gözleri beni gerçeğe uyandıran tokadı olurdu muhakkak.

"Haklısınız, halen kendimi pek iyi hissetmiyorum. İzninizle," diyerek ayağa kalkıp selam verdim. Ve sırtımdaki yükleri alıp kaçmayı düşleyen biri olarak, ilk defa Delta'nın odası bir sığınak oldu. Oysa en büyük düşmandı o.

Merdivenlerden çıkarak odaya girdiğimde, daha kapıyı ardımdan yeni kapatmıştım ki kapı hemen ardımdan açıldı. İrkilerek arkamı döndüğümde annesi nefes nefese kalmış bir halde bana bakıyor, kaçtığımı sandığım o anı yaşamaktan korktuğumdan siniveriyordum yerime. Keşke onu durdurabilseydim. Bunu yapabilirdim. Ama yapsam bile bundan çok daha beteri başıma bir felaket gibi çökecekti.

"Arlanmaz," diyerek üstüme üstüme yürüdü annesi. Daha onu gördüğüm anda yaşadığım tepkimi atlatamadan peşimden hemen gelmesini sindiremiyordum. Yüzümü tekrar tokatlayacak endişesiyle ellerimle yüzümü siper ettiğimde, o bunu yapmayarak saçımdan asıldı. Jennie'nin şimdi özenerek bağladığı saçlarımın tutamlarını onun ellerinde hissediyordum ve canım çok acıyordu. "Başından beri istediğin buydu belli ki. Oğlumu madara ediyorsun. Rezil kaltak, senin yüzünden şüphelendiler ondan."

Acıyla buruşmuş yüzüm, "Lütfen, yapmayın," dinleyen inleyen sesimi duymazdan geliyordu.

Beni yerde bulmuş olmanın raheveti vardı. Çünkü bedenimde gezinen elleri başka bir şeyi bulma ümidiyle, "Bu sefer acısını o iğrenç yüzünden çıkarmayacağım," dedi ve korkarak yumulmuş gözlerim onun ellerinde duran Delta'nın kemeriyle kocaman açıldılar. Tıpkı babamın bizi dövdüğü gibi dövecekti bu kadın. Aynı ona benziyordu. Aynı onun gibi öfkeli, nefret dolu ve hınca hınç duygularla zaferden parıldamalar vardı yüzünde.

"Hayır... hayır... lütfen." Dedim son bir çırpınışla. Ama ben bunu yaparken onu körüklüyordum. Dile kolay, baba zulmün bana acıması yoktu, el insanı mı acıyacaktı benim bu yakarış dolu feryatlarıma. Acımadı. Kollarıma geçirdiği ilk kemerin tokasıyla deli gibi inledim. Bunu duydukça daha da bilendi. Birikmiş bir öfkeyi kusuyordu bana. "Oğlum seni odasına aldı diye mi havalandın da yaptığım bokları unutup bu evden biri olduğunu sandın. Küstah, bencil, haysiyetsiz sefil."

Sırtımda hissettim. Aynı yere o kadar çok vurdu ki, doğrulamıyor ve nefes alamadığımı hissediyordum. Göz yaşlarımın tuzlu tadı ağzımın içindeydi. Ama en çok dayanılmaz sandığım, yarayı sarmak için kapattığım bacağıma gelen o son darbeydi. Bununla acı bir çığlık attım. Kendimi bayılacakmışım gibi hissediyordum. Tüm bedenim yediğim dayağın ağırlığıyla yerde beni inletiyor, aldığı o kemeri üzerime atarken rahatlamış görünüyordu.

"Eğer bunu Taehyung'a söylersen, bil ki sana bundan beterini daha yaparım ve inan bana, oğlum sana bu yaptığımla sevinir. Çünkü beni senin kışkırtacağını çok iyi biliyor. Akıllı ol. Akıllı ol ki elimde yaşayacak günlerin artsın ahlaksız omega."

Kalkamadım. O gitti ve ben sancılar içinde, kıvranarak o ciğerlerime işleyip duran yerden hiç kalkamadım. Mücadele edemedim. Kollarımı kaldırmak bir yana dursun, bitsin ve kurtulayım çok istedim. Kurtulamıyordum. Yaşamak ölüm kadar güçtü. Ölemiyordum. Çünkü ben böyle ölmek istemiyordum. Kardeşime kavuşmak istiyordum. Can vereceksem eğer, soluğum beni tebessüm ettirecek bir yüzün kaidesinde bozsun istiyordum.

Ama o da olmuyordu.

Akşam çöküyordu. Karanlık yalpalayarak odanın içine sızdığında ben daha yeni kendime gelebiliyordum. Çöktüğüm yerin beni mahvettiği yerde ben ahlaksız, acınası ve gurursuzdum. Üstüme binen ağırlığı silkeleyemiyordum.

Kimse ne gelmişti ne de gitmişti. Kimse bana ne olduğunu ne olacağımı ve ben neye dolanacağımı bilmeden sadece güç bela kalktığım yatağın üstüne attım kendimi. Sırtımdaki acı geçmek bilmiyordu. Bacağımın kanamış olduğunu hissediyordum. Yüzümde asılı kalan yaşlarım beni acıyla uyandırdığından, hal kalmayan bedenimin tekrar uyuya kalması için yalvarıyordum. O kire bulanmış dudaklarımın kabukları sökülüyor, ben yüzümde acının çirkinliğini soluyor oluyordum.

Gözlerim kapalıydı. Açılmıyorlardı. Mühür gözlerimdeydi ve ben zamanı unutmuştum. Varla yok arasında akan bilincimle, tekrar kapının açıldığını işittim. Yine ağlıyorum diye bağırmasından korktuğum Delta'nın kokusunu bilmek, bedenimi yan çevirerek saatlerce kaldığım pozisyonda beni kıpırdatmak istese de acıyacağını bildiğimden hareket edemedim. Ağırlaşan nefesim, onun lambayı açmış olmasıyla titretse de gözlerimin içini, benim bugün için duyacağım ve dayanacağım tek bir kötülüğe takatim kalmamış idi.

Sadece onun üzerimde duran garip bakışlarını sezdim. "Acaba gerçekten de hasta mısın? Yoksa bu da senin bir kaçış yöntemin mi? Sabahki kıyafetlerini bile değiştirmemişsin," diye söyleniyordu kendince. Onun mırıltısı, her yerin bu kadar sessiz olması ve benim dökmeye korktuğum nefesimin olmayışından kaynaklıydı.

Göremediğim varlığı huzursuzca gezindi odanın içinde. Duş aldı, üzerini değiştirdi ve yatağına geçmesini bekledim. O uyumadan kendimi güvenle teslim edemiyordum. Çünkü beni yine yaralamasından çok korkuyordum.

Lakin birden ayaklarımın olduğu yer onun ağırlığı çökerken, panikledim. Korkuyordum. Onun bana olan her yakınlığı büyük bedeller karşılığında canıma kastediyordu. Ancak uyuyan birine zarar vermez diye bir avuntuya düşüyor, kendime kızmak istiyordum. Çünkü beni rahatsız etmeyen bir sakinlikle oturmuştu. Eğer gözlerimi açarsam, yine onun gözündeki iki yüzlü imajım yerli yerinde duruyor olacaktı.

Fakat pantolonumun bir kısmını açarak sargılı bacağıma bakıyor olduğunda sertçe homurdandı. "Aptal," diye söylendiğini işittim. "Bunu nasıl kanatmayı becerdin yine? Doğru daha yolda yürürken bile tökezleyen birisin," diyordu, sinirleniyor, duyulmadığını sanırken kavgasını benimle değil de bir başkasıyla yapar gibiydi.

Sargımı yavaşça açtı. Kendisiyle birlikte yanına bir şey almış olacak ki, çözdüğü sargımın üzerine üfleye üfleye etrafını temizleyerek ilaç sürmeye başladı. Sonrasında yarayı tekrar sardı. Anlayamayacağım bir şekilde üzerime battaniyeyi serdiğinde, kendimi anlaşılmaz tuhaf duyguların içinde hissediyordum.

Ve üzerimi örttükten sonra yüzümü inceliyordu.

"Tüm bunları yaşamak zorunda bile değildin. Ben de değildim. Neden bana bunu yapıyorsunuz? Gerçeği söylemek yerine. Şimdi gerçeklerin bir önemi yok. Çünkü ben bir yol seçtim ve sende o yolda duran en büyük engelimsin. Hayatımın içine sıçan bir engel. Bunu sadece sen ve o kardeşin yaptı. Bunun bedelini ödemek zorundasınız. Öyle ya da böyle, en az benim çektiğim sıkıntılar, döktüğüm kanlar kadar göz yaşı dökmenizi istiyorum. Bu yüzden kendine iyi bakmalısın omega, çünkü son nefesini o çok sevdiğin abinle vermen için seni hayatta tutmaya devam edeceğim."

Merhametin ardından gelen niyeti çözmüştüm. Beni bu makus hayata bırakmıştı, az önceki gibi yaralarımdan sadece birini sarmıştı. Sardığını sarmıştı. Oysaki tek derdi, bundan daha fazla canımı yakma arzusuydu. Dayanmak zorunda hissettim kendimi. Çünkü bu kötülüğün üzerimde kalmasını istemiyordum. Dayandığım şey aynı sonu verecekse bana ben inatla tutunacaktım bu hayata. Daha içimdeki her şey yanıp kül olmamıştı. Jimin'im sevgisi, anıları, özlemi içindeydi. Bunlar yok olduğunda, işte o zaman Delta tüm o arzularına kavuşmuş olacaktı.

Bunun olmamasının direnciyle, sineme çektiğim göz yaşlarım gözlerimin içinden ağladı. Kıpırdamadım. Korunaksızdım ve o lambayı kapatıp koltuğa uzanarak uyuduğundan emin olana kadar açmadım gözlerimi. Belki saatler geçmişti ya da sadece sayılması uzun olacak dakikalar. Lakin bir şekilde onu gören gözlerim, kabustan bir fark yaşayamayarak tekrar kapandılar ve ben tekrar uyandırıldığımda, nazik eller Jennie'ye aitti.

"Jungkook uyansana hadi," diyordu. Omuzumu dürtüklemiş olmasıyla, soğumuş acım gün yüzüne çıktığında tutamadığım acı dolu inleyişlerimle gözlerimi açtım. "Alt tarafı uyanman için dokundum Jungkook. Fazla naziksin anlaşılan," dedi.

Kendimi toparlamaya çalıştım. Benimki nafile bir güçtü. "Üstünü bile değişmemişsin, cidden de çok gamsızsın." Söylentisi, zoraki odama gelmiş olduğunu gösteriyordu. Gözlerimin şiş ifadeleri ile açtığımda elinde elbiseyle duruyor, havada tuttuğu takılarla uyum yakalamaya çalışıyordu. Oysa maviden soğudum. Onun gözlerini anımsatıyor diye. Yaşamaktan soğudum her gün beni biraz daha ölüme yaklaştırıyor diye.

"Azar yemeye çok meraklısın galiba," dedi ve asık suratı oflamayla doldu. Kimse bilmediğinden alıştığım darbenin harabesiyle, kısılmış sesimle yataktan kalkmaya çalışırken bir şeyler söyledim. Sadece kendime gelmeye ihtiyacım olduğundan. "Ben yüzümü yıkayayım."

"Bence de yaptığımız dünkü makyaj birbirine girmiş. Sadece sabahları değil de uyumadan önce de yüzünü yıkamalısın. Küçük bir tavsiye sadece."

Aldırış etmedim. Bunlar duyarken canımı sıkan en hafif cümlelerdi. Ve artık bir huzursuzluğu daha kaldıramayan yüreğim, elinden geldiğince acele etmeye çalışıyordu. Musluktan akanlarla kirimi akıtıyordum, fırçaladığım dişlerimle yüzümde görmek istedikleri o gülüş için parlatıyordum. Ama hiçbiri beni iyi göstermiyordu. Kapana sıkışmış gözlerim beni her daim ele verecek kadar kızarık ve yorgundular. Durmaksızın ağladığımı gösterecek kadar belirginlerdi.

Çıktım banyodan. Kambura çalan yürüyüşüm vardı. Jennie hemen elime verdiği kıyafetleri giymem için acele ettiriyordu. "Hadi, kahvaltıyı zaten çoktan kaçırdın. Sadece onlara veda etmek için ineceksin aşağıya. Nedense ilk kez uzun kalmak yerine birkaç gün içinde gitmeye karar verdiler. Bu iyi bir şey. Artık o salak evlilik rolleri yapmayacaksınız."

Eski düzene dönecektik ve benim şu anda yaşıyor olduğum acılar, o zamanlardan daha beterdi. Ve son kez diyordum, bitsin, acımasın, hatalı durmayayım istiyordum. Bu nedenle konuşmakta güç bulmadığım çenemi kapalı tutarak verdiği sade krem rengindeki salaş takımı giydim. Jennie yolunmuş saçlarıma şekil verirken, sıkıyordum ağlamamak için. Yüzüme sürdüklerini büyük bir sükûnetle takip ediyordum. Ancak kesinlikle bu sefer karşımda gördüğüm kardeşim değildi. Kendim ve kendime duyduğum nefretim.

Her şey hal olduğunda onunla aşağıya indim ancak bu kadar yavaş yürüyor olmam onu deli etmişti. Bir şey söylemedi, hal ve hareketleri bunu yeterince belli etmişti.

Öyle bir zamanlamaya denk gelmiş olacağım ki, gitmek için her biri ayaklanmıştı. Delta onlarla gülerek konuşuyordu. "Şu işleri hallettikten sonra daha uzun bir ziyaret bekliyorum sizlerden," diyerek Bay Jung'un elini sıkıyordu. Ortaya çıkmış varlığım eğreltiydi. Gülümsemek bile zulm gibiydi. Ama bunu başarmıştım.

Hoseok beni görünce yavaşça yanıma geldi. Veda etmek için. "Ah Jungkook, yine fenalaştığını duyunca üzüldüm senin için," diyerek gülümsediğinde, ilerisinde duran Delta'nın bakışları ikimizin üzerinde oyalanıyordu. Çekimser bakışlarımı Hoseok'a çevirdim. "Biraz hassas bir yapım var," diyerek yüzümü sakındım. Yalan söylemek her zaman rahatsız etmişti beni, tıpkı kötü olduğum halde iyiyim demek gibi.

Ama birdenbire Delta ile görüşümü kesmek için yönünü biraz çevirerek bana yaklaştığında kaşlarımı çatamadan duramadım.

"Sen çok kötü bir yalancısın çocuk," dediğinde irkildim. "Ne demek istiyorsunuz bana?" dedim korkarak. "Bu evlilik saçmalıklarına inanacağımı mı düşündün? Eğer o seni burada zorla tutuyorsa, sana yardım edebilirim. Merak etme, en az onun kadar güçlüyüz ve istersen seni korumam altına alırım. O zaman sana dokunmak şöyle dursun, yanına yaklaşması bile güç."

Kullandığı sözlerle sertçe yutkundum. Yüreğim beni kurtar diyordu, ancak gerçekler Delta'nı güç sayılacak şeyi halledeceğinin bilincindeydi. Çünkü imkânsız demedi. Aralarında nasıl bir ilişki vardı bilmiyorum ama hiç güvende vermedi. Ve Taehyung'un, "Canım," diye seslenmesi yüzünden, kurtulma arzumu bastırmak zorunda kaldım. Bana bu sözleri söyleyen adamın gözlerinin içine baktım.

En büyük yalanımı en emin yanıtlarımla cevapladım.

"Sizin onun kadar güçlü olduğunuzu sanmıyorum efendim. Rica ediyorum, bir daha böyle şeyler söyleyerek canımı yakmayın," dedim, çünkü bu sözlerin inancına düşersem canım daha çok yanacaktı ve benim yakılacak bir canım kaldığından emin bile değildim.

Delta ikimizin yanına geldiğinde, onun yanına sokuldum. Hoseok'un ani kurnaz bakışlarından korktum. Delta benim onun yanına sokulmamla kaşlarını kaldırsa da "İyi yolculuklar dilerim," dedim sadece.

"Teşekkürler Jungkook. Yine de sana kullandığım güzel sözleri aklından çıkarma," diyerek göz kırptığında Delta'nın daha derin nefes aldığını, rahatsız edici bakışların kısa süreliğine odağı oldum. Sonrasında elinin tersiyle yanağımı okşadı. "Onları uğurlayacağım canım. Geç gelebilirim. Akşam erkenden uyuma ve beni odamızda bekle olur mu güzelim?" dedi, bu bir rica değil emirdi. Kafamı salladım sadece.

Sonrasında diğerleriyle de vedalaştık. Bu on dakikalık işkence, beni mahvetmek isteyen kadının ellerine düşme korkusu her biri bir olmuştu.

Çünkü kapı kapandığı gibi elini beline sararak durdu. Bana bakıyordu. "Hadi bakalım sümsük şey, kaldığın yerden devam edelim. Çabuk o çapulcu elbiselerini giy gel, misafirlerin kaldığı odaları temizleyeceksin."

En azından dövmeyecek dedim. Bu sözleri duymak, diğer duyduklarımla oranla daha iyiydi. Tek sorun, dün sabahtan beri doğru düzgün yemediğim yemekler ve tüm bedenimi ele geçiren ağrılardı. İki oda dedim, zaman alacaktı ama bittiğinde ben bugünü de sağ atlatmış olacaktım diye teskin ediyordum kendimi.

Ama bu sadece benim avuntularım olmuştu. Her bir oda saatlerimi aldı. En son temizliyor olduğum odadaydım. Başım felaket ağrıyor ve midem bulanıyordu. Kollarımda derman yoktu ama daha beş dakika önce odaya giren annesi yüzünden yerleri viladayla sildiğimden ötürü bana bağırmış ve bir kova getirmemi, yerleri bezle silmem gerektiğini söylemişti.

Sadece o daha çok bağırmasın diye yapmak zorunda kaldığım şey üzerine, odanın içinde duran tekli koltuğa oturup beni izlemişti. Her yeri sildiğimden emin olana kadar laflar söylemiş, bittiğinde kaldırmakta zorlandığım bedenim daha doğrulamadan ayağa kalkmıştı.

O topukları zeminde her bana yaklaştığında vücudumu siper etmek istiyordum her an gelecek olan eziyetine karşı. "İki saattir sildiğin yerler halen parlamıyor," diyerek başımda durdu. "Bir halta yaradığın yok. Embesil gibi seni besliyoruz bu evde sadece."

Sonrasında diğer tarafıma geçerek yerleri silmek için kullandığım kovayı tutarak başımdan aşağıya döktüğünde, hıçkırmaya yüz tutmuş göğsümde büyük bir yumru vardı. Titriyordum. "Şimdi bu pis suyu temizle ve tekrar yerleri sil," dedi. "Layığın bir domuz gibi pisliğin içinde sürünmek zaten. On dakikaya geleceğim. Yine aynı şeyi görürsem, o kova tekrardan başından aşağıya dökülecek senin."

Vicdan yoktu bu kadında. Merhamet yoktu. Adalet yoktu. Bu kadında insanlık yoktu. Böyle bir kadın nasıl anne olabilmişti? Annelerin içinde merhamet olmaz mıydı? Oysa ben onun kızının yaşı kadardım. Daha on dokuzumdaydım. Gözlerinde beni anlayacak ne bir anlayış vardı ne de bir insan olduğumu anımsatacak bir duygu.

Dayanamıyordum.

Ama dayanmak zorunda olduğumdan dayanmaya çalışıyordum.

O halimle ağlaya ağlaya temizledim. Ağlaya ağlaya sildim her yeri. Sildikçe göz yaşlarım lekeledi her bir yeri. Geçmedi. Geldi ve izledi o halimi. O duygsuzluğuyla. Çok ağrıma gidiyordu. Üşüyordum. Başım dönüyordu. Midem bulanıyordu ve vücudum beni taşıyamayacak kadar hantaldı.

Bittiğinde ayakta sallanır gibiydi bedenim. Gözlerini kısarak bana bakıyordu. "Şanslısın, beğenmeme rağmen gitmene izin veriyorum," dedi, şükürler ettim. Gözlerimi kapatarak uyumak ve bir daha hiç uyanmamak pahasına bir istekle yanıp kavruluyordum. Lakin yanından geçtiğimde başım eğik, kolumdan tuttu. "Bodrumdaki deliğine git," dedi sertçe.

"Ama o beni odada bekle dedi," dedim ağzımda birikmiş son sesle.

Çünkü Delta eğer odasında beni bekle dediği halde beni görmeyince hıncını almak isteyecekti. Ona karşı geliyorum sanacaktı. Nefes almam batıyordu bu adama, aksini yapacak olursam son kuvvetimi de o alacaktı ellerimden.

"Sana ne diyorsam onu yapacaksın," dedi ve ben artık bu kadınla uğraşamaz haldeydim. Eğer Delta bana kızarsa emri annesinin verdiğini söyleyecektim. "Hadi," diyerek iteklemeye başladığında bir gardiyan gibi o bodrumun içine girene kadar takip etti ve girdiğim gibi kapıyı üzerime kilitledi.

Karanlığın içinde burada olduğunu bildiğim kıyafetleri arıyordum. Ama yoklardı. Bulmaya mecalim kalmadığında şiltenin soğuk yüzüne uzandırdım. Ancak tam uzanamıyor, yarımca sırtladığım göğsüm batıyordu ciğerlerime. Üzerimde kendimi sarmaya çalıştığım yırtık battaniye vardı. Ben ona sarılmaya çalıştıkça dişlerim takırdıyordu.

Çok ama çok üşüyordum. Zihnim sürekli düş ve kabuslar arasında gidip geliyordu.

Bağrışlar duyuyordum. Sonrasında dönmeye çalışıyordum. Sanki Delta'nın sesi varla yok arasında.

"Ona, odada beni beklemesini söylemiştim," diye bağıran sesi geliyordu uzaktan. Ama daha yakın duyulan annesinin sesiyle kulaklarımı kapatmak ve yorganın içinde dolanmış kalmayı istiyordum. İmkân yoktu. Açamıyor olduğum gözlerimde, kirpiklerimi oynatacak güç bile yoktu.

Çünkü üzerime sessizliğimden dolayı annesi tarafından yapılmış bir iftira söz konusuydu.

"Oğlum ne yapayım kendisi hemen gitti oraya. Neymiş ben onunla aynı odada kalamam. Yüzünü bile görmek istemiyorum, daha neler neler. Dayanamıyorum buna. Sen bırakmıyorsun diye bir şeyde pek yapmıyorum. Hakkından bir tek sen gelirsin şunun. Zaten gördükçe sinirleniyorum bir de böyle konuşuyor ya, senin için susuyorum."

Kapı kırılacakmış gibi açıldı. Koridorun parlak ışığı vardı. Oysa onun sesi beni kör edecek kadar baskındı. Sinirliydi.

"Birde utanmadan uyuyorsun ya, pes sana. Kalk şuradan," diyerek dürtükledi beni ayağıyla. "Sana kalk diyorum," diye bağırdığında, ağlamak istiyordum. Her yanım sızlıyordu. Ağlak suratım kendini ele verirken, "Bir de utanmadan ağlıyorsun," diyerek omuzlarımı tutup sarstığında beni zorla ayağa kaldırmaya çalışıyordu.

Gücüm kalmadı. Gücümü tüketmiştim o beni ayağa kaldırdığında.

Sadece, "Delta..." diyebildim zayıf sesimle. Sonrasında her şey beni yutacak büyük bir karanlıktan ibaretti. Çünkü kollarında kendimi kaybederek bayılmıştım.

Bölümün sonu.

Taenin annesinin ağzına sıçmak istiyorum, yazdığım karakterden tiksindim ve arkadaşlar bu kadın çevremde gördüğüm kadının birine yapıyor olduğu şeyler... sadece uydurup yazmıyorum maalesef

Neyse yarın görüşürüz.

Ben Nicotesy, sizi seviyorum.

Loading...
0%