Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@nicotesy

Selammm... gözlerim kapanıyor, diğer bölümler için spoi bırakacaktım ama ekrana bakamıyorum. Günlük yb'mi atıp kaçıyorum.

Lütfen işten sonra bile size gelip bu ağrıyla yb yazan yazarınızı mutlu edin. Sabah işe giderken yorumlarınızı okumak istiyorum ballarım...:)

Hem bu bölüm biraz şey, okuyunca anlarsınız heheheh

İyi okumalar.

....

 

 

"Yeni hisler yayılıyor bedenime. Yeniden hislerim oluşmaya başlıyor. Ama korkuyorum da bütün bu bedenime nüfuz eden duygulardan. Ya yeniden kırılırsam? Ya kırılırsam..."

....

Bölüm 13: Korkuyorum cesaretim kayıp, dünya mı zor bünyem mi zayıf?

Kendime gelmeliydim, kendime getirilmeliydim bir an önce. Delta'nın deli gibi terleyen vücudu, kasılan bedeni beni hayrete düşürüyordu. Onun gibi güçlü bir varlığın bu halde olması beni olduğumdan daha güvensiz ve ne yapacağımı bilmez hale getirdiğinde, aklımda zikreden tek şey vardı.

Ona yardım et! Ama nasıl?

Çekindiğim tenine, gözlerimi oyalayan ve göğsünü parçalayacakmış gibi duran karanlık damarları görmezden gelerek Delta'nın terlemiş yüzüne elimi bıraktım. "Delta..." dedim. Gözleri yarı açıktı. Cevap vermek istiyordu hatta bunun için kendini sıkıyordu. "Sana yardım çağırmalıyım."

Diğerlerine haber vermek istiyordum. En azından buradaki insanlar benden daha bilgilidir diye. Ama buna kesinlikle izin vermedi. "Hayır," diye fısıldadı. Fakat titremeye başladığında onu dinlemek istemiyordum. Ben kendi acılarımın alışkanlığını bulmuştum lakin benden başkasınınkini asla. Bu yüzden panik atak geçirecek gibiydim.

Ve neden ağlamaya başladığımı ben bile bilmiyordum.

Doktorun şu anda yolda olduğunu bilsem de sanki o buraya varana kadar her şey çoktan olup bitecekmiş gibiydi de. En azından ne yapacağımı bilseydim. Bilmiyordum da. Tek bildiğim nabız ölçmekti. Onu da Jimin bir keresinde hastalanmış ve bayılmıştı. Onu öldü sandığım için çok ağlamıştım. O da bana bileğine bıraktığı parmaklarımla oradaki atan damarın varlığını hissetmemi sağladı. "Böyle yap guggk" demişti.

Düşüncelerim çorba oldu. Banyoya koşarak aldığım bir el havlusuyla geri dönerek Delta'nın yüzünde biriken terleri silmeye başladım. Halen beni gözleri seçiyor, mavi gözlerinin renginin git gide siyaha dönüştüğünü görüyordum. O kadar korkutmuştu ki, gözlerine bakamadım ve kafamı çevirdim. Bir adamın şu an ellerimin arasında öleceğinin ürperti dolu korkusunu yaşıyordum.

Ve ben kardeşimi gözlerimin önünde öldüreceğine dair ant içmiş bir adamın kurtulmasını istiyordum? Neden? Onun ölümüyle kurtulmaz mıydım şu hapis hayatını? Belki ölümüyle bile suçlanırdım ama hiçbir şey yapmadığım anlaşılır ben yine özgür kalırdım.

İşte benim büyük hatam, onlarda olanlardan olmayan vicdana sahip olduğumdan istemiyordum da böyle bir şey. Bir kaza veya bela, hiçbir şeyi ne doğruya yönlendirirdi ne de iyiliğe. Ben bunun içinde olsa onların bana pek göstermediği merhameti bu Delta'ya yaparak göstermeye çalışıyordum. Tabi ne kadar işe yarardım, bilinmez.

Çünkü artık çekindiğim gözleri tekrar görmek için baktığımda, buna engel olan göz kapaklarıyla karşılaştım. Seğiren boynundaki damarlar olmasaydı, öldü derdim onun için. Ellerim olduğu yerde duraksadı. Dudaklarımın bembeyaz kesildiğini hissediyordum. Ağzımın içinde dolanan dilim adını haykırmak için mücadele ederken, hareket et, diyordum.

İşte onun sımsıcak duran tenine yaklaştığımda, öylece serbest kalmış koluna uzandım. Dizlerimde duran bileğine parmaklarımı yasladığımda, olmayan bir nabız yerine anormal derecede hızlı duran damarların kan pompalayışını fark ettim.

Normal değildi. Kesinlikle değildi. Dudakları morarıyordu. Göğsündeki karanlık iz büyüyordu ve zehir onun tüm damarlarını çatlatacak kadar çok hızlı kan pompalıyordu.

Bu tür durumlarda ne yapılacağını bilmiyordum. Aklıma gelen tek şey onun telefonundan en son aradığı numarayı tuşlamaktı. Yere düşen telefonunu aceleyle alıyor, parmak iziyle açılan ekrana onun parmağını yaslayıp bırakıyordum. O sırada saniyelerle değil saliselerle yarışır gibiydim.

Son aramalar kısmında sadece Jin adında kayıtlı numaraya tuşlayıp bırakırken kalbimin gümbürtüsü yüzünden deliriyor gibiydim. Kurdum beni parçalara ayıracak kadar çok korkuyordu ona bir şey olacak diye.

Nefesimi tuttum. Arkada çalan ahizenin sesi ilk boşluğa daha sonrasında yaşam çağrıştıran homurdanışları duyunca. "Hyung... yardım et bana?" diyordum. Sesimdeki o çaresizliğimi ve ağladığımı fark edemeyecek kadar çok odaklanmıştım telefonun arkasındakine. Sesimi duymuş olmasıyla ilk bir duraksadığını hissetsem de aynı telaşı onda da duydum. "Ne oluyor Jungkook? Trafikte sıkıştım ama birazdan açılacak yol. En geç on dakikaya oradayım."

On dakika... Buna dayanacağını sanmıyordum Delta'nın. Bundan daha fazlasına ihtiyacım vardı. En azından benim onun şu anda gözlerimin önünde ölmeyeceğine dair bir inanca ihtiyacım vardı. Korka korka konuştum. "O nefes almıyor gibi, baygınlık geçirdi ve bileğindeki nabzını ölçtüm. Çok hızlı. Bu iyi bir şey değil dimi?"

"Siktir," dediğinde, anladım. Sıkışan göğsümün üzerine elimi bastırdım. "Jungkook onu soğuk suyun altında tut ben gelene kadar. Vücudunu şoklamamız lazım. Bunu yapabilirsin değil mi? Ciddi bir hasar alması çok olası."

"Ben, ben bunu hemen yapacağım." Diyerek zaman kaybetmeden telefonunu kapatıp kapatmadığımı önemsemeden Delta'nın kendisine gelmesi için yanaklarına vurmaya, onu ayıltmaya çalışıyordum. "Delta." Yüksek sesli sayıklamama bile cevap vermediğinde, geç kaldım diyordum. Aciz nefesim son kez onun yüzünün damarlarında çatlayan ifadelerine dokunarak kendisine gelmesi için sarsmaya çalıştı. "Taehyung, uyan..." diye yalvardım ona.

Ve ilk kez adını zikretmiş olan dudaklarım, şimdi onun bana her daim bakarken sunduğu bakışlarından ziyade çatık kaşlarının seyircisi olduğunda hiç bu kadar sevineceğimi tahmin etmemiştim.

O kalıplı bir adamdı ve onu banyoya destek almadan götürmem çok zordu. Bu nedenle bedenini kendime çekerek, "Lütfen yardımcı ol bana, seni suyun altına sokmam lazım," dedim ve o bir an göğsümde duran hali ağırlaşıp geriye çekildiğinde, bakışları seyrek hatta neredeyse kapalı gibilerdi. Yürümek güçtü. Yine de o bana tam ağırlığını vermeden, kendisini omzuma doğru yaslayarak çabalıyordu. Pes etmek doğasında yoktu ve o çabalıyordu.

Bende çabalayarak onu banyoya taşırken dengemi sağlamaya çalışıyordum. İçimde bir yangın başlıyordu. Gördüklerimden dolayı değil, kendimden değildi bu. Kurdum onun bedenindeki acıyı almak için çırpınıyordu. Feromlarımı yaymaya başladığında onu duş kabinine koyduğumda, ayakta duramıyordu ve onu bırakırsam da yere yığılacaktı ve kafasını çok fena çarpacaktı.

Zaten o da beni bırakmak istemiyor gibiydi. Üzerime düşen bedeni, boynumda duran burnu derin bir nefes çekiyordu. Ve oradan beni neredeyse son nefesini verdiğini düşündürten dudaklarından bedenimi sızlatarak veriyordu nefeslerini.

Soluk soluğa kaldığımda, kendimi geriye çekiyordum. O da benimle geliyordu. Sanki alabildiği nefes benden geliyormuş gibi. Ama bunu göz ardı ederek arkamdan elimi yoklayarak bulduğum çeşme başını açtığımda, buz gibi su ikimizin üzerine sıçrayarak dökülürken irkilmiştim. Benimle o da öyle bir tepki vermişti.

Gözlerinin kapalı haliyle, boynumda duran başını kaldırmaya çalıştı. Suyun yaydığı enerji yüzünden titriyordum ve kendimi fayanslara yaslayarak onun üzerimde dinlenen vücudunun gücünü taşımaya çalışıyordum. Saçlarım tamamen su içinde kalmıştı, keza onun da öyle ve tenindeki sıcaklık benim tenimi ısıtacak kadar yakıcıydı.

Hızlı soluklarım onun derin soluklarından çok farklıydı.

Her ne kadar onun kendisine gelebilmesi için yaptığım bu hamle, şu anda olduğumuz durumu irdelediğimde beni utandırmıştı.

Çünkü onu tamamen hissediyordum. Islak geceliğim tenime yapışmıştı, kabarık göğsü göğsümde dinleniyordu. Bacaklarının arasında duran bacaklarım, omuzlarımdan kollarıma değen kolları yavaşça kendilerini toplamaya çalışıyor ve tenimden sıyrılarak arkamda duran zemine yaslıyordu. O rahatsız edici yakınlığı benden öyle yavaş sıyrılmaya başladı ki nefesimi tuttuğumun farkında değildim.

Nefes almayı, onun mavi çukurlarında gizlenen o iri göz bebeklerinin ardından görüyordum. Çünkü kalkan başı, gözlerimle buluştuğunda yorgunca açılıp kapandı. Tüm uzuvları kasılırken acıyla inleyerek alnı alnıma düştü. Benim etrafımdan sardığı kollarının arasında su artık en çok onun sırtından, yüzünden ve göğsünden akıyordu.

Öyle bir derin nefesler alıyordu ki ağzımdan çıkan nefesimi de yutuyor sanıyordum. Eğer tek bir hamleyle öne atılsam, dudaklarım o dudakların üzerinde yaslı duracaktı. Çünkü yüzümde duran yüzü, burnumun ucuna değen burnuyla ben karnımın içinde bir ağrı hissetmeye başlıyordum.

O yorgun ve boğuk sesiyle, "Neden bana yardım ediyorsun ki?" diye soruyorken gözlerine bakmaktan yorularak bakışlarımı kaçırmak istediğimde, görüşümü kısıtlayan siyah, ıslak saçları kirpiklerime çarpıyordu. Bu huylanmayla kaçamadığım yerde huzursuz bir şekilde kendime alan tanımaya çalıştığımda, boğazımdaki yumru geçmeden dudaklarım onun halen çok sıcak olan yanağına çarptı.

Bu çok yanlıştı. Doğru değildi ve ben kurtulamıyordum bu yaşanan esaret duygusundan.

"Bir soru sordum sana omega," dediğinde, ne halde olursa olsun o her zaman bir parça sinirli ve bir parça aksilik taşıyor olacaktı dilinde. Yine de bilincinin açık olması, yorgun sesine rağmen iyiye işaretti benim için. Ve onunla ne kadar yakın olduğumu önemsememe çalışarak, "Neden birine yardım etmek bir amaç taşısın ki? Sen karşılık bulmadan yardım etmez misin kimseye?" diye sordum.

Ve o netti. "Hayır etmem," diyorken.

Kafasını benden biraz uzaklaştırdı ancak gözleri gözlerime kıymık batırır gibi asla çekilmiyordu. Bunu yaparken kaşları çatıklığını koruyordu. Eğer korkum olmasaydı, elimi uzatıp o kaşlarını düzeltmeye çalışırdım. Çünkü ödümü patlatıyordu bu hali. Ammavelekin ellerime sahip çıktığım gibi dilime sahip çıkamamıştım. Ağzıma damlayan sular eşliğinde burnumu çekerek kendi kendime söylendim. Benim bu kadar yakınımdayken duyamazmış gibi üstelik. "Kaşların yine çok çatık. İyi oluyorsun sanki."

Sessiz durduğunda, o sessizleşmesi yüzünden çevirdiğim başım yine ona doğru döndü. Gözlerime çarpan su yüzünden kırpıştırmak zorunda kaldım ama bu onu istese de yapamıyor gibi boynumdaki yumrunun aşağıya inip gelmesini izledi. Bunu yaparken bir kez daha yutkunmuştum.

"Beni iyi eden... beni kurtarmayı isteyen omegan."

Dediğinde son yutkunuşum bile beni kurtarmıyordu. Bakakalmıştım kendisine. Omegamı hissediyordu. Onu kurtarmam için çırpınan seslerine kulak veriyordu ve ben üşüyordum. Bedenimden sıyrıldığını fark ettiğim Delta'nın varlığı yüzünden çok üşüyordum. En azından o yakınken beni sıçramalardan az da olsa koruyordu.

Sustum. İzledi. Gözlerimi çektim ama üzerimden hiç çekmedi. Gözlerinin yorulduğunu anlamama rağmen bunu yapmayı sürdürdü. Ve göğsünde bir şey takılmış gibi tekrar hırıltılı şekilde konuştuğunda ben onun göğsünde duran çirkin görüntüye bakıyordum. O parlak ve kaygan duran esmer tenine çamur atılmış gibiydi ve ince damarlarındaki kanların morarak siyaha dönüştüğünü dakikalar içinde görüyor olmam, sadece yavaşlatmaya çalıştığımız şeyin kesin çözüm sunmadığını ve yine yığılacağının sinyallerini veriyordu bana.

Ve o kalan gücünü de aynı soruyu sorarak tüketmeye devam ediyordu. Anlıyordum ki o, sorduğu sorunun cevabını alamayana denk pes etmiyordu.

"Neden yardım ediyorsun bana? Fırsatın varken. Öldüğümde tüm bunlar senin için son bulacak ve sen özgürlüğüne kavuşabilirdin." Dedi ve dudaklarımı dişledim. Bu düşünceler elbette zihnimde oyalanmıştı. Lakin benim öz düşüncelerim özü itiraf ediyor olduğumdu. Bununla da olsa bir nebze anlamasını ve insafa gelmesini umuyordum. "Birinin ölmesiyle istemezdim. Yaşanacak olan her şeyi bir ölümle sonuçlanmamalı Delta. Ben kötü biri değilim. Ben birinin canını bilerek yakacak biri de değilim. Ben sadece sevdiğim insanlara çok değer veririm. Yaşayan her şeye saygı duyarım."

Tekrar bana yaklaştığını hissettim. Çünkü güçsüzleşen bacakları dizlerime değiyordu. Küçük nefesleri çehreme de değiyordu. Ve her ne kadar net anlaşılmasa da sesinde şaşkınlık vardı. "Bana saygı mı duyuyorsun?" diye sorarken.

Bu sorduğu soruya cevap vermek istediğimden emin değildim. Bu nedenle, "Dürüst mü olmamı istersin?" diye sordum. Eğer evet derse bana, duymakta zorlandığımı söyleyecektim. Ancak o bunu yapmayarak, "Bu sefer değil," diyerek gözlerini kapattı. O da anlamıştı ona vereceğim cevabı.

Bir sessizlik yarattı tekrardan aramızda. Kendine gelmeye çalışıyordu ve kapalı gözlerinden onun duygularını çözemiyordum. "Hasta olacaksın... daha iyiyim. Seokjin gelene kadar kendim burada idare edebilirim." Dedi ama kesinlikle sesi eskisinden de berbat ve tükenmiş duruyordu. Onu burada öylece bırakamayacağımı bildiğimden, "Beni iyileştirirsin. Sonuçta senin yüzünden hasta olacağım. Sonra tekrardan beni hasta edersin... yine iyileştirirsin. Öyle demiştin çünkü," dedim.

Sözlerimi duyarken yüzünü buruşturdu ve kirpikleri titredi. Gelişi güzel bir boşlukla, "Ne dediğimi önemseme, bazen kelimeler zihnimden tartılmadan çıkıyor," dedi ve ben, beni görmemesine minnet ettim. Çünkü çok şaşkındım. Bu zamana kadar kullandığı cümleler içimi hiç yakmamış gibi, özür mahiyetinde kabul edeceğim türden bir söz kullanmıştı bana.

Bu beni germişti. Beni bu hali çok tedirgin etmişti. Kalbimin hızlandığını hissediyordum. Anlayamadığım ve anlamlandıramadığım birçok şey zihnimde kalıba sığmayan soru işaretlerini çağrıştırıyordu. "Neden bu kadar acıtmadan konuşuyorsun?" dedim, şaşkınlığımdan ötürü tüm saygı kalıpları yolunmuştu dilimden.

Ve o gözlerini yavaşça açtığında bakışları tamamen siyahtı. Göz bebekleri, tüm korneasını ele geçirmişti. "Çünkü sana bir can borcum oldu. Ben borçlu kalmayı sevmem."

"Anlıyorum."

En azından nazik olmak için bir sebebi vardı ve ben, beni ürküten, dehşete düşen gözlerinin payından kaçtığımdan bakamamıştım yüzüne. Ama şimdi çevirdiğimde, boynuna uzanan siyahlıklarla korkarak baktığımda, onun gözleri kapalıydı ve alnı yavaşça alnıma doğru yaslandı. Kolları omuzlarımda asılı duruyordu. Boğazındaki hırıltılı nefes çok fazlaydı.

Kollarını kollarımla tuttum. Neredeyse çığlık atacak gibi hissettim. "İyi misin Delta?" dedim ve dizlerinden düşerek dengesini kaybettiğinde onunla savrulmuştum, ani refleksim ancak onun kafasının duvara çarpmadan durmasını sağlamıştı. Dehşet beni ele geçirdiğinde hıçkırarak ağlamak üzereydim. "Korkuyorum ben... Ölme lütfen."

Onu toparlayarak oturttuğumda sadece nefes alıyordu. Ben ise çılgına dönmüştüm. Omegam beni delirtiyordu. "İzin verme buna," diyordu ağlayarak. "Ne yapabilirim ki?" diye sordum omegama. O ise; "Acılarımızı eşitle," dedi ve ben bunun mümkün olabileceğine inanmak isteyerek, "Nasıl?" diye sordum bağırarak. "Onu öperek," dediğinde, gözlerim haddinden fazla açıldı.

"Yoksa, o gelmeden ölecek. Benim eşimin ölmesine izin verme... Ben bunu kaldıramam."

Peki ben bunu kaldırabilir miydim? Sanmıyordum. Sadece bunu düşünmeden yapmak zorunda olduğumu biliyordum. Kurdum, onun kurdunu biliyordu. Tanıyordu. Ama ben değil. Öyleyse bu zehrin acısının bu şekilde hafifleteceksem, bunu yapabilirdim değil mi?

Düşünmeden dizlerimi kırıp karşısına geçtim ve ensesine dayadığım parmaklarımdan güç bularak dudaklarımı onun dudaklarının üzerine bıraktım. Bu hiçbir tepki vermesini sağlamıyordu. Kendine gelsin diye alt dudağını kendi dudaklarımın arasına aldım ve bunu yaparken gözlerim yaşadığım utançtan dolayı sımsıkı kapanmışlardı. Ve ben ateşten olma sıcak pareleri, ağzındaki ıslaklığı dudaklarımın arasında tecrübesizce oynatmaya çalışırken, oynadığını hissettiğim dudakları ilk önce kendini geriye çekmeye çalıştı.

Kirpiklerinin arasından küçük bakışları beni seçebildiğinde, kafasını yana çevirdi. "Ne yaptığını sanıyorsun," dedi ve ben tekrar o dudakları öpmek için onun güçsüz bedenini sıkıca tuttuğum kafasını kendime çekerek öpmeye tekrardan çalıştım. Çünkü az öncesinde baygın duran bedeni, tekrar konuşmak için can bulmuştu.

Öyle ki benim kendisine doladığım kolumu çekiştirerek, "Beni öpmeni istemiyorum, bunu istemiyorum," dediğinde, kızgındı sesi. Oysa ben onun hayatına mahal olacak şeyi gururumdan ödün vererek yapmaya çalıştım. Öylesine utandım ki bu halimden ve öylesine nefret ettim ki kendimden, onun bu haldeyken bile asla dokunmasını istemediği biriydim. Neden incinmiştim şimdi?

Yoksa kalbime saplanan bu sızı, reddedişimden ötürü müydü? Yoksa omegamın dediği gibi kendime onun tarafından çektiğim acı mıydı?

Bilmiyordum. Hiçbir şeyi kestiremiyordum.

Tek bildiğim Delta'nın beni reddeden dudaklarının, şaşkınlıkla kasılan yüzü ve bana bakışıydı.

O bakış ki, benim az önce yaptığımı yaptı bana. Boynumdan kavrayarak beni kendisine çektiğinde, susamış biri gibi dudaklarımı dudaklarına hapsetti. Bunu öyle sert yaptı ki dişleri dudaklarımı ısırmıştı ve acıyla inlediğimde, o aralanmış dudaklarımın arasına dilini atmıştı.

Bu o kadar arlanmaz ve acı dolu bir andı ki, kendimi kaybediyordum.

Çünkü o neredeyse içindeki tüm zehri bana vermek istercesine dudaklarımdan kalbime indiriyordu. Bunu yaparken bana asla acımadı. Acıyor olmamı, yanacak olan beni asla gözü görmedi. Kırılmadım. Eğer kırıldığımı hissetseydim, bunun bir adı olacaktı.

 

 

 

Bölümün sonu.

Bu bölüm biraz kısa oldu ama diğer bölüm uzun olur.

Siktir edin de bu bölüm nasıl oldu ya, şu an ne yazdığımın pek farkında değilim.

Ben Nicotesy, ilerde sizi mahvedeceğim (pcde bıçak emojisi yok, siz koyun benim yerime)

Loading...
0%