@nicotesy
|
Selammmmmmm ben geldimm huhuhu bu bölüm abıuuuuu ::::::::::) Lütfen sabah işe giderken bir sürü yorum okuyayım ve, nefes alarak okuyun. Nefes almadan okuyorum demeyin sakın bana ::) İyi okumalar...
... "Kazandıklarım bitti, yitirdiklerim kaldı. Söylediklerim yitti, dinlediklerim kaldı. Bir bilmek ülkesinin düşün iline vardım; Öğrettiklerim gitti, öğrendiklerim kaldı." ...
Bölüm 23: Ya sevmeyi bana yasakla ya da dokunma bana öyle usulca. "Beni yine gerinde yara bere içinde mi bırakacaksın Delta? Söz verdin. Şimdi iyileştirme zamanı." İnsanlara umut vermek iyidir de o umudun altından kalkamamak kötüdür. Sözlerimin yüreğinde bir anlam bırakacağını sanmıyordum ya da şu ecelime susamış bakışların, beni kundaklayarak attığı kör kuyudan çıkaracağına. Sadece bu acılardan kurtulmak istiyordum. Yüreğimde ezeli yüzü vardı, ansızın çoğalan bir sızı ve ben sadece kokusunu içerlemek istiyordum, içerlediğim hayat mücadelesine karşı. Çünkü o beni böyle yok ediyordu, var etmek için. Şimdi tutunmuş gözlerimin çapaklarından yüzünü seçmeye çalışıyordum. Saydam duran bakışlarımın onun öfkesinden mi yoksa sebepsiz sandığı bu aciliyetime mi kızıyordu, hiç bilmiyordum. Beni koyduğu yumuşak yatakta, burnumun ucunu sızlatan kokusunu çekemiyor ve sözlerime ithafen hiçbir şey söylememesinden dolayı pes ediyor, dokunaklı göz pınarlarımda dökülmesini istediğim tüm acizliğim kafamı gömdüğüm o kimsesiz çarşafların arasında saklanıyordu. Ölüm bir çandır oysa, ölçülü sessizliğiyle, bağışlanmış bir gövde seçer çarpışmak için. Oysa ben bir günahkardım. Bir aldatmaca, yedi günahın her birinin cezası ile mükellef kılarken beni yok saydığım kendim değildim, oydu. Oysa o derinden duyulan sesiyle kalbimi hızlandırıyordu. "Ben rüzgâr değilim, dokunmam çiçeklere..." derin soluğunun benim dağılan saçlarımın yüzümü kapatan kısımlarından ezerek geçecek kadar yaklaştığında, dünyamı koruduğunu sandığım kirpiklerim titreyerek onun mavi gözleriyle karşılaştı. Yakındı ve canımı yaktı. Sözlerinin devamı ise hassas olan tüm duygularım tarafından çok fazla alıngandı. "Ama," diye ara verince sesindeki derinlik tuttu beni yakalarımdan hunharca. "Kıyıda durmayı seven rüzgârına a(lı)şıktır." Kulağa hoş gelen bu sessizlik yüreğimde haykıran bir oda yarattı. O odanın içine hapsolmak istiyordum. Lakin, yeterli değildi. İçim, içime çekilip kabuk bağlıyordu bir kabul uğruna. "Esinti isterim," dedim içimdeki kavrulmuş tonlarıma rağmen. "Delta, bana bir ateş verdin. Şimdi beni varlığınla az da olsa sakinleştir. Bunu çokça istediğimden değil, beni bu isteyişe sen mahkûm ettiğin için." Yüzüme bakıyordu, bende onu izliyordum. Ama bir yandan da altımdaki çarşafları sıkıyordum. Utanıyordum da. Daha bundan saatler önce nefret doluydum. Haykırış, sitem doluydum. Şimdi buradaydı ve ben o gittiklerini bırakıp gelmiş adamın daha önce vazgeçilmiş kişisiydim, gurur yapmak istiyor, beni bu enginiz denizlerin çırpınışlara atarak boğulmamı bekliyorsun, öyleyse niye el uzatırsın bana? Şefkatle dokunmaya çalıştığımın saçlarının ucunda kırıklar vardı, batardı eline şimdi, ama ben o dalga dalga eylediğin denizlerin içinde daha çok boğuluyordum. Bir fırtına çıkıyordu. Hisseder misin bilmem ama benim gözlerimde biriken yaşlar bu fırtınaya yağmur olmaya geliyorlardı. "Sarılacak mısın," diye sordum ama bunu sormaya hüküm yemiş gibiydim. Bu dayanılmaz ağrım tüm bacaklarımda sancıyordu. "Çünkü iyileşemiyorum ben Delta... bu," dedim, nefesim, ölmüş çiçeklerimi yaşatamadı. "Sus," diyerek beni susturmuştu çünkü. "Konuşarak yorulma, biliyorum, acı çekiyorsun. Sana bu yüzden o ilacı almanı söylemiştim." Kızgın cümleler, kızgınca dökülmüyordu ve ben dudaklarımı büzüyordum. Burnumu çekiyordum. Aklımın en kuytu köşesine atmaya çalıştığım şeyleri bana bir bir hatırlattığı için. Sicim yansıtan gözlerimi ondan çekerek sırtımı dönmeye çalıştım ona. Her kıpırdayışım derinliklerimde o arzu duygusunu kat ve kat fazlasıyla geri dönerken, ben çıplak duran bacaklarımı saklama dürtüsüyle çarşafın altına sokmaya çalışıyordum. Bunu yaparken, iç çamaşırımı ıslatan ıslaklığın onun görmemesi en büyük dileğimdi. Her şeye rağmen çaresizliğimi görmesi, buna geç kalarak bir şeyler yapması değeri hak etmiyordu. Nasıl olsa bunu da yüzüme vururdu, en azından o değilse bile ailesi bunu yapardı. Bu nedenle sakındığım kendimle birlikte kısık sesimle sitem ediyordum. "Yaşadığım her şeyin sorumlusu benim, haklısın Delta. Şu anda bile. Ne yapacağımı bile bilmediğim bu acının sorumlusu yine benim." Üzerime çekmeye çalıştım. "Git," dedim dişlerimin arasından. Gözlerimi sıkıca kapattım. Bu sözleri söyledikçe içimdeki kavrulma daha da artıyordu. "Git, nerden geldiysen... daha önce kimlere gittiysen onlara git şimdi. Nasılsa ben alıştım sana. Bu hallerine. Aramızda hiçbir şey yok, olamazda, yine de saygınlık görmek istiyorum bu mahrem içeren durum için. Çünkü dayanamıyorum..." Hatırlayacaksın beni gözlerin yaşla dolu, güzelliğin yalnız şarkılarımda kaldığı gün. Bir zamandı heves ettim gölgemi enginde yatan o berrak sayfada gezindirsem diye. "Ben de böyle olmasını istemezdim." Dediğinde, gidişini temsil edecek o ayak seslerinin duyulacağı anı bekliyordum, çünkü haykırarak ağlamakla, parmaklarımı önüme bastırarak çığlık atma isteği arasındaydım. "Ama oldu ve bu duruma ikimizde bir müddet katlanmak zorundayız," dedi, gitmedi. Yatağımın kenarında çökerttiği ağırlığıyla ben en dibe çöktüm. Serzeniş tadında bir serenat başladı. O elini bedenimin altından geçirerek beni göğsüne çekerken. İçimde yarım kalmış bir konuşmanın üzüntüsü vardı. Lambalar kekeliyorlar, habersiz; yoksa ışığımızla yalan mı söylemekteyiz? Yoksa binlerce yıldan bu yana gece mi tek gerçeğimiz? Çünkü ben nasıl olurda sadece o bana sarıldı diye göğsümdeki kabarcıkların onun orman kokusuyla dolup taştığını, gözlerimi yeşertecek kadar kabardığımı, tenimde teni var diye hunharca kızarıyordum. Bilhassa o kibirli, her daim havada kalan burnu benim terli boynuma yaslı dururken, karnımda duran eli orayı okşayacak kadar nazik dururken. Bunlar gerçekti. Belki de ilkti. Ondan yana bu dokunuşların masumiyeti, merhameti veya adı her ne ise beni gerçekten de önemsediğini hissettiriyordu. Ya da o kadar hassastım ki, parmak uçlarının değdiği göbeğimin üstündeki sıcak dokunuşları, yeterince sıcak hissetmiyormuşum gibi daha fazlasını istememe sebep oluyordu. Eğer çok az da olsa bir cesaretim olsaydı, o eli çekerdim kendimden. Veyahut sıkıca tutardım. İki istek de aynı uçta ve ulaşılmazlıktaydı bana. İhanet cesurca bir duyguydu, çok şehvetli, tedirginlik ve korku da vardı içimde, belli belirsiz bir pişmanlık. Başımı döndürüyor. Onun çıplak bacaklarıma değen kumaşı, dudaklarımdan çıkmasından endişe ettiğim sesleri bastırmak için sıktığım kendimden ötürü, kasılan vücudum iki büklüm kalmasın diye zorluyordum kendimi ve onun uylukları, benim arkamdaki ıslaklığın üstüne saydam bir his veriyordu. Deliriyordum. Kollarının arasında olduğum gerçeğimi aklımı başımdan bu denli alıyordu yoksa kalçamdaki o boşluğun huzursuz kıpırtısı, doldurma isteği, akıntısı mıydı kalçalarımı geriye yaslayıp ona temas ederek bir bütün olma isteği. Şu anı çekici kılan şeyin şehvet olduğunu sanıyordum, kızgınlığına girdiğim o şehvet; şehvet seldir, sürükleyendir, doğru; ama asıl çekici olan cesaretmiş meğer. Çünkü aklımın içinde sadece bunu yapmak varken, yapamıyordum. Fakat dayanamıyordum. Ondan uzaklaşarak, önümde neredeyse zonklayacak kadar şişmiş olan o yere parmaklarımı geçirerek orada biriken ağrıyı susturmak istiyordum. Ancak o kadar hassastım ki, kendimi çekerken, karnımda duran eli biraz yarattığım boşluktan rahatsız olarak beni kendisine sertçe çekerken, kalçamın buluştuğu o sertlikle tutamadığım inlemem dudaklarımdan kaçtığında utancımdan dolayı ölüyordum. Dudaklarımı sıkıyordum. "Kasma kendini," dedi kulağımın arkasında dolanan kalın tenli boğuk sesiyle. Bunu demesiyle daha çok kasıldım. Enseme değen ıslak dudakları yüzünden çıldırıyordum, üst üste yutkunsam da hiçbir şey şu yakınlığımızı sindirmeme yardımcı olmuyordu. "Rahatla... Kokum, seni sakinleştirecektir." Hayır, aksine daha çok kavuruyordu beni. Bu ne büyük yanılgıydı şimdi. Bunu ona nasıl söyleyeceğimi de bilmiyordum. İçim içimi yiyordu da sık sık soluduğum kendimle darmadumandım. Çünkü o sakinleşeceğimi sandığı feromlarını daha baskın kullanırken, gözlerim neredeyse yuvalarında geriye doğru kayacak oldu, açılmış ağzımın içinden tutamadığım küçük iniltilerimle başım döndü. "Delta..." dedim, inleyişlerimi tutamıyordum. Göz yaşlarım bu acı ve yoğun istek karşısında deliriyorlardı. "Dayanamıyorum. Çok acıyor," dedim ama pelteleşmiş zihnim bana gerçekte nasıl konuştuğumu bile anlamama yardımcı oluyordu. En azından tenimde hissettiğim bedeninin de kıpradığını hissediyordum. Sahi o da kızgınlıkta değil miydi? Nasıl bu kadar sakin ve rahat durabiliyordu? Yoksa bu halim bile onu etkilemeyecek kadar mı çekici değildi? Tanrım, neden şimdi bunu düşünüyordum ki? Bu beni incittiği kadar omegamı da zedeliyordu. Çünkü onun isteği, onunla beraber olmamdı. Hem de her anlamda. "Benden tam olarak ne istiyorsun, söyle, yapacağım." Dedi o boğuklaşmış sesiyle. Hırıltıya benzer çıkan sesi tüm vücudumu titretti. Oysa ben ne istediğimi bile bilmiyordum. Bununla, "Bilmiyorum, bunu ne yapacağımı bilmiyorum. Çok acıyor," dedim kesik soluklarımla. Derin bir iç çektiğinde, "Dokun kendine," dedi o içine çektiği nefesi çehrem boyu savruldu. "Yapamıyorum," diye hıçkırdım. Gözlerim buğulanmıştı. Korkak ellerim bacağımın üzerinde bir yumruk olmuşlardı zaten. "Bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum ve çok acıyor," dedim can havliyle. O kadar utanıyordum ki o utangaç halime rağmen bunu söyledikçe içimde biriken o ihtiyaç daha fazla artıyordu. Neredeyse kollarının arasında sarsılıyordum ellerimle yüzümü kapatırken. "Tamam sakin ol," dediğinde, "Dön bana," diyerek beni kendine çevirdiğinde onun yüzüne bakmadığımda bu yakınlıktan dolayı daha az rahatsız oluyordum, ama şimdi ellerimi yüzümden çekmeye cesaret edemiyordum. Eli kazağımın üstündeyken, "Sana nasıl yapacağını anlatacağım," dedi ve ben daha çok kızardım. "Bu çok utanç verici," diye çığlık atacak oldum. Ama sanki o bana anlayışın sınırlarını zorlayarak, "Yüzüme bak, sana eğlenerek bakmadığımı göreceksin," dedi ve uzun, sıcak parmaklarını titreyen parmaklarımın üstüne koyarak çekti. Gözleri öylesine parlaklardı ki, orada alaya dair hiçbir şey yoktu. Sadece, karanlık, içine çeken derin bir karanlık vardı. Çekinerek baktığım yüzümü inceliyordu. "Var mıymış?" diye sorarken sadece dudaklarımı ısırdım. Oraya kayan bakışlarını fark edince, dişlemekten şişen alt dudaklarımı serbest bıraktım. Benden bir baş mesafede uzak kalan yüzünde, ıslak yüzümü elimle silmeye çalıştım. Ama o elimi tuttu. "Bir kez rahatlarsan, daha sonrasında sana ilaç veririm. Çünkü çok," dedi ve kelimesinin devamını yutacak kadar duraksadı ve devam etti. "Islaksın." Sertçe yutkundum ve hızlanan kalbimi hiç duysun istemedim. "Şimdi," dedi ve kısık soluklarına çatık kaşları eşlik ediyordu. "Elini iç çamaşırının içine koy," dediğinde aynı kısık soluklar benim dudaklarımda paylanıyordu. Ama bunu yapamıyordum bu açık seçik cümlelerden ötürü. "Söz veriyorum, bunu hiç hatırlamayacağım ve daha sonrasında yüzüme baktığında aramızda böyle bir anının yaşandığını hiç hatırlamayacaksın bile omega." İkna edici konuşuyordu. Ona güvenebilirdim ancak ben kendime güvenemiyordum. O hatırlamayacaktı, hatırlamak isteyecekti ama ilklere gebe kalmışken bunu nasıl unutacaktım. Yüzüne baktığımda bu utançla dolu olduğum hatıraları nasıl unutacaktım. Bunun için bile tereddüt etti bakışlarım, sıktığım çenem yüzümden dişlerim ağrıyordu ve damağım titriyordu. "Hadi... yoksa sabaha kadar kıvranacaksın." Dedi ve bunu sabaha kadar sürecek olması dehşete düşürdü beni. Bu yüzden çekingen yüzümü tekrar onu görmek için oynattım. "Unutacaksın, bunu." Unutmayacaktık. Bakışlarıyla beni onayladığında, yumruk olmuş elimi çözerek çarşafın altından iç çamaşırıma kadar taşıdım. Beni karşılayan o şişkinliğe dokundum. Ama beceriksiz parmaklarım orayı sıkıyordu ve bu sadece canımı yakıyordu. Ağlamak istiyordum. Durumu fark eden ondan ötürü ise yok olmak. "Sıkma," diye uyardığında sıkıca yumduğum gözlerimi açamıyordum bile. "Avuçla, tüm parmaklarınla sar orayı ve hisset," dedi ve dilini dudaklarının üstünde sertçe ezdi. Bunu yapmaya çalıştım. Ama tatmin etmiyordu. Kendi dokunuşlarım, koluma dokunmak ile aynı hissi veriyordu ve benim aradığım, en azından orada olup bitsin istediğim şey böyle bir şey değildi. "Hisset demiştim," dediğinde, bana yaklaştı. Nefesim kesildi. "İzin ver," dedi ve tüm tüylerim ürperdi. "Elinin üstünden sana dokunmama. Çünkü içimdeki seni arzulayan Delta'mın daha fazlasını istemesine rağmen ben ancak bu kadar yaklaşabilirim sana. Biliyorum ki, kızgınlıktasın ve bir omegasın. Daha fazlasını isteyebilirsin. Ve ben ne senin bundan pişman olduğunu ne de kendimin pişman olduğunu görmek istiyorum." Sözleriyle ikna oldum ve o da bunu anlayarak, "Uzan," dediğinde kalbim çok hızlı atıyordu. Bu külfet bedenimi düz tutarak uzandığımda, üzerimdeki çarşafı çektiğinde orada acıyla kasılan parmaklarım, kazağımın yukarıya kadar sıyrılmış haliyle karnım ortaya çıkmıştı. Ama tenimden bir ürperti gelip geçti. Ve eğer gözlerimi devamında açacak olsaydım, eminim utancımdan buna izin vermeyip acıyla kavrulmayı yeğleyecektim. Çünkü üzerime biraz eğildiğini, göbeğimden elime sürterek elimin üstünü bulan eliyle bile yay gibi gerilmişti belim. Özellikle parmaklarımın avuçladığı yerden tutarak, şişen erkekliğimi sahiplenerek öne doğru çekerken. Daha bunu yapmasıyla dudaklarımdan firar eden iniltimi bastırmak için yumruk bıraktığım elimi ağzıma götürerek ısırmaya başladım. Burnumdan aldığım derin soluklar, ellerimin onun ellerinin arasından sarsılarak her ileri geri çekiştirmesiyle bacaklarım kasılıyordu, midemden bacaklarımın arasına kadar biriken o toplanan sızı sadece benim şişkinliğime değen sıcak parmaklarını fark edişimle had safhaya ilerliyordu ve kokusu, o daha keskin ve diz çöktürecek kadar derindi. "Kasma kendini," dedi uyarıcı bir sesle. Ama sözleri öylesine uzaktan duyar gibiydim ki, ellerimin hangi ara oradan sıyrıldığını ve kendimi kastığım bedenimi o diğer eliyle karnımı okşayarak göğsüme taşıdığını bilmiyordum. "Sadece hisset ve rahatla," dedi, sol eli tam kalbimin yönünde ikamet edip göğsümün ucunu bulup, terden sırılsıklam olmuş derimin üstünde duran tomurcuğumu ezip geçmeye başlarken. Sondaydım ve yumruğumu sıkarak ağzıma götürdüğüm elim acıyordu ısırmaktan, ama sızlanan sesimi bununla bile kesemezken ilerisini düşünemeden boşluğa kapıldığımda, onun vücudumda duran her iki eli de çok acımasızdı. Sertti, yükseltici ve daha fazlası olsun diye yalvaracağım türdendi. Serbest kalan dudaklarımın arasından büyük iniltiler kaçtığında, gözlerimi belli belirsiz açmıştım ama orada bile patlayan ışıkların kör edici hali vardı. "Ah," dedim ve o vıcıklık iç çamaşırımın tümündeydi ve benim kalçalarımın arası yanıyordu. Nefes alamıyordum. Göğsüm onun ellerinin arasında dolup taşıyordu. Baygındım ve zihnimi toparlayamıyordum. Hızlı soluklarım, karşımda duran Delta'nın yüzüne odaklanmaya çalışıyordu. "Nefes al," dedi ama onu doğru mu anlıyordum, savruktum ve hayatımda ilk kez orgazm olmuştum. Bu sandığımdan daha yorucu ve akıcıydı. Düşünemiyorken, eğildiğinde bana doğru daha da alamadığım nefesler arasında o dudaklarını ıslak dudaklarımın arasına geçirdiğinde, algılayamıyordum. Tek yapabildiğim, bana verdiği ve sonrasında vermeye devam ettiği arzuya ayak uydurmaktı. Sert öpücükleri öyle ağırdı ki, dudaklarımda hissettiğim daha öncekiler gibi değildi. Yorgun bedenimin kollarını onun kokusuna bulamak istediğimden mi, onun öperken çehremde duran parmaklarının verdiği istek miydi ki bu, kollarımı onun boynundan ilerisine sardım. Öpücüğüne karşılık verirken, nefes almak için duraksadım. Nefeslerimiz birbirinin ardından çürüyüp gidiyordu. Ama yüreğimde hissettiğim düşünceler beni kahrediyordu, bu haldeyken bile. "Onları," dedim düzensiz nefesimle. "Onları da mı böyle öpüyorsun Delta? Beni arzuladığını söyleyen kurdun, herkesi böyle mi öpüyor? Eğer öyleyse," dedim daha fazlasını söylemek için araladığım ağzımı tekrar dudaklarıyla susturduğunda, o kaşları hep sertti ve ilk kez gözlerini yummuş ve açmıştı. Geriye çekildiğinde, "Hayır," dedi. Gözlerimin içine baktı uzun uzun. "Deltam, herkesi öpmek istemeyecek kadar kibirlidir." Kırpıştırdığım gözlerimi ona diktiğimde, "Şimdi dinlen," dedi ve hiçbir şey olmamış gibi kalktı üstümden. Oysa bana dokunan elindeki o ıslaklık vardı. "Duş almam lazım," diyerek kaşlarını çata çata, çehresini sıka sıka duşa gitti aceleyle. Ardından baktım. Ama onun gidişini izlerken, gevşemiş ve rahatlamış vücudum onun bu yatakta kalan kokusuna sarılarak kendisini uykuya teslim ettiğinde, ben ne yaptım, demeyecek kadar mahvolmuştum. Ve yorgunlukla açılan göz kapaklarım, yanımı yokladı ilk. Onun olacağını ve gördüğüm anda bana dün gece yaşananları hatırlatacak yüzüyle karışılacağımı sanıyordum ama yoktu. Buna sevinmeliydim. Ama bilmiyorum, uyuduktan kısa bir süre sonra beni uyandırıp ilaç içirmişti ve ben etrafa boş gözlerle bakarken, bana ilacın üzerine içtirdiği bir bardak sudan kalan kalıntı orada sehpanın üzerinde duruyordu. Saatten haberim yoktu. Belki de çoktan evden gitmiştir diyerek yataktan çıktım. Üzerimde kendime ait o döküntüler, her şeyi bana olduğu gibi hatırlatırken utancımdan kendimi tokatlayacaktım. Ama bunun yerine koşarak banyoya girdim ve kaç kez liflendiğimi bilmeden kendimi temizlemeye çalıştım. Lakin halen hassas hissediyordum kendimi. Bunu unutamayacaktım. Bu anların her biri ilkimdi ve en son kullandığı cümle, kalbime çok ağır çöktü. Delta'sının herkesi öpmediğini... ben bununla ne anlamalıydım? Benim çağrımla koşup gelmişti ve dün geceki sakin halleri peki? Kafam çok karışıktı. Üzerimi giyinmek için giysi odasına girdim ve orada beni karşılayan dağınıklıkla, Namjoon aklıma geldi ve kendimi korku içinde hissettim. Hızlıca giyebileceğim bir siyah kazak ve siyah bir kot aldım, iç çamaşırıyla birlikte. Orada durmak istemediğimden odanın içinde hızlıca giyinmeye çalıştım. Kazağı kafamdan geçirecekken kapı çalınca irkildim. "Jungkook, uyandın mı?" diye soruyordu Jennie telaşlı sesiyle. Hızlıca giyindim, "Evet, evet," diye sızlayan boğazımla bağırmaya çalıştım. O da zaten ses verince hemen odaya geçti. Ama hemen eliyle burnunu kapattı. "Tanrım burası niye bu kadar feromon kokuyor," dedi ve ağzından hızlıca nefesler almaya çalışıyordu. Çekinerek tebessüm ettim ama gözlerini kocaman açtı. "Aman Tanrım, Aman Tanrım," diye bağırıyordu. Neredeyse hoplayacaktı. "Bende diyorum abim neden erken geldi eve!" konuşmasının arasına küçük bir çığlık ekledi. "Senin için geldi. Sen kızgınlığa girdiğin için. Oha!" "Yok öyle bir şey," dedim ama inanmadı buna. Kızarık duran yüzüm yeterince beni ele verdiğinde o da güldü sadece. "Hıhım, inandım bir şey olmadığına." Susup da bir cevap vermediğimden gülümseye devam etti ki, sanki niçin geldiğini hatırlamış ve burnunu kapattığı elini çekerek beni kolumdan tutarak sürüklemeye başladı. "Madem her şey iyiye gidiyor, abimin o insanı öldürecekmiş gibi duran bakışları niçin Jungkook?" diye sorduğunda, benim bu konuda hiçbir fikrim yoktu. "Ben, bilmiyorum." Dedim ama umarım konu kardeşimle alakalı değildir diye iç geçirdim. Çünkü bu hayatta endişelendirecek tek bu konu olabilirdi. "Öğreniriz herhalde, çünkü beni seni kahvaltıya indirmem için yolladı. Yoongi yok diye ayrı bir sinirliydi zaten. Of, neden hiçbir şey tatmin edici olacak kadar bile yolunda ilerlemiyor ki?" Yoongi dedi, yüreğim ağzımda dolandı. Ve onunla merdivenlerden inerken, sanki hisseder gibiydim. Ayaklarım geriye doğru gidiyordu. Dünden beri hayatımı alt üst eden iki insan yan yana oturmuş, asık suratlarıyla dururlarken, bu durumda sadece normal olan Taehyun'du. Çünkü Delta'nın kaşları hep sertti. Giydiği siyah takım elbisesinin içinde ve gevşek bıraktığı bacaklarıyla, sandalyesinde sırtını geriye vermiş gözlerini Namjoon'a dikmişti. "Yoongi neden sürekli olarak şehir dışına çıkıyor," diye sordu sert sesiyle. Çekinerek onun yanındaki sandalyeye oturdum. Taehyung şu an burada olduğundan annesinin yüzüne şimdi nefretimi göstererek bakabildim birkaç saniye. Ama o sadece dudaklarını birbirine bastırıyor ve kafasının yönünü Taehyung'a çeviriyordu. "Biliyorsun, şirketini büyütmeye çalışıyor." "Bana naval okumayı kesin," dedi. Dişlerini sıkıyordu Taehyung. "Sana güvendiğimden bu evin tüm idare işlerini sana bıraktım anne. Ama bunu yaptığım gibi ailem sırtımı dayamaktan çekindiğim yer haline geldi." "Oğlum, neler diyorsun sen?" dedi kadın telaş yaparak. Ama Taehyung elini kaldırarak susturdu ona. Bana bir kez olsun bile yan gözle bakmadı. Baksın istememiştim zaten. O kadar sert ve siniri bastırılmış şekilde konuşuyordu ki, sandalyenin içine çökecektim. Korkuyordum da. Göz ucuyla Jennie'ye baktığımda gözleri dolmuş annesi ve abisine bakıyordu. Delta'da benim gördüğümü görmüş olmalı ki, "Jennie ve Taehyun," dedi ve her ikisi oldukları yerde dikelerek abilerine baktılar. "Okulunuza gidin," dedi. Jennie buna itiraz etmek için ağzını açacaktı ki buna engel oldu. Taehyun ise buna çok memnun olarak kalkmıştı. "İtiraz istemiyorum." Jennie pes ederek giderken ağlayacağını biliyordum. Şimdi dördümüzün kaldığı bu masada keşke bende gidebilseydim diyordum. Çünkü Delta'nın baskıladığı kokusuna rağmen hassas olduğumdan ötürü hissediyordum ve bu beni geriyordu. Masanın altından sıktığım parmaklarımla birazdan olup bitecek olan travmaları düşünüyordum. Beklediğim kısa sürdü. Delta annesine döndü. Benim bakışlarım bu hareketiyle hareketlenip onları izlemeye koyuldu. "Sen, anne." Dedi ve masaya elini bıraktı. "Seni babamın at çiftliğine gönderiyorum. Ben gel diyene kadar gelmiyorsun," dediğinde iki kaşım havaya kalktı. Kadında en az benim kadar şaşkın görüyordu. "Neden istiyorsun bunu?" diye sorunca, Delta kestirip attı bu durumu. "Senin beni sorgulama işin, bana yalan söylediğin gün bitti. Hemen bugün gideceksin. Ve bir daha bana yalan söylemeyeceğini öğrenene kadar gelmeyeceksin. Çünkü benim sizlerden tek istediğim bir aile olmak. Ama siz, düşmanlarımın yaptığının aynısını yaparak bana yalan söylüyorsunuz. Size gösterdiğim aile sevgimi kullanarak. Bunu affedemem. Tanıyorsun beni." Kadın o kadar sinirle baktı ki bana. Sebebi ben olduğumdan ötürü. Oysa ben üzerimdeki şaşkınlığı atamazken, Delta hemen onun yanında duran Namjoon'u hedef aldı bakışlarıyla. "Kalk ayağa Namjoon," dedi sert sesiyle. Namjoon gergin duruyordu ve tereddüt etse bile ayağa kalkmıştı. Delta onu sağ tarafını işaret ederek, "Karşıma geç," dediğinde, Namjoon'un ondan nasılda korktuğunu gördüm ve içimden beter olsun demeden geçemedim. Ancak işler bir anda çığırından çıktı. Namjoon kendisine işaret edilen yere geçtiğinde, daha öncesinde Delta'nın elinde ateşlendiğini görmediğim silahın ortaya çıkması ve o kadar rahat bir şekilde kardeşinin ayağının topuğuna sıkarken küçük bir çığlık attım. Dev gibi adam acıyla yere yığıldığında, annesi de şokla ayağa fırlamıştı. Oysa Delta çok sakin bir şekilde yerde iki büklüm kardeşinin üstüne yürüdü. Ona tepeden bakıyordu. "Bir daha, bir daha eşimle konuştuğunu görürsem bu sefer sıkacağım yer topukların olmaz." Dedi hırlayarak. Sonrasında daha çok bağırdı. "Bu evde herkes haddini bilecek, ben bir söz söylüyorsam herkes o söze uyacak. Yemin ederim kim olduğunuzu umursamam, yok ederim sizi." Kalbim deli gibi atıyordu. Aldığım nefesi geriye veremiyordum. Delta'ya korkuyla bakıyordum. Bu adamın her şeyi vahşiydi ve ben neredeyse, aklımı kaybediyordum. Tüm vücudum yanıyordu. Ona bakamıyorken, annesi öne atıldı. "Bu çocuk yüzünden mi bize bunu yapıyorsun?" diye bağırınca, Delta kaşlarını öyle çok çattı ki annesini şuracıkta öldüreceğini düşündüm. Ama o, "O benim eşim, sokun şunu kafanıza," diyerek beni savununca, allak bullak olmuştum. Ta ki annesinin cebinden çıkardığı kağıtları onun yüzüne atana kadar. "Belli ki sen aklını kaybetmişsin onunla. Ama ben sana hatırlatayım oğlum." Diyerek beni işaret ettiğinde, ben yerde duran Jimin'in fotoğrafı ile ultrason görüntüsüne bakıyordum donmuş bir halde. "Eşin yaptığın bu kişi, senin şerefini beş paralık eden çocuğun kardeşi. Bizi yalanlarla suçlayana kadar, dön de ona bak. Bak ki, gör. Bu fotoğrafları kıyafetlerinin arasında saklıyorken, sen şu yatağına aldığın çocuğun ihanetini idrak et. Belli ki unutmuşsun. Bu çocuk eve dımdızlak geldi, nereden geldi bu fotoğraflar ona ha? Senin yanındayken bile işler karıştırıyor ama sen ne yapıyorsun? Anneni başından atıyorsun, öz ve öz kardeşine daha önce kuyruk sallayan o omegaya bizden çok daha güveniyorsun. Olaylardan haberim var. Bil ki bunun suçlusu yine o. İnanmıyorsan, mutfaktayken Namjoon'a nasıl sulandığını bilirdin. Bu evden kaçmak için her yolu deniyor ve masum rolü yapıyor. Benden bu kadar. Zevkle gideceğim ve senin bundan pişman olarak beni aramanı bekleyeceğim."
Bölümün sonu. Bölümü nasıl buldunuz? akış iyi gidiyor mu? Diğer bölüm bombalar patşayacak :) Ben Nicotesy, iyi geceler. |
0% |