Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm

@nicotesy

Selammm... ben geldim, gene, sözde bir güncük ara veriyorduk değil mi? Yalan oldu. Yarın bunun pişmanlığını yaşamamak adına bu bölüme çooooooooook yorum bekliyorum, zaten yapıyorsunuz bir tık daha yapın tamam mı? Yarın sızlanırken, iyi ki yazmışım falan diyim...

ki bence bu bölüm isteğiniz dışında yorum yapacağınız bir bölüm, anlarsınız ya :)

İyi okumalar.

....

"İçimde sönük bir ümit yok değildi. Çok güzel bulduğumuz için, hiçbir zaman elimize geçmeyecek sandığımız şeylere karşı duyulan o ümitsiz ümit."

....

Bölüm 15: Söz olur, kalbe değer toz olur.

"O gitti... Belki de bir daha gelmeyecek. Çünkü seni, eceliyle ölmeye razı gelecek kadar sahiplendi. Belki de en başından beri yapmak istediğini, o eşi olan Delta için yaptı. Geriye bir ben kaldı. Ama ondan da senden ötürü yok oldu. Bu yüzden zaten ölmüş birinin sorumluluğunu üstlenme. Çünkü senin her adımın canımı alacak kadar tehlikeli. Alacağın bir cana borçlu kalamazsın. Bu nedenle gözlerime bak deme. Sen gözlerimde ne bulduysan, ben de onu buluyorum."

Donuk gözler, çatala budanmış kaşlar, çehreyi kitleyen o vakur duruş. Her biri epitopu yaralı ağzımdan çıkan sözlerin esiriydi. Anlamamazlıktan gelmeyi istediği benim enkazımın neticesiydi. Bilmiyordum. Sadece bir aldanış sundu ve bende ona bunu yapmaması gerektiğini söylemiş oldum. Ve ona karşı ilk kez bu kadar güçlü görünüyordum, en azından içimdeki coşkuyla ondan ölesiye nefret ettiğimi biliyordum. Çünkü gönlünde merhamet taşımayanlar, sevilmeye en layık olmayanlardır.

Bu yüzden ilk kez dumura uğramıştı.

Bu zayıf gördüğü omeganın, ki içimde ona dair bir şeyler kalmamışçasına bir boşluk içindeydim, kollarından çıkması, yaltaklanmaması ve yalvarmaması onun zehirli egosunu hüsrana uğratmış gibiydi.

Oysa bir üflese, yere yığılacak gibiydim.

Öyle ki, sadece bacaklarımın arasını örten o bez parçasına rağmen ben bugün utanmadım karşısında böyle durmaktan. Biliyordum ki, onun gözleri asla bir kez olsun gözlerim dışında bir yere bakmadı. İnsan bir hiçliği incelemek istemezdi. Eğer inceleyecek olsaydı orada Delta'nın arzusu değil, muhakkak yarattığı, yaratmasına izin verdiği o çürüklerimi, sara sara bitiremediği ve günden güne yenisini açıyor olduğu o acılarıma şahit olurdu. O bana acımak değil, hunharca canımı acıtmak niyetindeydi.

Ama sonunda dolu gözlerimde taşan ifadeleri bir kalıba sığdırdı. "Hayatımı kurtardın diye, bana karşı böyle konuşabileceğini düşündüren ne omega?" dedi ve o yeri göğü inleten kibri ile şaşırmadım. Aksine, o buydu dedim. Bir daha aksini düşüneceksen bunları hatırla diye sıkıca tembihledim. İstese bir sıkımlık canımı sadece parmaklarını boğazıma dayamasıyla bitirebilirdi. Yapmadı. Artık benim elimden de başka bir şey gelmiyordu. Çünkü bir nebze de olsun istediğim insanlık duygusu, sadece bana bakarken bile yok olup gidecekti. Haklı demeye bin şahit ister, haksız da diyemem. Ama bu kadar ileri gitmemeliydi işte.

"İçimde iyiye dair hiçbir şeyin kalmamış olması..." dedim, yüreğimi dağlayan nefesim titrekçe çıktı dudaklarımdan. "Ben tükendim. Ben yenildim ve ben büyük bir hata yaptığımı anladım." Sonrasında tebessüme çalan yüzümle, açıkta kalan göğsümü kapattım. Küçücük kalmıştım ama buz gibi tenimde halen şiddetin izleri geziyordu. Kendimi sarıp sarmaladığımla açık etmiştim ona karşı. Belki o zaman oralar dikkatini çekmiş, hızlıca gözlerimi tekrar bulmuştu. Yüzümde garip duran gülüşü inceliyordu. Ben ise ona rest çekiyordum. Sözlerimle.

"Daha fazlasını yapamazsınız, daha yapacak bir şey kalmadı Delta. Sen sadece bedenimi değil, sana duyduğum insani duygularımı da aldın elimden. Yetmedi, kimliğimi, özümü öldürdün. Çünkü yok o. Şimdi koca bir sessizlik var içimde. Beni her daim güçsüzleştiren. Zayıflatan. Delta sen beni hep yaraladın. Hiç iyileştirmedin. Söylesene? Senin iyileştirdiklerinde yaralar hep böyle baki midir?"

Sinirle güldü. Gücünü bulmuşçasına ayağa kalktı. Tam karşıma kadar geliyordu ve sessiz olduğu her anda ve adımları o geldikçe yarasına seyir vurduğum kaşı o kuvvetle kalkarak bana dikkat kesiliyordu.

Dudaklarını sinirle diliyle sıyırdığında, ısırdı. Cümleler tazeydi ama benim yaralarım kadar olamazlardı. "Ben," dedi, derin nefesleri yıkmak istiyordu bedenimi. "Seni daha hiç yaralamadım. Sana öfkemin ne denli şiddetli olduğunu hiç göstermedim. Ben, beni düşürdüğünüz duruma rağmen inan ki halen karşımda dimdik durmana izin veriyorsam bil ki bu sana olan saygımdan değil, dediğim gibi kurduna duyduğum saygınlıktan ötürü. Ve şimdi benim için yaptığı fedakârlığı ona geri vereceğim. Mutlaka, bir şekilde gerçekleşecek. Ama sen Jungkook, sana o gün sorduğumda bana gerçeği söylemek yerine, kardeşine evlenmek için teklif götürdüğümde o bir kurban olmayı seçen abini kendi canın pahasına korumaya seçtin. Burada suçlu olan ben miyim? Sen sadece kendi acını ve kaybını düşünüyorsun? Beni gözünde acımasız ilan etmişsin. Belki öyleyimdir. Yine de bu senin de acımasız olduğunu, suçsuz birini kandırdığını ve şerefini iki paralık ettiğin gerçeğini değiştirmiyor. Bir Delta'nın en önem verdiği şey ailedir. Oysa sen onu yok ettin."

İnsanlar dünyaya atıldıklarında, iki saf vardı. İyi veya kötü. Ben kendimi hep iyi yanda olduğumu sanırdım. Karşımdaki Delta ise benim karşımda duran, kötülük saçandı. Şimdi onun göklerinden kendime baktığımda, aynı şeyleri farklı kişiler olarak düşünüyorduk.

Ve öfkesinin baskınlığı üzerimde hakimiyet tecellisi biriktirirken, son bir adımla gözlerimin önündeydi. Uzansa, kirpiklerini kirpiklerimle buluşturacaktı. Çünkü eğdiği anda en yanlıştan, en doğru olanı buydu. Bu nedenle sözlerinin altında ezildim. Ona bu zulmü tek yapan ben değildim ancak onun zulmüyle yüz yüze olan sadece bendim. Yanında, çocukluğunda, sırlarında paylaştığı kardeşinin olduğunu bildiğinde, daha mı az öfkeyle dolardı gözleri bana karşı ya da her şeyi en başından bilip sustuğum için sonsuz nefret diyarında mı anılırdı adım? Bilmiyordum.

Tek bildiğim; biz sadece birbirimizi ya görerek ya da görmeyerek yaralayacak iki kişiydik. Bizi bu zehirli oku atanın ise ortalıkta olmayışı, beni büsbütün bir karanlığa hapsediyordu. Geleceğe dair ezberi olmayan bir karanlık.

"Sende yapardın," dedim çekine çekine. Belki bu kadar yakınımda olmasaydı, yüzüne bakma cesaretim tetiklenirdi. Ama yok, daha dün gecenin konuşmalarım kulağımın arkasında oyalanıyor ve bir hiç olan benliğim durdurmaksızın can çekişen ruhuma kaçışacak bir yer aratıyordu. "Sende yapardın Delta. Dediğin gibi aile en önemlisidir. Bu sadece senin değil, bizim içinde önemli. Ben önem verdiğim şeyi korudum. Tek ailemi... insan sevmediği birinin dokunuşlarıyla ölür. Ben onun ölmesini istemedim. Ölecekse bile bir gün, sevildiğini bilerek ölmeli."

"Ama ben ölmedim," dedi ve sert sözleriyle anlamayarak ona baktım. "Sana dokunduğumda ölmedim veya sen bana dokunduğunda. Bu yeterince anlamanı sağladı mı?"

Bir adım geriye doğru adım attım. Çünkü anladığımı gözlerimde görsün istedim. "Anladım," derken bile içimde anlaşılması istenilmeyen bir kırgınlık da taşıyordum. Ve üşürken, onun gözleri gözlerimi yakıyordu.

Sonrasında hiçbir şey olmamış gibi yanımdan geçti ve giysi odasına ilerledi. Ama sanki aramızdaki bu garip ve iç kıyıcı konuşma hiç gerçekleşmemiş gibi davrandı. Oysa benim ayaklarım yere çakılmışlardı.

"Kahvaltıya ineceğim aşağıya," dedi, açıp kapattığı dolaplardan sonra sıradandı konuşması. "Sen burada yersin ve alman gereken takviyeleri alırsın olur biter."

O sırada içimde boğuşan bir inat duygusu taşıyordum. Sıkıca yumdum gözlerimi. Sonrasında itekledim kendimi. Bu adam bana iyi gelmiyordu. Çaresizliğimi dizmekten başka hiçbir çoğaltımı yoktu bu adamın.

Banyonun kapısını açtım ve kapatmadan seslendim ona.

"Delta, ben artık seninle bu odada kalmak istemiyorum. Ben tekrardan beni hapsettiğin o yere gideceğim, çünkü," diyene kadar o altına geçirdiği kumaş pantolonu ve iliklemediği gömleğiyle karşıma dikildiğinde, aralı duran kapıyı kapatmaya çalışırken arasına bacağını koydu. "Ne dedin sen? Bir kez daha tekrarla bakayım."

Sanki duydukları sinirlerini bozmuşta benimle dalga geçmeye çalışır gibiydi. Bu ifadesi yutkunmama sebep olduğunda, aslında ona iyilik yapıyordum. "Burada seninle kalmamın bir anlamı yok. Gerçek bir evlilik yaşamıyoruz. Ve ben, senin bakışlarından uzak kalarak iyileşmek istiyorum." Duyduğu sözleri alaydan sıyrılmıştı ve geriye sadece sinir kalmıştı.

"Bu seni ilgilendirmez. Sen sadece benim sana verdiğim komutlar doğrultusunda hareket edebilirsin. Sana burada kalman gerektiğini söylüyorsam, burada kalacaksın. Eğer sana mezarın içine diri diri gir diyorsam, yine aynı o şekilde de gireceksin."

Cevap vermedim. Çünkü ne cevap verirsem vereyim, bir şekilde sadece kendi isteklerini konuşturacak ve bana bir eşya muamelesi yapmaya devam edecekti. Kapıya tutunan parmaklarımı sıktığımda, "Banyo edeceğim, izniniz var mı Delta?" dedim benden istediği o tavırla. "Yok," dedi ve bir kez daha bastırdı gücünün sözünü. "Eğer Jungkook, sözlerimin dışında bir davranışın olursa bunun sorumlusu sen olacaksın."

Son sözünü söylemiş biri olarak omuzlarını kastı ve arkasını dönerek yarım bıraktığı işine geri devam etti. Ben ise kapıyı kapatıp arkamı döndüğümde, yüzleşmek zorunda kaldığım bir banyonun anısıyla gözleri dolu dolu duruyordum. Soğuk parmak uçlarım, sızlayan dudaklarımın üstündeydi. Ve ben bu anıların doluştuğu odanın içinde hapsedilmek istemedim. Çünkü bu hapis, yediğim dayakların en beteriydi. Diğerleri geçiyordu, lakin aklımda zikreden anıların kirliliği hep suçlayıcı ve bencillikti. Kendi kendime durmaksızın attığım tokatlarımdan sadece bir tanesiydi.

O girdiğim duş kabininde saatlerce durmak istedim ama beni rahatsız edici dehşet görüntülerden dolayı yalpalayarak çıktım oracıktan. Delta'nın rahat bıraktığı odanın içinde beni sıcak tutacak yünlü bir şeyler buldum ve giyindim. Eğer üşümeyeceğimi bilsem odaya sinen onun kokusunun çıkması için pencereyi açarak havalandırmak istiyordum her yeri. Cezbedici yatakta bile ikimizin yatıyor olduğu kırışıklarının izi tazeyken, çarşafları söküp yerine yenisini koydum.

Şu an boğazımdan sıcak bir şeylerin akmasına çok ihtiyacım vardı. Soğuk sanırım tenimden dolayı değildi, kurdumun beni düşürdüğü ayaz etkisiydi. Sahi? Ölmüş olamazdı değil mi? Sadece gitti. Yasa boğdu kendini. İyileşmesi zaman alacaktı ancak ben onu bekliyor olacaktım her daim.

Kapım çalınca, ne zaman oturduğunu bilmediğim ve üzerime örtündüğümü keşfedemediğim battaniyeyi kaldırdım ve kendimi toparladım. İçeriye gelmesini beklediğim Geong abla yerine Jennie elinde bir tepsi taşıyordu ve ben şaşkınlıkla iki kaşımı havaya kaldırıp açık kalan ağzımı sımsıkı yumdum.

"Bunu neden sen getirdin ki?" dedim ve elindeki tepsiyi almak için hamlede bulunacaktım ki beni eliyle durdurdu. "Elime yapışmadı sonuçta. Geong Hanım çok meşguldü. Benden rica etti. Bende kabul ettim işte. Abartılacak bir şey yok yani."

"Sen öyle diyorsan."

Tepsiyi orta sehpaya koyarken tedirgindim. Karşımdaki kızı çözemiyor ve bana iyi davranırken, birden kırıcı kullandığı sözlerinden ötürü ondan uzak kalmayı istiyordum. Fakat bıraktığı gibi gitmesini umduğum bedeni, hemen yan tarafımda duran tekli koltuğun üzerine kendisini atmasıyla durum benim için daha da garip olmaya başladı.

Belli ki konuşmak istediği bir şeyler vardı.

"Günlerdir bu odadasın, nasıl gidiyor buradaki hayatın?" diye sorduğunda, parmak uçları önünü maviye boyadığı saçlarıyla oynuyordu. Bu kız ne kadar hayat dolu ve şaşalı gözüküyorsa, ben onun tam tersi olarak karşısında dikiliyordum. Ve muhabbet etmek için attığı laf yüzünden, bir art niyet olup olmayacağını tartıştım yüzüne bakarken. "İyi," dedim sadece. Çünkü kötü desem ne yapabilecekti ki?

"Hiç öyle görünmüyor," dediğinde dudaklarını ısırıyordu. Gergin bir hali vardı. Bu beni meraklandırdı. "Nasıl görünüyor ki?"

"Eskisinden daha sarı tenin. Ve gözlerin, kan dolmuş. Ne bileyim, kötü görünüyorsun?"

Kötü göründüğümü bende biliyordum. Yine de birinden böyle duymak canımı acıtmıştı. Jimin gözlerimin dünyanın en güzel ve parlak gözleri derdi; tenimin beyazlığının çok saf olduğunu, gülüşümün neden bu kadar masum olduğunu sorgulayarak severken beni, şimdi girdiğim hal, beni daha önce hatırlamakta güçlük çektiğim kendimi bulmamda zorluyordu. Sanki ezelden beri böyleydim. Buraya geleli kırktan fazla geçmişti ve ben kendimde olduğum on dokuz yıllık hayatımı hatırlayamıyordum sanki.

O yüzden de bir şey diyemedim. Tıpkı onun imtiyaz duyduğum kendimi.

Sonra sıcak bir sesle, "Abimde kötü görünüyor," dedi. Oysa dün gecenin mahvettiği anlar dışında o hiç kötü görünmemişti gözüme. Garipti ve gariplikle baktım Jennie'ye. "Onu pek tanımadığın için normal geliyor sana, ama değil. O şu an bir bunalımda. Sana ona acıman için konuşmuyorum, böyle bir had kimsede de olmamalı. Sadece demek istediğim, insanlar Jungkook... onlar sürekli olarak sizi konuşuyor. Ve abimin gelmiş geçmiş en kötü ve en aptal Delta olduğunu konuşuyorlar. Oysa abim, yürüdüğünde herkes kafasını eğerdi. Şimdi fısır fısır konuşarak bakıyorlar yüzlerine. Bu itibarı almak için çok fedakârlık yaptı. Asla kendisi olmadı. Şimdi olduğu kişinin her şeyinin yok olduğunu düşün."

"Bunun için gerçekten üzgünüm. İşlerin bu kadar kötüye gitmesini istemezdim. Bu yüzden ne diyeceğimi de bilemiyorum. Sadece sen ne kadar abinin bu haliyle mahvoluyorsan, aynı şeyleri bende kendi abim için yaşadım. Her an ona bir şey olacak korkusuyla tetikte bekliyorum. Ve bu bedelleri onun içinde ödemeye devam ediyorum."

İç çekti. Kafasını geriye atarken şimdi o da ne diyeceğini bilmiyordu. Annesine hiç benzemiyordu. En azından o çabalıyordu, çabasında beni anladığını görebiliyordum.

"Nasıl bu kadar bok yoluna gider her şey..." diye söylendi kendi kendine. Sonra başını kaldırıp gözlerime baktı. Zoraki bir gamze vardı yüzünde. "Abim sofrada bir söz kullanınca, bir umut iyi şeyler olur diye düşündüm. Ama seni görünce bu iyi niyetler de suya düştü."

Onu umutlandıran sözün ne olduğunu bilmek istedim. Zaten ona anlamsız bakışlar atarken durumdan haberdar olmayan beni ayaklandırdı sözleri.

"Abim herkesin içinde artık seninle gerçek bir evlilik yapacağını söyledi Jungkook. Bende sandım ki seni kabullendi ve ne bileyim, içindeki gururunun öfkesini bastırdı. Bu sayede evde daha az suratsızlık olur diye hayal ettim." Benim kaskatı duran yüzümü inceldiğinde, "Taehyung abim neden böyle bir yalan söylesin ki?" diye sorunca bana, Delta'nın aklında olanları bilmediğimden ve evde varsaydı ihanet eden kişiyi düşününce nasıl bir tepki vereceğimi şaşırdım. Ama yalanda söylemek istemiyordum.

Sadece gerçekler mırıldandı. "Bende böyle bir düşüncesinin olduğunu bilmiyordum," dedim ve çekimser gözlerimi onun yüzünde tutmakta zorlandım. Aklım çok fazla bulanıklaştı. Bu adamın derdi neydi böyle? Umarım herkesin içinde kullandığı sözler gerçekleşecek bir öngörü değildir. Bunu istemiyordum. Birbirimizden bu denli ayrı duygular taşıyorken bu olması en güç muhtemel olaydı.

Yine de... Delta'nın avluda söylediği yeminini hatırlayınca, boylu boyunca yutkundum. Bunu bana yapmazdı değil mi? Bu kadarına yapmaya cüret edemezdi değil mi?

Ellerim bu düşünce ile zaten hiç ısınmazken titremeye başladı. Jennie halimi görünce iyi misin diye sorarken, tam iyileşemediğim için böyleyim diye geçiştirdim. İnanmasa da en azından mahremiyet duygusuna sahip olacak ki içime bıraktığı vesvese ile beni bir başıma bu odada bıraktı.

Bu oda, bu yatak ve daha öncesinde olanlar. Delta kesinlikle çıkarları doğrultusunda istediğini almak için her şeyi yapabilecek bir adamdı. Ve eğer, o gitmeden önce yaşadığımız olayda dediğim gibi, bu gerçek bir evlilik bile değil lafımı şimdi gerçeğe dönüştürerek beni tamamen savunmasız bırakmak istiyorsa, buna izin vermeyecektim.

Önüme konan çorbadan birkaç kaşık alıp ilaç içerken, tek düşündüğüm kendimi ayakta duracak kadar dik tutmaya çalışmaktı. Çünkü fazla açlık, o açlığı artık duymamama sebep oluyor ve midemi bulandırıyordu.

Üzerime bir ceket aldığımda, kardeşimin fotoğrafını ve o ultrason fotoğrafını da alıp montumun cebine sıkıştırdım. Tüm hazinem bu kadardı. Herkes şimdi beni eşi sanacakken, annesinin benden ölesiye nefret etmesine sebep olan teorisi şimdi gözünde gerçeğin tam olarak kendisiyken, yine de bana dokunamayacağı veya dayak atamayacağı düşüncesindeydim. Delta buna izin vermezdi.

Çekine çekine merdivenlerden iniyor ve bodrum katına inmeye çalışıyordum. Birkaç kişi beni görse de meraklanıp ses etmedi. Onları görmezden gelerek en alt kata indiğimde, kilit olmayan kapıyı aralayıp kendimi içine attım. Delta ile aynı odada bu saatten sonra kalmamak için çok büyük bir sebebe sahiptim. Onun aklından geçenler tehlikeli ve ırz dolu geliyordu artık. Sırf canımı yakmak pahasına ileriye gider korkusu taşırken, en azından burası daha güvenli duruyordu.

Sonuçta insan alıştığı yerin karanlığından öylece korkar mıydı? Sanmam.

Bende onunla toplanmış ve kenara bırakılmış, yatak bile denmeyecek şilteyi serip battaniyeyi üzerime örttüm. Düşünceler arasında gidip geliyorken, koridorun lambasının söndüğünü fark edince sindiğim yere çekilmeye başladım.

Beni dehşete düşüren kişi her daim annesinin sert topuk sesleri iken şimdi tam tersi tok sesler geliyor ve ıslık sesi yükseliyordu. Sertçe yutkundum. Gelen kesinlikle Delta değildi.

Zaten gelen kişi kapıyı direkt açınca, yüzünü seçmemek mümkün bile değildi.

Namjoon, "Ben de sen ne zaman o yukardaki delikten çıkarsın da konuşuruz diye bekliyordum," dediğinde, sesi bir hayli keyifliydi. Ama ben ondan korkuyordum. Hareketleri cıvık ve bakışları rahatsız edici.

"Benden ne istiyorsun?" diye sordum korkuyla. Yüzünü seçerken sırıttığını görebiliyordum.

"Hayır hayır tatlım. Sorman gereken senden ne istediğim değildi." Dedi ve ben kaçtıkça sanki o daha çok bana yaklaştı. Dizlerini kırıp yüzümü yüzüne denk getirdi. Uzun saçlarını astırarak geriye doğru atarken, iştahlı biri gibi dudaklarını sıyırıyordu dili. Renkli parlak gözleri, gözlerimi yakmak için durduğunda çok sessizdi. Bir avcı gibi.

"Abinin nerde ve kimle olduğunu öğrendim. Sence de bu çok eğlenceli değil mi? İki kardeşimin de abinin yüzünden birbirine düşecek olması."

Bölümün sonu.

Gelecek bölüm tahmini alayım? Nasıl buldunuz bu arada bölümü?

Neyse, ben kaçar.

Ben Nicotesy, yarın da görüşmek dileğiyle.

Loading...
0%