@nicotesy
|
Selamlar... bu bölümü nasıl bir kafayla yazdım bilmiyorum ama çok hastayım, dünde bu nedenle bölümü atamadım. Halen çok kötüyüm ama gösterdiğiniz ilginin karşılığını sizi bekletmeden vermeyi istedim. (Dayanabilirsem hemen diğer bölümü de yazacağım, çünkü istediğim yerde bitiremedim çok uzuyor diye, umarım desteğinizin verdiği muhterem gazla sümüklerimi sile sile yb yazacağım) Düşüncelerinizi yorumlarda belirtmeyi ve votelemiyi unutmayın. İyi okumalar :)
... "Üç tutku yönlendirdi hayatımı: Sevgi açlığı, bilge arayışı ve başkalarının acılarına yönelik dayanılmaz bir merhamet. Aşk ve bilgi göklere yükseltti ama merhamet her seferinde çekip yere indirdi beni." ...
Bölüm 20: Geceme akıp gider mi sonsuz, kalbim yine yorgun. Dudaklarımın arasında yumuşacık bir baskı vardı. Bunun ilelebet süren ve beni düşüncelerimin mutlak kıyısında intihar ettirecek kadar sıcak bir baskıyı bu. Üşüyen tüm tenim, oradan gelen ıslak bir ifadeyle tarandığında ne yapacağımı bilmiyordum, nerdeyse dudaklarıma ikinci bir ten gibi geçen o pürüzsüzlük varken. Kendi dudaklarımın örtüsünü onunla kırıştırmaya çalışıyordum. Ama beceriksiz her hamlemin sonunda yıldızların parlaklığından daha derin bir bakış, ne olup bittiğini anlamak için aralanmış gözlerimin ifadesinde duraksayarak ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyordu. Oysa onun gözlerinin perdesi benim gözlerimin körlüğüne ışık olduğunda, kısa soluklarımı onun dudaklarının üstündeyken veriyordum. Yorulmuş ve dizlerimi yasladığım yerden düşürmek üzereyken, o artık üzerinde taşıdığı şaşkınlık yerine daha ayrı bir ifadeyle bakıyordu. Rahatsız olmuşlar gibi. "Bunu korktuğun için yapıyorsan, yapma," dedi sessiz ama varlığının da ağırlığını hissettirircesine. Dudaklarının üzerine bıraktığım izi diliyle sertçe ezdiğinde, boğazında bir hırıltı vardı. Sertti aldığı o soluk. "Bu onu sakinleştirmeyecek. Aksine daha da sinirlenmesine sebep olacak omega." Kendimi hafifçe geriye çektiğimde, elimi koyacak bir yer bulamadım. Telaşlandım ve kafam karıştı. "Böyle bir şeyi nasıl isteyeceğimi bile bilmiyorum," derken halen o kafa karışıklığını yaşıyor ve utanmaya başlıyordum. Nasıl oldu da onu öpmüştüm onu bile anlayamamıştım. Sadece dürtü, anlık gaflete düşüren bir dürtü. İstek ve uç olduğunu bile düşünmeden tekrar etme isteği. "Benim ilk sahip olduğum öpücük bile senin dudaklarından ve... bu olması gereken miydi onu da bilmiyorum. Sadece istemedim. Senin o halde olmana sebep olan biri olmayı istemedim." "Bana sakın acımaya kalkıp merhamet göstermeye çalışma." Dedi o öfkesi basık duran sesiyle. Yanlış anlaşıldım diyordum ama ben bunun aksiyle düşünerek davranıyorsam, yanlış olan en çok bana değil miydi? Sessizce alıp vermeyi istediğim nefesim göğsüme yetmiyordu şimdi de. Keşke hiç gelmeseydim diyecek oldum. O kadar utandım ki o bana bir karşılık vermedi diye. Kurdunu artık yönlendirebiliyor olmalıydı ama ben, buna hiç gerek yokken öpmek istemiş ve sanırsam kurdunun da bundan hoşnut olacağını sanmıştım. Ama anlatmak istediğim böyle bir şey olduğunda ona razı göstereceğimin bir diğer yolu da bu değil miydi? Fakat kızıyordum işte. Gitmek, yok olmak istiyordum. Gözlerim dolmuştu bu utançla. Dudaklarımı ısırdım. O susarak bana bakıyorken, konuşsun ya da bana gitmemi söylemesini bekledim. Kızmadan ve farklı algılanmadan. Fakat o beni halde izlemeye devam ettiğinde utancım beni yıldırdı. Gözlerimi sıkıca yummuş, suçlu biri gibi ellerimi önlerimde birleştirerek dikiliyordum karşısında. "Ben," dedim o cılız sesimle. Gözümdeki batmalar ben konuşmayı istedikçe artıyordu. "Ben gidebilir miyim, sanırım yine davranışlarımla sinir ettim. Bunu istemiyorum Delta. Haklısın. Amacım bu değildi. Düşündüklerimle yaptıklarımı doğru veya yanlış olacağını kestiremeyecek kadar kafam karışık ve... kontrol edemiyorum kendimi." "Hayır," dedi netçe. Şaşırdım. Konuşmuyordu. Sadece izliyor ve benim öylece ayakta karşısında utanç içinde kalmamdan zevk mi alıyordu? Halbuki kendimi de açıklamıştım. Yani umarım. Acımasız olduğunu düşünerek gözlerimi gözlerine kaldırdığımda, o tırnağının ucuyla ıslak duran dudaklarının üstüyle oyalanıyordu. Oraya bakıp gözlerine taşınınca gözlerimin ifadeleri, boğazımda biriken yumru aşağıya inmek bilmedi. Ki zaten o uyuşuk sesiyle tüm yolları kapadı. "Senin olman gereken yer, benim yanımdaki yer. Bir eş olarak en azından." Sonrasında dudağından çekti parmağını. "Çok mu sarhoşsun, böyle açık konuşacak biri değilsin sen." Dedi ve bir şeylerden emin olmaya çalışarak yüzümde bir kusur bulmaya çalışarak didik didik etti keskin bakışlarıyla. "Ve aslında hiç arzu duymayan bir çocuk olduğunu söylerken, ne kadar arzu dolu olduğunu anlatıyorsun bana aslında." Bileklerimden tutarak aniden kendisine çektiğinde gözlerim şaşkınlıkla açıldıklarında, o beni yan yatırmış bir halde kucağına almıştı. Bir elim halen onun parmaklarının arasında diğer elimde öylece havada asılı kaldı. "Amacın beni kendine karşı kışkırtmak mı? Yoksa ilki olduğunu söylediğin dudaklarına merhamet ederek öpücüklere boğmam mı? Çünkü içimde bunu sana karşı yapmak isteyen bir varlığın olduğunu biliyorsun. Neler yapabileceğini de. Söylesene şimdi bu haldeyken omega, bu rızasız duran dudaklarını sertçe öptüğümde bana gerçekten de isteyerek karşılık verebilecek misin?" Her şey o kadar hızlı ve akıl bulandırıcıydı ki, dağınıkça saçılan nefesimi ve sözlerin hunharca ezerek göğsümü delen kuvvetine ayak bile uyduramıyordum. Neydi bu olan ve bana olmaya çalışan. Yabancısıydım. Arzudan, tutkudan ve isteklerden çok uzaktım. Şimdi buradaydım, onun kucağında, çıplak göğsündeki sert kaslarının esmer topraklarında. Çölümü susatan mavi çukurlarındaydım. Tek kaşını kaldırmış, başını yana eğmişti. Beni küçük düşüren konumdaydım ama nedense bu beni düşündüğüm kadar rahatsız etmiyordu. Sanki ona baş kaldırabilirmişim gibi. Bir tek o değil, bende onu ezebilirmişim gibi hissettiriyordu. "Bilmiyorum Delta... Sadece yanlış," dedim, kafamı eğmek istedim. Ama o benim bu hamlemi görerek çehremden tuttu. "Bizde bu yanlışı hiç yaşanmamış bir anıya dönüştürürüz. Tıpkı sabah uyandığında senin bunları bir düş sanma ihtimalin gibi." "Yani..." dedim ama halen uğuldayan başım yüzünden onu doğru anlayıp anlamadığımı kavramaya çalışıyordum. Oysa o baskındı. Benim gibi uzatmadan, "Yani omega, şimdi o sahipsiz bırakılmış dudaklarını dudaklarımın arasında bana bırak ve sana nasıl sahiplenerek öpüleceğini, korkudan değil de içinde yanıp tutuşacak olan arzuyla olduğunu göstereyim sana. Çünkü bana acıma, acıtırım canını." Çehremde duran parmağını aşağıya doğru indirdiğinde, aralık duran dudaklarıma doğru eğildi. "Şimdi bana en iyi karşılığını ver." Bu durum kasıklarıma felaket bir ağrı eşliğinde yükselen duygularla beraberinde getirirken, bana yaklaşan ve içine çekerek tutuşturduğu bu yangının içinde, şaşılmaz ben bir aptal hem de bir ön görülmez vakaydım. Çünkü dilimi diliyle kavuşturduğunda çekinmedim. Onun bana daha öncesin de yaptığı gibi sahiplenmeye çalıştım. İçimdeki bu cansız çaresizlik, büyüyen duygu, yok olduğunu sandığım kurdumun esaretinin ortaya çıkma sebebiydi. Öyle ki, aklımı onun dudaklarıyla dudaklarımı oyalamasını kabul ederken onu daha çok yer vermek istiyordum. Rahat kollarında yerimi bulamıyor, kafam o bana eğildikçe geriye sonrasında bir mücadele arayışına girmişçesine öne atılıyordu. En iyi karşılığını ver demişti, oysa yapmaya çalıştığım tek şey onun yönlendirmelerine ayak uydurmaya çalışmaktı. Gözlerimi açmaya, gözlerinde olan yerimi görmeye halen çekiniyordum. Oysa ellerim çoktan onun çıplak omuzlarına dokunurken, avuçlarımda birikmiş onun küllerini de buyur ediyordum. Sıkıyordum, bocalıyordum ve aradan çıkan o ıslak sesler benim çalkantılı kalbimle birlikte baş döndürücü bir hale geliyordu. Bu yaşadıklarım tam olarak neydi ve ben neden bu kadar kendimi kaybetmek üzereymişim gibi hissediyordum? Sıcak ve yumuşak dudaklarının arasında dinlenmek isterken, onun kokusunu çekiyordum içime. Bu cesaret aldığım ilk şey. Ve bir anda istediğim tek şey gibiydiler. Çünkü daha da artıyordu. Düşecekmişim gibi hissederek zihnim bulanıyordu. Ben ise o düşme hissinden kurtulabilmek adına sadece omuzlarında asılı duran ellerimi daha aşağısına götürerek sarılmaya çalışıyordum. En sonunda tamamen o düşme hissindeydim. Gözlerim kapanır gibi olduğunda, ona son kez benim yorgun düşen ve sızlayan dudaklarımı dudaklarıyla sıyırıp öptüğünde gerçekten hissettiğim şeyler düş gibiydi. Ahlaksız bir rüyadan fırlamış bir görüntü gibi. Oysa başımı alıp boynuna yasladığında ben orada tamamen güvendeydim. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Bir tek dudaklarımda değil de parmaklarımda da ıslaklık hissediyorken neden kendime gelemedim ve zihnimi kokusuyla uyku daldırmadan önce bana söylediği, en önemlisi o ne anlama gelmeliydi? "Kabuk bağlasın diye bıraktığım yaralarımı kanatıyorsun... gözlerime baka baka bunu bana hiç çekinmeden yapıyorsun omega." Aynı devin döngü içinde saniyeler içinde ama saatlerce geçirmişçesine o duygu ve silik rüyanın peşkeşini çekiyordum. Utancın bana sırıttığı günün aydınlığı ile başım uğulduyor ve gözlerimi ovuşturarak, Jennie'nin yüzünü bulma ümidiyle açtığım gözümün önüne kırık dökük duran odanın hengamesine sanki bu anlara şahit olmamış ve ilk kez görüyormuşçasına bir şaşkınlıkla bakıyor, yüreğimde dehşet bir korku yaşıyordum. Yoksa az önce gördüklerim benim iffetsiz rüyalarım değil de gerçeğin beni uyandırması için yüzüme çarpan tokadı mıydı? Çünkü buraya gelmem ve burada olanlar bir rüya değil miydi? "Ben ne yaptım böyle? Bunu nasıl yapabildim?" Utançla kendime gelmeye çalışarak etrafıma baktım. Kesinlikle onunla göz göze gelmek istemiyordum. Benim düştüğüm bu durum bana göre içler acısıydı. Alakasız ve beni bir düşman objesi olarak gören birinin dudaklarının arasında çaresizce inleyecek olduğum anlar ise kesinlikle ama kesinlikle utancımın en büyük olan kırmızı tonu olandı. O an için böyle hissettirmediğini çok iyi anımsıyordum kahretsin ki. Sessizce duruyordum ve onun her an bir yerden çıkıp gelme tehlikesini düşünerek bekliyordum. Ama odanın içinde tamamen yalnız olduğumu anlamam da uzun sürmedi. Kalktım ve ortamın bana izin verdiği kadarıyla yerdeki kırık dökük parçalara basmadan banyoya geçtim ve uzun sayılacak bir yüz yıkama, kendime gelme süreci yaşamadan önce ellerimi musluğun altına bıraktığımda gördüğümle ufak bir kalp krizi yaşadım. Nereden geldiğini anlayamadım parmaklarımda kurumuş kan vardı. O rengi hızlıca suyun altında yok ederken, düşünüyordum ve düşündüğüm, Delta'nın sırtında veya omuzlarında dolanan parmaklarımda ıslandığını hissettiğim şeyin, onun kanı olduğunu anlamamdı. Burnuma sızan, üzerimdeki kazaktan yayılan Delta'nın kokusunu farkında olmadan koklamaya çalıştığımı fark edince bu durumun bende iyi bir intibah bırakmayan yanıyla hızlı bir duş aldım. Çünkü bunca olandan sonra bunu yapmam kesinlikle ne doğruydu ne de sağlıklı bir davranıştı. Resmen canımı yaktın, yetmedi, şimdi gönlümde bir pare olup öyle yak beni diyordum kendime. En nihayetinde düz bir krem kazak ve dağınıklığın arasında bulduğum siyah bir kot pantolon giyerek bedenimi derleyip toplamıştım. Burayı da düzeltmek istedim fakat burada artık atılması gereken çok eşya varken, bunu ne tek başıma ne yapabilirdim ya da ne izinsiz bir şeyi elime alıp öylece dışarıya atabilirdim. Ama dün gecesinde beni büyük bir utançla karşılayan bu yatağın açık renkli çarşaf yüzlerinde o kırmızı lekeleri görünce içim burkuldu. Bunu kendisine yapabilen bir adam, istese beni anında yok edebilirdi. Ben bir an olsun bunu unutmamaya çalışıyordum. Ama bir yandan da kendisine zarar vermemesini de diliyordum. Bunda Jennie'nin bana söylediklerinin büyük bir etkisi vardı ve eğer, hayat zamanında onu normal karşılasaydı o şimdi böyle bir adam olmayacaktı? Lakin insan ne geçmişini yeniden inşa edebilirdi ne de ileriye giderek geleceğini güzelleştirebilirdi. Bir şekilde hep şimdimizin tutsağıydık. Şimdim bana, yine tek hücreli odamdaymışım gibi hissettiren duvarların arasında bırakıyor ve sağ duran tekli koltuğa ne yapacağımı bilmeden oturmama sebep oluyordu. Delta yokken bu evde beni görmek istemeyen bir sürü insan vardı. Jennie'de çoktan okula gitmiş olmalıydı. Bununla zaman öylece nasıl geçer diye düşünüyordum, zamanı körelten birçok yaşanmışlıklar hem bir anda beni ağlatmak istiyor hem de bir anda utandırarak küçülmeme neden oluyordu. Yüzümü her defasında tokatlama, küçük bir çığlık atma isteğiyle boğuşuyordum. Ama bu nafile bir uğraştı. Zehir çoktan iki göğsümde pişiyordu ben farkında olup ya da olmayarak. Öncelik düşüncelerimin değişkenliğini kaybeden duygularımla ellerimi başımın arasına almış öylece düşünüyordum, insan bu evde düşünmek dışında ne yapabilirdi başka? Yararlı hiçbir şey yoktu. Olanında bu evde işi olmuyordu belli ki. Yine de Yoongi'yi görmek istiyor ve her şeyin yolunda olduğuna dair bir şeyler umudu da taşıyordum. Ona Namjoon'u anlatmak ve bu konuda akıl danışmak istiyordum. Acaba o da farkında mıydı böylesine sinsi bir kardeşe sahip olduğundan? Sanmıyordum. Delta'ya bile bunu yapabiliyorsa, evdeki herkesi eminim iyi niyetlerle döşediği cehennem yoluna çoktan sürüklüyor olmalıydı. Aklım bir anda bu evin hayaletleri tarafından uyarılmış gibi dikilince, kafamı kaldırdım. Bundan sadece saniyeler sonrasında Delta rahatça kapıyı açtığında gözlerim onu görmeye hazır değillerdi. Gelmesine rağmen, panikle açılan iri gözlerim bacaklarıma doğru seyir aldı. Bir şey dememesini umuyordum. Diyecek olursa eğer ben utancımdan dolayı nefes alamayacak hale gelecektim. Ama o, o kadar sakin bir şekilde odaya girip kapattı. "Uyanmışsın," dedi, artık sesi eskisi gibi yorgun çıkmıyordu. "Uyuyorsundur diye düşünmüştüm," diye de ekleme yaparken dişlerimi sıkıyordum. Bundan sonra gelecek bir cümlenin art niyetinde iken bundan daha fazla bir şey söylemedi bana. Sonrasında odanın içinden giderek giysilerin olduğu dolaplara yöneldi. Artık savurgan seslerinin kaynağını anlamak için kafamı kaldırıp ne yaptığını anlamaya çalıştım. Küçük bir el valizine birkaç eşyasını koyuyordu. Bir yere gidecekti belli ki. Buna neden sevinemedim? O yokken bu ev olduğundan daha sorunlu ve korkunç bir yer haline geliyordu çünkü. Kesinlikle sebebi buydu ve o deri kayışlı valizini omzuna alarak içeriye girip onu daha sonrasında benimle konuşabilmek için yatağın üzerine bıraktı. Karşımda o güçlü duruşu ile tekrardan duruyor, üzerine gitmeye hazır halde duran siyah uzun paltosundan birinin cebine elini koymuştu. "Burada öylece oturma," dedi ve bir seçeneğim olsaydı bunu yapmayacağımı bilmeme rağmen konuşmadan kaçarak da olsa gözlerine baktım. Ama onun yüzü ne sertti ne de yumuşak. Düz bir duvara bakan herhangi biri gibi. Tek fark o duvar konuşmuyordu. "Yokluğumda odanın yenilenmesini istediğimden, anlaştığını duyduğum Jennie ile kalabilirsin ben gelene kadar. Veyahut buradaki düzenlenme olunca tekrar geçersin buraya." Dedi açıklama yaparcasına. Ama sanki bu cümlelerden uzun bir süre kendisini göremeyeceğim hissine kapıldım ve "Bir yere mi gidiyorsun Delta?" diye sordum sessizce. "Kısa bir iş görüşmem var," dediğinde, başımı sallayarak onayladım onu. Kısa bir iş görüşmesi demek göreve gideceğim demenin bir başka yoluydu. Zarar görme ihtimali vardı ve ellerimde onun kanları yok olup giderken o bir başkasınınkilerle donanıp gelecekti demek ki. "Sonrasında da evde olmayacağım," diye söyleyince bakışlarım hızlıca tepkilerimi izleyen ona kaydı. "Bu herkesin sağlığı için en iyisi." Derken kaşları çatılıydı. "Özellikle senin için," derken ise ima ile kıvrılmışlardı. "Ve şunları al," diyerek cebinden çıkardığı poşeti bana uzattı almam için. Tereddüt ederek de olsa aldığımda göz ucuyla içindekilere bakarak yüzüne baktığımda, "Bunlar niçin," diye soruyordum anlamayarak. O da bana verdiği şeylerin açıklamasını yapıyordu. "O telefon sadece beni arayabilmen için var. Rehberde tek kayıtlı numara benim ve istesen de başka birini arayamazsın." Dediğinde buna cesaretimin olmayacağını bile bile beni uyarmış olması kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. "Boşuna deneme, üzülürsün." Diyordu, ama üzüleceğimi değil de kendisinin arkasından bu konuda iş çevireceğimi düşünerek konuşuyordu. Bozuntuya vermemek çok zordu o sırada. "Peki bu ilaç?" diyerek umursamaz görünmek için omuzlarımı kaldırmaya çalışıyordum. Fakat öyle bir şey diyordu ki bir anda o sağlam dursun diye sıktığım omuzlarıma çelme takılıyordu. Çünkü, "Bu da senin acı çekmemen için, yokluğumda zorlanmaman için," diyor ve daha nasıl bir acı çekeceğimi bilmeden soruyordum ona. "Ben neden acı çekeceğim ki Delta?" "Kızgınlığım yaklaşıyor omega... ve sen bana bağlısın." Dediğinde sesi derindi. Dudaklarını üstünü hızlıca diliyle sıyırdığında, dikkatimi çeken bu durumu önemsememek için hemen gözlerinin içine taşıdım bakışımı. Ama her biri tehlike ve tuzak doluydu. Bakışlarımı çekecek olsam bedeninden, bu sefer sesi ezip geçiyordu, içimde anlamsız bir kırgınlıkla boğuşmama sebep oluyordu. "Birileri ile bunu atlatmam gerekiyor, bu sen olmayacağına göre... başkaları olacak elbette. Bunun için bu ilaç. Başkalarına dokunduğumda bunu hissetmemen ve bundan etkilenip kötü olmaman için." Rahatlıkla söylediği bu cümleler, benim hazmedeceğim kadar kolay olmadı. "Başkalarıyla mı olacaksın?" dedim ama bu düşüncelerimin aniden dışa vurmasıydı. Çünkü bundan hızlıca pişman oldum. O ki bunu söylememden ötürü tek dudağını kıvırarak, bana yaklaştı. Ellerini iki yanımdan geçirerek koltuğun kenarlarına bıraktı. Şimdi yüzü kaçacağım hiçbir görüş tanımıyordu. Kısık sesi ise mideme kramp girecek kadar derindi. Dudakları dudaklarıma bu kadar yakınken üstelik. "Seninle olmamı ve kızgınlığımı seninle geçirmemi mi isterdin?" bunu sadece öylece derin söylemesi bile daha kafamda silinmeyen görüntülerin tazelenmesine sebep oldu. Yanaklarım çok fena ısınmıştı ve ben ellerimi oraya bastırmak istiyordum. Ama onun diyeceklerini biliyor olsaydım eğer kulaklarımı kapamayı dilerdim. "Bir hafta boyunca... yorulmak bilmeden... dudaklarını ve her bir kıvrımını hissedemeyecek kadar mahvedeceğim o günleri yaşamayı ister miydin? Çölde kalmışçasına bedeninde su arayışında olmamı?" Bedenim bir anda bu sözlerin etkisiyle titreyecek oldu. Samimi hissettirmiyordu ama yapabileceğini de bilirken, kendimi zor tuttum. Bu kadarı da olmamalı diye. Bu nedenle, kendinden emin çıkması için uğraştığım sesimi çıkarmadan önce sessizce yutkundum ve eğdiğim kirpiklerimi kaldırarak zaten bana çöl etkisi bırakan gözlerinin içine baktım. "Hayır, istemezdim böyle bir şeyi." "Ben de öyle tahmin etmiştim." Diyerek gözlerini de bedeniyle birlikte geriye çekti. Gitmeye hazırdı artık. Çünkü yatağın üzerine bıraktığı el valizini tekrar eline aldı. Kapıya yönlendirmeden önce ayaklarını, "Son bir şey daha," dedi. "Eğer herhangi küçücük bir şey de olsa ara beni. Jennie ile anlaşmaya başlamışsınız zaten onun seninle ilgilenmesini, göz kulak olmasını söyleyeceğim." Öylece gidiyordu ve arkasında bana bakıcı bırakmaktan vazgeçemeyerek. Oysa o giderken alıngandım, kırılgandım ve bana varlığını hissettiren omegam yine canımı yakıyordu. Halbuki ben sağlam kalmasını umduğum, onun yok saydığı bu evliliği, Delta'sına rağmen yok saymaya çalışıyordum. "Buna gerek yok, ilgin için teşekkür ederim Delta." Onun gidişini izlememek için bakmadım. "Pekâlâ öyleyse." Dediğinde de kararsız duran sesini umursamamaya çalışarak sessizce bekledim olduğum yerde. Ve o da gitti. Beni bir eli geçmeyecek saniyelerce izleyip gitti. Bir hiç uğruna vereceği savaş veya değil, sonuçta bana bir şeyi daha güzelce anlamama sebep verecek bir gidişti bu. Beni öptüğü gibi öpecek olmasıydı. Halbuki... ben ona en değerli incimi armağan etmiştim. O ise bunu herkesle yaparken, ben de bir herkestim. Düşmanı olan bir kimse gibi. Ama en başından beri böyleyken, neden bu kadar mutsuzdum? Belki de onun benim en güvenli yerim olduğunu, o gittikten sonra anlayacağım için miydi?
Bölümün sonu. Bölümü nasıl buldunuz? Kurgunun ilerleyişini de bir söyler misiniz? Spoi: Kaos var diğer bölüm :) Spoi 2 sorusu: Jk kızgınlığa girdiğinde ne olmasını bekliyorsunuz? :) Ben Nicotesy, gece bölümü atarım umarım. |
0% |