@nicotesy
|
Selam... gündüz yeni bölüm atmama rağmen, gece bölümü dediniz; alın size bölüm ballarım :)
herkes diğer bölüm bir oh çekmişte, neyse, gülücük size.
İyi okumalar :))
....
"Acaba bilecek misiniz, ruhumdaki bu ateş damlasını, bu, o kadar muazzam fakat o kadar da beşerî ve günahkâr olan ateş damlasını? Şimdi o beni katra katra daima yakarak yiyor, yiyor. Ruhumda bir zaman sonra kül bile kalmayacak!"
.....
Bölüm 12: Beni onlara verme, külümü al uzak yollara savur.
Yüreğimde ismi karalansın diye dilediğim, köhneme zehir batırarak benim nefsimi nefesimden eylediğime sarıldım ya ben bu gece. İçimde bin bir hesap görüyordum. Çok istedim. İlk kez çok istedim bana olduğundan daha çok acımasız ve yargısız olmasını. Çünkü ben kendime geldiğimde hem bunun onursuzluğunu taşıyor olacaktım göğsümde hem de ona dokunmak isteyecek kadar mahvolmuş kendime çok üzülecektim. Yargılayacak, sevilmemiş başımı kardeşimden başkası okşuyor diye azaplar duyacaktım.
Şimdi bir gecede geçmeyen yaralarıma o sanki bir gece de yapabilirmiş gibi benim arzuladığım sıcaklığa attı ya ve ben tüm olup bitenlerin hayretiyle daha da küçülmek istedim. O da bunu yanlış anlayarak belimden kavrayarak çektiği kendisine daha da yanaştırdı. Az öncesinde boğazımı yakan feryatlarım ve onun öfkeli tadı, şimdi ise beni cennetin körlüğünde karanlığa, uykuya teslim olayım diye zorluyordu.
"Uyu," diyordu usulca. "Artık bundan fazlası olmayacak."
Sanki emirleri benim en kutsal beyitlerimdi. İtiraz etmeden gözlerimi kapattım. Ama daha fazlası olmayacak dediği zulmü müydü yoksa eşine azıcık da olsa olan saygısı mıydı, bilmiyordum.
Sadece biliyordum ki, sabah uyandığımda artık kesinlikle bu evde bir şeylerin değişiyor olacağıydı. Ve ben ilk kez, gururumu bir kenara bıraktım. Biraz da olsa yaralarımın sarılmasına izin verdim. Şimdiden kahrolmayı bırakarak uyudum onun kollarında. İlk kez, neredeyse buraya geldiğim bir ay içinde güzel bir rüya gördüm. Kardeşimi ve kucağında duran bebeğini. Beni yanına çağırmıştı. Ancak koşmak isterken kollarımı tutan eller beni gördüğüm o manzaraya gitmeme engel oldu. Ona öfkeyle bakmıştım, çünkü beni çağıran kardeşime gitmeme izin vermemişti. Lakin sonra kolumda duran parmakları parmaklarıma dolandı. "Birlikte gidelim," dedi ve ben tanıdığım kalın sesiyle kendime geldim.
Uykumdan gözlerim beni sıçrayarak uyandırdığında, göğsünde halen uyuyor olduğumu gördüm. Çekingen bakışlarımı onun yüzüne taşıdığımda, ilk defa kaşları çatık olmak yerine gevşemiş görünüyordu. Eli belimde duruyor, onun karnının üzerinde duran elimin üzerine elini yaslamıştı. Bu o kadar tuhaftı ki, sadece yüzüne bakıyor, uyurken dudaklarını hafif hafif oynatmasını izliyordum.
Korkuyordum halen daha. Eğer geriye çekilmek istediğimde uyanır ve bir şekilde beni haksızlığa uğratacak cümleler sıralayarak yaşama dair bıraktığım ümitlerimi daha günün açan güzünde o hemencecik soldurur diye.
Ama bu şekilde, bu halde duruyor olmak benim kendime duyduğum her onurlu duygunun azalmasına sebep oluyordu. Ağırca döndürdüm bakışlarımı boş koltuklarının üzerine doğru. Kulağımın altında atan sakin kalbini, yumuşak nefeslerini dinledim dakikalarca. Bundan dolayı kötü değildim lakin kurdum uzun zamandan sonra nefes almışım gibi kafamın içini bomboş olmasını sağlıyordu. Tenimdeki yaraların iyileşmesi için çabalıyordu. Ne utançtı doğrusu, canını yakanla canını iyileştirenin aynı kişi olması.
Sonra yavaşça alıyor olduğu nefesleri birer derin nefese dönüştüğünde başımı hafifçe onun yüzünü tekrar görmek için kaldırdım. Yüzündeki benlerinin olduğunu keşfetmiştim. Özellikle bana bakarken çatık kaşlı halde duran eski yüzünü görürken. İşte o zaman boşluğa düşmüş yüzüm ateşten kaçmak istercesine uzaklaşmak için hamle yaptığında, zorlanmadım. Çünkü o çoktan beni parmaklarının altında serbest bırakmıştı.
Senin çelme taktığın yerden başlıyorum hayata. Varsın yara içinde kalsın dizlerim; yüreğimde biriktirdiklerin kadar acıtmaz nasıl olsa.
Yatağın bir ucuna kaçmıştım. O ise kendini yatağın içinde toplarken, beni yine yanlış anlamasından çekindiğimden zar zor araladım dudaklarımı. "Özür dilerim... Elimde olan bir şey değildi." Dedim çekine çekine. Yüzüme bakmadı ama ensesini kaşırken daha çok çatıyordu kaşları. "Biliyorum," dedi ve ilk kez sesi, garipti. Benim onun sesinde alışık olmadığım bir yumuşaklığa sahipti. "Farkındayım artık her şeyin. Anladım senin nasıl biri olduğunu."
Bunu diyerek ne kastetti bilmiyorum ama kendisine gelmeye ihtiyacı varmış gibi direkt olarak banyoya girdi. Ben ise halen yatağın üzerinde bıraktığı ize şaşkınlıkla bakıyordum. Neden hareketleri öylesine garip ve tuhaftı ki? Sanki bana sarılmış olması, özellikle tiksindiği ve düşmanı olan bana duyduğu bu yakınlık, benim kendime duyduğum şaşkınlık ve ithamlarım kadar onu da sarsmış olmalıydı.
Başımı yatak başlığına yasladığım usulca sessizliği ve su sesini dinledim. Gözlerimi yorgunlukla açtım ve kapattım. Şimdi ne olacaktı? Her gün uyandığımda beni nasıl bir kâbusun beklediğini düşünerek başlıyordum güne. Ancak şimdi Delta'nın beni yanlış anlamasından çekiniyor ve onun tarafından onlarca kez aşağılanmışlarımla, onu ayarttığımı düşünmesinden dolayı da endişeliydim. Ama anladım demişti, benim nasıl biri olduğumu söylerken.
Anladıysa, artık yakmazdı canımı değil mi?
Sanmıyordum. İhtimallere sığınmış olan hiçbir şeye sarılamıyordum artık.
Ve o aldığı duşundan sonra üzerindeki bornozuyla giysi odasına girdiğinde, emir alamayan biri gibi olduğu yerde duruyordum. Önlerime kadar gelen saçlarımı, acıyor diye bile itemezken birazdan hazırlanarak bu odayı terk edecek Delta'nın ardından beni takip edecek felaketleri düşünüyordum.
Orada oyalandığı kısa sürenin ardından oradan çıktığında, üstüne tam oturan dar kesimli siyah bir takım elbise vardı. Saçlarının önlerini düzelmiş ve saatini takarak çıkmıştı odadan. Bana ufak bir bakışı oldu, sessiz ve düşünce dolu.
Sonrasında karşımda durdu. Yatağın başında duran hali dimdik iken, "Dün olanlar dünde kaldı," dedi. Sanki kendince bir yanlış anlamanın önüne geçmeye çalışıyordu. "Sana sormak istediğim sorular vardı, Hosoek ile konuştunuz?"
Tereddütte düşerek yüzünü inceliyordum. Onun bu yeniden var olmuş güçlü ve bakımlı haline bakarken, savaştan çıkmış mahvolmuş halim ezildi öz güvensizlikle. "Bu sefer inanacak mısınız bana?" diye sordum. Gözlerinin mavilikleri can alıcı olup sakinleştiğinde, "Zaten bildiğim bir soruyu soruyorum. Sadece ona nasıl bir cevap verdiğini merak ediyorum omega."
"Bu evliliğin sahte olduğunu..." dedim, kısa bir nefes aldım. Sağa sola çarpan gözlerim tekrar onun benden hiç geçmeyen korkusuz bakışlarına tekrar odaklandı. Sabırla konuşmamı bekliyordu. "Eğer istersem beni koruyabileceğini, sizin de bana dokunmayacağını söyledi."
Dudaklarından alayla karışık bir gülüş çıktığında, aslında onu gözlemlediğim zaman diliminde kesinlikle bu bastırdığı çetin öfkesinin bir göstergesiydi. Tek istediğim bu olayda bile günah keçisi olarak lanse edilecek kişi olmamaktı.
"Devam et," dedi, benim konuşmaya teşvik ederken bir elini cebine attı. Dudaklarımı ısırdım sertçe. "Ama ona, Delta'dan güçlü olmayacağını ve böyle şeyler söyleyerek beni rahatsız etmemesini söyledim."
Dudakları belli belirsiz seğirdiğinde, gözlerinde hoşnutluk vardı. Ya da bu sadece benim bu sözlerimden sonra onda görmeyi umduğum bir bakıştı. Bilmiyordum.
En azından o; cebindeki elini çıkarıp bu odanın anahtarını önüme fırlattığında anlamayarak ona bakıyordum.
"Ben yokken, kendini güvende hissetmezsen kilitle odanın kapısını. Bazen ben olmayabilirim, bazen kimse seni bu evde bir diğerinden korumak istemeyebilir. Yine de söylemeliyim ki senin bu evden bir kaçısın yok. İşte ortak olarak kimsenin yapamayacağı şey, senin kaçmana izin vermek."
Yutkundum sertçe. Bu sözler benim için ne anlam ifade etmeliydi bilmiyordum.
Sadece odadan çıkmadan önce arkasını döndü. "Birkaç gün olmayacağım. Kapıyı sadece Geong Hanıma aç. Onu sıkıca tembihleyeceğim, yemeklerini ve sana göndereceğim ilaçları içmen konusunda."
Nedense bana huzur veren şeyler sıkıntıya dönüştü. Anlayamadım da ne olduğunu. Sadece dedi ve gitti. Orada sadece bana yaptığı açıklamaları, korumak ister gibi kullandığı cümlelerin altında yatanları anlamaya çalışıyordum. Ve ilk kez ben; o kapıyı çalan Geong ablanı getirerek bıraktığı yemek ve ilaçlardan sonra kapıyı kilitlediğimde, kendimi güvende hissediyordum.
Pazar günü ağızlarında bir kül tadı bırakarak sona eriyor ve şimdiden pazartesiyi düşünüyorlar. Ama benim için ne pazartesi ne de pazar var: Benim payıma düşen düzensiz bir biçimde geçip giden günler ve bunun gibi bir anda ortaya çıkıveren parıltılar. Hiç farkında olmadan pencereden izlediğim dış dünya, yabancısı olduğum bu odanın gerçek sahibinin neden ortalıkta olmadığıydı?
Kardeşimi aramaya mı koyulmuştu? Bana yaşatmak istediği acı dolu günler öncesinde gözlerimi mi boyamaya mı çalışıyordu bilmiyordum ama Yoongi'nin en azından bir kez bile eve gelip, Delta yokken kardeşim hakkında onunla ilgili doyasıya soracağım sorulara bir cevap ya da onun bana göndermek istediği bir haberi işitmek istiyordum.
Lakin yoktu. Sanırsam tanıdık tek yüz Geong ablaydı ve o da bir anda evin içinde, özellikle odamın kapısında çıkan gürültünden ne olduğunu anlayamadığımda, bana akşam yemeği getirdiğinde sormuştum ne oluyor diye.
"Taehyung Bey evin bazı yerlerine kamera taktırdı. Bilmiyorum neden böyle bir şey yaptı. Dışarda var zaten. O da zaten tehlike dışarda. Şimdi de evin içi, bilmiyorum bu adamın kafasında neler dönüyor? Hep uzun süre kaybolduğunda tuhaf şeylerde mutlaka ardından gelir zaten."
Çok garipsedim bu hayatı. Yaşıyor oldukları bu ortamı. Ama umurumda olmamalıydı. Birkaç gündür bu ailenin o aşağılayıcı gözlerinden uzaktım, sözlerinden, dayaklarından. İlk defa yemek yerken korkmadan yedim. İlk defa yalnız olmak bana iyi geldi. İlk defa üzerimden atamadığım korkunun geçiyor olduğunu hissettim.
Ama huzursuz olmak için fazla huzurluydum. Yaralarım iyileşirken içimde eksiklik, burukluk ve duyduğum apayrı bir özlem duygusu vardı. Bunun temelini asla anlamıyordum.
Sadece kurdum; huzursuzdu.
Bu sayılı günler bir elimden fazlasını geçtiği bir zamandı. Saat bir hayli geçti. Jimin'in bodrumda kalan fotoğrafını almak için sessizce herkesin uyumasını bekledim. Ancak kameraların olduğunu bildiğim bir evde dolaşmak ne kadar gizlilik esas olurdu, bu da muammaydı. Belki de Delta bu anahtarı vererek bir barikat kurdu, yine de benim içten içe bir hainlik peşinde olduğumu da sanıyor olabilirdi.
Garipti. Anlaşılmaz olaylar yaşarken, bir kılıf bulurcasına hain düşünceler kurmak. Çünkü bunu iki kez yapmıştı. Ormana kaçarken ve annesiyle baş başa bırakıp gerçeği öğrenmek için hiç gitmemiş olması gibi.
Cesaretimi toplayarak durmaksızın kilit vurduğum kapıyı açtım ve ayağıma ev terlikleri bilerek almadan merdivenlerden sessiz olmaya özen göstererek inmeye başladım. Sadece ara bölmelerin ışıkları açıktı ve ben zaman diliminden habersiz olduğumdan şu anda herkesin derin uykuda olduğunu sanmaktan başka elimden bir şey gelmiyordu.
En alt kata indiğimde, kapısını yokladığım bodrumun kapısının kilitli olmamasını umarak sessizce açmaya çalıştığımda gerginlikle arkama bakıp duruyordum. Çalışan kadınlar bu evin en geç uyuyan insanlarıydı ve de en hafif uykuya sahip olanlardı. Bu nedenle onların beni fark etmemeleri için daha çok uğraşıyordum.
Açtığımda orası ben tarafından nasıl bırakıldıysa o haldeydi. Köşede duran büyük vazonun içine bıraktığım fotoğrafı hızlıca aldım ve geldiğim gibi odadan yavaşça çıktığımda neredeyse başardım diyordum. Ta ki girişte duran merdivenlerin başına geldiğimde, Namjoon'un sarsak adımlarla yürüdüğünü görene kadar.
Put kesilerek yerimde kaldığımda bana boydan bir bakış atmış ve gürültücü bir şekilde hareket ederek bana yaklaşmıştı. İki iri gamzesi kendini gösterirken, ondan yaklaşan alkol kokusu yüzünden yüzümü buruşturmamak için gayret ediyordum.
"Sen ortaya çıkar mıydın ya, adın neydi," diyor ve sıkıntıyla yerimde dururken adımı düşünüyordu. Ama bulduğu şeyle yüksek sesle güldü. "Ha buldum, yılan... annem son günlerde dediği için böyle adın. Yılana da benzemiyorsun gerçi. Far görmüş tavşansın daha çok."
Bu hayatta en iyi bildiğim şey, babamdan ötürü, aşırı sarhoş insanları ciddiye almamak ve onlarla uğraşmadan geçiştirmekti. Ben de bunu yaparak, "Anlıyorum," dedim ve iyi ki cebime koymuşum dediğim fotoğrafı kumaşımın üzerinden bir güvence gibi koruyup kollamaya çalışıyordum.
"Ne yapıyorsun bu saatte burada? Yine aptalca kaçma planları mı yapmaya çalışıyorsun? Daha biz kaçamıyoruz bu evin lanetinden, sana ne oluyor?"
"Hiçbir şey..." diyerek, merdivenlerden hızlıca çıkmaya çalıştım. Ama arkamdan yanlış anlaşılmaya müsait olan cümleleri sıraladığında daha fazla kaçmak istiyordum. "Çok tatlı çocuksun. Canın sıkılırsa odama gel. Kimse görmez ikimizi."
Bu sefer büyük bir hevesle girip odamın kapısını kapattım. Kilidi çevirdikten sonra lambası açık odamın içinde elimde tuttuğum Jimin'in gülen yüzüne bakarken çok mutluydum. Çünkü artık konuşacak birine sahiptim. Bu gece ise onunla en uzun sohbetimi yaptıktan sonra kimsenin bulamayacağını düşündüğüm giysi dolabındaki üst dolapların içindeki yedek çarşafların arasına koydum. Onun hemen yanında ise bebeğinin resmi vardı.
Bu gece tüm huzursuzluğu boşverdim ve yatmaya alıştığım yatağın içine girdim, düşler kurarak uyudum.
Buna benzer bir gün daha üzerinden geçerken, dışarıyı seyrediyordum. Dışarda kar yağmaya başlamıştı. Ben ise karanlığın göğün ardından duran düşen taneleri izliyordum. Üzerimde bir battaniye seriliydi. Normalden biraz daha fazla üşüyen biri için.
Fakat dikkatimi çeken bir gariplik yaşarken arka arkaya gelen iki arabayla olduğum yerden dikleştim. Onun geldiğini hissedebiliyordum. Sadece üzerindeki büyük paltosunu ve arkasında bıraktığı adamların arasından sıyrılırken başına düşen kar tanalerini eliyle temizleyerek direkt olarak içeriye giriyordu.
Olduğum yerden ani gelen gerginliğimle kalkarken her an kapıyı açmak için hamlede bulunacağını düşünerek bekledim. Hatta rahatça açabilsin diye kapının kilidini açtım. Neden bu kadar gerilmiştim ki, oysa o gelmeden önce çok mutluydum. Yine o mavilikleri beni alıştırdığı yüzle bakacak diye ödüm kopuyordu sadece.
Ve umduğum gibi kapı açıldığında, ummadığım şeyler peşin sıra geliyordu.
Az önce yıkılmaz bir Delta vardı kapının önünde. Ama şimdi odasının kapısını açtığı anda duvara tutunarak içeriye giren ve kapıyı ardından kapatan bir adam. Olduğum yerde kalırken onun neden bu kadar güçsüz olduğunu anlayamadan, üzerindeki siyah paltosu yere düştü. Cebinden bir şey almaya çalıştığında düşecek gibi olduğunda refleksle koluna girmeye çalıştım. Onu taşımak güçtü ama tüm ağırlığını vermemek için çaba gösterdiğini anlayabiliyordum.
"İyi misin Delta?" dedim endişeyle. Oysa onu yatağa doğru yönlendirirken ses çıkarmadı. Oturduğumda, "Telefonum," dedi, yüzünü buruşturarak. "Ceketimin cebinde."
Hemen onun yerde duran cebinden telefonunu alarak eline verdiğimde hızlıca acil aramalarda duran bir numarayı aradı. Telefon kısa süre çalınca, ahizeden çıkan sesin sahibini tanımıştım. Doktor Seokjin'di bu. Delta tek bir cümle söyledi. "Durum yeşilden sarıya dönüyor," dedi ve Seokjin, "Hemen geliyorum," diyerek telefonunu kapattığında Delta'nın telefonu elinden yere düştü.
Yatakta kendini geriye doğru uzandırdığında, nefeslerini dizginlemeye çalışıyordu.
"Gömleğimdeki düğmeleri aç," dedi ve ben birkaç saniye dediğini irdeledim. "Nefes alamıyorum," dediğinde, elimdeki setleri yıkarak siyah gömleğinin düğmelerini tek tek açmaya başladım.
Fakat ortaya çıkan esmer teninde bir kara leke vardı. Damarları belirginleştiren. Onları siyaha çeviren. Göğsünün tam ortasında avuç içim kadar olan görüntü sanki ben oraya bakmaya devam ettikçe büyüyor gibiydi.
Yüzüne baktığım Delta'nın terleyişleri ve o haldeyken bile her şeyden nefret eden yüzü oradaydı. Hayatımda ilk kez böylesine şahit oluyordum. Bunun tam olarak ne olduğunu bilmezken, durum korkunç bir anda kalıyordu.
"Bu, bu tam olarak ne Tanrı aşkına?"
O boğuk sesi kulağımda yankı yaptığında yüreğim delicesine çarpıyordu. "Bu bir kurtboğan," dedi. O ölüyordu, demekti. En vahimi ise bunun kullanımı yasak ve yasadışıydı. Şu anda bilinci kapanan Delta ise gözlerimin önünde çaresizce duruyorken, ölüyor diyordum. Hastaneye değil de buraya gelmesinin tek sebebi buyken, ben gözlerimi dikmiş, vücudunu ele geçiren zehrin yayılışını izliyordum.
Çünkü ben bundan daha fazlasını ona nasıl yapabilirdim ki?
Bölümün sonu.
İlerde çok büyük bir şey yaşanacak ve benim parmaklarım kaşınıyor o sahneler için. Ve bilin ki bu bölüm onun temeli atıldı. Düşüncesi ise bana günler önce...
Kurtboğan* kurtları avlayarak öldürmek için kullanılan bir yöntem.
Özellikle Delta'lar üzerinde kullanılır. Çünkü bilindiği gibi türler arasında en güçlüleridir. Kolay kolay ölmezler.
Ben Nicotesy, iyi geceler.
|
0% |