Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm

@nicotesy

Selam, gece üç buçuk ve ben yarın sabah işe gitmiyormuşum gibi geldim ve ficin en uzun bölümünü yazdım. Aferin bana cidden sbadkjfhlsdcbn sabah uykulu uykulu size söveceğim

Lütfen güzel yorumlarınızla tepkilerinizi eksik etmeyin

İyi okumalar :)

 

...

"İnsanı yediği kazıklar değil de bunları atanların yakınlığı öldürüyor."

...

 

Bölüm 19: Beni kalbinden uzak bir yere götür, çünkü ben yaşamaya mecburum.

Yazarın Ağzından

Telefonuyla konuşuyordu genç kız. Ahizenin arkasından duyduğu ses onun kalbini sevince yatırırken, yatağının üstünde şımarıyor ve duyduğu güzel sözcüklerden ötürü neredeyse yastığını ısırmak üzereydi. Uzun zamandır hoşlandığı Alfa ona karşı duygularını itiraf ettiğinde biraz çekingendi. Bu ailenin baskısı ve zorluklarının bilincindeydi, ancak genç kız ile konuştuğunda sanki bunu unutmuş gibiydi ve bununla birlikte bir kez daha Jennie'ye onu sevdiğini itiraf ettiğinde, genç kız utanarak hafifçe güldü.

O da aynı karşılığı verecekti. Eğer birdenbire yüreğini hoplatan o sesleri duyuyor olmasaydı. Gözleri korkuyla açıldığında elindeki telefonu neredeyse düşürmek üzereydi. Öylesine bir telaşa kapıldı ki çocuğun suratına bir şey diyemeden kapatarak yatağın yanında duran ayaklı askılığından, biraz açık duran geceliğini kapatmak için bir uzun ince bir hırka aldı. Acele ediyordu, ses ise hemen bir üst katından gelirken kaynağının abisinden kaynaklı olduğunu biliyordu. Çünkü buna daha öncesinde de şahit olmuştu.

Yüreği sıkışmıştı ve hızlı hızlı merdivenleri çıkıyorken, onun gibi sesi duyarak irkilen birkaç kişi daha vardı. Ancak Jennie onlardan daha hızlıydı. Merdivenin sonuna geldiğinde, dışarıya kadar yayılan ağır koku yüzünden kol dirseğini ağzına ve burnunu kapatacak şekilde sıkıca örttü. Kapının ardından olanları anlamaya çalışıyordu ama tek duyulan birkaç inilti, abisinin hırlayışları ve buna eşlik eden kırılıp dökülen eşyaların sesiydi. Ama en sonunda çok hiddetli bir çarpma yaşandığında, oradaki omeganın çığlıklarını duydu.

Ona yardım etmek istiyordu ancak bir omega olduğu için fazla yaklaşamıyor, bu baskın ortam yüzünden kurdu acı çekerek onu kıvrandırmaya başlıyordu.

Merdivenlerden çıkan birilerinin sesini duyunca telaşla oraya koştu. Namjoon abisi geliyordu, Yoongi ise odasından yeni çıkmıştı. "Abi bir şeyler yap," dediğinde sesi anlaşılır değildi. Namjoon ise aksine telaş yapmak yerine ağır adımlarını koruyarak, "Neler oluyor, kavga mı ediyorlar?" diye sordu. Aslında ne olup bittiğini çok iyi biliyordu.

Jennie de anlamıştı bu durumu. "Hayır, bu öyle bir şey değil." Dedi ve korkuyordu. Gözleri dolmuştu. "Hani geçmişti, hani iyi olmuştu artık." Dedi bastırmaya çalıştığı hıçkırıklarının arasında. "O çocuk içerde ölmüştür bile. Kendine geldiğinde bundan pişman olacak. Lütfen bir şeyler yap hyung," dedi çaresizce.

Namjoon sıkıntıyla şakaklarını ovuşturdu. "Beni gördüğünde tehlikeli olduğumu düşünüp boğazımı parçalarsa ne yaparım o zaman kardeşim," dediğinde, Yoongi onların yanlarına sokularak kapıya baktı. "Ben açacağım kapıyı. Kendine gelmesi lazım. En son bu olduğunda, kendisini uzun bir süre cezalandırmıştı. Onun elinde olan bir şey değil. Anlamıyorum da. Bu durumun tekrar nüksetmesi çok saçma. Yıllarca bunun tedavisini oldu. Bir şey olmuş olmalı bugün."

Cesaretle öne atıldığında Namjoon kaşlarını çatarak kolundan tuttu Yoongi'nin. "Bize ne, isterse öldürsün o sefil yaratığı. Burada yaralanma ihtimalin var," dedi ama Yoongi onun kolunun tutuşundan kurtularak imalı bir şekilde karşılık verdi. "Bunu önemsemediğimi ve bana bir söz verdiğini unutma."

Jennie ağlamaya devam ediyor, "Hadi abi," diyordu.

Yoongi kapıyı açtığında kapının ardından kalan tüm ağrılık üzerlerine sindiğinde gözleri kıpkırmızı olmuş Delta'nın öldürmek için kodlanmış gözlerini gördü ve üstü başı kanlar içinde duruyor, parmaklarının arasında bir kutu ilaç şişeside yarısı yere sarılmış halde parmaklarının altında sıkıca duruyordu. Oda birbirine girmiş, yatağın kenarlarında duran direkler kırık gözüküyorlardı. Eğer kapının eşiğinde duran görüşü tam olsaydı aslında görebilirdi kıyamete dönmüş bu odanın son halini.

Korkarak baktığında ona, bir yaratık diyordu. Delta olmanın en kötü yanıydı bu. İçinizde kontrol edilemez bir yaratık vardı ve sizin tetiklenme anınızı bekliyordu, bilhassa o kişi travmalarıyla büyütülmüş bir adam ise.

Yoongi bundan tam beş sene öncesinde nasıldıysa, şimdisinde de olan aynı adamla baş başaydı ve kendisine bakan gözler, sakinleşmek adına aynı anda birkaç hapı beraberinde alırken kardeşi nefesini tutuyor ve çekinerek de olsa gözleri Jungkook'u arıyordu. Yerde baygın yattığını gördü ve yutkundu. Kardeşi ona izin vermeden onu oradan alamazdı. Namjoon'un dediği gibi zarar görme ihtimali vardı ve bu durum yine Taehyung'un gücü karşısında çaresiz ve ne yapacağını bilmez bıraktığında, bir adım geriledi.

İleride ağlayan kız kardeşini buldu eli. "Sen istemelisin," dedi ve kendisini anlamayan kardeşinin yüzüne baktı. "Delta onu öldürmediyse, eşi olarak görüyor olmalı. Her şeye rağmen bizi eşine karşı tehdit olarak görüyor olabilir. Bu nedenle o çocuğu sen çekip almalısın oradan," dediğinde buna gerek kalmadan Delta, öyle baskın bir sesle konuştu ki her birinin kulaklarını çınladı.

"Onu götürün buradan," dedi. Sonrasında boğazındaki hırıltıyı bastırmaya çalıştı. "Kimse, ben kendime gelene kadar yaklaşmasın bana."

Bu sözlerin cesareti ile ilk hamleyi Jennie korkarak yapmış ve abisine bakmaktan çekinmişti. Çünkü o halen en küçükleri ve abisinin bu hallerinden ötürü aralarında en etiketlenen kişiydi. Çok üzülüyordu, kendine geldiğinde kendisine vereceği zararı düşünce yüreği sıkışıyordu. Şahit olmuştu, o abisinin acı dolu çığlıklarını en çok duyarsız kalmadan izleyen ve kendisine geldiğinde ilk yanına koşan, yaralarını sarmaya çalışan küçük kardeş olmuştu daima.

Bir an için bununla omega ile araları düzelsin ve bir şekilde mutlu olsun istiyordu. Ama omuzlarından tutarak kaldırdığı çocuk ellerinin arasında iki büklüm ve üzerinde duran kanın neresinden geldiğini bilmeden bakıyorken, imkânsız buluyordu. Eşine bile zarar veren Delta'yı bu saatten sonra ne iyileştirebilirdi ki?

(Minik Jungkook'umuzla acıların çocuğu olmaya ve anlatmaya devam)

Endişeli bir sesin altındayken kulaklarımda halen kırılmanın ve çığlığımı bastığım korkumun kör çınlamaları vardı. Öleceğimi sandığım, beni sadece bakışlarıyla paramparça edeceğini sandığım Delta'nın bakışlarının o kırmızısı rengindeki zehri boğazımdaki yumruğu tetikliyordu. Nefes alamıyordum sanki. Bu his geçmek bilmek bilmiyordu ve onun, o sırada üzerime gelen adımlarını hatırlayınca irkildim olduğum yerde.

Kan ter içinde kalarak gözlerim sabahı zor eden odanın aydınlığında, koltukta bir eli başının altında duran Jennie'ye takıldı. Sanki az önce uyuyakalmış gibiydi ve kaşları, yüzündeki mutsuzluğu duruyordu orada. Kendimi doğrultmaya çalıştım. Bir yandan da ses çıkarmamaya özen göstererek üzerine düştüğüm bileğimi ovuşturuyordum. Ancak üzerimdeki kazağımda duran kan her şeyi bozmuştu. Delta'nın kanı. Onun öfkeyle saçılan ve beni onu durdurmak için giriştiğim çaresiz çabam.

Konuşmamıştı. Acı çeken yüzünde bir öfke patlaması vardı. Girdiği bir savaş vardı ve bana zarar vermemek adına her yeri kırıp dökerken, "Nerede bu lanet olası ilaçlar," diyerek kurcaladığı her yeri öfkesiyle kırmaya başladığında, ben onun her kırdığı her hırpaladığı kendisiyle çığlık çığlığaydım. Sadece korkumun getirdiği Delta ile değil, gözlerimle gördüğüm Delta bilincimin son kırıntılarında elinde kanlarla duruyor ve kendisini sakinleştirmeye çalışırken seğiren boyun damarlarıyla canavara benziyordu.

Bu belli belirsiz zihnimde hatırlıyor olduğum son şeydi. Kokusunun nasılda ciğerlerimi soldurmak için söküp atmaya çalıştığıma dair son şey... Oysa hatırladıklarımdan çok daha fazlası olmalıydı, eğer onun gücünün altında gözlerimi açmayı başarabilseydim, korkudan sindiğim yerden yumulmuş gözlerimi açabilseydim, inanıyorum ki bunca zaman gördüğüm kabuslarımdan çok daha fazlası olacaktı.

Ancak ona olan korkumun çoğalmasıyla ben kalakalmıştım.

Sessizliğe yatırdığım kendimde durmaksızın aynı sorular, aynı sorunlar baş gösteriyor ve ben gözlerimin önünde hep aynı o birkaç olayı tekrar ederek düşünmeye devam ediyordum. Buradayım, hayattayım ve nefes alıyorum diyordum. Benden uzaklaşmaya çalışırken bile, "Uzak dur benden omega," diye bağırıyordu. Sanki bana gelmek isteyen adımlarını zor zapt ediyordu. "Yoksa, yoksa o boynunda atan damarı parçalamamak için durabileceğimi sanmıyorum." Belki de bu Taehyung'un bana verdiği bir uyarıydı. Oysa istese bile ona yaklaşacak ne gücüm ne de buna ihtiyaç duyduğum bir deli cesaretim vardı.

Yine de dalgınlaşıyor, gözlerim doluyor ve beni sabahında kurdunun arzusuyla öpen o adamla, yine kurdunun beni öldürmek isteyen bakışlar aynı mıydı diye düşünmeden duramıyordum? Nasıl olurdu? Şimdi benim onunla bir daha yan yana durmaya nasıl cesaretim olacaktı? Eminim bir kurşunun kalbime isabet ederek ölmem daha acısız ve daha hızlı olurdu. Oysa bana dokunmadan bile tüm kemiklerimi kıracakmış gibi duran gücünün altında yok olacağımı sandım.

Bunun akın eden gücüyle, evin her yerinde o gecenin soğuk kıyameti sinmişçesine sepsisizdi ev. Jennie'nin huzursuz solukları dışında bir anlam taşımıyordu ve ben tekrar uyumak için kapamaya çalıştığım gözleri faltaşı gibi açılmışlar, her an bir şey olacak korkusu yüzünden de kapanmaz olmuşlardı.

Belki çok sonra zihnimden ziyade yorulmuş bedenime teslim oldum. Ama bunu yaklaşık ne zaman yaptığımı bilmiyordum. Tek bildiğim dışardaki ayaza rağmen perdenin ardından gelen güneşin yüzümü ısıtacak kadar yükseğe çıktığıydı.

Fısıltılar tekrar kulağımın hemen dibinde duyulacak kadar net çıkıyordu. Doygunluğa ulaşmış zihnim ile sırtımı çevirdiğim arkamda dönüp bitiyordu. Aslında uyumaya devam da etmek istiyordum. O zaman her şey ve yaşanılan onca şey hiç yaşanmamış gibi gelecekti. Sanki ben sadece uyumuş, gerçek bir rüya görmüş sanacaktım. Ama hayır, bu gerçekti. Odaya girmek için izin alan Namjoon ve ona izin vermeyen Jennie kadar gerçekti.

"Onun yaşayıp yaşamamasını umursamadın, şimdi onu neden görmek istiyorsun?" diyen Jennie'nin sorusu ile dikkat kesildim. Ama onun karşısında duran adamın alay dolu sesi çarçabuk anlaşılıyordu. "Geçmiş olsun dileyebilmek için." Derken, bunu anlayan bendim.

"Hyung, o uyuyor zaten. Hem sen onu pek sevmiyorsun bile."

"Sevmiyorum değil, sadece Taehyung kadar kendi ailemize getirdiği düzenbazlıklar için hoşlanmıyordum. Sonuçta bu halen Taehyung'un kişisel meselesi."

Namjoon'dan duyuyor olduğum bu sözler karşısında, keşke gücüm yeterli gelmiş olsaydı da yüzünü yumruklama ihtimalim olsa diye diledim. Çünkü insan çok az böylesine iki yüzlü, aşağılık ve çıkarcı insanlara denk gelirdi. Ve onun bunu öz ailesine yapıyor olması kadar iğrenç hissettiren çok az şey vardı bence.

"Tamam, iyi işte." Diye geçiştiren Jennie'nin, onun odanın içine almaması ve yanı başıma gelerek benimle alay etmemesini çok istiyordum. Muhtemelen istediği de buydu. Bir insan, kendi kardeşini incitmeyi çok istiyorsa, onun kendisine zarar verecek kaybetmiş olmasının o büyük zevkini de yaşıyor olmalıydı.

"Merak ediyorum Jennie..." dedi ve sesi gerçekten merak doluydu. Bir yerde şaşkınlığını hissettim dizelerinde. Belki de bu benim de en çok merak ettiklerimden biriydi. "Onun yanında nasıl burnu kanamadan kaldı diye."

İkisinin de biraz sessizleşmesi, beni izledikleri hissini uyandırdı. Kıpırdamamak için zor dayandım. Ne kadar da rahatsız edici ve gericiydi. Bu evde yaşıyordum ancak bu evdeki eşyalardan insanlara kadar her şey yabancı ve alışamadığım şeylerdi. Dikkatler üzerime çekildiğinde, fazlalık olduğumu bilinciyle nasıl yok olsam diye düşünüyordum. Şimdiki yaşadığım duygularda bunun benzeriydi.

"Sanırım sadece bileği acıyor." Dedi düşünür sesle Jennie. "Uyurken elini göğsünün altına koyduğunda sızlandı baya."

"Olsun, bunun ne önemi var." Dediğinde Namjoon'un beni umursamadığını elbette ki farkındaydım. Onun hayreti benim o odada benden nefret eden Delta'nın elinden nasıl kurtulduğumdu. "Tek parça ve ben sandım ki, o kanlar... onundu."

"Abim muhtemelen hıncını eşinden çıkarmak yerine kendinden çıkardı."

Bu neredeyse benim Namjoon ile vermek istediğim tepkiyle aynıydı. "Yine de saçma? Onu tanıyoruz. Ondan nefret ettiğine şahit oldum ben." Sonra sorduğu soruyla nefes alamadım. "Gerçekten az da olsa ondan hoşlanıyor olabilir mi?"

"Bunu isterdim..." diyen Jennie ile kaşlarımı çatmadan edemedim. Benden nefret ettiğini ve bu evden ailesinin huzurunu bozuyorum diye defolup gitmemi istediğini söyleseydi daha normal karşılardım bu durumu.

"Ne?" diyen abisini tersledi o arada. "Ne, ne? Her şeyi hırgürle çözmenizden yoruldum. Ben artık huzurlu bir aile istiyorum, babam hayattayken... Çocukluğumuzda olduğu gibi. Şimdi büyüdük ve kendi odalarımızda çürüyoruz sadece. Taehyung abim, o bizi seviyor hyung. O sadece, biliyorsun. Delta olmanın lanetini yaşıyor."

"Bazı insanlar onun lanetini olamadığı için lanet olası bir hayat yaşıyor Jennie. Artık duygusal olmaktan vazgeç."

İşte kesinlikle orada anladım Namjoon'un kardeşine duyduğu ölüm arzusunu. Kıskançlık. Onun yerinde olmak isteyişi. Ne adiceydi bu duygu. Taehyung bir delta olmayı seçmemişti, Tanrının ona vermiş olduğu bir güçtü ve o buna sahip diye onu suçlayarak yok mu etmek istiyordu. Hamurunda ne çok haset ve bencillik yatıyordu onun öyle. Bu evde kesinlikle en korkmam gereken kişi oydu. Delta veya annesi değil, içindeki zehirli duygularını haince gizleyen ve gezen oydu. Namjoon.

"Sizin gibi duyarsız ve anlayışsız olamadığım için özür dilerim. Ama elimden bundan fazlası gelmiyor. Git hadi," diyerek ona kovmaya çalıştığında, sonunda diyecek oldum. "Peki gidiyorum."

Ancak daha bir adım atmadı ki ayaklarının çıkardığı sesler duraksadı. Sesi keyifli çıktı dudaklarından. "Bekle annem sana sesleniyor. Azar yiyeceksin Jennie." Dedi ve Jennie'nin bu durumdan hoşlanmadığı belliydi. Sanırım sürekli olarak annesinden azar yiyordu. Ve galiba azarın sebebi çoğunlukla bendim. "Onu odama aldım diye yapıyorsa, cevabını veririm. Nasılsa Taehyung abimin ismini duyunca bir şey diyemiyor."

Söylene söylene çıkmıştı odadan. Ama çıkmayan biri vardı. Oydu ve mırıldanarak arkamdaki yerini aldı. Beni izledi kısa bir süre. "Uyumadığını anlayabiliyorum, gözlerini açabilirsin tatlım." Sesini bilerek kibar tutmaya çalışması, keşke bağırıyor olsa diyeceğim kadar gericiydi. Ve ben zaten beni anlayan bu adama dönerek gözlerimi açtım. Şimdi uzun bedenin altında gerçekten küçücüktüm. Aklımda ise dün sabahın ezici vicdan azabı çalkalanıyordu. Tek düşündüğüm buna onun sebep olduğunu düşünmemdi.

"Senin yüzünden mi oldu?" diye sordum, ama sesim taraklı çıkmıştı boğazımdan. Bu kadar acıdığından bile bir haberdim.

"Bilmem... Belki de zaten olacaktı. Bilemezsin."

Elbette bana dürüstçe bir şeyleri söylemesini beklemek aptallıktı. Ancak gözlerindeki tehlikeli çanları beni daha da endişeye düşürüyor ve ben onun ağzının altında duran baklanın çıkacağı vakit, gece yaşanan olaylardan daha kötüsünü yaşayacağımın bilinci ile ödüm kopuyordu. Böylesine şeytani varlığının dilinin ucundaydı benim kardeşimin canı. Bu o kadar zordu ki. Kışkırtmaya, söylenmeye ve karakterini bocalamaya dilim bile varmıyordu korkudan.

"Ne demek istiyorsun?" diye sorarken, üzerime doğru eğilmesiyle üstümde duran örtünün eteklerine tutundum sıkıca. Ve o zihnimi un ufak edercesine aklımı kurcalayarak söylemek istediğini söyledi ve gitti. "Kendine dikkat et diyorum. Zaman daralıyor ufaklık."

Telaş içindeydim.

Ürperiyor ve üzerime sinen bu korkuyu asla defedemiyordum.

Oysa bunca yaşanan olaylardan sonra güzel diyebileceğim tek bir şey yaşıyordum. O da iki gün boyunca odasında kaldığım Jennie'nin bana olan samimi tavırları. Ortak bir düşünceye sahiptik. Annesi gerekli gereksiz her şeye kızıyor ve hayatına karışıyor diye söyleniyordu. İlk bunu yaptığında çekinmiş, sonrasında onun bu tavrına istemsiz gülümseyince o da kendisini yanımda rahat hissetmeye başlamıştı.

Ondan bu inceliği bile beklemezdim. Aslında bu eve ilk geldiğimde ve Jimin'i odaya götürürken bize eşlik ettiğinde patavatsız cümleleri karşısında ona gıcık bile olmuştum. Ama şimdi aklına geldiği gibi konuşması sıcak hissettiriyordu. Bir de en azından yalnız olmadığım için seviniyordum. Halbuki içimde birikmiş onlarca cümle vardı ve ben konuşurken sadece kısa cümleler kullanarak dinliyordum. Sanırım bu az da olsa iyiye giden bağın kopmaması veya dumura uğramaması için.

Fakat aklımın bir köşesinde halen Delta'nın durumu vardı. Bunu farkında olmadan düşünmeye başladığımı, düşüncelerimin sonu bir şekilde ona kaydığında anladım. Neden onu düşünüyordum ki? Onun yanında değilken güvenli olmalıydım. Ancak kalbim ikiye bölünmüş gibi bir yanım sürekli onu görmek, nasıl olduğunu bilmek istiyordu. Garipti. Kendimi tokatlamak isteyecek kadar büyük bir delilikti. Belki de vicdandı. Ama tam olarak ne olduğunu bile bilmezken, neye yoracağımı da bilmiyordum bu yaşadıklarımı. Bir kapandaydım ve sağlıklı düşünemeyecek kadar körelmişti duyularım.

Kendimi daha iyi hissediyordum ama. En azından okul saatinden birazdan dönecek olan Jennie'yi bekliyordum. Tüm gün burada durmuştum. Onun odasındaki kıyafetlerden giyiyordum. Bunu kendisi isteyerek vermişti. Bir de konuşkandı. Ya da o da kendince evdeki sorunları düşünmemek için kendisini bu şekil kandırıyordu. Sustuğunda, gözleri dolacak gibilerdi.

Ama yine de odasında duran hayata imrenmiştim. Fakat bunların hep boş olduğu hissine kapıldım. Ardından ele geçirdiğim yatağının üzerine tekrar oturdum. Bundan yarım saat önce bir şeyler yemiştim. Utancımdan Geong ablaya Delta'ya durumunu soramamıştım. Tek bildiğim o, yukarıdaydı. Kimse gitmiyordu yanına. Korktukları içindir diye düşündüm ama değildi, o böyle zamanlarda rahatsız edilmemeli dendi. Bu ne demekti ki şimdi?

Bu sefer kararlıydım. Jennie'ye soracaktım. Delta'ya karşı normal buldukları bu tavrın sebebini soracak ve merakımı giderecektim. Belki de içten içe amacım buna sebep olmuş olmamaktı.

Beklediğim gibi Jennie gelmişti. Hemen ceketini üzerinden atıp kendisini yatağa attı. "Jungkook," dedi uzatarak. Birdenbire bu sevimli halini anlamaya çalışırken, "Ben bir şey yapmak istiyorum ama bundan rahatsız olursun diye çekiniyorum," dediğinde, ilk söylemek istediğim, burası senin odan ve senin evin, benden rahatsızlık duymuyorsan ben niye duyayım demekti ama bunu demek yerine, "Benden çekinmemelisin. Çünkü ben senden daha çok çekiniyorum," dedim çekinerek. Bununla kahkaha attı.

"Hiç omega arkadaşım yok biliyor musun? Bu çok iyi geldi. Herkes Taehyung abim yüzünden benden uzak duruyor. Aslında durum tam tersi olması gerekirken niye böyle oluyor anlamıyorum, sanırım her daim peşimde olan korumalarım yüzünden. Lanet olasılar, kendime bir eş bulmama bile izin vermeyecekler bunlar anlaşılan."

Homurdanışları, kıpır kıpır oluşu beni gülümsetiyordu. Dışardaki hayattan taşıdığı izlerde. Kısa bir an bile olsa normal hissetmemi sağlıyorlardı. "Abin Delta diye onları öldüreceklerinden mi korkuyorlar?" dedim, ama gülümsediğimde nedense o gülüşüm yüzümde soluverdi. "Belki de korkmakta haklılar."

Bu durum onun canını çok sıkıyordu. En azından ben bunu sindiriyordum ama bu durumdan nefret ediyordu. Çünkü az önceki neşeli hali kaybolmuş ve yatağın içinde kendini düzelterek oturmuştu. Yüzü ciddiydi. "Aslında korkmamalılar. O gerçekten çabalıyor," dedi, gözlerini ağlamamak için kırpıştırıyordu.

"Onu ilk kez böyle gördün ama ben yıllarca gördüm Jungkook. Onun geçirdiği tedavileri de. O her şeye rağmen yemin ederim iyi bir insan olmaya, insanların yararına gücünü kullanmaya çok çalıştı. İnsanlar onu kullandı. Ve onu bir canavar gibi bıraktığında o iyileşmeye çalışıyordu."

Dediklerinden bir şeyler anlayamadım. Kaşlarımı çatıyor ve söylediklerini bir şeylere yormaya çalışıyordum ama bir türlü olmuyordu. "Ne demek istiyorsun?" diye sordum dayanamayarak.

O ise iç çekti. Kararsız bakıyordu. "Abimin sana söylemesi daha doğru olur," diye geçiştirmek istedi ilk. Sonrasında sanırım bundan vazgeçti. "Yine de... o daha bir çocuktu. Devletin himayesine girdiğinde. Çocukken katil oldu muhtemelen. Hiç anlatmadı ama biliyordum işte ben. Babamın telefon görüşmelerini gizli gizli dinlerdim. Abimi çok seviyordum. Herkes ilerde onun için çok güçlü ve çok acımasız olacağını söylerken doğası gereği, her geldiğinde bana dışarıdan bir paket çikolata mutlaka alırdı. O yüzden ona ayrı düşkünüm. Avucunda kan olsa bile bunu bana yansıtmadığı için. Bir deney faresi gibi kullanıldığında ortaya çıkan öfkesini bana asla yansıtmadığı için. Bilmiyorum," diyerek saçlarını çekiştirdiğinde, beynim allak bullaktı.

Bunları mı yaşamıştı diyordum? Çocuk yaştan beri. Ailesinin onayıyla üstelik. Kan beynime sıçrayacak oldu.

"Artık kendini kontrol edebiliyordu. Bunu yapmak için kendisine çok acımasız davranmıştı. Ağır bir tedaviden geçti. Kurdunun bazen kontrolden çıktığı oluyordu. Ama yemin ederim bu beş senedir olmuyordu. Bazen, bazen çok sinirlenirse onu bu hale getirenlerin geliştirdiklerinden bir tane hap içiyor ve sakinleşiyordu. Bu yüzden kara kara düşünüyorum. Ne oldu bitti diye? Ama sende sadece kâbus gördüğünü ve uyandırmaya çalıştığını söyledin. O gün içinde kurdunu kışkırtacak bir şey yaptın mı Jungkook?"

Onun öpücüğüne karşılık vermemek gibi mesela?

"Hayır," dedim ve öğrendiğim şeylerin üzerine aklıma gelen bu an yüzünden yanaklarım ısındı. Buna sebep olan ben olamazdım? Halen de inanmıyordum buna. Bu kadar basit bir durum ile kışkırtılamazdı bu durum.

Sessizleştim ve bence o da bana söylemiş olduğu sözlerin altında yatan anıları düşünerek sessizleşti. Sonrasında aniden yerinden kalkıp odanın kararan havasını değiştirerek aydınlattı ve kapıyı kilitledi.

"Ne yapıyorsun?" diye sorduğumda gülümsüyordu. "Bu gece alkol içeceğim ve onu arayıp özür dileyeceğim. Çünkü başka türlü cesaret bulamıyorum kendimde. Yanıma da gelemiyor sürekli birileri var diye. Bu yüzden buna ben cesaret etmeli ve hoşlandığım erkeğin ellerimden kayıp gitmesine izin vermemeliyim."

Sanırım dışa dönük tavrının içinde büyük, utangaç bir omega vardı. Bunu söylerken bile kızaran yanakları bunu gösteriyordu. Kol çantasından çıkardığı orta büyüklükteki votka şişesine bakarken ağzım açık kaldı. Bu kız ciddiydi, sarhoş olma konusunda.

Peki bundan dakikalar sonra hoşlandığı çocuk ile tanışma hikayesini dinlerken neden bana uzattığı şişeyi alarak, daha öncesinde hiç içmediğim için merak ederek birkaç yudum almaya başlamıştım ki. Sanırım herkesin şu içince unutuyorum diyen algısının içindeydim. İlk başta yüzümü buruştursam da aslında yumuşak ve ekşi bir tadı vardı. Bir o bir ben içiyordum. Ama benim yudumlayışlarım onun yanında minnacık kalırdı.

Isınmaya, kaslarım hafifçe rahatlamaya başlamıştı.

O sırada son ve uzun bir yudum aldım. Yeterdi bu kadarı benim için. Hafif başım çalkalanıyor, ben kendimi yerdeki halının üzerinde bağdaş duran bacaklarımı çözerek uzandırıyordum. Ve Jennie asla susmuyordu. Gözlerimi yumdum ama kulağım ondaydı. Okulda onu kıskanan insanları anlatıyordu.

Ancak kapı birden çalınınca, suçüstü yakalanan bir çocuk gibi telaşa kapıldım. Benim aksime Jennie rahat ve sıkılgandı. Sanırım konuşması yarım kaldığı için sinir olmuştu. Oflamış ve yüzünü buruşturmuştu. "Kim o?" diye bağırınca, "Benim Jennie Hanım," diyen kapının arkasındaki Geong abla yüzünden gözlerini devirdi. Bunu yaparken çok komik göründü ve elimde olmadan gülmeye başladığımda, kadına, "Ne oldu?" diye bağırıyor bana da "Şişşt sus Jungkook," diye uyarıyordu. Gülüşümü bastırmak için elimi ağzıma bastırdım.

"Neden kapınız kilitli?" diyor ve kapıyı açmaya çalışıyordu. Jennie o anda şımarık bir tavırla ayağa kalkmıştı. "Bununla ilgili bir probleminiz mi var?" diye sorunca, kadını görmesem bile sesinden ötürü eli ayağına dolaşmıştı. "Hayır hayır Jennie Hanım." Sonrasında yüreğimi ağzıma getiren o cümleyi kullandı. "Ben Jungkook Bey için gelmiştim. Taehyung Bey onu odasına çağırıyor."

"Abim kendine gelmiş mi?" dedi Jennie. Yüzündeki afallama ve mutluluk, benim tam aksimdi. Ellerim sadece onu görmek düşüncesiyle karıncalandı. Benim yüzüme bakan Jennie'ye tereddütle bakıyordum. "Ama neden beni görmek istiyor ki?"

"Bana niye soruyorsun git ona sor?" diyerek yanıma gelince, "Ama başım dönüyor benim," dedim. Çünkü hem korkuyor hem de heyecanlanıyordum. "Bir bardakla mı? Ben şişeyi bitirirsem kafayı bulur muyum diye düşünürken..." diye söylendiğinde, beni kolumdan tutup kaldırmıştı. Ayaklarım birbirine dolanır gibi oldu ve ellerimi bir yere koyma isteğimle baş etmek zorunda kaldım.

Onun yanına gidecektim. Ama birinin sanki beni iteklemesine ihtiyacım varmış gibi, "Ben gideyim mi şimdi?" dedim, arkama geçerek adım atmayı reddeden omuzlarımdan itekledi beni. "Evet gitmelisin." Diyordu. Sonrasında kapının kilidini açınca yüzüne baktım çaresizce. "Gidiyorum. Ama korkuyorum."

"Korkma. İyi olmasaydı seni görmek için yanına çağırmazdı." Dedi ve bunun inancına sığınarak derin bir nefes aldım. Sonrasında odadan çıktığımda, her şey garip ve sanki algımı ağırlaştıracak türdendi. Eziyet gibiydi ve anılar orada çırılçıplak, tekrar canlanmak için bekliyordu. Ama biliyordum da odanın kapısında durduğumda korkumun ecele bir faydasının olmayacağını.

Gözlerimi sıkıca yumdum ve kapısını açtım. "Gir içeriye," diye emir verici bir cümle duyduğumda, daha görmeden dizlerim titremiş ve kapıyı açarak arkamdan kapatırken, yere indirdiğim bakışlarım orada oyalanıyor diye midem bulanmıştı.

Bunu önlemek için bakışlarımı kaldırdığımda, o yatağın içinde yarı uzanır bir haldeydi. Ellerinde çözülmüş bir sargı vardı. Üst bedeni çıplak ve altında ise siyah bir eşofman. Saçları dağınıktı, yine de hoş duruyordu. Ama neden buna dikkat ettiğimi bile bilmiyordum. Sadece etrafta olan dağınıklık yerli yerindeyken, o tüm bunlar umurunda değilmiş gibi rahatça duruyor, o keskin mavi kuzgun gözleri bana bakıyordu. Onun gözleriyle denk gelmek nefesimi kesmişti. Mavilikler, kırmızı oluşundan çok daha iyiydi.

Yine de bakamadım. Korktum.

"Bana o gözlerle bakma." Dedi. Yutkundum sertçe. Oysa nasıl bakıyordum ona bilmiyordum. Çünkü bakamadığım aşikardı. O ise eğmeye çalıştığım kafamı kaldırmama sebep oldu. "Gel buraya," diyerek beni yanına çağırırken. Halbuki adımlarımı atamıyor, göğsümü delen kalp çarpıntılarımla konuşmaya çalışıyordum. "Bana, bana bağıracak mısın?"

"Hayır," deyince cesaret bularak düz yürümeye çalıştım. Hemen yanında, ayakta duruyordum. Sesi o kadar derin ve yorgundular ki, bu iki gün boyunca bu odada ne düşünmüş ve neler yaşamış olacağını bile düşünmüştüm. Ve o kalbimin daha da hızlandıracak cümleleri uyuşuk sesiyle çıkarırken ağzından, çekindiğim gözlerine baka kaldım. "Omega, halen gördüklerimin etkisindeydim. Seni incitmek istemedim. Bileğini uzat." Dedi ve uzatmadan, üzerine düşen bileğimi kendisini biraz toplayarak uzandı ve tuttu. Sıcak teni, tenimle buluştuğunda dokunduğu yer uyuşmuş gibiydi. "Seni sertçe ittiğimi hatırlıyorum. İyi olup olmadığını görmek istedim."

Gözleri gözlerimin üzerindeyken, artık acımayan yerime parmak uçlarıyla hafifçe dokunuyordu. Ve ben oraya odaklanmışken, gözlerine bakan bakışlarım nemliydi. "Sadece canın acıyor diye düşünmüştüm... uyandırmak istemiştim."

"Haklısın, kendimi durdurmaya çalıştım. Ama onu zapt edemedim."

Kaşları bu durumdan ne kadar huzursuz olduğunu, dalgınlaşmasıyla bu durumu, bu duruma kadar olan süreçleri sorguluyor olduğunu gösteriyordu. Bu halde bile bu duruma sebep olmadığımı duymak istiyordum. Bunu da ancak ona sorarak öğrenebilirdim.

"Jennie dedi ki, kurdun sana kızmış. Doğru mu Delta?" dedim, minik de olsa cesur konuşmaya çalışıyordum. Bunda başarılı olmasam gerek, "Sen neden pelteleşerek konuşuyorsun," diyerek alnını kırıştırırken, "Yaklaş bana," dedi ve yaklaşmasam da o bana biraz yaklaşarak kokladı beni. Kızarak bakmaya başladığında, "İçki mi içtin sen?" diye sordu. Hoşlanmamıştı bu durumdan. Hayır onu kızdırarak aynı şeyleri bir kez daha yaşamak, içindeki o canavar her ne ise onun bir daha yüzleşmek istemiyordum.

"Bir bardakcık sadece." Diyerek başımı eğdim. "Daha önce hiç içmedim ama bence güzelmiş, kızma bana tamam mı?"

"Bir bu eksikti." Diye kızınca, korktum. O kızarsa, kurdu tekrar onu ele geçirirdi. Hayır, hayır yine olmazdı bu. Bunun paniğiyle, "Delta bana bak," dedim hızlı hızlı. "Gözlerinin eski halini görmem lazım. Çok kortum ben senden," dediğimde, gözlerinin mavilikleri bana çok farklı bakıyor gibiydi. Anlayamıyordum da. İnsan birinin bakışlarından kolayca çözebilir miydi? Çünkü onun haricinde yüzünün çizgileri sertti. Keskindi. "Söylesene Delta, kurdun neden bu kadar kızgın ve öfke doluydu?"

"Çünkü onu cezalandırdım."

Bunu söylerken o kadar baskındı ki, "Neden?" derken kalp atışlarım daha çok arttı. "Çünkü karşılık alamayacağı bir şeyi yaparak seni rahatsız ettiği için."

Bakışlarını benden uzaklaştırdığında şaşkındım. Nefesim kesilmişti ve her şey çok hızlıydı. "Ben... ben seni öpmedim diye mi böyle oldun?" dedim ve inanamadım. Kurdunun beni istediğini söylediğinde, içinde bu kadar büyük bir istekle karşılık göremedi diye onu hükmeden Taehyung'a böyle mi davranmıştı?

Mantıklı düşünemiyordum. Mantıklı hiçbir şey aramıyordum.

Delta'yı bir kez daha öyle görmeyi ise hiç istemiyordum.

Bununla düşünmedim. İlk düşünemeyecek kadar kendimde değildim.

"Söyle ona bir daha yapmasın. Çünkü, ben bir daha senin o halini görmek istemiyorum Delta. Bunun için bir daha onu cezalandırma." Derken ona uzanıp dudaklarını öptüm. Ve kendi ağırlığımı taşıyamayacak olduğumda, dizlerimi yatağa yaslayarak destek almaya çalışıyordum. Onu şaşkın gözleri umurumda değil gibilerdi. Sadece bir kez daha öpmeden önce, "Çünkü beni öpmek istediğinde sana karşılık vereceğim," dedim ve benim acemi dudaklarım, onun dudaklarının arasında usulca kaydı.

O bana bir karşılık verene kadar tek başıma savaşıyordum kendimle.

 


Bölümün sonu.

Bir an bu bölüm bitmeyecek sandım. Çıldırcaaağğğağağm

Nasıl buldunuz bakalım?

Ben Nicotesy, bugün de ölmedim ayaktayım ve ybnizi saldım 😊

Loading...
0%