@nicotesy
|
Selam bugün erkenciyim. :)
Şimdi kitap hakkında birkaç bilgi vereceğim, soranlar olmuştu onlara da açıklama olsun veya sizin aklınızda buna benzer bir sorun varsa da yanıt olmuş olur.
1: Kızgınlık var mı? Evet var. Ama genellikle omegaların kızgınlığı eşleri olduğunda oluyor. Yani Jk daha önce hiç kızgınlık geçirmedi ve kızgınlıkları 2 ay gibi bir arayla yoğun geçiriyorlar.
2: Aralarındaki evlilik? Evliler ancak bu evlilik, eski zamanlarda kendilerine köle alan tüccarlar gibi düşünün. Daha çok kullanmak için yapılan bir evliliktir. Daha çok çocuk doğurulması için kullanılırlar. Dini nikah gibi düşünün en kötü. Anlayamıyorsanız diye. Ve 2 tip daha evlilik var. Resmiyette olan. Bu evrende boşanma vs var yani. 3 olan ise mühür. En kutsalıdır, her ikisi de birbirine ölümle bağlıdır. Bu tehlikeli olduğu kadar gerçek aşkı simgeler.
3: Annesi diye bahsettiğim kadın sadece Yoongi ve Jennie'nin annesi. Taehyung annesi uzun zaman önce ölmüş. Babasının 2. karısı gibi düşünün.
4: Taehyung silah işinde arkadaşlar. Devletle bir çalışıyor. Suikastçı gibi düşünün. Şirket demesi paravan yani. Hoseok ile sanıldığı kadar iyi değiller. Farklı tip topluluklara çalışıyorlar bu nedenle Taehyung işlerden elini eteğini çektiğini söylüyor. Ayrıca bu evlilik düzenli bir hayat kurma görüntüsüydü. Ama şimdi düğünde herkes Jimin'i gördü ve söylentiler yayılıyor, Delta'nın eşi düğün günü kaçmış yerine kardeşi geçmiş diye. Gelenekçi bir ailelerler. Bu nedenle Taehyung itibarını ömemseyen biri olarak alaya alınması onu deli ediyor.
Bu kadardı notlar sdklaşdd
İyi okumalar, bol bol yorumcuklar....
...
"Sıhhatli olmanın nasıl bir his olduğunu artık hatırlayamıyordu bile. Sağlık onun için bir daha asla ziyaret edemeyeceği başka bir ülke gibiydi. İyileşmeyi istemek onun için çok büyük bir dilekti. Ölmek daha basit geliyordu. Sonunda geri dönüşü olmayan o noktaya varmıştı. Gözlerini kapadı ve son bir kez daha akıntıya kapılmayı diledi."
...
Bölüm 11: İyileşmeyi istedim, sadece küçücük bir sevgi parıltısına inat.
Her şeyin iyisini istemek, iyiliğini istemek, iyileşmeyi istemek ancak inançla mümkündü.
Ateşten pareler düşmüştü. Gözlerimden ya da değil. Ben bir göğsün sığıntısında, üşüyordum. Karanlık ya vardı ya da yoktu. Ama duymak istediğim şey sadece huzurun sesiydi. Lakin bu da engeldi. O kadının artık kabuslar olarak çöktüğü ses zihnimden yankı buluyor gibiydi. "Artık vurmayın..." diye yalvarıyordum. Bunlar huysuz fısıltılarımdı. Tek istediğim beni sarıp sarmalayan o sıcaklığın içinde içimi buz tutan tenimin duvarlarının arasında ruhumu sıcak tutmak istiyordum.
"Oğlum merhamet etme," diyordu o kadın allak bullak olduğum o çatallı sesiyle. "Hak etmiyor bile bunu."
O sarıldığım duvarlarımı okşayan baskı daha da sardı. Ya da beni sıkmak ister gibi paralayıp parçaladı. Yüzüm, yüzüme gelen o sıcak esintisiyle sakınarak kaçmaya çalıştım. Ama daha beterini çarptı yüzüme. Onun kokusu, korkumun kokusu burnumun ucunu sızlatacak kadar çok yakınımdaydı.
"Hak etmediğini bende biliyorum, ama bu neden bu kadar ıslak."
Anlamlandıramadığı sesler, boğuşmalar vardı. Annesinin yüreğimi delen iftiraları. Keşke gücüm olsa ve diyebilsem, bu böyle değil de böyle böyle diye. Çünkü diyordu ki; "Dikkatini çekmeye çalışıyor senin de ondan. Baktın hastalanınca onun için hop bir doktor getiriyorsun ya da hastaneye götürüyorsun, demiştir ben bunu yaparak kalbini çelerim de gamsız gamsız yaşar giderim bu evden diye düşünüyordur. Abisi ne ki bu ne olsun."
"Eğer öyleyse..." dedi, canımın acısına acı katarak kollarımda asılı duran morluklarımdan kavradı beni. Sıkıca. İnledim acıyla. "Ben bunun acısını yapıyor olduğu oyunları gerçeğe çevirerek gösteririm gününü."
İnsan anlatamadığı, kendini anlayamadığı insanların insafında ne çok çaresiz hissediyordu. Artık birine sarılarak hıçkırarak ağlamayı ve birinin artık bana geçti demesini istiyordum. Geçecek demesini. Tutamıyordum kendimi. Keşke o az öncesinde yok eden karanlık beni tekrar içine çekiyor olsaydı, beni tekrar onun içinde tüketseydi. Göğsümde bir kıymık vardı, o büyüdü de bir bıçak yarasına dönüştü.
O merdivenlerden çıkarken annesinin arkasından bir hayalet gibi ayakkabılarını yeri sarsmak için acele ile geliyor olması, insafsız duran bu adamın bana karşı daha insafsız olmasına sebep oluyordu.
"Kendindesin biliyorum, aç şu gözlerini." Diye uyarmasından kısa bir süre sonra beni getirdiği odasında ayakta durmaya zorluyordu. Annesine seslenerek, "Al şunu banyoya sok ve yıka. Leş gibi kokuyor," diyerek sesinde bulduğum tiksintiyle, annesinin beni nerden kavrayacağını ve yaralayacağını bildiği kollarına bıraktı. İşte o zaman onun bedeninden bir parçam, çürüyen yanlarıma götürürken beni banyoya sürükledi.
Kabine sokarken dengemi bulamayarak yere düştüğümde bu durumdan beni kurtaracak hiçbir şey yapmayarak, eline aldığı su fıskiyesini en soğuğa vererek üzerime doğru sıçratmaya çalıştığında, sürünüyordum bu eziyetten.
Söylenmeleri bitmiyor, "Ateşten geberme diye yapıyorum, düzgün dur da üstümü batırma," diyordu. Sonrasında sesi tırmalayarak beynime işliyordu. Onu görmemek için kıvranan göz kapaklarımı sıkıca yummama sebep oluyordu. "Çocuğum dur yerinde, senin için yapıyorum. Öleceksin burada, bir de vebalin benim boynumda kalacak."
Bu kadın Delta'dan çok daha acımasız ve çok daha gaddardı.
Girdiğim ağlama krizi, nefesimi kesiyordu. O kadar yüksek sesle ağlıyordum ki bunu durduramıyordum. Banyonun kapısı açılmasına rağmen, köşeye sinmiş, ellerimle yüzümü kapatarak titriyordum. "Anne," diyen bir çocuk gibi ağlıyordum. Durmadan hiç göremediğim, sarılamadığım, kokusunu bilmediğim annemi çağırıyordum yanıma. Alsın ve kurtarsın beni buradan diye.
"Delirdi iyice, görende dövüyoruz sanacak." Diyerek annesinin üzerime sıçrattığı suyun kapanmasının ardından Delta'nın bana doğru gelen adımlarını hissettim. "Tamam git anne sen, uykunu bozma. Ben hallederim bunu."
"Yok oğlum sen uğraşma," diyordu kadın endişeyle. Ama Delta'nın sinirlenmeye başlayan, "Ben hallederim dedim," diyen sesini işitince susmak zorunda kaldı. Tamam diyerek çıktığında, daha sıkı sarmaladım kendimi.
Bu haldeydim ve bana hesap soruyordu yine de.
"Neden bu kadar utanmazsın? Amacın ne? Ateşin var diye soğuk su ile yıkıyor kadın, derdin benim seninle ilgilenmem mi?"
Ağırlaşmış bakışlarımı, derince alıp verdiğim nefeslerimle yüzüne baktım. Bakışları sertti ama artık beni korkutmuyorlardı. Sustum. Sadece bakıyordum. Dilden çıkanlara inancı yoktu ve gözlerimin içinde saklı duran beni de. Ama görsün ve anlasın istedim.
"Ben sadece korkuyorum Delta... ben artık yaşamaktan korkuyorum."
"Daha sana ne yaptım da korkuyorsun?" diye hesap sorduğunda, bir yandan da bana kalk diyerek kolumdan tutarak kaldırıyordu. Yüzümün her yanından şapır şapır sular akıyordu. Sorusu cevap istemiyordu. Ancak cevap benim göğsümün, bedenimin acısında dolanıyordu. Sen sözlerinle yakıp parçaladın, annen ise sözlerinin gerçeğini bedenime yaşattı.
Titreyen bedenimin üzerine havlu atacak oldu, ancak benim kabine yaslanmış bedenimi gördüğünde, "Bir bunu yapmadığım kalmıştı," diye söylendi. İnce kazağımın eteklerini tutarak çekmeye çalışırken ona engel olmaya çalıştım. "Bak zaten yeterince sinirliyim, çıkar şu üstündekileri. Temiz ve kuru bir şeyler giy. Sonra da ilaç içip yat. Ben sürekli senin bu hasta hallerinle uğraşamayacağım. O kadar zayıf birisin ki. Hayatımda gördüğüm en zayıf insansın."
Oysa ben o haldeyken bile utanmıştım. Çıplaklık şu yaşıma kadar birinin yanında yaptığım kolay bir şey değildi. Hoş benden tiksinen biriydi. Sadece bunu yaparken de yüzünü buruşturmasını istemiyordum. Tenimde göreceği lekelerinden utanıyordum.
Fakat o tekrar kazağımdan tutup kaldırmaya çalışınca gücüm kalmayarak kollarımı biraz da olsa kaldırmaya çalıştım. Şimdi su içinde kalan fayansların üstüne, onun üzerime çalıştığı havluyla sarıp sarmalamaya çalışıyordum. Onun beni yalnız bırakmasını ve altımdakileri de çıkarıp, beni sıcak tutacak sıkı kıyafetler istiyordum.
Ama o gözlerini bana dikmiş bakarken, tüm bunlara rağmen katlanmak zorunda kalıyordum.
Elimdeki havluyu hızlıca çektiğinde gözlerine korkuyla bakıyordum. Oysa onun kaşları çatıktı. Sıcak ellerini kolumdan tutarak sırtımı kendisine doğru çevirdiğinde, bir an dengemi kaybederek yere çakılacağım sandım. Ama öyle sıkı kavrıyordu ki beni buna imkânda vermedi.
"Bu izler nasıl oldu?" diye sordu sert kalın sesiyle. Yutkundum. İnanmayacağı bir şeyi söylemek, zaman kaybından bir şey değildi. Eminim ki annesinin yaptığını da öğrendiğinde bir şey demezdi. Bu nedenle sadece, "Üşüyorum," dedim. Beni bırakmasını ve havluya sarılıp en azından onunla ısınabilmeyi umuyordum. Ama hayır, o benden bir cevap bekliyordu. Gözlerini tüm bedenimdeki delip deşen ağırlığını vere vere bu cevabı istiyordu.
"Bir kez daha soruyorum. Nasıl oldu bunlar?"
Yutkundum sertçe. Arkamda olması, muhtemel gücümü de alıp gittiğinde yine başım döner gibi oldu. Ayaklarım zemin üstünde yalpalandığında, acıyla küflenmiş sırtım onun göğsünde duruyordu. Sıcaktı. Yemin ederim Delta'nın göğsünden beni yakan saman alevi gibi bir ateş vardı ve ben kendimi oradan iterek dimdik ayakta bile duramıyordum. Oysa onun beni itmesini, onun kollarının arasında değil de yerlerde sürüklenmemi isteyeceğine dair çok düşüncelerim vardı.
Yapmadı. Ne beni itti ne de daha çok kendisine çekti.
Kulağıma yaslanmış dudakları, zaten içimi ürperten soğukluğu çok daha ayaz getirdi. "Son kez soruyorum. Vücudun nasıl bu hale geldi?" dedi ve oradan benim art arda yutkunmalarım eşlik etti. Gözlerim korkuyla kapandı. "Söylesem bile bana inanmayacaksınız ki... Yine kızacak ve yine hırpalayacaksınız. Sadece bırakın beni. Benim canımı ne taşımaya gücüm var ne de sizin beni bu canımı taşımam için vereceğiniz bir güç. Biraz bırakın da iyileşeyim. En azından tekrar canımı yaktığınızda buna dayanma gücüm olsun."
"Ne saçmalıyorsun sen," diyerek uzaklaştırdı beni. Gözlerimin önünde onun mavi rengindeki kıvılcımları cirit atıyor, titriyordum. Sonunda insafa gelmiş olacak ki; "Şuradaki dolapta pijama takımı var. Giyin gel. Seni odada bekliyorum. Bu konuşma burada bitmiş olmayacak," dedi, söylediği şeyleri hemen yapmamı bekliyor ve tahammül edemediğinde omuzlarını gererek banyodan çıkıyordu, kapıyı yüzüme sertçe kapamadan önce.
Derin derin nefesler aldım. Annesi onu ispiyonladığımı anlarsa ne yapacaktı daha bana? Benim bunlara katlanmam için daha kaç kez yerlerde sürünüyor olmam gerekecekti? Dayanamam dediğim şeylere dayanmaya başladıktan sonra daha dayanılmaz şeylerle mücadele mi edecektim.
Zaten en dayanılmaz olan şey de bu değil miydi? Dayanılmaz olan şeylere dayanıyor oluşumuzdu.
Şu anda tenime nüfus eden soğuğa dayanamayarak kendimi kurulamaya çalışıyor ve sürekli ağrıyan, sızlayan bacağımın gözlerimin bir sulandırıp bir kapanmasının tekerrürünü yaşıyordum. Altımdaki eşofmanı çıkartıyor, sargımın ıslaklığında ortaya çıkmış küçük pembelikleri görebiliyordum. Ağrıyan kaslarımla bacaklarımda duran soğuk damlaları siliyordum. Saçlarımda halen deterjanın kokusu istiflenmişti. Ama ne temizce yıkanmaya gücüm vardı ne de dolaptan zar zor alarak giyinmeye çalıştığım kalın eşofman takımını giydikten sonra odada beni beklediğim bir Delta ile gireceğim söz düellosuna. Çünkü yine beni harcayacaktı o gözler.
Nefret ediyor olduğu benden hesap soracaktı, başıma gelen her şey için.
Dediğim gibiydi. Pencerenin kenarına gitmiş, pencereyi açıp dışarıyı seyrediyordu. Üşüyordum ve içeriye sızan sigara kokusu yüzümün buruşmasına sebep oluyordu. Çekingen bakışım, sıcak duran yatağın üstündeydi. Oraya girmek, kaybolmak ve iyileşmek istiyordum.
Ama yapamadım da bunu.
Geldiğimi hissettiğinde ben üşüyen kollarımı birbirine dolayarak ağırlığı külfet bedenimin tekrar oraya buraya savrulmaması için yatağın üstüne oturdum. Pencereyi kapattı. Üzerini değiştirmiş, siyah bir eşofman giymişti, ancak üstünde duran ince bir tişört varken onun bedenindeki sıcaklığı istiyordum kendimde. Bu ona olan hisler veya arzuyla ilgili değildi. Hem bedenimin ve ona bağlı kurdumum kötürüm hissiydi.
Kendimden tiksindiren düşüncelerimden ötürü eğdim başımı.
"Evet, şu an sakinken seni dinliyorum." Diyerek başladı konuşmasına. Sabırsızdı ve konuşurken sakin olduğunu göstermek için rahatça koltuğa oturdu. Belki de o bu kadar rahat bir tavır sergiliyorken, "İnanmazsınız ki," diyerek bakıyor ve hemen bakışlarımı kucağıma çekiyordum. Gözlerimin içi uyku diye sızlanıyorlardı.
"O benim bileceğim bir iş."
Kestirip attığı cümlelerinin ardından sessiz kaldım. Kendi dilimden söylemeye cesaret edemediğim kelimelerin insafıyla zorladım. Dudaklarımı sıkıca ısırıp bıraktım. "Anneniz," dediğim anda onda duran sakinliğin perde arkası gün yüzüne çıkmıştı. Her birinin ucunda art niyetli ve sözü beş para etmeyecek insan oluveriyordum. "İntikam mı almak istiyorsun senin geçen ayağına vurdu diye ya da oğlunu düşürdüğün duruma dayanamayıp bir kere tokatladı diye mi böyle iftira atıyorsun insanlara? İnanıyorum ki o sırtındaki eserler bile senin kendini beni kandırmak için yapmış olduğun bir şovdan ibarettir."
"Bunu neden kendime yapayım?" dedim artık dayattığı cümlelerinin saçmalıkları boğazıma kadar dayanmıştı. "Zaten durmaksızın canımı yakacak sözler söylüyorsunuz. Ben sizin olduğunuz yerde korkudan bile nefes almaya çekinirken... Sizce de... benim için düşündükleriniz çok çirkin değiller mi?"
"Hak etmediğini mi düşünüyorsun, burada durmuş anneme bile iftira atıyorsun,"
"Bay Kim, bana inanmayacağınızı bildiğimden tek kelime etmiyorum. Zaten anneniz de size söylememi istedi. Beni oraya kitlerken bile karşı çıktım. Çünkü siz bana odada beklememi söylediniz. Sadece gözlerinizin baktığını hissettiğim anda korkuyla nefes alamıyorum. Nasıl böyle şeyler yapacağımı düşünürsüz, sizce bu zayıf halim sizin bende görmek istediğiniz hal değil midir?"
"Daha fazla konuşma, çünkü buradaki herkes sana benden kimsenin karışamayacağını ve ağır sözler söylemeyeceğini çok iyi biliyor. Tek yaptığın bu evde temizlik işlerine yardım etmen ve annemin seni yönlendirmesiyle sorun çıkarmadan durmandı. Tüm bunlar sana yaşatmak istediğim sefil hayatında lütuf değil de ne? Bu yüzden asabımı bozmak için saçmalayarak konuşmayı kes."
Bu sefer sözlerini anlayamayan bendim. Bu adamın sahiden de bana evde verdikleri eziyetten haberi mi yoktu? Gözlerinin önünde eriyip bitiyorken, onun aklına zerk eden düşünce benim sadece iki yüzlülükle kararmış düşüncelerim ve eylemlerim mi olduğunu düşünüyordu? Allak bullak olmuş zihnim, beni yorgun kılan gözlerimi yumdum birkaç saniye.
Sesindeki sinire son kez dayanmış olmanın verdiği iç çekmişle, canımda can kalmayan yüreğimle bana bağırmasına gerek olmadığını söylemeye çalışıyordum. Bunu yaparken ayaklarımı sığındırdığım yorganın ısınabilmesi için kıvranıyordum. "Ama bunu duymak isteyen sizdiniz," dedim yorgun sesimle. "Oysa bana inanmayacağınızı da söyledim. Ancak bana yapılan her şeye sustum. Şuursuzluktan veya iki yüzlülükten değil, sizin de bana aynı şeyleri yapacağınız korkusundandı bu."
İnatla söylediğim şeyler üzerine rahat duruşunu bozdu ve ayağa kalktı. Önümde duruyorken bana tepeden bakıyordu. "Şimdi gerçeği öğreneceğim," diyordu sert sesi. Buna rağmen asla gerçeğin peşinde koşacak biri olarak değil, suçlamış olduğu biriydim. Çünkü işaret parmağı, yaralı gözünün üzerinde kalkan kaşı ciddi ve tehditkârdı. "Tek bir yalan, tek bir aldatmacayla sayıkladığın tüm şeyleri sana en gerçeğini kendi ellerimle yaparım. Bu hayatta iliklerime kadar tahammül edemediğim iki şey var. Biri ihanet ve biri de yalandır. Ona göre konuşurken dürüst ol. Yoksa sakladıklarının hatırına bile seni yaşatmam."
Beni sindirdiği yatağın üstünde öyle bırakıp çıkarken ardından bakıyordum. Üzerime sinmiş ile korkuyla kendimi ayılmanın eşiğine getirmiştim. Kadının elbette bunu onaylayacağını inanmak, Delta'nın beni bu evden sağ salim göndereceğine inanmak kadar ütopikti.
Bekliyordum. Başıma gelecek olan felaketin aralık kapıdan fırlayacağı anıyı bekliyordum.
Ve evet, beklediğim başıma gelmişti. Annesi önden gelerek bana doğru saldırmaya başladığında, Delta onu durdurmak için kollarından tuttu. Lakin bu öfkesini bastırmasına yetmiyordu. Bağırıyor ve tahmin ettiğim suçlamalar dizlerimde onun yumruklarının azar azar geçiyor olmasına sebep oluyordu.
"Ahlaksız, arlanmaz. Evimizin içine bir yılan gibi girdin. Oğlumun şerefini ve namusunu kirlettikten sonra sıra bana mı geldi de oğlumla arama girmeye çalışıyorsun?" diyor ve masummuş gibi davranan hallerine hayretle bakıyordum. "Gerçekten de senin benim ellerimden dayak yemeye ihtiyacın var."
Delta en sonunda annesini benden uzaklaştırdığında ne ahlakım alıyordu bu durumu ne de aklım. Şaşalanan ifadem boğazımda diziliydi.
"Tamam boş ver onu," diyen Delta'nın sakin sesine annesi hemen odağını çevirerek ona baktı. Gözleri dolmuş, iftiraya uğramış gibi davranıyordu. "İnanmıyorsun değil mi ona oğlum," diyerek ellerini tutuyor ve onaylanma çabasına giriyordu. Delta ona ne çabukta istediğini vermişti. "Hayır, inanmıyorum merak etme."
"Hep güven annene." Diyerek sarılıp bıraktığında Delta ona bir karşılık vermiyor olsa da söylenen sözleri benim dolan gözlerime bakarak dinliyor ve sessiz kaldığı an yine bir hayal kırıklığı yaşıyordum. Oysa bu benim ön gördüğüm bir gerçekti. "Bu çocuk yalancının teki. Artık tek terdi kaçamadığı bu evde bizi birbirimize düşürmek. Huzursuzluk yaratmak."
Kadın zaferden bir kaide ortaya çıkardığında, Delta araya girdi. "Kısa süreliğine bir yere gidip geleceğim. Ona göz kulak ol, ben gelince onun bu davranışlarının hesabını özellikle soracağım." Ve daha öncesinde bırakmış olduğu komidinin üzerinde aldığında bana dik dik bakıyordu. Ama ben onun soracağı hesaptan değil, beni bu halde bile mahvedecek kadının ellerine bırakıyor diye ağlıyordum. Çok zoruma gidiyordu. Tek bu da değildi.
İçimdeki kurdum da bende ölecek gibiydik. Ben ondan ölesiye nefret ediyorken, korkuyorken, kurdum ona tamamen kırıklarla donatılmış hayaller içinde beynimin içinde beni yiyip bitiriyordu. Sandığımdan daha fazla mutsuzdum, dayanıksızdım, çünkü eşim olmuş olanın asla bana merhameti yoktu gözlerinde. Ve gözlerimin ardına saklıyor olduğum kurdumun ona gitme diye yalvarmak isteyen bakışlarını esirgemeden ona bakıyordum.
O ise sadece gitti. Odadan çıktı ve bana sakince dönen yüz yavaşça gülümsüyordu.
Yatağın içinde ondan uzaklaşmak ve korunaksız bu bedenimi yine ondan geleceklerle korumaya çalışıyordum. Oysa daha dokunmadan ilk önce gözleri taarruza geçti. Açık kapıdan evin dışarıya açılan kapının sesini duyana kadar hareket etmedi.
Sonrasında olası bir önlemle açık duran kapıyı kapattığında sıkıca gözlerimi yumdum. Ellerimle başımı sarmış, sanki imkanlar bunu ele vermiş gibi bekledim. Beklediğim gibi üzerime geldiğinde kendimi öylesine çok kasıyordum ki, "Özür dilerim, özür dilerim... lütfen artık dayanamıyorum acıya," diye yalvardım. Bunu önemsemeden saçlarıma asıldı.
Kızgın sesi saçlarıma asıldıkça, beni çekiştirdikçe daha çok yükseliyordu.
"Demek utanmadan beni oğluma gammazlıyorsun ha?" dedi ve başımı astırdı yukarıya doğru. O kadar büyük çığlıklar koparmak istiyordum ki, çılgına dönmüş, bir ölü gibi o nereye çekiştirse oraya dolanıyor, düşüp duruyordu bedenim. "Ben sana demedim mi Taehyung'a söylersen yaptıklarımı seni gebertirim diye!"
En sonunda açıkta kalan suratıma sert bir tokat attığında, bu sondu. Çimdiklenen tenimin bana verdiği işkence, nefesimi kesecek kadar sertti. Tıpkı kapının açılmış olması ve Delta'nın gözlerini dikmiş annesine bakıyor gibi.
Parmaklarının arasında çürüyen saçlarım yavaşça sıyrıldı ölmeye yüz tutmuş derimden. Nefes nefese kalmış, göz yaşlarımı tutamıyordum. Yüzüm yanıyor, vücudumun harabesi burada tüm can çekişlerimi bana bir anda veriyordu.
Başımı kaldırıp Delta'nın gözlerinin içine baktım. O kadar sinirli duruyordu ki, o sinirini üzerime alınarak ağladım.
Oysa Delta öyle bir kükredi ki, kapanan gözlerimi umuda sarılmış bir çerçöp gibi açmaya çalışmıştım.
"Çabuk çık bu odadan! Defol! Sana anne demiş olmamı pişman ettirme bana."
Kadın karşımda titremeye başladığında, "Oğlum yanlış anladın," diyere |
0% |