@nicotesy
|
Selamm... dün yoktum. Yokluğum hissedildi mi bakalım? Aklımdaki yerde bitirmedim, ama keşke olsaydı... olaylar olaylar... diğer bölüme kaldı artık. Eğer güzel tepkiler alırsam yarın iki yeni bölüm atabilirim. İyi okumalar, yorumcuklar :) ... ""Dayanmak" ın içinde "yanmak" da var." .... Bölüm 16: Kağıttan olma bu evler, her biri kibritle gezer. Yüzü yüzümdeki delip geçtiği o maskeyi tutuyordu. Şimdi kocaman bir çaresizlik peyda olmuş saflığıma bakıyor ve gördüğü her ne ise seçemediğim seçili karanlığıyla beni yoluyordu gözleri. Gözlerinden akıp giden dilinin eğlencesi ile. "Ne kadar da güçlüsün? Ben bu kadar zorbalanmadan sonra kesinlikle gerçeği itiraf ederdim." Dedi ve burnunu çekti. Bir şey düşünüyordu oysa ben o zehirli dudaklardan ne çıkacak diye ödümü patlatıyordum. "Bu işi senin için kolaylaştırmamı ister misin? Taehyung'a hemen buradan çıktıktan sonra gerçeği söyleyebilir, seni acındırır ve buradan sağ salim çıkmanı sağlayabilirim. Belki sen istersen... abine bile kavuştururum seni. Ama bu son kavuşma anısı da olabilir? Sen seç beğen bakalım." Acımla alay eden tavrından sonra sözlerinin bitimiyle ciddi bir şekilde durdu. Ve benden istediği şeyin idrakini geçmiştim, çünkü halen onun her şeyi biliyor olmasının şokunu atlatamamıştım. Üşümüş olan tenimin duvarlarına şimdi ateşler saçıyor ve ağzımda atan kalbim dilimi uyuşturmuştu. Konuşamıyordum. Bu durumdan sıkılmıştı. Yanağıma parmağını batırarak dürtüklediğinde refleksle geriye kaçtım. "Sakin ol tatlı şey, çok mu birdenbire oldu sözlerim. Bilseydim alıştıra alıştıra söyler, seni hazırlardım bu duruma." Bana hiç de masum gelmeyen gülümseyişi, gözlerimden, yutkunuşuma odaklandı. İç çekti. "Hadi şimdi bir diğer soruya geçelim. Bunu söyleyerek senden ne isteyeceğime. Çünkü umurumda değil diyecek bir tip değilsin. Diyecek olsaydın bunu daha ilk günden yapardın. Neredeyse iki ayın dolmak üzere bu evde. Eh, bende büyüyen yeğenini düşünerek sana iyi bir teklifle geldim. İkimizin de kazançlı olacağı bir teklif. Ne dersin buna?" Bu adam kesinlikle iyi biri değildi. Ne aklen ne de kalben. Korkunun öbekleştirdiği gözlerimle, keşke buraya hiç gelmeseydim dedim. Ama nafile. Bu adam bana en korktuğum, açığa çıkarsa kıyametlerin kopacağını bildiğim sırrımı biliyordu ve benim karşısında kem küm duran acizleşmiş halimden dolayı memnuniyet taşıyordu arsız yüzünden. Hissediyordum. Bu adam beni hiç istemeyeceğim bir şeyle art niyet dolu bir teklif sunacaktı. Bunun ne bedensel ahlaka uyduğunu ne de ruhi bir ahlaka hitap edeceğini hiç mi hiç sanmıyordum. Çekindiğim ellerim sanki onun gözlerinden beni kurtarabilirmiş gibi kollarımı belime doğru sararken, yüreğim can çekişiyor ve zoraki oynattığım ağzımın güçsüz kasları, titriyordu. "N-ne istiyorsun benden?" Benim zar zor çıkardığım cümlem ne kadar bozuksa, onunki o kadar net ve sertti. Emindi. Ciddiydi. "Taehyung'u öldürmeni." Derken. Pekâlâ, geçen gün sarhoş halinden dolayı bana karşı yapılacak bel altı isteği dahil geleceğini beklemişim. Fakat bunu asla. Anlayamadım. Duyduğumu uzun bir süre kavrayamadım. Başım uğulduyor ve ben kardeşim için canımdan vazgeçecek iken bu adamın söylediklerinden dolayı kan beynime sıçrıyordu. Bu adam benden sahiden de ne istediğinin farkında mıydı cidden de? "Ne? Delirmişsin sen. Kardeşin için nasıl böyle konuşursun?" "Niye?" dedi ve bu durumda bile söyledikleri absürt olan benmişim gibi hissettirdi. Ve sanki kanıma işlemesini umduğu korkumun zehrini bana yavaşça vermeye başladı. "Onun senin kardeşini öldürmeyi isterken ne sanıyordun, bir yandan da onun koynuna girerek gününü gün etmeyi mi? Özellikle bu sabah seninle gerçek bir evlilik yapacağını söylerken. Harbi midesizlik bu, en azından benim kendimce bir sebebim var. Ya senin Jungkook?" Sonra kendinden emin o şeytani parıldamalar sinsilikten uzak değildi, kendisini apaçık sunmuşta bana. Oysa kalbim dehşet içindeydi duyduklarından ve duymaya devam ettiklerinden ötürü. "Abinin yerini hemen ona söylemeliyim. Sonuçta işin içinde ben varım diye bulamıyor onu. Eminim şimdi gerçeği bulmasını sağladığımda, bu sayede bana olan güveni ve sevgisi inanılmaz artacaktır." Kendimi sıktım. "Sen saf kötüsün." Dedim ve içim çok acıdı. Aklıma düşen Delta canımı çok acıttı. O en azından duygularını saklamadan gün be gün gösteriyordu içindeki öfkeyi, nefreti. Ama bu adam, sinsi ve düşmandı. Hem de öz kardeşine. Aklım almıyordu, ben bu denli kötülüklerle hiç tanışık değildim ve bu adam, "Gri olmaktan iyidir, senin gibi," diyerek beni kötülüyordu dilinde. Bu adam kardeşinden daha merhametsizdi belli ki. Ve niyeti ciddiydi. Acıması olmazdı ama, "Yalvarırım başka bir şey iste," dedim. "Ben bunu birine yapamam." Kendimi gösterdim gözlerimle. "Hem o çok güçlü biri. Benim gibi biri ona zarar verebilir mi sanıyorsun?" Ama işte değildi onun anlamak istedikleri. Anlamak için çaba verdiği. Öyle kolay ve öylesine basitti ki ben onun yerine utandım, istiyor olduğu zalimliğe ayıp ettim. "Sana onu birden hançeri göğsüne sapla demiyorum tatlım. Yapmaya kalkışsan yüzüne gözüne bulaştırırsın. Ben sana yardımcı olacağım, meraklanma sen." Sabırsız, huysuz ve aksi bir adama dönüşmeden hemen öncesinde yalvardım ona. "İsteme bunu benden... ne olursun." Dedim ve benim göz yaşlarıma baktı, "Hım..." diyerek sahte dudaklarını üzüntüye vurdu. Sonrasında benim hiç üzüntüm, acım yokmuş gibi bir keder, bir acı peydah etti bana. "Hiç de acıma duygum yoktur biliyor musun? Kendi kardeşime acımazken, senin abine de falan acıyacağımı düşünmüyorsun değil mi? Her neyse. Sanırım ben cevabımı aldım. İyi saklan bu delikte omega. Birazdan olacak kıyameti senin üzerine çökerteceğim ve sen üzerine sıçrayan kanların sebebi olacaksın." "Hayır... hayır... tamam. Lütfen bunu yapma." Diyerek ayağa kalkan bacaklarına asıldım. Bunu hemen şimdi yapacağını sanarak korkudan titriyor ve ağlıyordum. O ise benim ayaklarının altında yalvaran silüetime bakarak gülümsüyordu. "Aferin." Diye başımı okşamaya kalkıştığında hemen öne atıldığım yerden içine çöktüğüm ve kasvetin beni bu yataktan hiç ayırmadığı yere sığındım. Üstten duran bakışları, başımı yakacaktı ve odanın içine hapsettiği karanlığı da benden alırken, gidiyordu. Üzerime artık bir ismin daha korkusunu sindirirken. "Güzel uyu, yine geleceğim yanına." Uyumak ne güne dursun, benim bugün ya sonum olacaktı ya da sonumu bulacağım bir vicdan azabı. Ama her ikisinde de canı en çok yanan bendim. Çünkü ben dayakla büyümüş olsam da vicdansızlık nasıl işlenir ya da birine nasıl yapılır diye hiç yetiştirilmedim. Ben babama kötü derdim, öyleyse az önce buraya gelen ve bana bu sözleri söyleyene ne denilirdi? Bilmiyordum. Ama bildiğim tek şey, ben kimseyi bile bile ateşe atıp son nefesini alamazdım. Yazarın Ağzından İki beden karşı karşıya duruyor ve sınırları zorlayan bir köşede gözlerden ve dinleyenlerden uzak bir yerlerde olduklarını biliyorlardı. Biri elindeki sigarayı gergince dudaklarının arasına kıstırırken durmaksızın zihnini yoran gerginlik ve belirsizlikle iç çekiyordu gri dumanı. Havanın soğuk olması, aralarında geçecek olan sıcak sohbetten ötürü sadece ısınmasına sebep oluyordu. Çünkü gergindi, çünkü çaresiz ve kullanılmıştı. Bunun bilincinde olmasına rağmen buna izin veriyordu. Öncülüğü kendisi olması için bundan aylar öncesine gitmesine gerekiyordu. Ama yapamazdı. Şu an çok aşıktı ve baba olacaktı. Çok iyi tanıdığı adamın karşısında durup aynı şekilde sigarasını içerken, yüzünde gördüğü keyfin parıltıların işlerin tekrar yoluna giriyor olması ile alakalıydı. "Tam da beklediğim gibiydi Yoongi," dedi Namjoon. Hevesli dudaklarından arsız bir tebessüm çıkıyor, bundan yarım saat önce beyaz tenli çocuğunun ödünün patlamış yüzünü gözünün önüne getiriyordu. "O kadar zayıf ki... Zaafları olması, tatlı." Dedi ve Yoongi zaaf diye bahsettiği kişinin sevdiği adam olması yüzünden yumruklarını sıkıyordu. Her şeyin böyle olması gerekmiyordu ancak bundan da artık kaçamazdı. "Ondan sürekli güzel bahsediyorsun," dedi ve omuzlarını silkti. Konuyu sürekli irdelediğini düşünsün istemiyordu. Bu hayatta iki kişiye düşman olmaması gerektiğini biliyordu. Biri Taehyung, bir diğeri ise karşısındaki adam Namjoon'du. Bu nedenle ondan yardım istediğinde ve kaçış planını düğün gününe kadar ertelemeseydi, belki de işler bu kadar kötü gözükmeyecekti. Ancak Namjoon'un da istediği buydu. Asla birine menfaati olmadan yardım etmezdi. Namjoon içerek bitirdiği sigarasını yere atıp, toprağın üzerine düşen külleri ayağının ucuyla ezerken sırıtıyordu. "Ben Taehyung gibi kör değilim. O çocuk çok çekici. İşimiz bittiğinde eğer hayatta kalırsa, bir şeyler düşünmüyor değilim onunla." Yoongi hoşlanmadı bundan. Hem de hiç. Artık midesi almadığı sigarasını o da yere atıp ezdi ayağıyla. Homurdanıyordu. "Bu iş tahmini ne zaman biter, çıkamadık şehir dışına. Ayarlayacağım demiştin." Dedi ve Namjoon'a baktı. Oysa Namjoon isteseydi, eğer gerçekten bunu isteseydi zor da olsa kimsenin ruhu duymadan onları ülke dışına çıkarabilirdi. Fakat aksine bunun olmaması için uğraşıyordu. Yoksa tüm bu oyunların sonunda herkesin cezalandıracağı birileri olacaksa, o kişi Yoongi olmalıydı. "Şu an Taehyung bizden şüphelenirken, bu çok dikkat çeker Yoongi. Sende biliyorsun, geçen ikimize yaptığı imaları. Ama daha çok benden şüpheleniyor. Biliyorsun, seni her zaman ayrı severdi." Sonra dediği ile güldü. "Tüm sorumluluk babamdan sonra ona geçmeden önce iyi bir kardeş sayılırdı." Kıskançlık oralarda bir yerde geziyor ve ruhundaki açlığı besliyordu. Ona göre Taehyung'a ait her şey onun olmalıydı. Taehyung Delta diye kafasının estiği gibi davranırken, o babasının dibinde ondan her şeyi öğreniyor ve tüm işlerini yapıyordu. Şimdi ise öldükten sonra o yaşlı moruğun her şeyi sırf Delta diye verdiği miraslar, güçler ve saygınlık canını sıkıyordu. Tüm bunları o hak etmişti. Kendince öyleydi. Çünkü Delta istemediği halde aldığı sorumlulukların altından gayet iyi kalkıyordu. Ta ki itibarına düşen bu olayla işler değişene kadar. Çünkü bunun böyle olmasını özellikle Namjoon istemişti. Yoongi ise pişmandı. Pişmanlığından geriye dönmeye kalkacak olsa bundan daha fazla pişmanlıklar yaşayacağı için devam etmek zorunda hissediyordu. Bu ihanet, yalanlar boğazına kadar batmasına sebep oluyor ve nefes alamıyordu. Özellikle Taehyung onun bazı zamanlar evde olmadığına dair kızmasını ve kardeşim diyerek sarılıyorken. Dudaklarını ısırdı. "Onu kolayca yok edemezsin," dedi ve zihnini kurcalayan şeyleri fısıldadı. "O Delta..." Çünkü Namjoon bu durumdan nefret ediyordu. Bu yüzden çekinerek söylüyordu. "O geçen yaptığın şova rağmen hayatta." Sonra bakışlarını uzağa daldırdığı yerden kaldırıp Namjoon'un çenesini kastığı suratına dikti. "Emin misin onu kurtboğanla zehirlediğine. Ölmüyor, aksine bu evliliği gerçek kılacağım diyor. Oyalanması ve hıncını alması için bıraktığı Jungkook'la mutlu mesut yaşama derdinde gibi görünüyor. Bir de bu yetmezmiş gibi dikkatini çektik. Şimdi fellik fellik bunu yapanı arıyor ve bence bulması da yakındır. Eğer bıraktığı işe geri dönerse... kaçış olmaz Namjoon ve biz bunca şeyi intihar etmek için yapmış oluruz." "Siktir," dedi tükürerek Namjoon. "Sence ben bu numarayı yutar mıyım?" saçlarını çekiştirerek olduğu yerde bir iki adım ileri geri yürüdü. "Aklında ne var bilmiyorum ama bu çocuğun onun sinirlerini bozmaya devam etmesi lazım. Etsin ki dikkatini toparlayamasın. Öfke sorunu olan puştun teki zaten. Kışkırtılması kolay. Yeter ki sınırlarına bas." "Bilmiyorum." Dedi ve sıkıntıyla çehresini sıvazladı Yoongi. "Bunu düğün günü olması şart mıydı sanki?" gerçeklerden haberi olmadığından, geçmişe dönüp her şeyi sil baştan yapıyordu. Namjoon ise kendisine bu sözleri söyleyen kardeşinin omuzlarından tutuyordu. "Biliyorsun ki artık kontrol onda. Nasıl zorluklara göğüs gererek uzaklaştırdım sizi oradan. Ve sen şimdi halen bana teşekkür edeceğini, keşke böyle olmasaydı diyorsun." Sonra sınırını bilmeden ellerini Yoongi'nin üzerinden çekerek ağır konuşmaya devam ediyordu. "Bıraksaydım da sevdiğinin karnında çocuğu varken sikseydi Taehyung. O zaman da yeni koynundan çıkıp geldiğin adamı görebilecek miydin bir daha." "Düzgün konuş," diye uyardı Yoongi. "Bir daha onun imasını yaparsan, hiçbir şeyi umursamadan seni öldürürüm." Namjoon karşısındakini ciddiye almasa da onu umursamış gibi davrandı. Aksini yaparsa planları baltalanabilirdi. "Neyse ne," dedi ve dudaklarını kıvırdı. Gözleri sürekli etrafta olduğundan Taehyug'un avluya giren aracını ve onu takip eden korumalarının arabasını işaret etti. "Geldi bizimki," dedi ve gözlerini devirdi. "Gidelim de en sevimli kardeş rollerine bürünelim. Sinirli bu aralar. Bize patlamasın. Bir de bununla uğraşamam," dedi ve Delta'nın eve girişini izleyerek birlikte yavaşça onlarda eve geçtiler. Ama içeriye girdiklerinde, çoktan istenilen kıyamet kopmak üzereydi. Delta, Jungkook adını bağırarak çağırıyordu. Çünkü küçük olan ona odadan ayrılmayacağını söyleyen Taehyung'a rağmen bodruma inmişti ve yaşadığı şeylerden sonra korksa da oradan çıkamamıştı. (Bir küçük Jungkook'un anlatımıyla devam) Anlatılmaz bir yalnızlık ve dehşet sardı benliğimi. Karanlık beni tamamen yutsun ve ben görmemeyim istedim bu kötülükten olma dünyanın yaşayanlarını. Şoktaydım. Yastaydım ve bu dehşetin izleri oluk oluk gözlerimden akıp gidiyordu. Her daim o kapının ardında duran hayaleti karşılıyordu gözlerim. Ölüm dedi adam. Ya öleceksin ya öldüreceksin diye. Ama yeminlerim olsun öleceğimi bilsem vazgeçerdim canımdan. Ama yok, benim canımın can olanına göz koymuştu herkes ve kim eline bıçağı alsa, beni değil kardeşimi yarayacağını söyleyerek başlıyorlardı cümlelerine. O cümleler benim hıçkırıktan dolma serzenişlerime ses olabilir miydi? Asla. Ama zaman öyle ihanet dolu ki tek bir sorunu kaldıramayacak olan bünyem ayağa kalkamıyor ve sürekli kolumu sıkarak ağlamaya çalışıyordum. Anne diye ağlıyordum sürekli. Annem ne geliyordu ne de kokusunu sindiği abim. Ben yapayalnız ve çaresiz olmaktan, umudu olmamasına rağmen bir umut aramaktan çok yorulmuştum. Bir hata, bir canı bu denli hatalarla doldurmamalıydı. Fakat bir hata daha geliyordu. Sesimi kesmeme, beni kabuğumda bir hiç gibi ezmeye. Çünkü o geliyordu. Canıma düşman olanın canına düşman kesmek istedikleri. Delta öylesine adımı seslendi ki o ağlak dudaklarımın can sıkıcı kanayan izleri soldu bir anda. Çok geçmedi ki ben kendimi toparlayamadan çıkageldi buraya. Kapıyı öyle hızlı açtı ve arkasına aldığı ışığın gözleri öyle ağrıttı ki şişmiş ve kızarmış gözlerimi, ellerimle kapatmaya çalıştım. Lakin çok sürmedi ki elimi tuttu. Bir ateş parçasını avucundan atmaya çalışır gibi ayağa kaldırmaya çalışıyordu beni. "Ben sana odadan çıkmayacaksın demedim mi?" dedi bağırarak. Dayanamıyordum. Ben artık daha fazla dayanamıyordum yaşadıklarıma. Daha fazlasını yaşatmak isteyen bu insanlara. Bu insanların sorunu neydi böyle? Sevgisizlikten mi? Herkes bende olan sevgiye göz dikmiş ve yok etmeye çalışır gibilerdi. Ve çaresiz bakışlarım ona bakarken, o benim ağlayan yüzüme karşı ters ters bakıyordu. İçimde sadece bir ben vardı ve o da beni tüketiyordu. Tükenmek değil, korkmak hiç değil, ama bir şey olsun istiyordum. Sabahında bana kan kusturan bu adama bakarken, ölüm kadar kaçış biletim var olsun istiyordum. Başka türlüsü de olmuyordu. Ondan sonra düşünmeden hareket ettim. Ne önü vardı ne de arkası. O tuttuğu bileğime rağmen ben başımı alıp göğsüne yasladım. Orada da göz yaşı dökmek değildi niyetim, ancak bunu en çok orada yaparken rahatladım. "Dayanamıyorum Delta," dedim. Hıçkırıklarımın arasında boğulacak gibiydim. Elim halen onun parmaklarının arasında sıkıca duruyor ve hiçbir tepki vermeden izin veriyordu ona sarılıp ağlamama, isyan ediyor olmama. "Burası bir cehennem ve ben ölüyorum. Son ver artık bu zalimliğe. Son nefesimi vereceksem de vereyim. Beni kendiniz gibi biri yapmadan al canımı. Yalvarırım bitsin bu işkence." Diyerek isyanımı güçsüz yumruklarımla göğsüne batırdım. Başımı kaldırdım. Gözlerinin içine baktım. O ise bir delinin son gününe bakar gibiydi. "Eğer gerçekten, şu kadarcık bile bir insanlık taşıyorsan içinde... beni yok et. Ya da iyileştir. Ama böyle yapma. Yapmayın. Ben bu kadarını hak etmedim." Oysa tek dileğim o serbest bıraktığı elinin boğazıma yapışarak canımı almasıydı. Lakin bunu yapmak yerine o elini belime atarak beni kendine çekerek sarıldı. Bir elini başımın arkasına alarak nefes nefese kalmış ciğerlerimi kokusuna bastırdı. Sakinleşmem için. Oysa benim kalbim ağrıyordu. O bana küçücük bile olsa bir merhametle yaklaşıyorken. "Sadece sakinleş." Dedi ve sesine bastırdığı şefkat miydi? Gerçek olmadıklarına emindim. "Korkma," diyerek derin bir nefes aldı. Ben daha çok korktum bu halinden. Tam da vazgeçmişken bir anda yapmaya çalıştığı neydi? Canına borçlandığı bana ödüyor olduğu bir bedel miydi bu da onun için. Bilmiyordum. Ama öyle bir diyordu ki, ben şimdi umut ettiğim şeylerin eceli olmak için uyanıyor olacaktım bir diğer güne. Eğer Delta bana, "Her kanayan yara çiçek açmaz omega. Bazen çiçek olmak için kanamak gerekir. Sen ise o arafta kalmış birisin. Ya güvenimi kazan ya da kaybet. Bundan daha fazla iyiliğim olamaz sana," diyerek, gözlerini görmemem için kendini geriye çekmeseydi ben olduğum yerde kalmaya devam edecektim aslında. Lakin gözlerime bakıyordu, gözleri göz değil. Dudakları hareket ediyordu, söyledikleri söz değil. "Benim gerçek eşim olacaksın. Bu sana yapabileceğim en iyi yaşam garantisi. Bundan daha fazla merhamet bekleme benden." Oysa Taehyung, sen beni sevseydin... ben ne kanardım ne yara alırdım. Her daim çiçek açardım. Ve sen doyamazdın benim cennet bahçeme. Şimdi kanarım, çünkü seni yaraladım. Şimdi yaralıyım, çünkü seni kanattım. Bölümün sonu. Sizce neler oluyor?? Tae içinden gelerek mi davranıyor yoksa aklında bir şey mi var? Tahminleri alayım. Ve Namjoon ile Yoongi hakkında ne diyorsunuz? Ben Nicotesy, iyi geceler bebekler. |
0% |